SlideShare une entreprise Scribd logo
1  sur  42
Télécharger pour lire hors ligne
Osm bilimadmalari
»   9. yüzyılın başlarında dünyaya geldiği kabul edilen ünlü matematik ve astronomi bilgini Ahmet
    Ferganî, çağının bilim ve kültür merkezlerinden olan Türkistan'ın Fergana bölgesindendir. Bilim ve
    kültür tarihimizin birinci elden kaynakları olan tezkireler (biyografik eserler)de doğum tarihi ile ilgili
    bir bilgi bulunmamakla birlikte kendisi gibi bir astronom olan babasının adının Muhammed,
    dedesinin ise Kesir olduğu kayıtlıdır.
    Ahmet Fergani, ilk öğrenimini ünlü bilginlerin yetiştiği Fergana'da yaptı ve büyük bir ihtimalle
    astronomi konusundaki bilgilerini babasından aldı. Belli bir seviyeye geldikten sonra da mevcut
    bilgilerine yeni bilgiler katmak amacıyla da, çağının bilim, kültür ve aynı zamanda halifelik merkezi
    olan Bağdat'a geldi. Ömrünün yarısına yakınını burada geçiren Ferganî, kısa sürede matematik ve
    astronomi konularındaki bilgisini Bağdat bilim çevresine kabul ettirip, bilimin gelişmesine olan
    katkılarıyla bilim tarihinde adlarından övgüyle bahsedilen Abbasi halifelerinden Me'mun ve el-
    mütevekkil döneminin en ünlü bilginleri arasına girdi.
    861 yılında halife el-Mütevekkil tarafından Nil ırmağı kıyısında yapılan ölçüm işlerini yürütmesi için
    Mısır'a gönderilen Ferganî‘nin, bundan sonraki yaşamı ve her ne kadar Prof. Dr. W. Barthold‘ un
    "İslam Medeniyeti Tarihi" adlı eserinde 861 tarihini gösteriyor ise de, ölüm tarihini bilmiyoruz.
» Oruç Reis (d.1470 ya da
  1474, Midilli Adası - ö.
  1518, Cezayir), Türk
  denizcisi.
  Barbaros Hayrettin Paşa
  'nın ağabeyidir.
  Osmanlı'ya katılmadan
  önce Cezayir'i ele
  geçirip egemen
  olmuştur.
» Hayatı
» Muhtemelen 1470'te (bazı kaynaklara göre 1474'te[1]) Osmanlı
  yerleşkesi olan şu anki Midilli’nin Bonova köyünde doğdu.
  Babası, Vardari Yâkub Ağa, 1462’de Midilli’nin fethine katılmış
  ve Bonova köyü kendisine tımar olarak verilmişti. Burada
  yerleşip evlenen Yâkub Ağa'nın İshak, Oruç, Hızır ve İlyas adını
  verdiği dört oğlu oldu.
» Eğitimi ve Gençliği
» İyi bir öğrenim gören kardeşler, devrin denizci milletlerinin
  lisanları olan İtalyanca, İspanyolca, Fransızca ve Rumca'yı
  öğrenerek yetiştiler. Gençliğinde gemiciliği ve deniz ticaretini
  çok iyi öğrenen Oruç Reis, cesareti, zekası ve girişimciliği ile kısa
  zamanda gemi sahibi oldu. Suriye, Mısır, İskenderiye ve
  Trablus Şam’a mal taşıyarak, oradan aldıklarını Anadolu’ya
  getiriyordu.
» Esareti
» Oruç ve İlyas Reisler, bir seferinde Midilli’den Trablusşam’a giderken,
  Rodos Şövalyeleri'nin büyük savaş gemileriyle karşılaştılar. Çarpışmada
  İlyas Reis şehit düştü, Oruç Reis esir oldu. Uzun uğraşılardan sonra,
  buradan kurtuldu. Muhtemelen üç sene esir kalan Oruç Reis, esaretten
  kurtulduktan sonra, bir süre Memlük Devleti hizmetinde amirallik yaptı.
  Ünlü sözü olan yaşama hakkın mücadelen kadardır derdi. En kötü
  fırtınada veya hapiste dahi mücadele edip hiç umudunu kaybetmedi.
» Donanma Komutanı Oluşu
» Memlük emrinde uzun zaman kalmayıp, Şehzade Korkut’un verdiği on
  sekiz büyük savaş gemisine komutan oldu. Bunlarla, Rodos kıyılarında
  basılmadık yer bırakmayan Oruç Reis, ânî bir baskın sonucunda
  gemilerini kaybetti. Leventleriyle birlikte bu baskından kurtulduktan
  sonra, Şehzâde Korkut’a tekrar başvurdu. Kendisine, biri yirmi dört
  oturak, ikincisi yirmi iki oturak iki savaş gemisi verildi. Şehzâde
  Korkut’un elini öpüp, hayır duâsını aldıktan sonra Akdeniz’e açıldı.
  Seferlerinde pek çok ganîmet, ticaret malı ve esir aldı. On senedir
  uğramadığı Midilli’ye gelerek kardeşlerine, akrabalarına, fakir ve
  muhtaçlara, yetimlere pek çok mal dağıttı.
» İlk Başarıları
» Türk denizcilik târihinde önemli bir yeri olan Cerbe Adası, Oruç Reis
  tarafından 1513 yazında fethedildi. Burayı kendisine üs edinip, Doğu ve
  Batı Akdeniz’de pek çok gemi zaptetti. Papa’ya ait, o zamanın dev savaş
  gemilerini, ince tekneleriyle ele geçirmesi, şöhretini Avrupa ve dünyaya
  ulaştırdı.
» O tarihe kadar, bir çektirinin, bir baştardayı ele geçirmesi işitilmemişti.
  Gemi elde edilince kendisi dahil bütün leventlerine İtalyan elbiselerini
  giydirdi. Oruç Reisin, arkadan gelen ikinci savaş gemisini ele geçirmesi, pek
  kolay oldu. Zîrâ ateş başlayıncaya kadar, İtalyanlar, bu gemiyi kendi
  gemileri zannetmişlerdi.
» İtalyanlar bu başarıları ve tanınmasının ardından kızıl sakalından ötürü
  kendisine Barbarossa lakabını vermişlerdir. Oruç Reis'in ardından kardeşi
  Hızır da ağabeyine hürmeten aynı lakabla anıldı.
» Cezayir'i Fethi
» Cezayir’de bir devlet kurmaya karar veren Oruç Reis, kısa zamanda bu
  toprakları ele geçirdi. İspanya Kralı Şarlken, Cezayir’e donanma
  gönderdiyse de, Oruç Reis’i elde ettiği yerlerden çıkaramadı. Becâye
  kuşatması sırasında Oruç Reis, sol kolundan ağır yaralandı ve hekimlerin
  tavsiyesiyle bu kolu dirsekten kesildi. Tek kolla mücadelede de şevk ve
  azminden hiçbir şey kaybetmeyen Oruç Reis, iyileşince derhal denize açıldı
  ve pek çok gemi ele geçirdi.
» Çok güç durumda olan Emevilere yardım ederek, onların binlercesini Kuzey Afrika’ya
  taşıdı. Bu hareketleri saygısını arttırdı. Kardeşleriyle Kuzey Afrika’yı İstilacılara karşı
  savunmakla kalmayıp, Emevileri iskan ediyor, yiyecek ve diğer ihtiyaçlarını temin
  ediyordu. Elindeki leventler, akıncılar ve serdengeçtilerle, devrin en büyük denizci
  devleti olan İspanyollarla bitmek tükenmek bilmeyen mücadelelerine devâm ediyordu.
  İspanya kralı o dönemde, Avrupa’nın pek çok ülkesini elinde bulundurduğu gibi,
  Amerika’da da sömürgelere sahipti.
» Ölümü
» Cezayir’in doğusunda, İspanya’nın hakimiyeti altında bulunan Tlemsan’ı elde eden
  Oruç Reis, İspanyollardan yardım alan Tlemsan emirine karşı, elde ettiği yerleri
  savundu. Topraklarını yedi ay boyunca müdâfaa etti. Yerli halkın ihanet etmesi
  üzerine, Cezayir’e dönmek için düşman kuşatmasını yarıp dışarı çıkmaya çalıştı.
» Düşmanı yararak bir kısım leventleriyle birlikte ırmağı geçti. Ancak, yirmi kadar levendi,
  düşman tarafında kalmıştı. Oruç Reis, kurtulma ümîdi olmadığını bile bile, leventlerini
  yalnız bırakmamak için tekrar düşmanları arasına daldı. Nehri geçmeye çalışırken
  leventlerinin çoğu şehit oldu. Tek kollu Oruç Reis, yanındaki son levendin de öldüğünü
  gördükten sonra, aldığı iki ok yarası sonucu Rio Solado Nehri sularına düşüp öldü.
» Oruç Reis'in ölümünü İspanya Kralı'na ispatlamak isteyen İspanyollar cesedin başını
  keserek almışlar ve bal dolu bir torba içerisine koyarak İspanya'ya götürmüşlerdir.
  Bunu yapmalarının nedeni, bir çok kereler Oruç Reis'le çatışmaya giren İspanyolların,
  onu öldürdüklerini İspanyol Kralı'na bildirmelerine rağmen bunların hiçbirinin doğru
  çıkmamasıdır.
» Oruç Reis'in başı kesik bedenini alan leventler onu Cezayir'e getirdiler ve
  Cezayir'in ulusal evliyalarından olan Sidi Abdurrahman'ın Kasbah'da
  bulunan Sidi Abdurrahman Camii yanındaki türbesine gömdüler. Bugün
  Oruç Reis ve Sidi Abdurrahman'ın birlikte yattıkları Cezayir Kasbah'daki bu
  türbe, Arapça öğrenen çocuklar için mahalle okulu olarak kullanılmaktadır.
» Oruç Reis'in 1518’de şehit olduğunda, kırk sekiz yaşında olduğu tahmin
  edilmektedir.
» Karakteri
» Sınır boylarında akıncıların yaptıkları, yıldırma ve fethe hazırlama
  faaliyetlerini denizde gerçekleştiren cesaret ve kahramanlık timsâli deniz
  kurtlarından biri olan Oruç Reis, katıldığı muharebede can ve mal endişesi
  duymazdı. Elde ettiği ganimetleri fakir ve kimsesizlere, leventlerine dağıtır,
  varını yoğunu cihâd ve gazâ için sarfederdi. Cömert, âlicenap,
  yardımsever, merhametli olan Oruç Reis, ciddî ve sertti. Bütün leventleri
  tarafından, bir baba gibi sevilirdi. Çok iyi bir muhârip, tehlikeli zamanlarda
  en iyi çareleri bulmakta zorluk çekmeyen bir komutandı.
» Pîrî Reis, Ahmet Muhiddin Piri,
  Ahmet ibn-i el-Haç Mehmet El
  Karaman-i (d. 1465-70, Gelibolu -
  ö. 1554, Kahire), Osmanlı
  denizcisi. Amerika'yı gösteren
  Dünya haritaları ve
  Kitab-ı Bahriye adlı denizcilik
  kitabıyla tanınmıştır.
» Piri Reis eşsiz bir kartograf ve
  deniz bilimleri üstadı olmasının
  yanı sıra, Osmanlı deniz tarihinde
  izler bırakmış bir kaptandır.
» Yaşamı
» Karamanlı bir ailenin çocuğu olan Ahmet Muhiddin Piri'nin ailesi Karamanoğulları
  'nın Osmanlı Devleti'ne katıldığı Fatih Sultan Mehmet devrinde padişahın emri ile
  İstanbul'a göç ettirilen ailelerdendir. Aile bir süre İstanbul'da yaşamış, sonra
  Gelibolu'ya göç etmiştir. Piri Reis'in babası Karamanlı Hacı Mehmet, amcası ise
  ünlü denizci Kemal Reis'tir. Piri denizciliğe amcası Kemal Reis'in yanında başladı;
  1487-1493 yılları arasında birlikte Akdeniz'de korsanlık yaptılar; Sicilya, Korsika,
  Sardunya ve Fransa kıyılarına yapılan akınlara katıldılar. 1486'da Endülüs'te
  Müslümanların hakimiyetindeki son şehir olan Gırnata'da katliama uğrayan
  Müslümanlar Osmanlı Devleti'nden yardım isteyince o yıllarda deniz aşırı sefere
  çıkacak donanması bulunmayan Osmanlı Devleti, Kemal Reis'i Osmanlı Bayrağı
  altında İspanya'ya gönderdi. Bu sefere katılan Piri Reis, amcası ile birlikte
  müslümanları İspanya'dan Kuzey Afrika'ya taşıdı. Venedik üzerine sefer hazırlığına
  girişen II. Beyazid'in Akdeniz'de korsanlık yapan denizcileri Osmanlı donanmasına
  katılmaya çağırması üzerine 1494'te amcası ile birlikte İstanbul'da padişahın
  huzuruna çıktı ve birlikte donanmanın resmi hizmetine girdiler. Piri Reis, Osmanlı
  Donanması'nın Venedik Donanması'na karşı sağlamaya çalıştığı deniz kontrolü
  mücadelesinde Osmanlı donanmasında gemi komutanı olarak yer aldı, böylece ilk
  kez savaş kaptanı oldu. Yaptığı başarılı savaşların sonucunda Venedikliler barış
  istediler ve iki devlet arasında bir barış anlşması yapıldı. Piri Reis, 1495-1510
  yıllarında İnebahtı, Moton, Koron, Navarin, Midilli, Rodos gibi deniz seferlerinde
  görev aldı. Akdeniz'de yaptığı seyirler sırasında gördüğü yerleri ve yaşadığı olayları,
  daha sonra Kitab-ı Bahriye adıyla dünya denizciliğinin de ilk kılavuz kitabı olma
  özelliğini taşıyacak olan kitabının taslağı olarak kaydetti.
»   İdamı
»   Mısır Kaptanı Piri Reis 1552'de Umman ve Basra üzerine 30 gemiyle çıktığı seferde, Hürmüz
    Kalesi'ni kuşatmıştı. Portekizlilerden aldığı haraç karşılığı kuşatmayı kaldırdı ve donanmasıyla
    Basra'ya döndü. Tamire muhtaç donanmayı orada bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır'a döndü,
    gemilerden birisi yolda battı. Donanmayı Basra'da bırakması kusur sayıldığı için Mısır'da hapsedildi.
    Basra valisi Kubat Paşa'ya ganimetten istediği haracı vermemesi, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa'nın
    politik hırsı yüzünden hakkında padişaha olumsuz rapor verildi ve dönemin padişahı
    Kanuni Sultan Süleyman'ın fermanı üzerine 1554'te boynu vurularak idam edildi. İdam edildiğinde
    80 yaşının üzerinde olan Piri Reis'in terekesine devletçe el konuldu.
»   Piri Reis Haritası
»   Günümüzde "Piri Reis haritası" olarak bilinen harita, Piri Reis'in 1513 yılında yapıp 1517'de
    padişaha sunduğu dünya haritasının halen mevcut olan bir parçasıdır. Bu parça, Amerika'nın doğu
    kıyıları, Atlantik Okyanusu, Afrika ve Avrupa'nın batı kıyılarını gösterir.
»   Orijinali Topkapı Sarayı'nda olan harita, deve derisi üzerine 9 renkte boyanıp resimlenmiş olup
    86cm boyundadır. Üst kısmı 61cm, alt kısmı 41 cm'dir ve sağ yanı boydan boya kopmuştur. Üzeri
    efsanevi ve gerçekçi resimlerle süslüdür. Haritada üçü küçük, ikisi büyük 5 rüzgar gülü bulunur.
    Haritanın oluşumu, keşif tarihi ve çeşitli efsaneler hakkında notlar haritada yer alır. Osmanlı
    Sultanı'na sunulacak olması nedeniyle görselliğe çok önem vererek hazırlanmıştır. Sunulan haritaya
    göz atan Yavuz Sultan Selim "Dünya ne kadar da küçük" demiştir ve haritayı ikiye bölerek "Biz doğu
    tarafını kontrol edeceğiz" şeklinde devam etmiştir. Haritanın diğer yarısı hala bulunamamıştır.
»   Piri Reis'in imzası Güney Amerika'nın üzerinde şu şekilde yer alır : "Bunu Kemal Reis'in
    biraderzadesi diye meşhur, Hacı Mehmet'in oğlu fakir Piri 919 (1513) Muharremülharamında
    Gelibolu şehrinde yazdı, Allah ikisini de affetsin." Yine Güney Amerika kıtası üzerinde haritanın
    hazırlanmasında yararlanılan kaynaklar yazar. Kolomb'un haritasından yararlanıldığı ifade edilir.
    Kolomb'un 1492-1504 yılları arasında Amerika'ya yaptığı dört sefer sırasında çizdiği haritaların
    bazıları eksiktir.
» Piri Reis Avrupa Haritası Kitab-ı Bahriye
» Harita, 9 Kasım 1929'da Topkapı Sarayı'nda sarayı müzeye dönüştürme
  sırasındaki envanter tespit çalışmaları sürerken tesadüfen bulundu. Alman
  bilimadamı Adolf Deismann (1866-1937), dönemin Milli Müzeler Müdürü
  Halil Ethem Eldem'in kendisine verdiği parçaları inceleyip düzenlerken
  eline geçen harita takımının içindeki folyoyu o sırada İstanbul'da bulunan
  ve Türk denizciliği hakkında uzman olan Alman bilimadamı Paul Kahle'ye
  göstermişti. Eserin Piri Reis'in ilk dünya haritası olduğunu teşhis eden Paul
  Kahle oldu[1].
» Prof. Kahle, harita ile ilgili inceleme sonuçlarını 1931 yılında 18.
  Doğubilimleri Kongresi'nde sundu[2]. Haritanın üzerindeki notları
  Hasan Fehmi Bey latin harflerine aktardı. Türk Tarih Kurumu başkanı
  Yusuf Akçura'nın 1937 tarihli 'Piri Reis Haritası' adlı kitabında haritayı
  yayımladı. Cumhurbaşkanı Atatürk, haritayı Ankara'ya getirtip bizzat
  inceledi ve devlet matbaasında çoğaltılmasını sağladı.
» Haritanın kayıp parçalarını arama çabası sırasında Topkapı Sarayı Müdürü
  Tahsin Öz tarafından dünya haritası olduğu sanılan bir başka Piri Reis
  haritası bulunmuştur.
»   HAYATI
»   Devlet hizmetindeki hayâtı, babası ile berâber Gazne Devletinin Horasan vâlisi Ebü’l-Fâzıl Es-
    Suri’nin hizmetinde bulunmakla başladı. 1040 yılındaki Dandanakan Savaşından bir süre sonra Alp
    Arslan’ın Belh vâlisi Ali bin Şadan’ın maiyetine girerek, vilâyet işlerinin yürütülmesiyle
    vazifelendirildi. Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin vefatı ile Alp Arslan ve kardeşi Süleyman Bey
    arasındaki taht mücâdelesi sırasında yerinde görüş ve tedbirleriyle dikkatleri çekti ve 1063 yılında
    Alp Arslan’ın yanında hizmete başladı. Alp Arslan Sultan olunca 1064 yılında Selçuklu Devletine
    vezir tâyin edildi. Zamânın halîfesi Kâim bi emrillah tarafından Nizâmülmülk ünvânı ile taltif edildi.
    Bu ünvânıyla tanındı.
    Nizâmülmülk, vezir olduğu 1064’ten, şehit edildiği 1092 senesine kadar aralıksız yirmi dokuz sene
    Büyük Selçuklu Devletine, tam bir dirâyet ve adâletle hizmet etti. Vazifeli olduğu için katılamadığı
    Malazgirt Meydan Muhârebesi hâriç, bütün Selçuklu fütûhatında bulundu. Sultan Alp Arslan’ın
    vefâtıyla veliaht Melikşah’ın tahta geçmesini sağlayıp, nizam ve âsâyişin korunmasında muvaffak
    oldu. SultanMelikşah’a muhâlefet eden veya başkaldıran Selçuklu prenslerinin itâat altına
    alınmasında büyük hizmeti geçti. Sultan Melikşah, devletin idâresinde ona çok büyük ve geniş
    yetkiler verdi. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adâletli idâresi sâyesinde de, Melikşâh’ın saltanatı,
    aynı zamanda Büyük Selçuklu Devletinin de en parlak ve en şanlı devri olmuştur.
    Nizâmülmülk, âlim, edip ve kadirşinâs bir zât olduğu için meclisi; ilim ve sanat adamlarının
    toplandığı bir yer hâline gelirdi. Abbâsi halîfesi de kendisine pekçok hürmet eder, meclisinde
    bulunurdu. Âlimlere, şâirlere, sanatkârlara karşı çok ikrâm, ihsan ve iltifât ederdi. Birçok câmi,
    mescit, vakıf eserleri yaptırdı.
» Büyük Selçuklu Devletine; idârî, adlî, askerî, mâlî, sosyal ve kültürel sâhada pekçok
  yenilikler ve değişiklikler getirdi. Sarayı, merkezî hükümet teşkilâtını, İslâm esaslarına
  dayalı mahkemeleri, toprak sistemini sağlam esaslar üzerine yeniden düzenledi.
  Gerçekleştirdiği yeni sistemler bâzı değişikliklerle berâber bütün Türk-İslâm
  devletlerince devam ettirildi.
   Nizâmülmülk, zamânında yayılmaya ve kuvvetlenmeye çalışan bozuk fırkalara karşı,
   Ehl-i sünnet bilgilerinin sistemli bir şekilde öğretilmesi sağlandı. Bunun için Bağdat,
   Belh, Nişabur, Herat, İsfehan, Basra ve Musul gibi çeşitli şehirlerde, kendi ünvanı ile
   anılan Nizâmiye Medreselerini kurdurdu. Onuncu yüzyılda Ehl-i sünnete muhâlif
   cereyanların giderek yaygınlaşması sebebiyle İslâm dünyâsında ortaya çıkan
   karışıklıkların giderilmesinde Nizâmiye Medreselerinin çok büyük hizmeti geçti. Bu
   medreselerin en meşhurlarından birisi de, Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi olup,
   asrın büyük âlimlerinden birisi olan Ebû İshak-ı Şîrâzî burada ders vermekle vazîfeli
   idi.
   Nizâmülmülk ’ ün Selçuklu Devletindeki bütün düzenleme ve değişiklikleri ciddî bir
   şekilde tetkik eden, devlet idâresinde kendi görüşlerini, icrâatını ve bunların
   gerekçelerini gelecek nesillere intikal ettirmek maksadıyla Fârisi olarak yazdığı
   Siyâsetnâme isimli eseri, bugün siyâset ilmiyle uğraşanların el kitapları arasında
   sayılmaktadır. Siyâsetnâme’de Türk-İslâm devletlerinin idârî, mâlî, siyâsî, askerî,
   sosyal ve kültürel yönlerini incelemektedir. Tam doğru metin ve ilâvesiz nüshası,
   İstanbul’da Süleymâniye Kütüphânesi,Molla Çelebi kısmında 114 numarada
   mevcuttur. Siyâsetnâme, birçok dillere tercüme edilerek, yayınlanmıştır.
»    Tam adı Bediüzzaman Ebu'l-İzz İsmail b. er-Rezzaz el-Cezeri'dir. Hayatı
    hakkında, kitabının girişindeki kısa açıklamanın dışında bilgi yoktur.
    1181-1206 yılları arasında Diyarbakır Artuklu hanedanının himayesinde
    bulunduğu söylenen Cezeri, 1205'te tamamladığı Kitab fi ma'rifeti'l-hiyeli'l-
    hendesiye adlı ünlü eseri Emir Nasirüddİn Mahmut‘ un isteği üzerine kaleme
    almıştır.
    Cezeri lakabıyla şöhret bulmasının sebebi, Cezire (ada) denilen Dicle ile Fırat
    arasındaki bölgede doğmuş olmasıdır. Artuklu Türklerindendir. Diyarbakır'da
    dünyaya geldi
    Cezeri, İslam medeniyetinin oldukça ilerlediği, Doğu Anadolu'da kültür
    faaliyetlerinin yoğunlaştığı bir devrede ilim ve imar işlerinde bir hayli
    ilerIeyen Artukoğulları sarayına girdi. Orada 32 yıl Reis-ül amal
    (başmühendis) olarak görev yaptı. Nureddin Muhammed (1167) ve onun
    oğulları Kutbeddin Sökmen (1185) ile Nasüriddin Mahmud'un (1201)
    hükümdar oldukları dönemlerde büyük hizmetlerde bulundu. Karaaslan
    tarafından Hısn Keyfa'da inşa ettirilen muhteşem köprü ile onun altındaki
    çarşı, han, hamam ve mahallelerin imarında emeği geçti.
»   Cezeri, sadece otomatik sistem kurmakla yetinmeyip, otomatik olarak çalışan sistemler araşında
    denge kurmayı da başarmıştır o Aradan 800 yıl gibi bir zaman geçtikten sonra sibernetiğin
    babalarından sayılan İngiliz Nöroloji Profesörü Dr. Ross Ashby, ancak 1951'de " Üstün Denge
    Durumu"nu ortaya atabilmiştİr. Ve ancak ilk defa o zaman otomatik olarak işleyen sistemlerin
    üstünde bunları kontrol eden sistemlerden söz edebilmiştir. Her ne kadar Fransızlar, sibernetik ve
    elektronik sistemin Descartes (1596-1650) ve Pascal'la (16231662), Almanlar Leibniz'le
    (1646-1716), İngilizler de Roger Bacon'la (1214-1294) başladığını söylerlerse de, gerçekte Cezeri,
    bu fikri, ilim dünyasına takdim eden ilk bilgin olarak karşımıza çıkmaktadır .


»   Bugün fizikçi ve mekanikçiler, ''Isı Etkisiyle Haberleşerek Denge Kurma'' sistemini ilk defa olarak
    James Watt'ın (1760-1819) 1780'de regülatörü icad etmesiyle gerçekleştirdiğini söylerler. Bu
    doğru olmakla birlikte, bunun Cezeri'ye kadar dayandığı kitabından rahatlıkla anlaşılacaktır.
    Günümüzden 800 yıl önce, bugünkü Diyarbakır yöresinde yaşayan Artuklu Türklerinin hükümdarı
    Mahmud, ''Ben abdest alırken ayaklarıma su döken hizmetçilerimin bana hakları geçiyor'' diye
    düşünerek rahatsız olur. Ve sarayın başmühendisinden bu işe bir çare bulmasını ister. Bir Süre
    sonra mühendis, abdest suyu döken bir robot yapmayı başararak, bunu hükümdara sunar. Robot,
    elinde tuttuğu testiden hükümdarın abdest alabileceği şekilde elini, kolunu oynatarak su
    dökebilmektedir. O güne kadar görülmemiş bu mühendislik harikası karşısında hükümdar ,
    hayretler içinde kalır . Bu eserin mucidi Cezeri'den başkası değildir. Hükümdar, onun çalışmalarına
    büyük destek olur. Cezeri de kendi kendine öten tavus kuşları, robot filler , uzatılan bardaklara
    şerbet döken, bardak dolduğu zaman da kendi kendine duran kadın robotlar gibi 50 değişik
    buluşla hükümdarın bu desteğinin karşılığını fazlasıyla verir.
» CEZERİ'Yİ İLİM DÜNYASINA TANITAN ESERİ
  Cezeri'yi üne kavuşturan husus, sibernetik ve elektronik sistemle ilgili
  robotlar , makineler yapması ve bunlan eserinde tarif etmesidir.
  Cezeri'nin meşhur eserinin adı ''Kitabü'l-Cami Beyn'el-İlmi ve'l-Ameli en
  Nafi fi Sınaati'l-Hiyel="Mekanik Hareketlerden mühendislikte
  Faydalanmayı İçine Alan Kitap"tır. Eserin daha başka değişik isimleri de
  vardır. Kitabın orijinali, günümüzde mevcut değildir. Fakat 5 tanesi
  Türkiye'de bulunmak üzere bütün dünyada bilinen 15 kopyası vardır.
  Türkiye'dekilerin 4'ü Topkapı, biri de Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir.
  Eser, zamanın ilim dili olan Arapça ile kaleme alınmıştır. Eserin
  nüshalarından birisi Topkapı Müzesi 3. Ahmed Kütüphanesi'nde 3472
  numarada kayıtlıdır.

» Prof. Dr. Kazım Çeçen, Köprü Dergisi'nin Eylül-1982 sayısında yazdığı
  makalede, eserin mühendislik açısından çok büyük değer taşıdığını ifade
  etmektedir . Kitap, altı kısma ayrılmış olup, ilk dört kısmı onar, son iki
  kısım da beşer bölümden meydana gelmektedir. Bu kısımlar; su saatleri
  ve kandil saatleri, ziyafetlerde kullanılan kaplar ve sürahiler, el yıkama
  ve kan alma için kullanılan kaplar, çeşmeler ve mekanik yollarla hareket
  eden (otomatik) müzik aletleri, su pompalayan makineler, muhtelif
  aletler üzerinedir.
» Kitapta her aletin şekli renkli mürekkeplerle çizilmiş ve çalışması ayrıntılı olarak izah
  edilmiştir Bu ayrıntılar da çeşitli renklerle gösterilmiştir. Ayrıca, şekillerde Arap
  harfleri kullanılarak bazı parçalar işaretlenmiş ve metinde bunlara göndermeler
  yapılarak, açıklamaların anlaşılması kolaylaştırılmıştır. Bazı nüshalarda ise bu harflerin
  ebced değerleri göz önüne alınmış, bazılarında da henüz açıklanamayan gizli bir harf
  sistemi kullanılmıştır. Metinde, aletlerin sonra, imal sırasına göre parçaların teker
  teker anlatılarak bunların montaj usulü açıklanmış ve en sonra o aletin çalışması
  hakkında bilgi verilmiştir .
   Su ve kandil saatleri, Cezeri'nin gücünü ifade eden karmaşık aletlerdir. Su terfi
   makineleri ekonomik yönden daha önemli olmakla beraber, kitapta bunlara saatler
   kadar önem verilmemiştir. Metal döküm tekniğine ait bilgiler, ileri bir mühendislik
   seviyesini ifade etmektedir. Cezeri'nin aletleri yer çekimi kuvvetiyle çalışır ve bu
   kuvvet, düşürülen bir ağırlık, boşalan bir kaptaki şamandıra veya batan bir cisimle
   elde edilir. Cezeri, kullandığı makine parçalarını ve imal usullerini de en ince
   ayrıntılarına kadar tanımlamıştır. Büyük bir kısmı bugünkü Avrupa mühendislik
   terminolojisine giren makine parçaları üzerine yaptığı çalışmaların en önemlileri
   şunlardır: Konik vanalar, kapalı kum kutularında pirinç ve bakır döküm, tekerleklerin
   balansı. Cezeri'nin mühendislik harikaları kağıttan maketlerinin yapılması, su akıtan
   savakların ayar edilmesi, çarpılmayı en az indirmek için ahşabın tabakalar halinde
   kullanılması, gerçek anlamda emme borusunun kullanılması, suyunu belli bir zaman
   aralığı ile boşaltan kaplar ve daire sektörü dişliler.
» Bunlardan bir kısmının yüzyıllar sonra Avrupa'da adeta yeniden keşfedildiği, bilinen
  tarihi bir gerçektir. Mesela, kapalı kum kutuları ile döküm, Avrupa'da 1500 yıllannda
  başlamıştır. Konik vanalardan ilk söz eden Leonardo da Vinci'dir. Su saatinde seviye
  kontrol cihazına benzer ve buhar kazanlarında kullanılacak bir aletin patenti,
  İngiltere'de 1784 yılında alınmıştır. Cezeri'nin makinelerinden sadece biri, su çarkı ile
  işleyen tulumba, modern mühendisliğin gelişmesine doğrudan doğruya katkıda
  bulunmuştur. Bu makine, a) Çift etki ilkesinin uygulanması, b) Dönme hareketinin
  ileri-geri hareketle çevrilmesi, c) Emme borusunun bilinen ilk kullanılışı olmasından
  dolayı çok önemlidir. Dolayısıyla, buhar makinesinin ve emme basma tulumbanın ilk
  ömeği sayılabilir. Söz konusu makinede, akan suyun çevirdiği çark, düşey düzlemde
  bir dişliyi, bu dişli de yatay düzlemdeki diğer bir dişliyi döndürmektedir. Yatay
  dişlinin çevresine yakın bir yerde düşey bir pim bulunmaktadır. Bu pime ortası yarık
  ve diğer ucu yine bir pimle sabitleştirilmiş bir çubuk geçirilmiş ve bu çubuğa da
  tulumbalanın piston kolları bağlanmıştır. Yatay diş dönünce yarık çubuk açısal bir
  hareket yapmakta, piston kolları da ileri-geri gidip gelerek tulumbaları
  çalıştırmaktadır.
   Cezeri, kendisinin, Helenistik çağdan XIII. yüzyıla kadar uzanan bir mühendislik
   geleneğinin İslam dünyasındaki bir devamı olduğunun bilincindedir. İslam
   dünyasında Musaoğuları (bk. BENİ MUSA) ile başlayan bu gelenek, Cezeri'de zirveye
   ulaşmıştır. Cezeri, kendi yaptığı abidevi su saatinin Pseudo-archimedes'in yaptığı su
   saatine dayandığını söyler. Kitabının dördüncü kısmında, çeşmeler üzerindeki
   çalışmaları sırasında, Musaoğulları'ndan ve ayrıca Bizanslı Apollonios'un otomatik
   müzik aletleri üzerine yazdığı eserden de bahseder. Bu arada, kimin tarafından
   yapıldığı bilinmeyen aletleri de zikretmiştir.
» Cezeri, esas itibariyle bir mucit değil, bir mühendistir ve görevinin kendinden
  öncekilerin yapmış oldukları aletleri mükemmelleştirmek olduğu kanaatindedir. Bu
  noktadan bakıldığında, eserinde, teori ile pratiğin eşit ağırlıkta olduğu, hatta bazı
  yazarlara göre aletleri yapmak için gerekli pratik bilgi ve kuralların ağır bastığı
  hissedilir. Gerçekten de O, çalışmasının pratik hayatta işe yarar bilgiler türünden
  olduğunu özellikle belirtir .
   Cezeri'nin yaşadığı çağda elektrik gücü, magnetik güç, foton etkisi veya
   elektromagnetik güçler bulunmadığı için, o elindeki imkanları değerlendirmesini
   bilmiş, su gücü ve basınç tesirinden faydalanma yoluna gitmiştir. Gerçekten başka
   imkanlar bulunmadığı, su da kıt olduğu halde, bu derece muhteşem hidromekanik
   sistemle çalışan makineler yapabilmiş olması, onun sibemetik ilmi alanındaki yerini ve
   değerini göstermeye yetmektedir. Cezeri'nin tarif ettiği bazı makinelerin pratik
   faydaları oldukça büyüktür. Bunlardan bir kısmı, bir mil (eksen) boyunca yer alan
   dişlilerle çalışan bir nevi tulumbadır. Tulumba, bir sürü kepçeyi sırayla hareket
   ettirerek suyu çıkarmaktadır.
   Bazı makinelerin ise yalnızca eğlendirici tarafı vardır. Mesela, içinde su varmış gibi
   görünmesine rağmen suyu boşaltılamayan su kapları ve içi boş gibi görünüp, su akıtan
   kaplar gibi. Günümüzde bu kaplarda kullanılan prensiplerden faydalanılarak bir kısım
   oyuncaklar yapılmaktadır. Hem eğlendirci, hem de faydalı olan bu cihazlara, çeşme ve
   su saati örnek gösterilebilir. Cezeri'nin saatlerinin çalışma sistemi ise, çoğunlukla aynı
   mil üstündeki bir gösterge ile üstünden, ucuna ağırlık asılı bir kayış geçen, kasnak
   biçimindedir. Ağırlığın düşüş hızı, yüzen bir cisimle kontrol edilmektedir. Yüzen cisim,
   kayışın öteki ucuna tutturulmaktadır. Bazı durumlarda da devrilebilen bir kova,
   otomatik olarak dolmakta ve devrilince bir mandalı iterek, dişlinin bir diş ilerlemesini
   sağlamaktır
»
    Kitabü'l Hiyel, 1974 yılında Dortrecht ve Boston'da "AI-Jazari's Book of Knowledge of İngenious
    Mechanigal Devices" adıyla Donald R.Hill tarafından İngilizce'ye tercüme edildi. Eserin bazı
    parçaları da Almanca'ya çevrildi. Maalesef kendi ilim adamımızın bu kıymetli eserini henüz
    Türkçe'ye tercüme edebilmiş değiliz. Bundan dolayı da otomatik makinelerin çalışması hakkında
    detaylı bilgiye sahip bulunmuyoruz. Cezeri'nin, kitapta tarif ettiği makinelerden birkaç tanesi,
    Wiedemann tarafından yapıldı ve başarıyla işletildi. Makineler, halen Almanya'nın Erlangen
    Üniversitesi'nde bulunmaktadır. Aynı zamanda bugün, İngiliz ve Amerikalılar da bu
    makinelerden faydalanarak yeni eserler ortaya koyma çabasındadırlar.
    Ayrıca, ülkemizde İTÜ Bilim ve Teknoloji Tarihi Enstitüsü, Cezeri'nin kitabındaki şekillerin aslına
    sadık kalarak, tavuskuşlu su saatini yapmayı gerçekleştirmiştir.
    Cezeri'nin yaptığı makine parçalarının bir kısmına kendisinden 200-350 yıl sonra yaşayan
    Giovanni de Donti ve Leonardo da Vinci'de rastlanmaktadır.
    Son söz olarak diyebiliriz ki, Cezeri, ilim tarihine sibernetiğin kurucusu olarak kaydolmuştur."
» Türk-İslam dünyasının büyük
  astronomi ve kelam alimi olan Ali
  Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında
  Semerkant’ta doğdu. Babası
  Muhammed, ünlü Türk Sultanı ve
  astronomu Uluğ Bey’in kuşçusu
  olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’
  lakabıyla meşhur oldu. Küçük
  yaştan itibaren matematik ve
  astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu,
  devrin en büyük alimleri olan
  Bursalı Kadızâde Rumî,
  Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn
  Kâşî’den matematik ve astronomi
  dersi aldı.
Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman’a gitti. Burada Hall-ü Eşkâl-i
Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı
eserini yazdı.Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman'da eğitimini tamamladıktan
»
sonra Uluğ Bey'e yardımcı ve rasathanesine müdür olmuştu. 1449'da
hacca gitmek istedi. Tebriz'de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan
kendisine büyük saygı gösterdi ve Fatih'le barış görüşmelerinde
yardımını istedi. Ali Kuşçu, Uzun Hasan'ın sözcülüğünü yaptıktan sonra
Fatih'in davetiyle İstanbul'a geldi. XV. yüzyılın ilk yarısında, Semerkant,
dünyanın en önemli bilim merkeziydi.
Uluğ Bey Rasathanesi, gök bilgisi araştırmaları için en doğru sonuçları
alıyordu. Rasathanenin genç müdürü Ali Kuşçu, gece gündüz demeden
çalışıyor, bilimsel gerçeklere yenilerini katmak için uğraşıp didiniyordu.
Gökyüzü bilgisi (astronomi), hem değişmez kuralların, kanunların tespit
edilmesine yarıyor, hem de gözlemlerle kontrol edilebiliyordu. Otuz yıla
yakın bu işte çalışan Ali Kuşçu, bir gün ansızın her şeyi yüzüstü bırakarak
hacca gitmeye karar vermişti. Buna da sebep, en olmayacak bir zamanda,
sevgili hükümdarı Uluğ Bey'in 1449 yılında öldürülmesiydi. Gürgân
tahtının bu bilgin ve kudretli hûkümdarı, kendi öz oğlu Abdüllâtif'in
ihânetine uğramıştı.
» Uluğ Bey, Ali Kuşçu için bambaşka bir mânâ taşıyordu. Her şeyden önce hocasıydı.
  Ondan matematik ve astronomi dersleri almış, eserlerini uzun uzun incelemiş,
  sohbetlerinde bulunmuş, hâttâ Doğancıbaşısı olduğu için, adının ucundaki “Kuşçu”
  lâkabı bile böylece yadigâr kalmıştı.Uluğ Bey, kendi kurduğu rasathaneye de müdür
  olarak Ali Kuşçu'yu lâyık görmüş, henüz tecrübesiz bir çağdayken bu dev rasathanenin
  başındaki çalışmalarda, ona bizzat yardımcı olmuştu. İşte Uluğ Bey'in bir ihanete
  kurban giderek öldürülmesi Ali Kuşçu'yu can evinden vuran bir olaydı.
   Ali Kuşçu bu olayla çok kırıldı. Çoluk çocuğunu toparlayıp Tebriz'e geldi. Uzun Hasan
   kendisine o kadar saygı gösterdi ki, Konstantiniye Fâtih'i, bir devri kapayıp yenisini
   açan genç cihangirle ihtilâfında aracılık etmesini istedi. Genç Fâtih'in de bilgin
   olduğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini biliyordu. İstanbul'da olup bitenler, kuş
   kanadıyla Tebriz'e ulaşıyordu. Şiîlerin casusları ve habercileri yalnız padişahın savaş
   niyetlerine ve hazırlıklarına dair haberler ulaştırmakla kalmıyorlardı.
   Bunun üzerine Ali Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan'ın dileğini
   kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı. Semerkant'ta Kızıl Elma olarak bilinen eski
   Bizantium'a ulaştı. Haberciler; onun geleceğini daha önceden saraya uçurmuşlardı.
   Huzura kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından beklemediği kadar iltifat gördü.
   Çünkü, kendisinden önce, eserleri İstanbul'ca biliniyordu. Uluğ Bey Rasathanesi'ndeki
   çalışmalarından, Semerkant'a aylarca uzak bulunan İstanbul'daki hükümdarın haberi
   vardı.
»   Osmanlı tahtında oturan II. Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir padişahtı. Âdet olan
    merasimle Uzun Hasan'ın elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama hemen geri dönmesine izin
    vermemişti. Ondan, gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini aydınlatmasını, bilgisiyle
    İstanbul medreselerinde ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti.
    Bu teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı. Cefâlı olduğu kadar şefkatli olduğunu da bildiği
    Fatih'in isteği, onun için emir demekti. Ama, ahlâkı dürüst bir ilim adamı olduğunu şu sözlerle ispat
    etti: “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz'e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi,
    Akkoyunlu Hükümdarı'nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr
    davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş
    olan insana bildireyim...”
    Ali Kuşçu'nun bu mazereti, Fatih'e son derece akla yakın göründü. Padişah; iki şeye birden
    sevinmişti: Kuşçu, davetini kabul etmişti, gelip buradaki ilim öğrencilerini yetiştirecekti. İkincisi ise,
    son derece mert ve ahlâklı bir insandı. Her haliyle, medreselerde yetiştireceği gençlere örnek
    olacaktı. Bu sebeple, bir müddet daha misafir ettikten sonra kendisine izin verdi.
    Değerli matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra, ailesini de alarak
    Tebriz'den hareket etti. Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak ihtişam içinde
    İstanbul'a getirildi. Ölümüne kadar da gençleri yetiştirmekle uğraştı. Kuşçu’nun ders vermeye
    başlamasıyla, İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik alanında büyük gelişme oldu.
    Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi önemlidir; çünkü o zamana kadar İstanbul’da astronomi ile uğraşan
    güçlü bir bilgin yoktu. Ali Kuşçu, Osmanlılar arasında astronomi bilimini yaydı.

    Ali Kuşçu 1474’te İstanbul’da vefat etti.
» Doğum5 Eylül 973
» Ölüm13 Aralık 1048 MilliyetiFars
» BranşıAntropoloji, astroloji,
  astronomi, kimya, karşılaştırmalı
  sosyoloji, jeodezi, tarih, matematik,
  tıp, felsefe, farmakoloji, fizik,
  psikoloji, bilim
» EtkilendikleriAristo, Batlamyus,
  Aryabhata, Muhammed,
  Brahmagupta, El-Razi, El-Sizi,
  Ebu Nasr Mansur, İbni Sina
» EtkiledikleriEl-Sizi, İbn Sina,
  Ömer Hayyam, El-Hazen,
  Zekeriya El-Kazvini, İslami felsefe,
  İslam bilimi Batı dillerinde adı
  Alberuni veya Aliboron olarak
  geçer.
» Gökbilim, matematik,
  doğa bilimleri, coğrafya ve tarih
  alanındaki çalışmalarıyla tanınır.
» Hayatı
» 4 Eylül 973'te Harezm'de doğdu. Harezm Afriğî hükümdarları sülalesinden olan
  matematikçi ve astronom Ebu Nasr Mansur’un korumasında küçük yaşta Kas'taki (Ket)
  Harezm sarayına girdi. Birûni, Harezm sarayında astronomi ve matematik öğrendi.
  Başkenti Gürgenç olan Memunîlerin hükümdarı Ebu Abbas Memun'un 995 yılında Kas
  kenti üzerine yürüyerek Sultan Ebu Abdullah Muhammed'i öldürüp Harzemşah ünvanını
  alması üzerine Birûni, Tahran yakınlarındaki Rey kentine sığındı. Bir süre sonra da
  Hazar Denizi'nin güneyindeki Cürcan kentine yerleşti.
» Bu dönemde Birûni, Ziyarî hükümdarı Kâbus bin Vaşmgîr’in sarayına girdi. Bir tür tarih
  yapıtı olan El-Asaru'l-Bakiye ani'l-Kuruni'l-Haliye'yi orada yazarak sultana sundu.
  Memun'dan sonra Harezm sultanı olan oğlu Ali bin Memun tarafından 1009 yılında
  Gürgenç'e çağrılan Birûni, sarayda İbn Sina, İbn Miskeveyh, Ebu Nasr Mansur gibi
  bilginlerle birlikte çalıştı. Ali bin Memun'un ölümü üzerine başa geçen kardeşi II. Memun
  , bilginlere önem veriyordu.
» 1017 yılında Türk hükümdar Gazneli Mahmut'un Gürgenç'i alarak Memunî
  Hanedanlığı'na son vermesiyle beraber Birûni, Gazne'ye götürülerek Gazneli Mahmut ile
  çalışmaya başladı. Bunu izleyen on yıl içinde astronomi ve matematik çalışmalarının
  doruğuna erişti. Bu tutsaklığı sırasında, anayurtlarından sürülmüş ve tutsak olan Hintli
  bilginlerle tanıştı. Birçok dilde ilmi çeviriler yaptı.
» Gazneli sarayında büyük saygı gören Birûni, hayatının sonuna kadar Gazne sarayında
  kaldı. Yine Gazneli Mahmut'un oğlu Sultan Mesut ve torunu Sultan Mevdud döneminde
  değer gördü. Son yıllarını Gazne ‘ de geçirdi ve burada 1048 yılında öldü.
»   Hakkındaki çalışmalar
                                            »   Birûni hakkında yakın zamanlarda birçok
                                                çalışma yapılarak, yeni bilgiler edinilmiştir.
                                                Birûni’nin Tahdidu Nihayâti'l-Emâkin adını
                                                taşıyan ve Zeki Velidi Togan tarafından bilim
                                                dünyasına tanıtılan eserine göre, adının
                                                Beyrûnî olarak okunması gerektiği
                                                anlaşılmıştır. Yine bu araştırmalarda
                                                Birûni'nin anadili, kökeni ve ölüm tarihi
                                                hakkında daha kesin bilgiler elde edilmiştir.
                                            »   Sıklıkla Arapça ve bazen de Farsça eser
                                                veren Birûni, Kitabu's-Saydane adlı eserinin
                                                önsözünde anadilinin bilimsel çalışmalar için
                                                yetersiz kaldığını, Arapça ve Farsça'yı
                                                sonradan öğrendiğini ve bu iki dili
                                                kullanmakta güçlük çektiğini belirtmektedir.
                                                O dönemde Birûni'nin yaşadığı yörede
                                                hakim olan Harezmce'nin de Farsça'nın bir
                                                lehçesi olduğu ve Birûni'nin kullandığı
                                                Türkçe sözcüklerdeki düzen göz önünde
                                                bulundurulduğunda Birûni'nin anadilinin
                                                Türkçe olabileceği sonucu ortaya
                                                çıkmaktadır. Aynı şekilde Birûni'nin Arap
                                                veya Fars kökenli olduğunu savunanların
                                                karşısında, onun Türk olabileceğini düşünen
Tahran, Lale Parkı'ndaki Biruni heykeli.       çalışmacıların sayısı çok fazladır.
»   Yine Kitabu's Saydane'de yaşının ay takvimine göre seksenden fazla olduğunu söyleyen Birûni'nin
    buradan sanıldığı gibi 1048'de ölmemiş olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Çeşitli tahminler
    birleştirildiğinde Birûni’nin ölüm yılının yaklaşık 1051 olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
»   Kişiliği [değiştir]
»   El Birûni, astronomi üzerine yaptığı en iyi çalışmayı Gazneli Mahmut'un oğlu Mesut'a sundu.
    Sultan Mesut da bunun üzerine kendisine bir fil yükü gümüşü hediye edince, "Bu armağan beni
    baştan çıkarır, bilimden uzaklaştırır." diyerek bu hediyeyi geri çevirdi. Aslında Birûni eczacılıkta
    uygulamalı eğitime, kitaplardan çok daha fazla önem vermiştir. Birûni, elle tutarak ve
    gözlemleyerek veri toplamanın insana, kitaptan okumaktan çok daha fazla yarar sağladığına
    inanmış ve bunu uygulamıştır. Gerçek bir bilim anlayışına sahip olan Birûni, ırk kavramına da
    önem vermezdi. Başka bir halkın ileri kültüründen derin bir saygıyla söz ederdi. Aynı şekilde
    dinler ve düşünceler konusundaki anlatımı sırasında o dinler hakkında itiraz veya eleştiride
    bulunmadığı gibi, o dindeki deyimleri aynen kullanmasıyla da dikkat çekmektedir. Sanskrit
    dilinden Arapça'ya çevirdiği Potancali adlı kitabının önsözünde "İnsanların düşünceleri türlü
    türlüdür, dünyadaki gelişmişlik ve esenlik de bu farklılığa dayanır." şeklinde yazmıştır.
»   Eserleri [değiştir]
»   Çok yönlü bir bilim adamı olan El Birûni, ilk öğrenimini Yunan bir bilginden aldı. Tanınmış ve
    seçkin bir aileden gelen Harezmli matematikçi ve gökbilimci Ebu Nasr Mansur tarafından
    kollanan El Birûni, ilk çalışmalarını bu alimin yanında yaptı. İlk eseri, "Asar-ül-Bakiye"dir.
»   El-Birûni’nin eserlerinin sayısı yüz seksen civarındadır. Yetmiş adet astronomi ve yirmi adet de
    matematik kitabı bulunmaktadır. Tıp, biyoloji, bitkiler, madenler, hayvanlar ve yararlı otlar
    üzerinde bir dizin oluşturmuştur. Ancak bu eserlerden sadece yirmi yedisi günümüze kadar
    gelebilmiştir. Özellikle Birûni'nin eserlerinin Ortaçağ'da Latince'ye çevrilmemiş olması,
    kitaplarının ağır bir dille yazılmış olmasının bir sonucudur. Ancak Birûni kendisinin de dediği gibi,
    yapıtlarını sıradan insanlar için değil bilginler için yazmaktaydı.
» Yine Harezmi "Zîci'nin Temelleri"
  adlı yapıtının 12. yüzyılda
» El-Birûni'nin Ay'ın farklı
  Abraham ben Ezra tarafından
  durumlarınıçevrildiği
  İbranice'ye gösteren
  modellemesi.
  bilinmektedir. Batı'nın Birûni ilgisi
  ise 1870'lerde başladı. O günden
  bugüne Birûni eserlerinin
  bazılarının tamamı veya bir kısmı
  Almanca ve İngilizce'ye çevrildi.
» Mektuplarından, Birûni'nin Aristo
  'yu bildiği anlaşılır. İbn Sina gibi
  önemli bilginlerle beraber çalışan
  Birûni, Hindistan'a birçok kez
  gitti. Bu nedenle Hindistan'ı konu
  alan bir kitap yazdı. Onun bu
  kitabı birkaç dile çevrildi.
  Birûni’nin bir tane de romanı
  vardır.
» Matematik
» Birûni'nin matematikçi yönü, en çok bilinen yönüdür. Yaşadığı yüzyılın en büyük
  matematikçisi olan Birûni, trigonometrik fonksiyonlarda yarıçapın bir birim
  olarak kabul edilmesini öneren ilk matematikçidir. Sinüs, kosinüs gibi
  fonksiyonların bir oran, yani sayı olduğunu savunan Birûni'nin, trigonometriye
  en büyük katkısı ise kendinden önce kullanılan sinüs ve kosinüs gibi
  fonksiyonlara sekant, kosekant ve kotanjant fonksiyonlarını ilave etmesidir.
  Birûni’nin bu yönü batı dünyası tarafından ancak iki asır sonra keşfedilip
  kullanılabilmiştir. Öte yandan Birûni’nin, yeryüzünde yükseltisi bilinen bir
  noktadan ufuk alçalması açısının ölçülmesi yoluyla merdiven yayı uzunluğunu
  hesaplaması da geometri açısından önemli bir çalışmasıdır. Merdiven yayı
  uzunluğunun ilk kez Birûni tarafından bu yöntemle bulunması yaygın bir kanıdır.
  Ancak Birûni bu yöntemi başka bir bilginden aldığını belirtmiştir.
» Astronomi
» Birûni'nin astronomi alanında yaptığı çalışmaların başında Sultan Mesut'a
  1030'da sunduğu "Mesudî fi'l Heyeti ve'n-Nücum" adlı yapıtı gelmektedir. Bu
  yapıt günümüze gelmiş olup bu konuda yaptığı çalışmalarının bir kısmı kayıptır.
  Kanun adlı eserinde Aristo ve Batlamyus'un görüşlerini tartışma konusu yaparak
  Dünya'nın kendi ekseninde dönüyor olma olasılığı üzerinde durması bilim tarihi
  açısından önemlidir. Ancak bu konuda kesin bir sonuca varamadığı varsayılan
  Birûni'nin günümüze değin bu konuda bir eseri ulaşmamıştır.
» "Nihâyâtü'l-Emâkin" (Türkçe: Mekânların Sonları) adlı yapıtı, coğrafyadan, jeoloji ve
  jeodeziye (yeryüzü düzlemini ölçme bilgisi) kadar bir dizi konudaki yazılarını içerir.
  Sultan Mesut'a sunduğu "el-Kanunü'l-Mesudi", Birûni’nin astronomi alanındaki en
  önemli yapıtıdır. Bilim tarihçilerine göre Birûni, Kopernik'le başlayan çağdaş
  astronominin temellerini atmıştır.
» Coğrafya
» Coğrafya alanında ise tutulum düzleminin gök ekvatoruna göre eğikliğini de
  (tutulum eğikliği) Kas, Gürgenç ve Gazne'de yaptığı çeşitli hesaplamalarla aslına çok
  yakın değerlerde bulmuştur. Ayrıca birçok enlemi ve boylamı hesaplayabilmiştir.
  Boylamın belirlenmesi enleminkine nazaran daha zor olduğundan Birûni, iki nokta
  arasındaki boylam farkını enleme ve aradaki toplam uzaklığa dayanan bir formülle
  hesaplama yoluna gitmiştir. Ölçme ve gözlemlerinde hata payını en aza indirgemek
  için uğraşmıştır. Bunun yanında gözlem aletlerinin boyutunu büyütmek yerine
  onları çapraz çizgilere bölmeleyerek duyarlılığı arttıracağını keşfederek verniye
  ilkesinin temellerini atmıştır.
» Diğer bilimler
» Birûni, "Kitâbü’l-Camahir fi Marifeti'l-Cevahir" (Türkçe: Cevherlerin Özellikleri
  Üstüne) adlı yapıtında, yirmi üç katı maddenin ve altı sıvının özgül ağırlıklarını
  bugünkü değerlerine çok yakın olarak saptamıştır. Aynı şekilde Hint tarihi hakkında
  da kitap yazan Birûni, Hintlilerin inandığı boş inançları, inanışlarını, yaşam
  biçimlerini ve gelenek-görenekleri çok ayrıntılı olarak anlatmıştır. Bunu yaparken
  tamamen tarafsız ve önyargılardan uzak davranmıştır.
» Matematik, astronomi,
  fizik, felsefe, mantık ve
  siyaset alanlarında
  yetişmiş büyük bir bilim
  adamıdır. Eserlerinde
  birçoğu Latince’ye
  çevrilerek Avrupa’daki
  üniversitelerde ders
  kitabı olarak
  okutulmuştur.
»   Ebu Nasır Muhammed İbn el-Farah el-Farabi, (İS. 870)’de Türkistan’da Farab yakınında küçük bir köy
    olan Vasic’te doğdu. Ebeveynleri aslen İranlı soyundandır, fakat ataları Türkistan’a göç etmişlerdir.
    Avrupa’da ‘Alpharabius’ olarak bilinen Farabi, bir generalin oğlu idi. İlk öğrenimini Farab ve
    Buhara’da tamamladı, fakat daha sonra, yüksek öğrenim için uzun bir süre yani 901- 942 arasında
    okuduğu ve çalıştığı Bağdat’a gitti. Bu süre boyunca, ilim ve teknolojinin bir çok dalında olduğu gibi
    bir kaç dil üzerinde de ustalık kazandı. Altı Abbasi Halifesi’nin hükümdarlığı boyunca yaşadı. Bir
    filozof ve bilim adamı olarak, çeşitli ilim dallarında büyük ustalık kazandı ve farklı dillerde bir uzman
    olarak aktarıldı.
    Farabi bir çok uzak ülkeyi gezdi ve bir süre Şam’da ve Mısır’da çalıştı, fakat Halep’te Seyfü’d
    Devle’nin sarayını ziyaret edinceye kadar tekrar tekrar Bağdat’a geri geldi. Kralın sadık
    danışmanlarından biri olmuştur ve ününün uzak ve geniş bir biçimde yayılması burada Halep’te
    olmuştur. İlk yıllarında, bir Kadı (Hakim) idi, fakat sonradan meslek olarak öğretmenliği seçti.
    Kariyeri boyunca, büyük zorluklara katlandı ve bir keresinde bir bahçenin bakıcısı bile oldu. HS. 339 /
    İS. 950′de 80 yaşındayken Şam’da bekar olarak öldü.
    Farabi, fen bilimine, felsefeye, mantığa, sosyolojiye, tıbba, matematiğe ve müziğe epeyce katkıda
    bulunmuştur. Başlıca katkıları felsefeye, mantığa ve sosyolojiye olmuş gibi görülmektedir ve,
    elbette, bir Ansiklopedici olarak da göze çarpmaktadır. Bir filozof olarak, Platon ve Aristo felsefesini
    İslam felsefesi ile bağdaştırmaya çalışan bir Yeniplatoncu(Neoplatonist) olarak sınıflandırılabilir ve
    onun orijinal katkılarını kapsayan birkaç diğer konudaki çok sayıda kitabına ek olarak Aristo’nun
    fiziği, meteorolojisi, mantığı, vb. üzerine bazı zengin açıklamalar yazmıştır. İslam felsefe
    geleneğinde, ‘ilk öğretmen’ olarak bilinen Aristoteles’ten sonra ‘İkinci Öğretmen’ (el-muallimü’s-
    sani) olarak anılır. Farabi’nin önemli katkılarından biri de mantık çalışmasını iki kategoriye, yani,
    Tahayyül (fikir) ve Subut (ispat), bölerek kolaylaştırması idi.
»   Sosyolojide, ünlü olan Erdemli Şehir (Ara Ehli’l-Medineti’l-Fazıla) dışında birkaç kitap yazdı. Psikoloji
    ve metafizik üzerine kitapları büyük ölçüde kendi çalışmalarını yansıtmaktadır. Aynı zamanda müzik
    üzerine de Müzik Kitabı(Kitab’ül-Musika) başlıklı bir kitap yazmıştır. Müzik sanatı ve bilimi üzerine
    büyük bir uzman idi ve müzik notaları bilgisine katkıları yanında, birkaç müzik enstrümanı da icat
    etti. Enstrümanını insanları istediği anda ağlatıp güldürebilecek kadar iyi çaldığı anlatılmaktadır.
    Fizikte, boşluğun varlığını göstermiştir. Kitaplarının çoğunun kaybolmasına rağmen, 43 mantık
    üzerine, 11 metafizik üzerine, 7 ahlak üzerine, 7 siyaset bilimi üzerine, 17 müzik, tıp ve sosyoloji
    üzerine ve de 11′i tefsir olmak üzere 117 eseri bilinmektedir. Daha ünlü kitaplarından bazıları,
    çeşitli ilim merkezlerinde birkaç yüzyıl boyunca bir felsefe ders kitabı olarak kalmış olan ve Doğu’da
    bazı kurumlarda halen öğretilmekte olan Fusus al-Hikam kitabını içermektedir. Kitab al-Isa al-Ulum
    kitabı, bilimin sınıflandırılmasını ve esas ilkelerini yeknesak ve faydalı bir tarzda incelemektedir. Ara
    Ehli’l-Medineti’l-Fazıla ‘Model Şehir’ kitabı sosyoloji ve siyaset bilimine ilk önemli katkıdır.

»   Farabi birkaç yüzyıl boyunca bilim ve ilim üzerinde büyük bir etki bırakmıştır.Farabi, sonradan bir
    Neoplatonik yazarın eseri olduğu ortaya çıkmasına rağmen, Aristoteles’e mal edilen Teolojisi
    kitabını,Aristoteles’in yazdığını sanmıştır. Buna rağmen felsefede yüzyıllar boyunca ikinci öğretmen
    olarak kabul edilmiştir ve felsefe ve tasavvufun sentezini amaçladığı eseri, İbn Sina’nın çalışmasının
    yolunu açmıştır.
»   Akılcılıkla İslamı Bağdaştırmaya Çalışan İlk Türk Düşünürü: F A R A B İ
»   Farabi (Faraplı) diye anılan Ebu Nasr Muhammet (870-950), eski Grek felsefesini yorumlayan ve
    geliştiren bir filozof olarak tanınmaktadır. O İslam dinine felsefi bir nitellik kazandırmak, İslamiyetle
    Platon(Eflatun) ve Aristoteles felsefelerini bağdaştırmak istemişti. Bu nedenle İslam felsefesinin
    kurucusu sayılmış,aynı zamanda kendisine Aristoteles’ten sonra gelen ikinci öğretmen anlamında
    “hace-i sani” unvanı verilmiştir. Bunun dışında onun siyaset sosyolojisi ile ilgili olarak yazdığı
    Erdemli Şehir adlı eseri de ününü artırmıştır.
»   Farabi, bu kitabında faziletli bir devletin ve onun başkanının nasıl olması,ne gibi nitelikler taşıması
    gerektiği üzerinde durmuştu. Nihayet onun bir bilim sınıflaması yapması ve bu arada müziği bir
    bilim dalı olarak ele alıp değerlendirmesi de belirtilmeye değer.(Ş. Turan, Türk Kültür Tarihi, s:
    164)Farabi (872-950),İslam uygarlığında siyaset felsefesinin kurucusudur. Siyaset felsefesi ile ilgili
    temel düşüncelerini “Fusul al-Madani”, “ Medine-i Fadıla”(Erdemli Şehir) ve “ Kitab es-Siyaset”
    başlıklı eserlerinde ortaya koymuştu. Erdemli Şehir adlı yapıtında Eflatun’un ‘Cumhuriyet’inden
    yararlandığı anlaşılıyor. Doğu felsefesi ile eski Yunan felsefesini birleştirmeye, uzlaştırmaya çalıştı.
»   Siyasal alanda eski Yunan felsefesi,Arap düşüncesine 9. yy’da El-Kindi ile girmişti. Eflatun’un ve
    Aristo’nun eserlerinin Arapça çevirilerinden yararlanan El-Kindi, devlet yönetimi ile ilgili bir düzine
    risale yazmıştı. Bununla birlikte İslam uygarlığında siyaset felsefesinin kurucusu olarak Farabi bilinir.
    Farabi, devlet felsefesi ile ilgili temel düşüncelerini “Fusul al-Madani”, “Medine-i Fadıla” ve “ Kitab
    es-Siyaset” başlıklı eserlerinde ortaya koymuştur. Bue eserlerde,devleti Aristo gibi uzuvcu bir
    yaklaşımla ele almış ve nasıl insan vücudu belli organlardan oluşuyorsa,çeşitli düzeydeki
    toplumların da belli organlardan oluşan bir yapıya sahip olduklarını iler sürmüştür. Farabi bu
    konuda,Eflatun’un “Cumhuriyet”inden esinlendiği anlaşılan, beş tabakalı bir Erdemli Şehir
    (”Medine-i Fadıla”) tablosu çizmiştir. Bu siyasal birimin başında bir “filozof-hükümdar”
    bulunacak,eğer böyle biri yoksa devleti ya bir grup ya da kanun ve gelenekleri iyi bilen biri
    yönetecektir. Toplumun tabakaları birbirlerine sevgi ile bağlı olacaklar ve toplumun yönetimine
    “adalet” ilkesi egemen kılınacaktır. Farabi, devlet hayatı ile ilgili ilkeleri sayarken, ilk olarak
    “adalet”i belirtmekte ve “ adalet toplum mensuplarının paylaştıkları bütün iyi şeylerin başında
    gelir” demektedir. Burada “Prenslerin aynası” geleneğini oluşturan, doğu felsefesi ile eski Yunan
    siyasal düşüncesini birleştiren temel bir ilke ile karşı karşıyayız.
»   Farabi’nin düşüncesi,kendisinin ölümünden yüzyıllarca sonra bile etkisini sürdürmüş,Osmanlı
    uleması tarafından da okunan ve sık sık anılan eserlerden biri olmuştur. Bu etkileme zincirinin en
    önemli halkalarını, Sasani devlet ilkelerini de Emevi döneminden itibaren özümleyen Arap
    devletleriyle, Selçuklu devleti teşkil etmiştir. 17. yy’da Katip Çelebi, Keşf-ül-Fünun’(Fenlerin Keşfi)u
    yazarken Osmanlı medreseleri “ilm-i siyaset” alanında kitaplarla doluydu.
»   XVII.yüzyılda yaşamış Hezarfen Ahmet Çelebi, 1623-1640 yılları arasında saltanat süren Murat IV. zamanında
    uçma tasarısını gerçekleştirmiştir. Geniş bilgisinden dolayı halk arasında "binfenli" anlamına gelen "Hezarfen"
    lakabıyla anılmıştır.
    "İlk uçan adam" Hezarfen Ahmet Çelebi, çağından yüzyıllarca önce aynı düşünceyi gerçekleştirmeye çalışmış
    İmam Cevheri adlı bir başka Türk bilginini örnek alarak, bugünkü hava taşıtlarının ilkel şeklini gerçekleştirmiştir.
    Hezarfen Ahmet Çelebi ,Cevheri'nin başarısızlıkla sonuçlanan deneyi üzerinde uzun süre düşünmüş, özellikle
    hava akımları ve kuşların uçuşunu inceleyerek kendi çalışmalarını onun bıraktığı yerden alıp geliştirmiştir.
    Lodos bir havada Galata Kulesi'nden kuş kanatlarına benzer bir araç takıp kendini boşluğa bırakan ve uçarak
    Usküdar'da Doğancılar'a inen Hezarfen Ahmed Çelebi, Türk havacılık tarihinin en kayda değer simalarından
    birisidir. Bu uçuş hakkındaki belgeler maalesef şimdiye kadar sadece Evliya Çelebi'nin büyük
    Seyahatname'sindeki ifadesinden ibarettir.
    Tarihi uçuştan önce kanatlarının dayanıklılık derecesini saptamak üzere Okmeydanı'nda deneyler yapmış ve bir
    sabah kıyılarda biriken İstanbul halkının gözleri önünde, Galata kulesinden kendisini boşluğa bırakmış,
    rüzgardan faydalanarak yani uçarak Boğazı aşmış ve Üsküdar semtinde Doğancılar Meydanı'na inmiştir.
    Sarayburnu'nda Sinanpaşa köşkünde bu durumu seyreden ve deneyin başarıyla sonuçlandığını gören Murat IV.,
    Ahmet Çelebi'yle önce yakından ilgilenip, hatta Evliya Çelebi'ye göre "bir kese de altınla" sevindirdikten sonra,
    "Bu adem pek havf edilecek bir ademdir, her ne murad ederse elinden gelür, böyle kimselerin bakaası caiz
    değil" diyerek, bu derece bilgili ve becerikli bir adamı Cezayir'e sürgün etmiştir. Hezarfen Ahmet Çelebi
    Cezayir'de ölmüştür...
»   Harezmi 770 yılında Özbekistan'ın Karizmi kendinde dünyaya gelmiştir. Tam olarak ismi Ebu Abdullah
    Muhammed bin Musa El-Harezmi'dir. Kendisini matematik tarihinin en büyük bilim adımı olarak
    tanımlayabiliriz. Çünkü cebirin ve algoritmanın kurucusudur. El Harezmi sadece matematikle değil aynı
    zamanda astronomi ve coğrafyayla da ilgilenmiştir. Batı dünyasında en çok etkide bulunan bilim adamı
    diyebiliriz. Çalışmalarına Abbasi halifesi Mem'un tarafından Bağdat Saray Kütüphanesine getirilmesiyle
    başlamıştır. Daha sonra burada yabancı eserlerin tercümesini yapmak amacıyla kurulan bir tercüme
    akademisi olan Beyt'ül Hikme'de göreve başlar. Harezminin bu kadar önemli bir bilim adamı olmasının
    sebebi sadece cebirin kurucusu olması degildir aynı zamanda geliştiriciside olmasıdır. Hayatındaki bir
    çok büyük eserini Bağdat Saray Kütüphanesinde yapmıştır.


»   Harezminin ilk eserlerinden biri aritmetik alanındadır. Ancak bu alanda bıraktığı yapıtın orjinali
    kayıptır. Bu kitabın bu güne kadar gelmesinin sebebi Bathlı Adelard'an tarafından Lâtinciye
    çevrilmesinden kaynaklanır. Bu kitabın ismi De Numero Indorum (Hint Rakamları Hakkında)'dur. Bu
    kitabında on rakamlı konumsal Hint rakamlama ve hesaplama sistemini anlatmıştır. Batıdaki
    matematikçiler Romalılardan bu yana kullanılan harf rakam ve hesap sistemi yerine Hint rakam ve
    hesap sistemini kullanmayı bu yapıttan öğrenmişlerdir. Bu yapıtı batı dünyasındaki matematikçileri
    çok etkilemiştir. Daha sonra bu hesaplama sistemine Harezminin isminden türetilen algoritma
    (algorism) denmiştir. On rakamdan oluşan rakamlama sistemi ise, Harezmi tarafından tanıtıldığı için
    Arap Rakamları veya kökeni Hindistan olduğu için Hint-Arap Rakamları denmiştir.
» : Harezminin en büyük eseri cebirdir. Kendisi cebirin kurucusu ve geliştiricisidir.
  Bu konuda yazılan ilk ve yaygınlaştırılan kitap El Kitabü'l Muhtasar fi Hisabi'l
  Cebr ve'l Mukabele 'dir. Harezminin bu eseri kendisine İslam ve batı bilim
  dünyasında çok ün kazandırmıştır. Batı dünyası ilk kez bu kitap sayesinde cebiri
  kullanmış ve öğrenmiştir. Bu yapıtta ana konular birinci ve ikinci dereceden
  denklemlerin çözümleri, binom çarpımları, çeşitli cebir problemleri ve miras
  hesabıdır. Harezmi cebirle ilgili çalışmalarında ikinci dereceden denklemler konu
  üzerinde çok durmuştur.
» Birinci dereceden denklemleri incelerken Yanlış Yolu İle Çözme Yöntemi'ni
  kullanmıştır. Bu yöntemi kullanırken şu anda ax2 + bx + c = 0 biçiminde
  gösterdiğimiz ve çözümünü x = - b + b2 - 4ac / 2a eşitliği ile bulduğumuz ikinci
  dereceden denklemlerin çözümünü negatif nicelikleri bilmediği için üç grupta
  toplamış ve her grup için Kareye Tamamlama İşlemi'ne dayanan ayrı bir çözüm
  yöntemi kullanmıştır. Bu üç ayrı yöntem aşağıdaki gibidir;
»   Feza Gürsey, (7 Nisan 1921 - 13 Nisan 1992) Türk fizikçi ve matematikçi.
    7 Nisan 1921’de İstanbul’da doğdu. Babası askeri doktor Ahmet Reşit Gürsey, annesi ise
    Türkiye Cumhuriyeti'nin öncü bilim kadınlarından kimyager Remziye Hisar'dır. Anne-babasının
    çocuklarının eğitimi üzerine titizlikle eğilmesi ve küçük yaşta İstanbul aydın çevresinin içinde
    yer almak onun çok yönlü ve sanata düşkün kişiliğininin oluşmasını sağladı.
    Feza Gürsey Galatasaray Lisesi'ndeki eğitimini 1940 yılında tamamladı. 1944 yılında da İstanbul
    Fen Fakültesi Matematik–Fizik Dalı'ndan mezun oldu. İstanbul Üniversitesi’ndeki fizik
    asistanlığı sırasında M.E.B. tarafından yapılan sınavı kazanarak İngiltere’de Imperial College’de
    doktora yapma imkanını elde etti. Kuaterniyonların alan teorisine uygulanmaları konusunda
    yaptığı ve 1950'de tamamladığı çalışması, bilim dünyasında uyandırdığı yankıların yanısıra,
    onun için de yaşam boyu sürecek bir araştırma ilgisinin odak noktası oldu.
    Feza Gürsey 1950-51 yılları arasında Cambridge Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmalar
    yaptıktan sonra 1951'de İstanbul Üniversitesi'ne fizik asistanı olarak tayin edildi. 1952'de
    kendisiyle birlikte fizik asistanlığı yapmakta olan Suha Pamir ile evlendi.
    1953'de İstanbul Üniversitesi’nden doçent ünvanını aldı. 1954-61 yılları arasında süre öğretim
    üyeliği boyunca Türk bilim tarihinin ilk ve son Teorik Fizik Kürsüsü'nün temelini oluşturan iki
    öğretim üyesinden biri olarak kürsünün geleceğini hazırlamıştı.
» Bu arada 1957-61 yılları arasında Brookhaven Ulusal Laboratuvarı'nda,
  Princeton Üniversitesi'nde İleri Araştırma Enstitüsü'nde ve Columbia
  Üniversitesi'nde araştırmalar yapmış olan Feza Gürsey'in bu dönemi onun
  bilimsel açıdan en verimli dönemlerinden biri olmuş, bu sırada ona hayatının
  sonuna kadar hayranlık duyan ve onu destekleyen Nobel Fizik Ödülü sahibi
  Wolfgang Pauli ile, atom bombasının babası olarak bilinen J.R. Oppenheimer
  ile, yine Nobel Ödüllü fizikçiler olan E. Wigner, T.D. Lee ve C.N. Yang ile
  tanışmış, onlarla dostluklar kurmuştu.
   Feza Gürsey, 1961'de sağladığı uluslararası üne ve önünde açılan yurtdışı
   prestijli iş olanaklarına rağmen yurda döndü ve ODTÜ’nün sunduğu profesörlük
   ünvanını kabul ederek ODTÜ 'Teorik Fizik Bölümü'nün kurulmasında önemli bir
   rol üstlendi.
   1960'lı yıllarda Kiral Bakışım Kuralı'nı ortaya koyarak uzay-zaman bakışımı
   çalışmalarının genişletilmesine ön ayak olan Gürsey, kuantum renk dinamiği
   kuramı çevçevesinde çalışmalara imza atmıştır.
   1974 yılına kadar ODTÜ'de öğretim üyeliği görevine devam eden Feza Gürsey,
   sayısız öğrenci yetiştirdi ve etkin bir araştırma grubu kurdu. 1974'de Yale
   Üniversitesi'nde kürsü başkanlığına getirildi. Feza Gürsey, 1992 yılında
   A.B.D.'nin New Haven kentinde ölmüştür.
» Eserleri                     » Ödülleri
  Itzhak Bars;                   1969 Tübitak Bilim Ödülü
» Alan Chodos;                   1977 S. Glashow ile birlikte
» Chia-Hsiung Tze;               J.R. Oppenheimer Ödülü ; R.
                                 Griffiths ile Doğa
» Feza Gürsey, Symmetries in     Bilimlerinde A. Cressey
  particle physics, New York     Morrison Ödülü
  1984, ISBN 0306418010          1979 Einstein Madalyası
                                 1981 College de France’da
                                 konuk profesör ve College
                                 de France Madalyası
                                 1984 İtalya Cumhuriyeti'nce
                                 verilen Commendatore
                                 unvanı
                                 1986 Roma'da Konuk
                                 Profesörlük ödülü

Contenu connexe

Tendances

KAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF
KAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEFKAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF
KAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF***
 
Emeviler DöNemi Sunum
Emeviler DöNemi SunumEmeviler DöNemi Sunum
Emeviler DöNemi Sunumderslopedi
 
danismendname
danismendnamedanismendname
danismendnameberkesen
 

Tendances (7)

KAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF
KAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEFKAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF
KAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF
 
Türkmenler
TürkmenlerTürkmenler
Türkmenler
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
Kanuni Sultan Süleyman
Kanuni Sultan SüleymanKanuni Sultan Süleyman
Kanuni Sultan Süleyman
 
Emeviler DöNemi Sunum
Emeviler DöNemi SunumEmeviler DöNemi Sunum
Emeviler DöNemi Sunum
 
danismendname
danismendnamedanismendname
danismendname
 
Karahanlilar
KarahanlilarKarahanlilar
Karahanlilar
 

En vedette

7. Sınıf Sosyal Bilimler 5. Ünite Sosyal ve Ekonomik Hayat
7. Sınıf Sosyal Bilimler 5. Ünite Sosyal ve Ekonomik Hayat7. Sınıf Sosyal Bilimler 5. Ünite Sosyal ve Ekonomik Hayat
7. Sınıf Sosyal Bilimler 5. Ünite Sosyal ve Ekonomik Hayatenesulusoy
 
Fârâbî’nin ahlak anlayışı
Fârâbî’nin ahlak anlayışıFârâbî’nin ahlak anlayışı
Fârâbî’nin ahlak anlayışıBilal Gündüz
 
7. Sınıf Sosyal Bilimler 4. Ünite Zaman İçinde Bilim
7. Sınıf Sosyal Bilimler 4. Ünite Zaman İçinde Bilim7. Sınıf Sosyal Bilimler 4. Ünite Zaman İçinde Bilim
7. Sınıf Sosyal Bilimler 4. Ünite Zaman İçinde Bilimenesulusoy
 
Sunu Buluslar Ve Bilim Adamlari
Sunu Buluslar Ve Bilim AdamlariSunu Buluslar Ve Bilim Adamlari
Sunu Buluslar Ve Bilim Adamlariismail282
 
ZAMAN İÇİNDE BİLİM
ZAMAN İÇİNDE BİLİMZAMAN İÇİNDE BİLİM
ZAMAN İÇİNDE BİLİMErol Eftekkin
 
Al farabi- Biografi dan konflik Emanation Theory.
Al farabi- Biografi dan konflik Emanation Theory.Al farabi- Biografi dan konflik Emanation Theory.
Al farabi- Biografi dan konflik Emanation Theory.Watashiwa Taufik
 

En vedette (9)

Osmanlida bilim adamlari
Osmanlida bilim adamlariOsmanlida bilim adamlari
Osmanlida bilim adamlari
 
7. Sınıf Sosyal Bilimler 5. Ünite Sosyal ve Ekonomik Hayat
7. Sınıf Sosyal Bilimler 5. Ünite Sosyal ve Ekonomik Hayat7. Sınıf Sosyal Bilimler 5. Ünite Sosyal ve Ekonomik Hayat
7. Sınıf Sosyal Bilimler 5. Ünite Sosyal ve Ekonomik Hayat
 
Fârâbî’nin ahlak anlayışı
Fârâbî’nin ahlak anlayışıFârâbî’nin ahlak anlayışı
Fârâbî’nin ahlak anlayışı
 
7. Sınıf Sosyal Bilimler 4. Ünite Zaman İçinde Bilim
7. Sınıf Sosyal Bilimler 4. Ünite Zaman İçinde Bilim7. Sınıf Sosyal Bilimler 4. Ünite Zaman İçinde Bilim
7. Sınıf Sosyal Bilimler 4. Ünite Zaman İçinde Bilim
 
Sunu Buluslar Ve Bilim Adamlari
Sunu Buluslar Ve Bilim AdamlariSunu Buluslar Ve Bilim Adamlari
Sunu Buluslar Ve Bilim Adamlari
 
ZAMAN İÇİNDE BİLİM
ZAMAN İÇİNDE BİLİMZAMAN İÇİNDE BİLİM
ZAMAN İÇİNDE BİLİM
 
Al farabi- Biografi dan konflik Emanation Theory.
Al farabi- Biografi dan konflik Emanation Theory.Al farabi- Biografi dan konflik Emanation Theory.
Al farabi- Biografi dan konflik Emanation Theory.
 
Al farabi
Al farabiAl farabi
Al farabi
 
Al farabi
Al farabiAl farabi
Al farabi
 

Similaire à Osm bilimadmalari

KAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF.ppsx
KAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF.ppsxKAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF.ppsx
KAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF.ppsxNesrin
 
EndüLüS’üN Siyasi Tarihi Sunu
EndüLüS’üN Siyasi Tarihi SunuEndüLüS’üN Siyasi Tarihi Sunu
EndüLüS’üN Siyasi Tarihi Sunuderslopedi
 
MİTOLOJİK MİDİLLİ
MİTOLOJİK MİDİLLİMİTOLOJİK MİDİLLİ
MİTOLOJİK MİDİLLİVural Yigit
 
Divan Edebiyati 2
Divan  Edebiyati 2Divan  Edebiyati 2
Divan Edebiyati 2derslopedi
 
Karşiyaka Eski Evleri
Karşiyaka Eski EvleriKarşiyaka Eski Evleri
Karşiyaka Eski EvleriVural Yigit
 
Trk bilim adamlari
Trk bilim adamlariTrk bilim adamlari
Trk bilim adamlariali arzawa
 
3 hafta.pdf
3 hafta.pdf3 hafta.pdf
3 hafta.pdfKrkreso
 
Hacli seferleri
Hacli seferleriHacli seferleri
Hacli seferlerimalidogan
 
TARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfTARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfAhmet Türkan
 
İslamiyet ve Kültür
İslamiyet ve Kültürİslamiyet ve Kültür
İslamiyet ve Kültürburcintavsan
 
Doğu batı 52. sayı osmanlılar 2. kısım
Doğu batı 52. sayı   osmanlılar 2. kısımDoğu batı 52. sayı   osmanlılar 2. kısım
Doğu batı 52. sayı osmanlılar 2. kısımSelçuk Sarıcı
 
Doğu batı 53. sayı osmanlılar 3. kısım
Doğu batı 53. sayı   osmanlılar 3. kısımDoğu batı 53. sayı   osmanlılar 3. kısım
Doğu batı 53. sayı osmanlılar 3. kısımSelçuk Sarıcı
 
Büyük iskender Anadoluda
Büyük iskender AnadoludaBüyük iskender Anadoluda
Büyük iskender AnadoludaVural Yigit
 
www.kpss10.com
www.kpss10.comwww.kpss10.com
www.kpss10.commassive501
 
1971 evliya çelebi seyahatnâmesi'nden seçmeler i 146
1971 evliya çelebi seyahatnâmesi'nden seçmeler i 1461971 evliya çelebi seyahatnâmesi'nden seçmeler i 146
1971 evliya çelebi seyahatnâmesi'nden seçmeler i 146Fdgalgjadg Fhaldfad
 

Similaire à Osm bilimadmalari (20)

KAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF.ppsx
KAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF.ppsxKAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF.ppsx
KAPTAN I DERYA,ADMIRAL-IN-CHIEF.ppsx
 
EndüLüS’üN Siyasi Tarihi Sunu
EndüLüS’üN Siyasi Tarihi SunuEndüLüS’üN Siyasi Tarihi Sunu
EndüLüS’üN Siyasi Tarihi Sunu
 
MİTOLOJİK MİDİLLİ
MİTOLOJİK MİDİLLİMİTOLOJİK MİDİLLİ
MİTOLOJİK MİDİLLİ
 
Divan Edebiyati 2
Divan  Edebiyati 2Divan  Edebiyati 2
Divan Edebiyati 2
 
Karşiyaka Eski Evleri
Karşiyaka Eski EvleriKarşiyaka Eski Evleri
Karşiyaka Eski Evleri
 
Istanbulun Fethi
Istanbulun FethiIstanbulun Fethi
Istanbulun Fethi
 
Iskitler
IskitlerIskitler
Iskitler
 
Trk bilim adamlari
Trk bilim adamlariTrk bilim adamlari
Trk bilim adamlari
 
3 hafta.pdf
3 hafta.pdf3 hafta.pdf
3 hafta.pdf
 
Hacli seferleri
Hacli seferleriHacli seferleri
Hacli seferleri
 
TARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfTARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdf
 
İslamiyet ve Kültür
İslamiyet ve Kültürİslamiyet ve Kültür
İslamiyet ve Kültür
 
öZge çoruk (1)
öZge çoruk (1)öZge çoruk (1)
öZge çoruk (1)
 
Doğu batı 52. sayı osmanlılar 2. kısım
Doğu batı 52. sayı   osmanlılar 2. kısımDoğu batı 52. sayı   osmanlılar 2. kısım
Doğu batı 52. sayı osmanlılar 2. kısım
 
Doğu batı 53. sayı osmanlılar 3. kısım
Doğu batı 53. sayı   osmanlılar 3. kısımDoğu batı 53. sayı   osmanlılar 3. kısım
Doğu batı 53. sayı osmanlılar 3. kısım
 
Fatih ve Fetih
Fatih ve FetihFatih ve Fetih
Fatih ve Fetih
 
Büyük iskender Anadoluda
Büyük iskender AnadoludaBüyük iskender Anadoluda
Büyük iskender Anadoluda
 
Osmanli mi̇nyatürleri̇
Osmanli mi̇nyatürleri̇Osmanli mi̇nyatürleri̇
Osmanli mi̇nyatürleri̇
 
www.kpss10.com
www.kpss10.comwww.kpss10.com
www.kpss10.com
 
1971 evliya çelebi seyahatnâmesi'nden seçmeler i 146
1971 evliya çelebi seyahatnâmesi'nden seçmeler i 1461971 evliya çelebi seyahatnâmesi'nden seçmeler i 146
1971 evliya çelebi seyahatnâmesi'nden seçmeler i 146
 

Plus de ali arzawa

Küresel isinma
Küresel isinmaKüresel isinma
Küresel isinmaali arzawa
 
Ayasofyanın gizemleri
Ayasofyanın gizemleriAyasofyanın gizemleri
Ayasofyanın gizemleriali arzawa
 
Ayasofya sunum
Ayasofya sunumAyasofya sunum
Ayasofya sunumali arzawa
 
Kavramsak karikatür
Kavramsak karikatürKavramsak karikatür
Kavramsak karikatürali arzawa
 
Sanayi öncesi uyarlanma ve yaşam tarzları
Sanayi öncesi uyarlanma ve yaşam tarzlarıSanayi öncesi uyarlanma ve yaşam tarzları
Sanayi öncesi uyarlanma ve yaşam tarzlarıali arzawa
 
Osmanlı dev.bil. tek.sos.değişme
Osmanlı dev.bil. tek.sos.değişmeOsmanlı dev.bil. tek.sos.değişme
Osmanlı dev.bil. tek.sos.değişmeali arzawa
 
Tarih Bilimine Giriş
Tarih Bilimine GirişTarih Bilimine Giriş
Tarih Bilimine Girişali arzawa
 

Plus de ali arzawa (9)

Soru4
Soru4Soru4
Soru4
 
Küresel isinma
Küresel isinmaKüresel isinma
Küresel isinma
 
Ayasofyanın gizemleri
Ayasofyanın gizemleriAyasofyanın gizemleri
Ayasofyanın gizemleri
 
Ayasofya sunum
Ayasofya sunumAyasofya sunum
Ayasofya sunum
 
Kavramsak karikatür
Kavramsak karikatürKavramsak karikatür
Kavramsak karikatür
 
Sanayi öncesi uyarlanma ve yaşam tarzları
Sanayi öncesi uyarlanma ve yaşam tarzlarıSanayi öncesi uyarlanma ve yaşam tarzları
Sanayi öncesi uyarlanma ve yaşam tarzları
 
Osmanlı dev.bil. tek.sos.değişme
Osmanlı dev.bil. tek.sos.değişmeOsmanlı dev.bil. tek.sos.değişme
Osmanlı dev.bil. tek.sos.değişme
 
Yarışması
YarışmasıYarışması
Yarışması
 
Tarih Bilimine Giriş
Tarih Bilimine GirişTarih Bilimine Giriş
Tarih Bilimine Giriş
 

Osm bilimadmalari

  • 2. » 9. yüzyılın başlarında dünyaya geldiği kabul edilen ünlü matematik ve astronomi bilgini Ahmet Ferganî, çağının bilim ve kültür merkezlerinden olan Türkistan'ın Fergana bölgesindendir. Bilim ve kültür tarihimizin birinci elden kaynakları olan tezkireler (biyografik eserler)de doğum tarihi ile ilgili bir bilgi bulunmamakla birlikte kendisi gibi bir astronom olan babasının adının Muhammed, dedesinin ise Kesir olduğu kayıtlıdır. Ahmet Fergani, ilk öğrenimini ünlü bilginlerin yetiştiği Fergana'da yaptı ve büyük bir ihtimalle astronomi konusundaki bilgilerini babasından aldı. Belli bir seviyeye geldikten sonra da mevcut bilgilerine yeni bilgiler katmak amacıyla da, çağının bilim, kültür ve aynı zamanda halifelik merkezi olan Bağdat'a geldi. Ömrünün yarısına yakınını burada geçiren Ferganî, kısa sürede matematik ve astronomi konularındaki bilgisini Bağdat bilim çevresine kabul ettirip, bilimin gelişmesine olan katkılarıyla bilim tarihinde adlarından övgüyle bahsedilen Abbasi halifelerinden Me'mun ve el- mütevekkil döneminin en ünlü bilginleri arasına girdi. 861 yılında halife el-Mütevekkil tarafından Nil ırmağı kıyısında yapılan ölçüm işlerini yürütmesi için Mısır'a gönderilen Ferganî‘nin, bundan sonraki yaşamı ve her ne kadar Prof. Dr. W. Barthold‘ un "İslam Medeniyeti Tarihi" adlı eserinde 861 tarihini gösteriyor ise de, ölüm tarihini bilmiyoruz.
  • 3. » Oruç Reis (d.1470 ya da 1474, Midilli Adası - ö. 1518, Cezayir), Türk denizcisi. Barbaros Hayrettin Paşa 'nın ağabeyidir. Osmanlı'ya katılmadan önce Cezayir'i ele geçirip egemen olmuştur.
  • 4. » Hayatı » Muhtemelen 1470'te (bazı kaynaklara göre 1474'te[1]) Osmanlı yerleşkesi olan şu anki Midilli’nin Bonova köyünde doğdu. Babası, Vardari Yâkub Ağa, 1462’de Midilli’nin fethine katılmış ve Bonova köyü kendisine tımar olarak verilmişti. Burada yerleşip evlenen Yâkub Ağa'nın İshak, Oruç, Hızır ve İlyas adını verdiği dört oğlu oldu. » Eğitimi ve Gençliği » İyi bir öğrenim gören kardeşler, devrin denizci milletlerinin lisanları olan İtalyanca, İspanyolca, Fransızca ve Rumca'yı öğrenerek yetiştiler. Gençliğinde gemiciliği ve deniz ticaretini çok iyi öğrenen Oruç Reis, cesareti, zekası ve girişimciliği ile kısa zamanda gemi sahibi oldu. Suriye, Mısır, İskenderiye ve Trablus Şam’a mal taşıyarak, oradan aldıklarını Anadolu’ya getiriyordu.
  • 5. » Esareti » Oruç ve İlyas Reisler, bir seferinde Midilli’den Trablusşam’a giderken, Rodos Şövalyeleri'nin büyük savaş gemileriyle karşılaştılar. Çarpışmada İlyas Reis şehit düştü, Oruç Reis esir oldu. Uzun uğraşılardan sonra, buradan kurtuldu. Muhtemelen üç sene esir kalan Oruç Reis, esaretten kurtulduktan sonra, bir süre Memlük Devleti hizmetinde amirallik yaptı. Ünlü sözü olan yaşama hakkın mücadelen kadardır derdi. En kötü fırtınada veya hapiste dahi mücadele edip hiç umudunu kaybetmedi. » Donanma Komutanı Oluşu » Memlük emrinde uzun zaman kalmayıp, Şehzade Korkut’un verdiği on sekiz büyük savaş gemisine komutan oldu. Bunlarla, Rodos kıyılarında basılmadık yer bırakmayan Oruç Reis, ânî bir baskın sonucunda gemilerini kaybetti. Leventleriyle birlikte bu baskından kurtulduktan sonra, Şehzâde Korkut’a tekrar başvurdu. Kendisine, biri yirmi dört oturak, ikincisi yirmi iki oturak iki savaş gemisi verildi. Şehzâde Korkut’un elini öpüp, hayır duâsını aldıktan sonra Akdeniz’e açıldı. Seferlerinde pek çok ganîmet, ticaret malı ve esir aldı. On senedir uğramadığı Midilli’ye gelerek kardeşlerine, akrabalarına, fakir ve muhtaçlara, yetimlere pek çok mal dağıttı.
  • 6. » İlk Başarıları » Türk denizcilik târihinde önemli bir yeri olan Cerbe Adası, Oruç Reis tarafından 1513 yazında fethedildi. Burayı kendisine üs edinip, Doğu ve Batı Akdeniz’de pek çok gemi zaptetti. Papa’ya ait, o zamanın dev savaş gemilerini, ince tekneleriyle ele geçirmesi, şöhretini Avrupa ve dünyaya ulaştırdı. » O tarihe kadar, bir çektirinin, bir baştardayı ele geçirmesi işitilmemişti. Gemi elde edilince kendisi dahil bütün leventlerine İtalyan elbiselerini giydirdi. Oruç Reisin, arkadan gelen ikinci savaş gemisini ele geçirmesi, pek kolay oldu. Zîrâ ateş başlayıncaya kadar, İtalyanlar, bu gemiyi kendi gemileri zannetmişlerdi. » İtalyanlar bu başarıları ve tanınmasının ardından kızıl sakalından ötürü kendisine Barbarossa lakabını vermişlerdir. Oruç Reis'in ardından kardeşi Hızır da ağabeyine hürmeten aynı lakabla anıldı. » Cezayir'i Fethi » Cezayir’de bir devlet kurmaya karar veren Oruç Reis, kısa zamanda bu toprakları ele geçirdi. İspanya Kralı Şarlken, Cezayir’e donanma gönderdiyse de, Oruç Reis’i elde ettiği yerlerden çıkaramadı. Becâye kuşatması sırasında Oruç Reis, sol kolundan ağır yaralandı ve hekimlerin tavsiyesiyle bu kolu dirsekten kesildi. Tek kolla mücadelede de şevk ve azminden hiçbir şey kaybetmeyen Oruç Reis, iyileşince derhal denize açıldı ve pek çok gemi ele geçirdi.
  • 7. » Çok güç durumda olan Emevilere yardım ederek, onların binlercesini Kuzey Afrika’ya taşıdı. Bu hareketleri saygısını arttırdı. Kardeşleriyle Kuzey Afrika’yı İstilacılara karşı savunmakla kalmayıp, Emevileri iskan ediyor, yiyecek ve diğer ihtiyaçlarını temin ediyordu. Elindeki leventler, akıncılar ve serdengeçtilerle, devrin en büyük denizci devleti olan İspanyollarla bitmek tükenmek bilmeyen mücadelelerine devâm ediyordu. İspanya kralı o dönemde, Avrupa’nın pek çok ülkesini elinde bulundurduğu gibi, Amerika’da da sömürgelere sahipti. » Ölümü » Cezayir’in doğusunda, İspanya’nın hakimiyeti altında bulunan Tlemsan’ı elde eden Oruç Reis, İspanyollardan yardım alan Tlemsan emirine karşı, elde ettiği yerleri savundu. Topraklarını yedi ay boyunca müdâfaa etti. Yerli halkın ihanet etmesi üzerine, Cezayir’e dönmek için düşman kuşatmasını yarıp dışarı çıkmaya çalıştı. » Düşmanı yararak bir kısım leventleriyle birlikte ırmağı geçti. Ancak, yirmi kadar levendi, düşman tarafında kalmıştı. Oruç Reis, kurtulma ümîdi olmadığını bile bile, leventlerini yalnız bırakmamak için tekrar düşmanları arasına daldı. Nehri geçmeye çalışırken leventlerinin çoğu şehit oldu. Tek kollu Oruç Reis, yanındaki son levendin de öldüğünü gördükten sonra, aldığı iki ok yarası sonucu Rio Solado Nehri sularına düşüp öldü. » Oruç Reis'in ölümünü İspanya Kralı'na ispatlamak isteyen İspanyollar cesedin başını keserek almışlar ve bal dolu bir torba içerisine koyarak İspanya'ya götürmüşlerdir. Bunu yapmalarının nedeni, bir çok kereler Oruç Reis'le çatışmaya giren İspanyolların, onu öldürdüklerini İspanyol Kralı'na bildirmelerine rağmen bunların hiçbirinin doğru çıkmamasıdır.
  • 8. » Oruç Reis'in başı kesik bedenini alan leventler onu Cezayir'e getirdiler ve Cezayir'in ulusal evliyalarından olan Sidi Abdurrahman'ın Kasbah'da bulunan Sidi Abdurrahman Camii yanındaki türbesine gömdüler. Bugün Oruç Reis ve Sidi Abdurrahman'ın birlikte yattıkları Cezayir Kasbah'daki bu türbe, Arapça öğrenen çocuklar için mahalle okulu olarak kullanılmaktadır. » Oruç Reis'in 1518’de şehit olduğunda, kırk sekiz yaşında olduğu tahmin edilmektedir. » Karakteri » Sınır boylarında akıncıların yaptıkları, yıldırma ve fethe hazırlama faaliyetlerini denizde gerçekleştiren cesaret ve kahramanlık timsâli deniz kurtlarından biri olan Oruç Reis, katıldığı muharebede can ve mal endişesi duymazdı. Elde ettiği ganimetleri fakir ve kimsesizlere, leventlerine dağıtır, varını yoğunu cihâd ve gazâ için sarfederdi. Cömert, âlicenap, yardımsever, merhametli olan Oruç Reis, ciddî ve sertti. Bütün leventleri tarafından, bir baba gibi sevilirdi. Çok iyi bir muhârip, tehlikeli zamanlarda en iyi çareleri bulmakta zorluk çekmeyen bir komutandı.
  • 9. » Pîrî Reis, Ahmet Muhiddin Piri, Ahmet ibn-i el-Haç Mehmet El Karaman-i (d. 1465-70, Gelibolu - ö. 1554, Kahire), Osmanlı denizcisi. Amerika'yı gösteren Dünya haritaları ve Kitab-ı Bahriye adlı denizcilik kitabıyla tanınmıştır. » Piri Reis eşsiz bir kartograf ve deniz bilimleri üstadı olmasının yanı sıra, Osmanlı deniz tarihinde izler bırakmış bir kaptandır.
  • 10. » Yaşamı » Karamanlı bir ailenin çocuğu olan Ahmet Muhiddin Piri'nin ailesi Karamanoğulları 'nın Osmanlı Devleti'ne katıldığı Fatih Sultan Mehmet devrinde padişahın emri ile İstanbul'a göç ettirilen ailelerdendir. Aile bir süre İstanbul'da yaşamış, sonra Gelibolu'ya göç etmiştir. Piri Reis'in babası Karamanlı Hacı Mehmet, amcası ise ünlü denizci Kemal Reis'tir. Piri denizciliğe amcası Kemal Reis'in yanında başladı; 1487-1493 yılları arasında birlikte Akdeniz'de korsanlık yaptılar; Sicilya, Korsika, Sardunya ve Fransa kıyılarına yapılan akınlara katıldılar. 1486'da Endülüs'te Müslümanların hakimiyetindeki son şehir olan Gırnata'da katliama uğrayan Müslümanlar Osmanlı Devleti'nden yardım isteyince o yıllarda deniz aşırı sefere çıkacak donanması bulunmayan Osmanlı Devleti, Kemal Reis'i Osmanlı Bayrağı altında İspanya'ya gönderdi. Bu sefere katılan Piri Reis, amcası ile birlikte müslümanları İspanya'dan Kuzey Afrika'ya taşıdı. Venedik üzerine sefer hazırlığına girişen II. Beyazid'in Akdeniz'de korsanlık yapan denizcileri Osmanlı donanmasına katılmaya çağırması üzerine 1494'te amcası ile birlikte İstanbul'da padişahın huzuruna çıktı ve birlikte donanmanın resmi hizmetine girdiler. Piri Reis, Osmanlı Donanması'nın Venedik Donanması'na karşı sağlamaya çalıştığı deniz kontrolü mücadelesinde Osmanlı donanmasında gemi komutanı olarak yer aldı, böylece ilk kez savaş kaptanı oldu. Yaptığı başarılı savaşların sonucunda Venedikliler barış istediler ve iki devlet arasında bir barış anlşması yapıldı. Piri Reis, 1495-1510 yıllarında İnebahtı, Moton, Koron, Navarin, Midilli, Rodos gibi deniz seferlerinde görev aldı. Akdeniz'de yaptığı seyirler sırasında gördüğü yerleri ve yaşadığı olayları, daha sonra Kitab-ı Bahriye adıyla dünya denizciliğinin de ilk kılavuz kitabı olma özelliğini taşıyacak olan kitabının taslağı olarak kaydetti.
  • 11. » İdamı » Mısır Kaptanı Piri Reis 1552'de Umman ve Basra üzerine 30 gemiyle çıktığı seferde, Hürmüz Kalesi'ni kuşatmıştı. Portekizlilerden aldığı haraç karşılığı kuşatmayı kaldırdı ve donanmasıyla Basra'ya döndü. Tamire muhtaç donanmayı orada bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır'a döndü, gemilerden birisi yolda battı. Donanmayı Basra'da bırakması kusur sayıldığı için Mısır'da hapsedildi. Basra valisi Kubat Paşa'ya ganimetten istediği haracı vermemesi, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa'nın politik hırsı yüzünden hakkında padişaha olumsuz rapor verildi ve dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın fermanı üzerine 1554'te boynu vurularak idam edildi. İdam edildiğinde 80 yaşının üzerinde olan Piri Reis'in terekesine devletçe el konuldu. » Piri Reis Haritası » Günümüzde "Piri Reis haritası" olarak bilinen harita, Piri Reis'in 1513 yılında yapıp 1517'de padişaha sunduğu dünya haritasının halen mevcut olan bir parçasıdır. Bu parça, Amerika'nın doğu kıyıları, Atlantik Okyanusu, Afrika ve Avrupa'nın batı kıyılarını gösterir. » Orijinali Topkapı Sarayı'nda olan harita, deve derisi üzerine 9 renkte boyanıp resimlenmiş olup 86cm boyundadır. Üst kısmı 61cm, alt kısmı 41 cm'dir ve sağ yanı boydan boya kopmuştur. Üzeri efsanevi ve gerçekçi resimlerle süslüdür. Haritada üçü küçük, ikisi büyük 5 rüzgar gülü bulunur. Haritanın oluşumu, keşif tarihi ve çeşitli efsaneler hakkında notlar haritada yer alır. Osmanlı Sultanı'na sunulacak olması nedeniyle görselliğe çok önem vererek hazırlanmıştır. Sunulan haritaya göz atan Yavuz Sultan Selim "Dünya ne kadar da küçük" demiştir ve haritayı ikiye bölerek "Biz doğu tarafını kontrol edeceğiz" şeklinde devam etmiştir. Haritanın diğer yarısı hala bulunamamıştır. » Piri Reis'in imzası Güney Amerika'nın üzerinde şu şekilde yer alır : "Bunu Kemal Reis'in biraderzadesi diye meşhur, Hacı Mehmet'in oğlu fakir Piri 919 (1513) Muharremülharamında Gelibolu şehrinde yazdı, Allah ikisini de affetsin." Yine Güney Amerika kıtası üzerinde haritanın hazırlanmasında yararlanılan kaynaklar yazar. Kolomb'un haritasından yararlanıldığı ifade edilir. Kolomb'un 1492-1504 yılları arasında Amerika'ya yaptığı dört sefer sırasında çizdiği haritaların bazıları eksiktir.
  • 12. » Piri Reis Avrupa Haritası Kitab-ı Bahriye » Harita, 9 Kasım 1929'da Topkapı Sarayı'nda sarayı müzeye dönüştürme sırasındaki envanter tespit çalışmaları sürerken tesadüfen bulundu. Alman bilimadamı Adolf Deismann (1866-1937), dönemin Milli Müzeler Müdürü Halil Ethem Eldem'in kendisine verdiği parçaları inceleyip düzenlerken eline geçen harita takımının içindeki folyoyu o sırada İstanbul'da bulunan ve Türk denizciliği hakkında uzman olan Alman bilimadamı Paul Kahle'ye göstermişti. Eserin Piri Reis'in ilk dünya haritası olduğunu teşhis eden Paul Kahle oldu[1]. » Prof. Kahle, harita ile ilgili inceleme sonuçlarını 1931 yılında 18. Doğubilimleri Kongresi'nde sundu[2]. Haritanın üzerindeki notları Hasan Fehmi Bey latin harflerine aktardı. Türk Tarih Kurumu başkanı Yusuf Akçura'nın 1937 tarihli 'Piri Reis Haritası' adlı kitabında haritayı yayımladı. Cumhurbaşkanı Atatürk, haritayı Ankara'ya getirtip bizzat inceledi ve devlet matbaasında çoğaltılmasını sağladı. » Haritanın kayıp parçalarını arama çabası sırasında Topkapı Sarayı Müdürü Tahsin Öz tarafından dünya haritası olduğu sanılan bir başka Piri Reis haritası bulunmuştur.
  • 13. » HAYATI » Devlet hizmetindeki hayâtı, babası ile berâber Gazne Devletinin Horasan vâlisi Ebü’l-Fâzıl Es- Suri’nin hizmetinde bulunmakla başladı. 1040 yılındaki Dandanakan Savaşından bir süre sonra Alp Arslan’ın Belh vâlisi Ali bin Şadan’ın maiyetine girerek, vilâyet işlerinin yürütülmesiyle vazifelendirildi. Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin vefatı ile Alp Arslan ve kardeşi Süleyman Bey arasındaki taht mücâdelesi sırasında yerinde görüş ve tedbirleriyle dikkatleri çekti ve 1063 yılında Alp Arslan’ın yanında hizmete başladı. Alp Arslan Sultan olunca 1064 yılında Selçuklu Devletine vezir tâyin edildi. Zamânın halîfesi Kâim bi emrillah tarafından Nizâmülmülk ünvânı ile taltif edildi. Bu ünvânıyla tanındı. Nizâmülmülk, vezir olduğu 1064’ten, şehit edildiği 1092 senesine kadar aralıksız yirmi dokuz sene Büyük Selçuklu Devletine, tam bir dirâyet ve adâletle hizmet etti. Vazifeli olduğu için katılamadığı Malazgirt Meydan Muhârebesi hâriç, bütün Selçuklu fütûhatında bulundu. Sultan Alp Arslan’ın vefâtıyla veliaht Melikşah’ın tahta geçmesini sağlayıp, nizam ve âsâyişin korunmasında muvaffak oldu. SultanMelikşah’a muhâlefet eden veya başkaldıran Selçuklu prenslerinin itâat altına alınmasında büyük hizmeti geçti. Sultan Melikşah, devletin idâresinde ona çok büyük ve geniş yetkiler verdi. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adâletli idâresi sâyesinde de, Melikşâh’ın saltanatı, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devletinin de en parlak ve en şanlı devri olmuştur. Nizâmülmülk, âlim, edip ve kadirşinâs bir zât olduğu için meclisi; ilim ve sanat adamlarının toplandığı bir yer hâline gelirdi. Abbâsi halîfesi de kendisine pekçok hürmet eder, meclisinde bulunurdu. Âlimlere, şâirlere, sanatkârlara karşı çok ikrâm, ihsan ve iltifât ederdi. Birçok câmi, mescit, vakıf eserleri yaptırdı.
  • 14. » Büyük Selçuklu Devletine; idârî, adlî, askerî, mâlî, sosyal ve kültürel sâhada pekçok yenilikler ve değişiklikler getirdi. Sarayı, merkezî hükümet teşkilâtını, İslâm esaslarına dayalı mahkemeleri, toprak sistemini sağlam esaslar üzerine yeniden düzenledi. Gerçekleştirdiği yeni sistemler bâzı değişikliklerle berâber bütün Türk-İslâm devletlerince devam ettirildi. Nizâmülmülk, zamânında yayılmaya ve kuvvetlenmeye çalışan bozuk fırkalara karşı, Ehl-i sünnet bilgilerinin sistemli bir şekilde öğretilmesi sağlandı. Bunun için Bağdat, Belh, Nişabur, Herat, İsfehan, Basra ve Musul gibi çeşitli şehirlerde, kendi ünvanı ile anılan Nizâmiye Medreselerini kurdurdu. Onuncu yüzyılda Ehl-i sünnete muhâlif cereyanların giderek yaygınlaşması sebebiyle İslâm dünyâsında ortaya çıkan karışıklıkların giderilmesinde Nizâmiye Medreselerinin çok büyük hizmeti geçti. Bu medreselerin en meşhurlarından birisi de, Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi olup, asrın büyük âlimlerinden birisi olan Ebû İshak-ı Şîrâzî burada ders vermekle vazîfeli idi. Nizâmülmülk ’ ün Selçuklu Devletindeki bütün düzenleme ve değişiklikleri ciddî bir şekilde tetkik eden, devlet idâresinde kendi görüşlerini, icrâatını ve bunların gerekçelerini gelecek nesillere intikal ettirmek maksadıyla Fârisi olarak yazdığı Siyâsetnâme isimli eseri, bugün siyâset ilmiyle uğraşanların el kitapları arasında sayılmaktadır. Siyâsetnâme’de Türk-İslâm devletlerinin idârî, mâlî, siyâsî, askerî, sosyal ve kültürel yönlerini incelemektedir. Tam doğru metin ve ilâvesiz nüshası, İstanbul’da Süleymâniye Kütüphânesi,Molla Çelebi kısmında 114 numarada mevcuttur. Siyâsetnâme, birçok dillere tercüme edilerek, yayınlanmıştır.
  • 15. » Tam adı Bediüzzaman Ebu'l-İzz İsmail b. er-Rezzaz el-Cezeri'dir. Hayatı hakkında, kitabının girişindeki kısa açıklamanın dışında bilgi yoktur. 1181-1206 yılları arasında Diyarbakır Artuklu hanedanının himayesinde bulunduğu söylenen Cezeri, 1205'te tamamladığı Kitab fi ma'rifeti'l-hiyeli'l- hendesiye adlı ünlü eseri Emir Nasirüddİn Mahmut‘ un isteği üzerine kaleme almıştır. Cezeri lakabıyla şöhret bulmasının sebebi, Cezire (ada) denilen Dicle ile Fırat arasındaki bölgede doğmuş olmasıdır. Artuklu Türklerindendir. Diyarbakır'da dünyaya geldi Cezeri, İslam medeniyetinin oldukça ilerlediği, Doğu Anadolu'da kültür faaliyetlerinin yoğunlaştığı bir devrede ilim ve imar işlerinde bir hayli ilerIeyen Artukoğulları sarayına girdi. Orada 32 yıl Reis-ül amal (başmühendis) olarak görev yaptı. Nureddin Muhammed (1167) ve onun oğulları Kutbeddin Sökmen (1185) ile Nasüriddin Mahmud'un (1201) hükümdar oldukları dönemlerde büyük hizmetlerde bulundu. Karaaslan tarafından Hısn Keyfa'da inşa ettirilen muhteşem köprü ile onun altındaki çarşı, han, hamam ve mahallelerin imarında emeği geçti.
  • 16. » Cezeri, sadece otomatik sistem kurmakla yetinmeyip, otomatik olarak çalışan sistemler araşında denge kurmayı da başarmıştır o Aradan 800 yıl gibi bir zaman geçtikten sonra sibernetiğin babalarından sayılan İngiliz Nöroloji Profesörü Dr. Ross Ashby, ancak 1951'de " Üstün Denge Durumu"nu ortaya atabilmiştİr. Ve ancak ilk defa o zaman otomatik olarak işleyen sistemlerin üstünde bunları kontrol eden sistemlerden söz edebilmiştir. Her ne kadar Fransızlar, sibernetik ve elektronik sistemin Descartes (1596-1650) ve Pascal'la (16231662), Almanlar Leibniz'le (1646-1716), İngilizler de Roger Bacon'la (1214-1294) başladığını söylerlerse de, gerçekte Cezeri, bu fikri, ilim dünyasına takdim eden ilk bilgin olarak karşımıza çıkmaktadır . » Bugün fizikçi ve mekanikçiler, ''Isı Etkisiyle Haberleşerek Denge Kurma'' sistemini ilk defa olarak James Watt'ın (1760-1819) 1780'de regülatörü icad etmesiyle gerçekleştirdiğini söylerler. Bu doğru olmakla birlikte, bunun Cezeri'ye kadar dayandığı kitabından rahatlıkla anlaşılacaktır. Günümüzden 800 yıl önce, bugünkü Diyarbakır yöresinde yaşayan Artuklu Türklerinin hükümdarı Mahmud, ''Ben abdest alırken ayaklarıma su döken hizmetçilerimin bana hakları geçiyor'' diye düşünerek rahatsız olur. Ve sarayın başmühendisinden bu işe bir çare bulmasını ister. Bir Süre sonra mühendis, abdest suyu döken bir robot yapmayı başararak, bunu hükümdara sunar. Robot, elinde tuttuğu testiden hükümdarın abdest alabileceği şekilde elini, kolunu oynatarak su dökebilmektedir. O güne kadar görülmemiş bu mühendislik harikası karşısında hükümdar , hayretler içinde kalır . Bu eserin mucidi Cezeri'den başkası değildir. Hükümdar, onun çalışmalarına büyük destek olur. Cezeri de kendi kendine öten tavus kuşları, robot filler , uzatılan bardaklara şerbet döken, bardak dolduğu zaman da kendi kendine duran kadın robotlar gibi 50 değişik buluşla hükümdarın bu desteğinin karşılığını fazlasıyla verir.
  • 17. » CEZERİ'Yİ İLİM DÜNYASINA TANITAN ESERİ Cezeri'yi üne kavuşturan husus, sibernetik ve elektronik sistemle ilgili robotlar , makineler yapması ve bunlan eserinde tarif etmesidir. Cezeri'nin meşhur eserinin adı ''Kitabü'l-Cami Beyn'el-İlmi ve'l-Ameli en Nafi fi Sınaati'l-Hiyel="Mekanik Hareketlerden mühendislikte Faydalanmayı İçine Alan Kitap"tır. Eserin daha başka değişik isimleri de vardır. Kitabın orijinali, günümüzde mevcut değildir. Fakat 5 tanesi Türkiye'de bulunmak üzere bütün dünyada bilinen 15 kopyası vardır. Türkiye'dekilerin 4'ü Topkapı, biri de Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir. Eser, zamanın ilim dili olan Arapça ile kaleme alınmıştır. Eserin nüshalarından birisi Topkapı Müzesi 3. Ahmed Kütüphanesi'nde 3472 numarada kayıtlıdır. » Prof. Dr. Kazım Çeçen, Köprü Dergisi'nin Eylül-1982 sayısında yazdığı makalede, eserin mühendislik açısından çok büyük değer taşıdığını ifade etmektedir . Kitap, altı kısma ayrılmış olup, ilk dört kısmı onar, son iki kısım da beşer bölümden meydana gelmektedir. Bu kısımlar; su saatleri ve kandil saatleri, ziyafetlerde kullanılan kaplar ve sürahiler, el yıkama ve kan alma için kullanılan kaplar, çeşmeler ve mekanik yollarla hareket eden (otomatik) müzik aletleri, su pompalayan makineler, muhtelif aletler üzerinedir.
  • 18. » Kitapta her aletin şekli renkli mürekkeplerle çizilmiş ve çalışması ayrıntılı olarak izah edilmiştir Bu ayrıntılar da çeşitli renklerle gösterilmiştir. Ayrıca, şekillerde Arap harfleri kullanılarak bazı parçalar işaretlenmiş ve metinde bunlara göndermeler yapılarak, açıklamaların anlaşılması kolaylaştırılmıştır. Bazı nüshalarda ise bu harflerin ebced değerleri göz önüne alınmış, bazılarında da henüz açıklanamayan gizli bir harf sistemi kullanılmıştır. Metinde, aletlerin sonra, imal sırasına göre parçaların teker teker anlatılarak bunların montaj usulü açıklanmış ve en sonra o aletin çalışması hakkında bilgi verilmiştir . Su ve kandil saatleri, Cezeri'nin gücünü ifade eden karmaşık aletlerdir. Su terfi makineleri ekonomik yönden daha önemli olmakla beraber, kitapta bunlara saatler kadar önem verilmemiştir. Metal döküm tekniğine ait bilgiler, ileri bir mühendislik seviyesini ifade etmektedir. Cezeri'nin aletleri yer çekimi kuvvetiyle çalışır ve bu kuvvet, düşürülen bir ağırlık, boşalan bir kaptaki şamandıra veya batan bir cisimle elde edilir. Cezeri, kullandığı makine parçalarını ve imal usullerini de en ince ayrıntılarına kadar tanımlamıştır. Büyük bir kısmı bugünkü Avrupa mühendislik terminolojisine giren makine parçaları üzerine yaptığı çalışmaların en önemlileri şunlardır: Konik vanalar, kapalı kum kutularında pirinç ve bakır döküm, tekerleklerin balansı. Cezeri'nin mühendislik harikaları kağıttan maketlerinin yapılması, su akıtan savakların ayar edilmesi, çarpılmayı en az indirmek için ahşabın tabakalar halinde kullanılması, gerçek anlamda emme borusunun kullanılması, suyunu belli bir zaman aralığı ile boşaltan kaplar ve daire sektörü dişliler.
  • 19. » Bunlardan bir kısmının yüzyıllar sonra Avrupa'da adeta yeniden keşfedildiği, bilinen tarihi bir gerçektir. Mesela, kapalı kum kutuları ile döküm, Avrupa'da 1500 yıllannda başlamıştır. Konik vanalardan ilk söz eden Leonardo da Vinci'dir. Su saatinde seviye kontrol cihazına benzer ve buhar kazanlarında kullanılacak bir aletin patenti, İngiltere'de 1784 yılında alınmıştır. Cezeri'nin makinelerinden sadece biri, su çarkı ile işleyen tulumba, modern mühendisliğin gelişmesine doğrudan doğruya katkıda bulunmuştur. Bu makine, a) Çift etki ilkesinin uygulanması, b) Dönme hareketinin ileri-geri hareketle çevrilmesi, c) Emme borusunun bilinen ilk kullanılışı olmasından dolayı çok önemlidir. Dolayısıyla, buhar makinesinin ve emme basma tulumbanın ilk ömeği sayılabilir. Söz konusu makinede, akan suyun çevirdiği çark, düşey düzlemde bir dişliyi, bu dişli de yatay düzlemdeki diğer bir dişliyi döndürmektedir. Yatay dişlinin çevresine yakın bir yerde düşey bir pim bulunmaktadır. Bu pime ortası yarık ve diğer ucu yine bir pimle sabitleştirilmiş bir çubuk geçirilmiş ve bu çubuğa da tulumbalanın piston kolları bağlanmıştır. Yatay diş dönünce yarık çubuk açısal bir hareket yapmakta, piston kolları da ileri-geri gidip gelerek tulumbaları çalıştırmaktadır. Cezeri, kendisinin, Helenistik çağdan XIII. yüzyıla kadar uzanan bir mühendislik geleneğinin İslam dünyasındaki bir devamı olduğunun bilincindedir. İslam dünyasında Musaoğuları (bk. BENİ MUSA) ile başlayan bu gelenek, Cezeri'de zirveye ulaşmıştır. Cezeri, kendi yaptığı abidevi su saatinin Pseudo-archimedes'in yaptığı su saatine dayandığını söyler. Kitabının dördüncü kısmında, çeşmeler üzerindeki çalışmaları sırasında, Musaoğulları'ndan ve ayrıca Bizanslı Apollonios'un otomatik müzik aletleri üzerine yazdığı eserden de bahseder. Bu arada, kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen aletleri de zikretmiştir.
  • 20. » Cezeri, esas itibariyle bir mucit değil, bir mühendistir ve görevinin kendinden öncekilerin yapmış oldukları aletleri mükemmelleştirmek olduğu kanaatindedir. Bu noktadan bakıldığında, eserinde, teori ile pratiğin eşit ağırlıkta olduğu, hatta bazı yazarlara göre aletleri yapmak için gerekli pratik bilgi ve kuralların ağır bastığı hissedilir. Gerçekten de O, çalışmasının pratik hayatta işe yarar bilgiler türünden olduğunu özellikle belirtir . Cezeri'nin yaşadığı çağda elektrik gücü, magnetik güç, foton etkisi veya elektromagnetik güçler bulunmadığı için, o elindeki imkanları değerlendirmesini bilmiş, su gücü ve basınç tesirinden faydalanma yoluna gitmiştir. Gerçekten başka imkanlar bulunmadığı, su da kıt olduğu halde, bu derece muhteşem hidromekanik sistemle çalışan makineler yapabilmiş olması, onun sibemetik ilmi alanındaki yerini ve değerini göstermeye yetmektedir. Cezeri'nin tarif ettiği bazı makinelerin pratik faydaları oldukça büyüktür. Bunlardan bir kısmı, bir mil (eksen) boyunca yer alan dişlilerle çalışan bir nevi tulumbadır. Tulumba, bir sürü kepçeyi sırayla hareket ettirerek suyu çıkarmaktadır. Bazı makinelerin ise yalnızca eğlendirici tarafı vardır. Mesela, içinde su varmış gibi görünmesine rağmen suyu boşaltılamayan su kapları ve içi boş gibi görünüp, su akıtan kaplar gibi. Günümüzde bu kaplarda kullanılan prensiplerden faydalanılarak bir kısım oyuncaklar yapılmaktadır. Hem eğlendirci, hem de faydalı olan bu cihazlara, çeşme ve su saati örnek gösterilebilir. Cezeri'nin saatlerinin çalışma sistemi ise, çoğunlukla aynı mil üstündeki bir gösterge ile üstünden, ucuna ağırlık asılı bir kayış geçen, kasnak biçimindedir. Ağırlığın düşüş hızı, yüzen bir cisimle kontrol edilmektedir. Yüzen cisim, kayışın öteki ucuna tutturulmaktadır. Bazı durumlarda da devrilebilen bir kova, otomatik olarak dolmakta ve devrilince bir mandalı iterek, dişlinin bir diş ilerlemesini sağlamaktır
  • 21. » Kitabü'l Hiyel, 1974 yılında Dortrecht ve Boston'da "AI-Jazari's Book of Knowledge of İngenious Mechanigal Devices" adıyla Donald R.Hill tarafından İngilizce'ye tercüme edildi. Eserin bazı parçaları da Almanca'ya çevrildi. Maalesef kendi ilim adamımızın bu kıymetli eserini henüz Türkçe'ye tercüme edebilmiş değiliz. Bundan dolayı da otomatik makinelerin çalışması hakkında detaylı bilgiye sahip bulunmuyoruz. Cezeri'nin, kitapta tarif ettiği makinelerden birkaç tanesi, Wiedemann tarafından yapıldı ve başarıyla işletildi. Makineler, halen Almanya'nın Erlangen Üniversitesi'nde bulunmaktadır. Aynı zamanda bugün, İngiliz ve Amerikalılar da bu makinelerden faydalanarak yeni eserler ortaya koyma çabasındadırlar. Ayrıca, ülkemizde İTÜ Bilim ve Teknoloji Tarihi Enstitüsü, Cezeri'nin kitabındaki şekillerin aslına sadık kalarak, tavuskuşlu su saatini yapmayı gerçekleştirmiştir. Cezeri'nin yaptığı makine parçalarının bir kısmına kendisinden 200-350 yıl sonra yaşayan Giovanni de Donti ve Leonardo da Vinci'de rastlanmaktadır. Son söz olarak diyebiliriz ki, Cezeri, ilim tarihine sibernetiğin kurucusu olarak kaydolmuştur."
  • 22. » Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında Semerkant’ta doğdu. Babası Muhammed, ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşçusu olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den matematik ve astronomi dersi aldı.
  • 23. Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman’a gitti. Burada Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı.Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman'da eğitimini tamamladıktan » sonra Uluğ Bey'e yardımcı ve rasathanesine müdür olmuştu. 1449'da hacca gitmek istedi. Tebriz'de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Fatih'le barış görüşmelerinde yardımını istedi. Ali Kuşçu, Uzun Hasan'ın sözcülüğünü yaptıktan sonra Fatih'in davetiyle İstanbul'a geldi. XV. yüzyılın ilk yarısında, Semerkant, dünyanın en önemli bilim merkeziydi. Uluğ Bey Rasathanesi, gök bilgisi araştırmaları için en doğru sonuçları alıyordu. Rasathanenin genç müdürü Ali Kuşçu, gece gündüz demeden çalışıyor, bilimsel gerçeklere yenilerini katmak için uğraşıp didiniyordu. Gökyüzü bilgisi (astronomi), hem değişmez kuralların, kanunların tespit edilmesine yarıyor, hem de gözlemlerle kontrol edilebiliyordu. Otuz yıla yakın bu işte çalışan Ali Kuşçu, bir gün ansızın her şeyi yüzüstü bırakarak hacca gitmeye karar vermişti. Buna da sebep, en olmayacak bir zamanda, sevgili hükümdarı Uluğ Bey'in 1449 yılında öldürülmesiydi. Gürgân tahtının bu bilgin ve kudretli hûkümdarı, kendi öz oğlu Abdüllâtif'in ihânetine uğramıştı.
  • 24. » Uluğ Bey, Ali Kuşçu için bambaşka bir mânâ taşıyordu. Her şeyden önce hocasıydı. Ondan matematik ve astronomi dersleri almış, eserlerini uzun uzun incelemiş, sohbetlerinde bulunmuş, hâttâ Doğancıbaşısı olduğu için, adının ucundaki “Kuşçu” lâkabı bile böylece yadigâr kalmıştı.Uluğ Bey, kendi kurduğu rasathaneye de müdür olarak Ali Kuşçu'yu lâyık görmüş, henüz tecrübesiz bir çağdayken bu dev rasathanenin başındaki çalışmalarda, ona bizzat yardımcı olmuştu. İşte Uluğ Bey'in bir ihanete kurban giderek öldürülmesi Ali Kuşçu'yu can evinden vuran bir olaydı. Ali Kuşçu bu olayla çok kırıldı. Çoluk çocuğunu toparlayıp Tebriz'e geldi. Uzun Hasan kendisine o kadar saygı gösterdi ki, Konstantiniye Fâtih'i, bir devri kapayıp yenisini açan genç cihangirle ihtilâfında aracılık etmesini istedi. Genç Fâtih'in de bilgin olduğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini biliyordu. İstanbul'da olup bitenler, kuş kanadıyla Tebriz'e ulaşıyordu. Şiîlerin casusları ve habercileri yalnız padişahın savaş niyetlerine ve hazırlıklarına dair haberler ulaştırmakla kalmıyorlardı. Bunun üzerine Ali Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan'ın dileğini kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı. Semerkant'ta Kızıl Elma olarak bilinen eski Bizantium'a ulaştı. Haberciler; onun geleceğini daha önceden saraya uçurmuşlardı. Huzura kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından beklemediği kadar iltifat gördü. Çünkü, kendisinden önce, eserleri İstanbul'ca biliniyordu. Uluğ Bey Rasathanesi'ndeki çalışmalarından, Semerkant'a aylarca uzak bulunan İstanbul'daki hükümdarın haberi vardı.
  • 25. » Osmanlı tahtında oturan II. Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir padişahtı. Âdet olan merasimle Uzun Hasan'ın elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama hemen geri dönmesine izin vermemişti. Ondan, gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini aydınlatmasını, bilgisiyle İstanbul medreselerinde ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti. Bu teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı. Cefâlı olduğu kadar şefkatli olduğunu da bildiği Fatih'in isteği, onun için emir demekti. Ama, ahlâkı dürüst bir ilim adamı olduğunu şu sözlerle ispat etti: “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz'e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı'nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş olan insana bildireyim...” Ali Kuşçu'nun bu mazereti, Fatih'e son derece akla yakın göründü. Padişah; iki şeye birden sevinmişti: Kuşçu, davetini kabul etmişti, gelip buradaki ilim öğrencilerini yetiştirecekti. İkincisi ise, son derece mert ve ahlâklı bir insandı. Her haliyle, medreselerde yetiştireceği gençlere örnek olacaktı. Bu sebeple, bir müddet daha misafir ettikten sonra kendisine izin verdi. Değerli matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz'den hareket etti. Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak ihtişam içinde İstanbul'a getirildi. Ölümüne kadar da gençleri yetiştirmekle uğraştı. Kuşçu’nun ders vermeye başlamasıyla, İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik alanında büyük gelişme oldu. Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi önemlidir; çünkü o zamana kadar İstanbul’da astronomi ile uğraşan güçlü bir bilgin yoktu. Ali Kuşçu, Osmanlılar arasında astronomi bilimini yaydı. Ali Kuşçu 1474’te İstanbul’da vefat etti.
  • 26. » Doğum5 Eylül 973 » Ölüm13 Aralık 1048 MilliyetiFars » BranşıAntropoloji, astroloji, astronomi, kimya, karşılaştırmalı sosyoloji, jeodezi, tarih, matematik, tıp, felsefe, farmakoloji, fizik, psikoloji, bilim » EtkilendikleriAristo, Batlamyus, Aryabhata, Muhammed, Brahmagupta, El-Razi, El-Sizi, Ebu Nasr Mansur, İbni Sina » EtkiledikleriEl-Sizi, İbn Sina, Ömer Hayyam, El-Hazen, Zekeriya El-Kazvini, İslami felsefe, İslam bilimi Batı dillerinde adı Alberuni veya Aliboron olarak geçer. » Gökbilim, matematik, doğa bilimleri, coğrafya ve tarih alanındaki çalışmalarıyla tanınır.
  • 27. » Hayatı » 4 Eylül 973'te Harezm'de doğdu. Harezm Afriğî hükümdarları sülalesinden olan matematikçi ve astronom Ebu Nasr Mansur’un korumasında küçük yaşta Kas'taki (Ket) Harezm sarayına girdi. Birûni, Harezm sarayında astronomi ve matematik öğrendi. Başkenti Gürgenç olan Memunîlerin hükümdarı Ebu Abbas Memun'un 995 yılında Kas kenti üzerine yürüyerek Sultan Ebu Abdullah Muhammed'i öldürüp Harzemşah ünvanını alması üzerine Birûni, Tahran yakınlarındaki Rey kentine sığındı. Bir süre sonra da Hazar Denizi'nin güneyindeki Cürcan kentine yerleşti. » Bu dönemde Birûni, Ziyarî hükümdarı Kâbus bin Vaşmgîr’in sarayına girdi. Bir tür tarih yapıtı olan El-Asaru'l-Bakiye ani'l-Kuruni'l-Haliye'yi orada yazarak sultana sundu. Memun'dan sonra Harezm sultanı olan oğlu Ali bin Memun tarafından 1009 yılında Gürgenç'e çağrılan Birûni, sarayda İbn Sina, İbn Miskeveyh, Ebu Nasr Mansur gibi bilginlerle birlikte çalıştı. Ali bin Memun'un ölümü üzerine başa geçen kardeşi II. Memun , bilginlere önem veriyordu. » 1017 yılında Türk hükümdar Gazneli Mahmut'un Gürgenç'i alarak Memunî Hanedanlığı'na son vermesiyle beraber Birûni, Gazne'ye götürülerek Gazneli Mahmut ile çalışmaya başladı. Bunu izleyen on yıl içinde astronomi ve matematik çalışmalarının doruğuna erişti. Bu tutsaklığı sırasında, anayurtlarından sürülmüş ve tutsak olan Hintli bilginlerle tanıştı. Birçok dilde ilmi çeviriler yaptı. » Gazneli sarayında büyük saygı gören Birûni, hayatının sonuna kadar Gazne sarayında kaldı. Yine Gazneli Mahmut'un oğlu Sultan Mesut ve torunu Sultan Mevdud döneminde değer gördü. Son yıllarını Gazne ‘ de geçirdi ve burada 1048 yılında öldü.
  • 28. » Hakkındaki çalışmalar » Birûni hakkında yakın zamanlarda birçok çalışma yapılarak, yeni bilgiler edinilmiştir. Birûni’nin Tahdidu Nihayâti'l-Emâkin adını taşıyan ve Zeki Velidi Togan tarafından bilim dünyasına tanıtılan eserine göre, adının Beyrûnî olarak okunması gerektiği anlaşılmıştır. Yine bu araştırmalarda Birûni'nin anadili, kökeni ve ölüm tarihi hakkında daha kesin bilgiler elde edilmiştir. » Sıklıkla Arapça ve bazen de Farsça eser veren Birûni, Kitabu's-Saydane adlı eserinin önsözünde anadilinin bilimsel çalışmalar için yetersiz kaldığını, Arapça ve Farsça'yı sonradan öğrendiğini ve bu iki dili kullanmakta güçlük çektiğini belirtmektedir. O dönemde Birûni'nin yaşadığı yörede hakim olan Harezmce'nin de Farsça'nın bir lehçesi olduğu ve Birûni'nin kullandığı Türkçe sözcüklerdeki düzen göz önünde bulundurulduğunda Birûni'nin anadilinin Türkçe olabileceği sonucu ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde Birûni'nin Arap veya Fars kökenli olduğunu savunanların karşısında, onun Türk olabileceğini düşünen Tahran, Lale Parkı'ndaki Biruni heykeli. çalışmacıların sayısı çok fazladır.
  • 29. » Yine Kitabu's Saydane'de yaşının ay takvimine göre seksenden fazla olduğunu söyleyen Birûni'nin buradan sanıldığı gibi 1048'de ölmemiş olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Çeşitli tahminler birleştirildiğinde Birûni’nin ölüm yılının yaklaşık 1051 olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. » Kişiliği [değiştir] » El Birûni, astronomi üzerine yaptığı en iyi çalışmayı Gazneli Mahmut'un oğlu Mesut'a sundu. Sultan Mesut da bunun üzerine kendisine bir fil yükü gümüşü hediye edince, "Bu armağan beni baştan çıkarır, bilimden uzaklaştırır." diyerek bu hediyeyi geri çevirdi. Aslında Birûni eczacılıkta uygulamalı eğitime, kitaplardan çok daha fazla önem vermiştir. Birûni, elle tutarak ve gözlemleyerek veri toplamanın insana, kitaptan okumaktan çok daha fazla yarar sağladığına inanmış ve bunu uygulamıştır. Gerçek bir bilim anlayışına sahip olan Birûni, ırk kavramına da önem vermezdi. Başka bir halkın ileri kültüründen derin bir saygıyla söz ederdi. Aynı şekilde dinler ve düşünceler konusundaki anlatımı sırasında o dinler hakkında itiraz veya eleştiride bulunmadığı gibi, o dindeki deyimleri aynen kullanmasıyla da dikkat çekmektedir. Sanskrit dilinden Arapça'ya çevirdiği Potancali adlı kitabının önsözünde "İnsanların düşünceleri türlü türlüdür, dünyadaki gelişmişlik ve esenlik de bu farklılığa dayanır." şeklinde yazmıştır. » Eserleri [değiştir] » Çok yönlü bir bilim adamı olan El Birûni, ilk öğrenimini Yunan bir bilginden aldı. Tanınmış ve seçkin bir aileden gelen Harezmli matematikçi ve gökbilimci Ebu Nasr Mansur tarafından kollanan El Birûni, ilk çalışmalarını bu alimin yanında yaptı. İlk eseri, "Asar-ül-Bakiye"dir. » El-Birûni’nin eserlerinin sayısı yüz seksen civarındadır. Yetmiş adet astronomi ve yirmi adet de matematik kitabı bulunmaktadır. Tıp, biyoloji, bitkiler, madenler, hayvanlar ve yararlı otlar üzerinde bir dizin oluşturmuştur. Ancak bu eserlerden sadece yirmi yedisi günümüze kadar gelebilmiştir. Özellikle Birûni'nin eserlerinin Ortaçağ'da Latince'ye çevrilmemiş olması, kitaplarının ağır bir dille yazılmış olmasının bir sonucudur. Ancak Birûni kendisinin de dediği gibi, yapıtlarını sıradan insanlar için değil bilginler için yazmaktaydı.
  • 30. » Yine Harezmi "Zîci'nin Temelleri" adlı yapıtının 12. yüzyılda » El-Birûni'nin Ay'ın farklı Abraham ben Ezra tarafından durumlarınıçevrildiği İbranice'ye gösteren modellemesi. bilinmektedir. Batı'nın Birûni ilgisi ise 1870'lerde başladı. O günden bugüne Birûni eserlerinin bazılarının tamamı veya bir kısmı Almanca ve İngilizce'ye çevrildi. » Mektuplarından, Birûni'nin Aristo 'yu bildiği anlaşılır. İbn Sina gibi önemli bilginlerle beraber çalışan Birûni, Hindistan'a birçok kez gitti. Bu nedenle Hindistan'ı konu alan bir kitap yazdı. Onun bu kitabı birkaç dile çevrildi. Birûni’nin bir tane de romanı vardır.
  • 31. » Matematik » Birûni'nin matematikçi yönü, en çok bilinen yönüdür. Yaşadığı yüzyılın en büyük matematikçisi olan Birûni, trigonometrik fonksiyonlarda yarıçapın bir birim olarak kabul edilmesini öneren ilk matematikçidir. Sinüs, kosinüs gibi fonksiyonların bir oran, yani sayı olduğunu savunan Birûni'nin, trigonometriye en büyük katkısı ise kendinden önce kullanılan sinüs ve kosinüs gibi fonksiyonlara sekant, kosekant ve kotanjant fonksiyonlarını ilave etmesidir. Birûni’nin bu yönü batı dünyası tarafından ancak iki asır sonra keşfedilip kullanılabilmiştir. Öte yandan Birûni’nin, yeryüzünde yükseltisi bilinen bir noktadan ufuk alçalması açısının ölçülmesi yoluyla merdiven yayı uzunluğunu hesaplaması da geometri açısından önemli bir çalışmasıdır. Merdiven yayı uzunluğunun ilk kez Birûni tarafından bu yöntemle bulunması yaygın bir kanıdır. Ancak Birûni bu yöntemi başka bir bilginden aldığını belirtmiştir. » Astronomi » Birûni'nin astronomi alanında yaptığı çalışmaların başında Sultan Mesut'a 1030'da sunduğu "Mesudî fi'l Heyeti ve'n-Nücum" adlı yapıtı gelmektedir. Bu yapıt günümüze gelmiş olup bu konuda yaptığı çalışmalarının bir kısmı kayıptır. Kanun adlı eserinde Aristo ve Batlamyus'un görüşlerini tartışma konusu yaparak Dünya'nın kendi ekseninde dönüyor olma olasılığı üzerinde durması bilim tarihi açısından önemlidir. Ancak bu konuda kesin bir sonuca varamadığı varsayılan Birûni'nin günümüze değin bu konuda bir eseri ulaşmamıştır.
  • 32. » "Nihâyâtü'l-Emâkin" (Türkçe: Mekânların Sonları) adlı yapıtı, coğrafyadan, jeoloji ve jeodeziye (yeryüzü düzlemini ölçme bilgisi) kadar bir dizi konudaki yazılarını içerir. Sultan Mesut'a sunduğu "el-Kanunü'l-Mesudi", Birûni’nin astronomi alanındaki en önemli yapıtıdır. Bilim tarihçilerine göre Birûni, Kopernik'le başlayan çağdaş astronominin temellerini atmıştır. » Coğrafya » Coğrafya alanında ise tutulum düzleminin gök ekvatoruna göre eğikliğini de (tutulum eğikliği) Kas, Gürgenç ve Gazne'de yaptığı çeşitli hesaplamalarla aslına çok yakın değerlerde bulmuştur. Ayrıca birçok enlemi ve boylamı hesaplayabilmiştir. Boylamın belirlenmesi enleminkine nazaran daha zor olduğundan Birûni, iki nokta arasındaki boylam farkını enleme ve aradaki toplam uzaklığa dayanan bir formülle hesaplama yoluna gitmiştir. Ölçme ve gözlemlerinde hata payını en aza indirgemek için uğraşmıştır. Bunun yanında gözlem aletlerinin boyutunu büyütmek yerine onları çapraz çizgilere bölmeleyerek duyarlılığı arttıracağını keşfederek verniye ilkesinin temellerini atmıştır. » Diğer bilimler » Birûni, "Kitâbü’l-Camahir fi Marifeti'l-Cevahir" (Türkçe: Cevherlerin Özellikleri Üstüne) adlı yapıtında, yirmi üç katı maddenin ve altı sıvının özgül ağırlıklarını bugünkü değerlerine çok yakın olarak saptamıştır. Aynı şekilde Hint tarihi hakkında da kitap yazan Birûni, Hintlilerin inandığı boş inançları, inanışlarını, yaşam biçimlerini ve gelenek-görenekleri çok ayrıntılı olarak anlatmıştır. Bunu yaparken tamamen tarafsız ve önyargılardan uzak davranmıştır.
  • 33. » Matematik, astronomi, fizik, felsefe, mantık ve siyaset alanlarında yetişmiş büyük bir bilim adamıdır. Eserlerinde birçoğu Latince’ye çevrilerek Avrupa’daki üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmuştur.
  • 34. » Ebu Nasır Muhammed İbn el-Farah el-Farabi, (İS. 870)’de Türkistan’da Farab yakınında küçük bir köy olan Vasic’te doğdu. Ebeveynleri aslen İranlı soyundandır, fakat ataları Türkistan’a göç etmişlerdir. Avrupa’da ‘Alpharabius’ olarak bilinen Farabi, bir generalin oğlu idi. İlk öğrenimini Farab ve Buhara’da tamamladı, fakat daha sonra, yüksek öğrenim için uzun bir süre yani 901- 942 arasında okuduğu ve çalıştığı Bağdat’a gitti. Bu süre boyunca, ilim ve teknolojinin bir çok dalında olduğu gibi bir kaç dil üzerinde de ustalık kazandı. Altı Abbasi Halifesi’nin hükümdarlığı boyunca yaşadı. Bir filozof ve bilim adamı olarak, çeşitli ilim dallarında büyük ustalık kazandı ve farklı dillerde bir uzman olarak aktarıldı. Farabi bir çok uzak ülkeyi gezdi ve bir süre Şam’da ve Mısır’da çalıştı, fakat Halep’te Seyfü’d Devle’nin sarayını ziyaret edinceye kadar tekrar tekrar Bağdat’a geri geldi. Kralın sadık danışmanlarından biri olmuştur ve ününün uzak ve geniş bir biçimde yayılması burada Halep’te olmuştur. İlk yıllarında, bir Kadı (Hakim) idi, fakat sonradan meslek olarak öğretmenliği seçti. Kariyeri boyunca, büyük zorluklara katlandı ve bir keresinde bir bahçenin bakıcısı bile oldu. HS. 339 / İS. 950′de 80 yaşındayken Şam’da bekar olarak öldü. Farabi, fen bilimine, felsefeye, mantığa, sosyolojiye, tıbba, matematiğe ve müziğe epeyce katkıda bulunmuştur. Başlıca katkıları felsefeye, mantığa ve sosyolojiye olmuş gibi görülmektedir ve, elbette, bir Ansiklopedici olarak da göze çarpmaktadır. Bir filozof olarak, Platon ve Aristo felsefesini İslam felsefesi ile bağdaştırmaya çalışan bir Yeniplatoncu(Neoplatonist) olarak sınıflandırılabilir ve onun orijinal katkılarını kapsayan birkaç diğer konudaki çok sayıda kitabına ek olarak Aristo’nun fiziği, meteorolojisi, mantığı, vb. üzerine bazı zengin açıklamalar yazmıştır. İslam felsefe geleneğinde, ‘ilk öğretmen’ olarak bilinen Aristoteles’ten sonra ‘İkinci Öğretmen’ (el-muallimü’s- sani) olarak anılır. Farabi’nin önemli katkılarından biri de mantık çalışmasını iki kategoriye, yani, Tahayyül (fikir) ve Subut (ispat), bölerek kolaylaştırması idi.
  • 35. » Sosyolojide, ünlü olan Erdemli Şehir (Ara Ehli’l-Medineti’l-Fazıla) dışında birkaç kitap yazdı. Psikoloji ve metafizik üzerine kitapları büyük ölçüde kendi çalışmalarını yansıtmaktadır. Aynı zamanda müzik üzerine de Müzik Kitabı(Kitab’ül-Musika) başlıklı bir kitap yazmıştır. Müzik sanatı ve bilimi üzerine büyük bir uzman idi ve müzik notaları bilgisine katkıları yanında, birkaç müzik enstrümanı da icat etti. Enstrümanını insanları istediği anda ağlatıp güldürebilecek kadar iyi çaldığı anlatılmaktadır. Fizikte, boşluğun varlığını göstermiştir. Kitaplarının çoğunun kaybolmasına rağmen, 43 mantık üzerine, 11 metafizik üzerine, 7 ahlak üzerine, 7 siyaset bilimi üzerine, 17 müzik, tıp ve sosyoloji üzerine ve de 11′i tefsir olmak üzere 117 eseri bilinmektedir. Daha ünlü kitaplarından bazıları, çeşitli ilim merkezlerinde birkaç yüzyıl boyunca bir felsefe ders kitabı olarak kalmış olan ve Doğu’da bazı kurumlarda halen öğretilmekte olan Fusus al-Hikam kitabını içermektedir. Kitab al-Isa al-Ulum kitabı, bilimin sınıflandırılmasını ve esas ilkelerini yeknesak ve faydalı bir tarzda incelemektedir. Ara Ehli’l-Medineti’l-Fazıla ‘Model Şehir’ kitabı sosyoloji ve siyaset bilimine ilk önemli katkıdır. » Farabi birkaç yüzyıl boyunca bilim ve ilim üzerinde büyük bir etki bırakmıştır.Farabi, sonradan bir Neoplatonik yazarın eseri olduğu ortaya çıkmasına rağmen, Aristoteles’e mal edilen Teolojisi kitabını,Aristoteles’in yazdığını sanmıştır. Buna rağmen felsefede yüzyıllar boyunca ikinci öğretmen olarak kabul edilmiştir ve felsefe ve tasavvufun sentezini amaçladığı eseri, İbn Sina’nın çalışmasının yolunu açmıştır. » Akılcılıkla İslamı Bağdaştırmaya Çalışan İlk Türk Düşünürü: F A R A B İ » Farabi (Faraplı) diye anılan Ebu Nasr Muhammet (870-950), eski Grek felsefesini yorumlayan ve geliştiren bir filozof olarak tanınmaktadır. O İslam dinine felsefi bir nitellik kazandırmak, İslamiyetle Platon(Eflatun) ve Aristoteles felsefelerini bağdaştırmak istemişti. Bu nedenle İslam felsefesinin kurucusu sayılmış,aynı zamanda kendisine Aristoteles’ten sonra gelen ikinci öğretmen anlamında “hace-i sani” unvanı verilmiştir. Bunun dışında onun siyaset sosyolojisi ile ilgili olarak yazdığı Erdemli Şehir adlı eseri de ününü artırmıştır.
  • 36. » Farabi, bu kitabında faziletli bir devletin ve onun başkanının nasıl olması,ne gibi nitelikler taşıması gerektiği üzerinde durmuştu. Nihayet onun bir bilim sınıflaması yapması ve bu arada müziği bir bilim dalı olarak ele alıp değerlendirmesi de belirtilmeye değer.(Ş. Turan, Türk Kültür Tarihi, s: 164)Farabi (872-950),İslam uygarlığında siyaset felsefesinin kurucusudur. Siyaset felsefesi ile ilgili temel düşüncelerini “Fusul al-Madani”, “ Medine-i Fadıla”(Erdemli Şehir) ve “ Kitab es-Siyaset” başlıklı eserlerinde ortaya koymuştu. Erdemli Şehir adlı yapıtında Eflatun’un ‘Cumhuriyet’inden yararlandığı anlaşılıyor. Doğu felsefesi ile eski Yunan felsefesini birleştirmeye, uzlaştırmaya çalıştı. » Siyasal alanda eski Yunan felsefesi,Arap düşüncesine 9. yy’da El-Kindi ile girmişti. Eflatun’un ve Aristo’nun eserlerinin Arapça çevirilerinden yararlanan El-Kindi, devlet yönetimi ile ilgili bir düzine risale yazmıştı. Bununla birlikte İslam uygarlığında siyaset felsefesinin kurucusu olarak Farabi bilinir. Farabi, devlet felsefesi ile ilgili temel düşüncelerini “Fusul al-Madani”, “Medine-i Fadıla” ve “ Kitab es-Siyaset” başlıklı eserlerinde ortaya koymuştur. Bue eserlerde,devleti Aristo gibi uzuvcu bir yaklaşımla ele almış ve nasıl insan vücudu belli organlardan oluşuyorsa,çeşitli düzeydeki toplumların da belli organlardan oluşan bir yapıya sahip olduklarını iler sürmüştür. Farabi bu konuda,Eflatun’un “Cumhuriyet”inden esinlendiği anlaşılan, beş tabakalı bir Erdemli Şehir (”Medine-i Fadıla”) tablosu çizmiştir. Bu siyasal birimin başında bir “filozof-hükümdar” bulunacak,eğer böyle biri yoksa devleti ya bir grup ya da kanun ve gelenekleri iyi bilen biri yönetecektir. Toplumun tabakaları birbirlerine sevgi ile bağlı olacaklar ve toplumun yönetimine “adalet” ilkesi egemen kılınacaktır. Farabi, devlet hayatı ile ilgili ilkeleri sayarken, ilk olarak “adalet”i belirtmekte ve “ adalet toplum mensuplarının paylaştıkları bütün iyi şeylerin başında gelir” demektedir. Burada “Prenslerin aynası” geleneğini oluşturan, doğu felsefesi ile eski Yunan siyasal düşüncesini birleştiren temel bir ilke ile karşı karşıyayız. » Farabi’nin düşüncesi,kendisinin ölümünden yüzyıllarca sonra bile etkisini sürdürmüş,Osmanlı uleması tarafından da okunan ve sık sık anılan eserlerden biri olmuştur. Bu etkileme zincirinin en önemli halkalarını, Sasani devlet ilkelerini de Emevi döneminden itibaren özümleyen Arap devletleriyle, Selçuklu devleti teşkil etmiştir. 17. yy’da Katip Çelebi, Keşf-ül-Fünun’(Fenlerin Keşfi)u yazarken Osmanlı medreseleri “ilm-i siyaset” alanında kitaplarla doluydu.
  • 37. » XVII.yüzyılda yaşamış Hezarfen Ahmet Çelebi, 1623-1640 yılları arasında saltanat süren Murat IV. zamanında uçma tasarısını gerçekleştirmiştir. Geniş bilgisinden dolayı halk arasında "binfenli" anlamına gelen "Hezarfen" lakabıyla anılmıştır. "İlk uçan adam" Hezarfen Ahmet Çelebi, çağından yüzyıllarca önce aynı düşünceyi gerçekleştirmeye çalışmış İmam Cevheri adlı bir başka Türk bilginini örnek alarak, bugünkü hava taşıtlarının ilkel şeklini gerçekleştirmiştir. Hezarfen Ahmet Çelebi ,Cevheri'nin başarısızlıkla sonuçlanan deneyi üzerinde uzun süre düşünmüş, özellikle hava akımları ve kuşların uçuşunu inceleyerek kendi çalışmalarını onun bıraktığı yerden alıp geliştirmiştir. Lodos bir havada Galata Kulesi'nden kuş kanatlarına benzer bir araç takıp kendini boşluğa bırakan ve uçarak Usküdar'da Doğancılar'a inen Hezarfen Ahmed Çelebi, Türk havacılık tarihinin en kayda değer simalarından birisidir. Bu uçuş hakkındaki belgeler maalesef şimdiye kadar sadece Evliya Çelebi'nin büyük Seyahatname'sindeki ifadesinden ibarettir. Tarihi uçuştan önce kanatlarının dayanıklılık derecesini saptamak üzere Okmeydanı'nda deneyler yapmış ve bir sabah kıyılarda biriken İstanbul halkının gözleri önünde, Galata kulesinden kendisini boşluğa bırakmış, rüzgardan faydalanarak yani uçarak Boğazı aşmış ve Üsküdar semtinde Doğancılar Meydanı'na inmiştir. Sarayburnu'nda Sinanpaşa köşkünde bu durumu seyreden ve deneyin başarıyla sonuçlandığını gören Murat IV., Ahmet Çelebi'yle önce yakından ilgilenip, hatta Evliya Çelebi'ye göre "bir kese de altınla" sevindirdikten sonra, "Bu adem pek havf edilecek bir ademdir, her ne murad ederse elinden gelür, böyle kimselerin bakaası caiz değil" diyerek, bu derece bilgili ve becerikli bir adamı Cezayir'e sürgün etmiştir. Hezarfen Ahmet Çelebi Cezayir'de ölmüştür...
  • 38. » Harezmi 770 yılında Özbekistan'ın Karizmi kendinde dünyaya gelmiştir. Tam olarak ismi Ebu Abdullah Muhammed bin Musa El-Harezmi'dir. Kendisini matematik tarihinin en büyük bilim adımı olarak tanımlayabiliriz. Çünkü cebirin ve algoritmanın kurucusudur. El Harezmi sadece matematikle değil aynı zamanda astronomi ve coğrafyayla da ilgilenmiştir. Batı dünyasında en çok etkide bulunan bilim adamı diyebiliriz. Çalışmalarına Abbasi halifesi Mem'un tarafından Bağdat Saray Kütüphanesine getirilmesiyle başlamıştır. Daha sonra burada yabancı eserlerin tercümesini yapmak amacıyla kurulan bir tercüme akademisi olan Beyt'ül Hikme'de göreve başlar. Harezminin bu kadar önemli bir bilim adamı olmasının sebebi sadece cebirin kurucusu olması degildir aynı zamanda geliştiriciside olmasıdır. Hayatındaki bir çok büyük eserini Bağdat Saray Kütüphanesinde yapmıştır. » Harezminin ilk eserlerinden biri aritmetik alanındadır. Ancak bu alanda bıraktığı yapıtın orjinali kayıptır. Bu kitabın bu güne kadar gelmesinin sebebi Bathlı Adelard'an tarafından Lâtinciye çevrilmesinden kaynaklanır. Bu kitabın ismi De Numero Indorum (Hint Rakamları Hakkında)'dur. Bu kitabında on rakamlı konumsal Hint rakamlama ve hesaplama sistemini anlatmıştır. Batıdaki matematikçiler Romalılardan bu yana kullanılan harf rakam ve hesap sistemi yerine Hint rakam ve hesap sistemini kullanmayı bu yapıttan öğrenmişlerdir. Bu yapıtı batı dünyasındaki matematikçileri çok etkilemiştir. Daha sonra bu hesaplama sistemine Harezminin isminden türetilen algoritma (algorism) denmiştir. On rakamdan oluşan rakamlama sistemi ise, Harezmi tarafından tanıtıldığı için Arap Rakamları veya kökeni Hindistan olduğu için Hint-Arap Rakamları denmiştir.
  • 39. » : Harezminin en büyük eseri cebirdir. Kendisi cebirin kurucusu ve geliştiricisidir. Bu konuda yazılan ilk ve yaygınlaştırılan kitap El Kitabü'l Muhtasar fi Hisabi'l Cebr ve'l Mukabele 'dir. Harezminin bu eseri kendisine İslam ve batı bilim dünyasında çok ün kazandırmıştır. Batı dünyası ilk kez bu kitap sayesinde cebiri kullanmış ve öğrenmiştir. Bu yapıtta ana konular birinci ve ikinci dereceden denklemlerin çözümleri, binom çarpımları, çeşitli cebir problemleri ve miras hesabıdır. Harezmi cebirle ilgili çalışmalarında ikinci dereceden denklemler konu üzerinde çok durmuştur. » Birinci dereceden denklemleri incelerken Yanlış Yolu İle Çözme Yöntemi'ni kullanmıştır. Bu yöntemi kullanırken şu anda ax2 + bx + c = 0 biçiminde gösterdiğimiz ve çözümünü x = - b + b2 - 4ac / 2a eşitliği ile bulduğumuz ikinci dereceden denklemlerin çözümünü negatif nicelikleri bilmediği için üç grupta toplamış ve her grup için Kareye Tamamlama İşlemi'ne dayanan ayrı bir çözüm yöntemi kullanmıştır. Bu üç ayrı yöntem aşağıdaki gibidir;
  • 40. » Feza Gürsey, (7 Nisan 1921 - 13 Nisan 1992) Türk fizikçi ve matematikçi. 7 Nisan 1921’de İstanbul’da doğdu. Babası askeri doktor Ahmet Reşit Gürsey, annesi ise Türkiye Cumhuriyeti'nin öncü bilim kadınlarından kimyager Remziye Hisar'dır. Anne-babasının çocuklarının eğitimi üzerine titizlikle eğilmesi ve küçük yaşta İstanbul aydın çevresinin içinde yer almak onun çok yönlü ve sanata düşkün kişiliğininin oluşmasını sağladı. Feza Gürsey Galatasaray Lisesi'ndeki eğitimini 1940 yılında tamamladı. 1944 yılında da İstanbul Fen Fakültesi Matematik–Fizik Dalı'ndan mezun oldu. İstanbul Üniversitesi’ndeki fizik asistanlığı sırasında M.E.B. tarafından yapılan sınavı kazanarak İngiltere’de Imperial College’de doktora yapma imkanını elde etti. Kuaterniyonların alan teorisine uygulanmaları konusunda yaptığı ve 1950'de tamamladığı çalışması, bilim dünyasında uyandırdığı yankıların yanısıra, onun için de yaşam boyu sürecek bir araştırma ilgisinin odak noktası oldu. Feza Gürsey 1950-51 yılları arasında Cambridge Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmalar yaptıktan sonra 1951'de İstanbul Üniversitesi'ne fizik asistanı olarak tayin edildi. 1952'de kendisiyle birlikte fizik asistanlığı yapmakta olan Suha Pamir ile evlendi. 1953'de İstanbul Üniversitesi’nden doçent ünvanını aldı. 1954-61 yılları arasında süre öğretim üyeliği boyunca Türk bilim tarihinin ilk ve son Teorik Fizik Kürsüsü'nün temelini oluşturan iki öğretim üyesinden biri olarak kürsünün geleceğini hazırlamıştı.
  • 41. » Bu arada 1957-61 yılları arasında Brookhaven Ulusal Laboratuvarı'nda, Princeton Üniversitesi'nde İleri Araştırma Enstitüsü'nde ve Columbia Üniversitesi'nde araştırmalar yapmış olan Feza Gürsey'in bu dönemi onun bilimsel açıdan en verimli dönemlerinden biri olmuş, bu sırada ona hayatının sonuna kadar hayranlık duyan ve onu destekleyen Nobel Fizik Ödülü sahibi Wolfgang Pauli ile, atom bombasının babası olarak bilinen J.R. Oppenheimer ile, yine Nobel Ödüllü fizikçiler olan E. Wigner, T.D. Lee ve C.N. Yang ile tanışmış, onlarla dostluklar kurmuştu. Feza Gürsey, 1961'de sağladığı uluslararası üne ve önünde açılan yurtdışı prestijli iş olanaklarına rağmen yurda döndü ve ODTÜ’nün sunduğu profesörlük ünvanını kabul ederek ODTÜ 'Teorik Fizik Bölümü'nün kurulmasında önemli bir rol üstlendi. 1960'lı yıllarda Kiral Bakışım Kuralı'nı ortaya koyarak uzay-zaman bakışımı çalışmalarının genişletilmesine ön ayak olan Gürsey, kuantum renk dinamiği kuramı çevçevesinde çalışmalara imza atmıştır. 1974 yılına kadar ODTÜ'de öğretim üyeliği görevine devam eden Feza Gürsey, sayısız öğrenci yetiştirdi ve etkin bir araştırma grubu kurdu. 1974'de Yale Üniversitesi'nde kürsü başkanlığına getirildi. Feza Gürsey, 1992 yılında A.B.D.'nin New Haven kentinde ölmüştür.
  • 42. » Eserleri » Ödülleri Itzhak Bars; 1969 Tübitak Bilim Ödülü » Alan Chodos; 1977 S. Glashow ile birlikte » Chia-Hsiung Tze; J.R. Oppenheimer Ödülü ; R. Griffiths ile Doğa » Feza Gürsey, Symmetries in Bilimlerinde A. Cressey particle physics, New York Morrison Ödülü 1984, ISBN 0306418010 1979 Einstein Madalyası 1981 College de France’da konuk profesör ve College de France Madalyası 1984 İtalya Cumhuriyeti'nce verilen Commendatore unvanı 1986 Roma'da Konuk Profesörlük ödülü