Beginners Guide to TikTok for Search - Rachel Pearson - We are Tilt __ Bright...
öDev
1. Dijital KAMERA
Dijital kamera; özelliği adında saklı olan bir fotoğraf makinesidir. Çekilen görüntü; kimyasal bir kayıt ortamına (fotoğraf
filmi) değil, dijital olarak ışığı ve renkleri algılayabilen bir sensöre gider ve burada aynı bilgisayarlarda olduğu gibi özel bir
hafızada sayısal olarak saklanır.
Film ve tab ücretini ayrıca bunlar için harcanan zamanı tarihe gömüyor.
Bilgisayarda kullanılması gereken fotoğrafları tarayıcı ile tarama zahmetinden kurtarıyor. Bu şekilde hem zamandan hem
de kaliteden ödün verilmemiş oluyor.
Çekilen fotoğrafları izleyerek beğenilmeyenleri hafızadan silme ve tekrar çekme olanağı tanıyor. Böylece hem hafızadan
tasarruf etmiş hem de belki de bir daha çekilmesi mümkün olmayan bir pozu kaçırmamış oluyorsunuz.
Fotoğraflar üzerinde, daha çekim yapılırken sınırlı sayıda da olsa efekt uygulama imkanı tanıyor.
Düşük çözünürlük kullanmak şartıyla, yüksek bir hafızayla hiç değiştirmeden birkaç bin fotoğraf çekilebiliyor.
Acil kullanılması gereken fotoğraflar olduğunda, filminizin daha bitmemiş olan bölümünü yakmanız gerekmiyor.
Normal fotoğraf makinelerindeki filmlerin hazırlanmasında kullanılan kimyasal maddelerin çevreye verdiği zararlar da
düşünülürse, dijital kameraların çevre dostu olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Bir dijital kameranın en önemli özelliğidir denilebilir. Çekilen fotoğrafların kalitesinin maksimum ne kadar olabileceğini
belirtir. MegaPixel birimiyle ifade edilir ancak asıl önemli olan kesin olarak size verilen (Bilmemkaç x Bilmemkaç)
çözünürlük değeridir. Bu çözünürlük değerlerini çarparak efektif MegaPixel değerini bulabilirsiniz. Yüksek olan iyidir ve
pahalıdır diyebiliriz. 2 ve üzeri MegaPixel değeri olan tüm makineler alınmaya değer makinelerdir. Kağıda baskı alınması
düşünülüyorsa kalitenin bozulmaması için mümkün olan en yüksek değerin alınması gerekir zira kağıt baskı teknolojisi
bunu gerektirir. Birbirine yakın MegaPixel değerleri arasında kalite açısından pek fark yoktur. Örneğin 3.2 MegaPixel lik
bir kamera da 3.4 Megapixellik bir kamera da maksimum 2048 x 1536 çözünürlükte fotoğraf çekebilir. (Efektif değeri =
2.048 x 1.536 = 3.145.728 pixel yani 3.14 MegaPixel)
Eğer çekilen fotoğrafların sadece bilgisayarda kullanılması düşünülüyorsa çözünürlük değerinin çok yüksek olmasının
gereksizliği ortaya çıkar, zira şu anda kullanılan bilgisayarların çoğunluğu 800x600 ekran çözünürlüğü kullanır, bundan
sonra en çok kullanılan ekran çözünürlüğü ise 1024x768 dir. Bunlardan daha büyük çözünürlükte çekilen fotoğraflar bir
ekrana sığmazlar ve resmin sürüklenmesi ya da bir program kullanılarak boyutlarının küçültülmesi gerekir. Böylece bazı
kişiler için 1 MegaPixel'lik çok ucuz makinelerin bile yeterli olabileceği ortaya çıkar. Yalnız dikkat etmeniz gereken nokta
şudur ki; düşük bir özellik bir başka özelliğin de düşük olacağı anlamına gelir. Yani 1 MegaPixel'lik ucuz bir kamera
çözünürlük açısından yeterli olabilir ancak diğer özelliklerini hiç beğenmeyebilirsiniz
Genelde göz ardı edilen optik özellikler aslında en çok dikkat edilmesi gereken şeylerden biridir. Malum aldığınız makine
elektronik bir makine ancak bunu fotoğraf çekmek için alıyorsunuz, yani görüntüyü ne kadar iyi algılayabildiği ve size ne
kadar çok imkan tanıdığı çok önemli.
Zoom : Dijital kameraların üzerinde BilmemkaçX şeklinde toplam zoom miktarı yazar. Bu sizi yanıltmamalıdır! Önemli
olan tek değer "Optik Zoom" değeridir. Bu; görüntüyü hiç bozmadan gerçek zoom yapılması anlamına gelir. "Dijital
Zoom" ise görüntüyü bozarak büyütmek anlamına gelir ve sadece zorunlu durumlarda kullanılmalıdır. Dijital kameraların
üzerine bunların her ikisinin çarpımı yazılır. Örneğin 3x Optik, 2x Dijital Zoom'u olan bir makinede 6x Zoom yazar.
Makinenin teknik özelliklerini inceleyerek asıl olan optik değerini öğrenebilirsiniz. Peki zoom zorunlu mudur? Hayır
değildir. Hatıra fotoğrafı çekmek için kullandığınız normal makinelerin neredeyse hiçbirinde zoom olmadığını
düşünürseniz bunun zorunlu olmadığını anlarsınız. Ayrıca zoom mekanizması için makine içerisine birçok
makanik/elektronik malzeme konduğu için kameranın fiyatı da oldukça artmaktadır. Yine de bazen "keşke zoom da
olsaydı" diyebileceğinizi bildiğimden dolayı, paranıza göre hareket etmenizi öneriyorum.
Fokus : Bazen gözünüzle yakın ya da uzaktaki cisimlere odaklanırsınız. O an hangisine bakıyorsanız diğeri bulanık
görünür. İşte fotoğraf makinelerindeki "Fokus" da bunun yapılması anlamına gelir. Yani fotoğrafı çekilecek olan cisme
odaklanılır ve diğer cisimler nispeten bulanık çıkar. Dijital kameralarda kullanım kolaylığını artırabilmek için "Otomatik
Fokus" özelliği vardır ve siz objektifi nereye çevirirseniz oradaki cisme kendisi otomatik odaklanır. Peki bu iyi bir şey
midir? Genel kullanımda evet çok iyi bir şeydir, çünkü siz elinizle uğraşmadan makine kendisi yaklaşık 1 saniye içinde
odaklanır ve size sadece düğmeye basmak kalır. Ancak (her zaman bir ancak vardır değil mi :) bu özellik kontrolü sizin
elinizden aldığı için bazen hiç istemediğiniz sonuçlarla karşılaşırsınız. Örneğin bir yol üzerindeki bir arabayı çekerken
objektifin ortasına denk gelen arka plandaki bina daha net çıkar, otomobil bulanık çıkar. Ya da siz özellikle karmaşık bir
ortamda sadece belirli bir cismi net olarak çekmek istersiniz ancak kamera bu konumda size bu fırsatı tanımaz. İşte
gördüğünüz gibi normalde çok faydalı olan bir özellik bazen sizi çıldırtabilecek derecede rahatsızlık verebiliyor. "Manuel
Fokus" yapmanıza olanak tanıyan makinelerde ise odaklamayı kendiniz gerçekleştirirsiniz. Profesyonel kullanım için bu
özellik bir zorunluluktur denilebilir.
Makro Modu : Bazı belgesellerde ufak bitki ve hayvanların çok yakın plandan çekildiklerine şahit olursunuz. Görüntünün
yakınlığı ve güzelliğinden ötürü bazı çiçeklerin kokusunu bile hissedersiniz. Ancak bu çekimlerin yapılabilmesi için özel
donanımlar kullanıldığını hiç bilmezsiniz :) Evet fotoğraf makinelerinde de bu durum söz konusudur. Çok yakından çekim
yapılabilmesi için "Makro Modu" adı verilen özellik bulunmak zorundadır. Aksi durumda 0.5 - 1 metreden daha yakından,
net çekim yapmanız çok zordur. Makro modunu kullanarak yaklaşık 2 - 5 cm uzaklıktan mükemmel resimler çekmeniz
mümkündür. Ucuz makinelerde bu özellik yoktur ya da var olmasına rağmen efektif olarak çalışmaz.
Değiştirilebilir Lensler : Profesyonel fotoğraf makinelerinin hepsinde değiştirilebilir lens olanağı mevcuttur. Bu şekilde
değişik açılı lensler, değişik filtreler kullanarak makinenizin kullanım alanını artırabilirsiniz. Ancak dijital kameralar bu
konuda biraz zayıf kalıyorlar. Evet bu özellik bazılarında mevcut ancak birçoğunda yok. Ayrıca değiştirilebilir lens fiyatları
da çok yüksek. Bu yüzden satın alırken bir karar vermeniz gerekecek.
2. Poz Süresi - Enstantane : Bunu açıklamak zor değil. Bilirsiniz fotoğraf çekilirken eğer hızlı hareketler yaparsanız
hareket eden şeyler fotoğraf basıldığında bulanık çıkarlar. Bunun sebebi poz süresinin yani çekim yapıldığı anda
makinenin görüntüyü kaydetme süresinin yüksek olmasıdır. Böylece siz harekete devam ettiğiniz süredeki tüm
görüntüler kaydedilir ve bulanıklık ortaya çıkar. Poz süresi düşüğe ayarlanabilen makinelerde ise kayıt süresi az
olduğundan dolayı siz çok hızlı hareket etseniz dahi kısa bir sürede kaydedilen görüntü net çıkacaktır. Örneğin futbol
gibi hareketin yoğun olduğu spor müsabakalarındaki sanki zamanı dondurmuşsunuz gibi çekilen o muhteşem fotoğraflar
çok düşük poz süreleri ile çekilmektedir. Dijital kameralar bu konuda oldukça iyi durumdalar çünkü normal makinelerde
kolay kolay bulamadığınız bu özellik neredeyse tüm dijital kameralarda vardır. Dikkat etmeniz gereken nokta ise şu; poz
süresi ne kadar düşük olursa fotoğraf da o kadar karanlık olacaktır. Bunun sebebi; görüntünün net oluşabilmesi için
belirli bir süre ışığın kameraya girmesi gerekliliğidir. Süre azaldıkça ışık miktarı ve dolayısıyla fotoğrafın aydınlığı azalır.
Bu yüzden bu tip hareketli resimlerin ışığı yeterli ortamlarda çekilmesi gerekir. Poz süresinin uzun tutulması gereken
yerler de vardır. Bazı sanatsal fotoğrafların çekiminde poz süresinin uzun tutulması çok güzel görüntü efektlerinin
oluşmasını sağlar. Örneğin bir şelalenin akışı bu şekilde çekilirse göze hoş gözükmeyen keskin ayrıntılar kaybolur ve
oluşan yumuşak görüntüyle bir göz ziyafeti çekersiniz. Dijital kameralar 1/1000 sn, 1/2000 sn gibi oldukça düşük poz
sürelerini desteklerler. Bazıları 8 sn, 16 sn gibi uzun poz sürelerini de desteklerler. En geniş aralıkta olanı seçmekte
fayda vardır.
Vizör : Dijital kameraların en güzel özelliklerinden biri çektiğiniz görüntüyü arkasında bulunan LCD ekrandan
görebilmenizdir. Ayrıca bu ekran yardımıyla makinenin tüm ince ayarlarını; bir bilgisayar programı kullanıyormuş gibi
menüler yardımıyla yapabilirsiniz. Görüntüyü normal fotoğraf makinelerindeki gibi gözünüzle görmenizi sağlayan bir de
vizör mevcuttur. Bu vizörler ise 2 çeşittir; Normal Vizör ve Aynalı (TTL - Direkt Lens Bağlantılı) Vizör. Normal vizörde;
gözünüzle baktığınız basit mercek direkt karşı tarafta çekeceğiniz yeri gösterir ve bulunduğu konumdan dolayı objektifin
baktığı noktayı %100 olarak doğru göstermez. Lens bağlantılı vizörlerde ise baktığınız mercek, kamera içerisindeki özel
bir ayna donanımıyla direkt olarak objektifin baktığı noktayı gösterir. Bu en sağlıklısıdır ve sadece iyi kameralarda
bulunur. Fotoğraf çekerken elinizden geldiğince LCD ekranı kullanmanızı tavsiye ederim ancak hem pil harcamamak için
hem de çok aydınlık ortamlarda LCD ekranın görünmemesi yüzünden vizöre ihtiyaç duyabilirsiniz.
Pil
Bir dijital kameranın en kötü özelliklerinden biri çok yüksek miktarda enerji tüketmesidir. Üzerinde bulunan elektronik
parçalar yüzünden normal bir fotoğraf makinesinden çok daha fazla pile ihtiyaç duyar. Pilleri 2 saat civarı dayanabilen
kameralar çok iyi kabul edilirler.
Bu konuda kullanılabilecek pil çeşitleri şunlardır :
Alkalin : Şarj edilemezler ve hiç dayanıklı değillerdir.
NiCD (Nikel Kadmiyum) : Şarj edilebilirler ancak çok verimli değillerdir.
NiMH (Nikel Metal Hidrit) : Şarj edilebilirler ve verimlidirler.
Li-ion : Şarj edilebilirler, çok uzun süre dayanırlar ve çok verimlidirler. Ayrıca çok da pahalıdırlar tabi :)
Dijital kamera alırken pil durumunu seçme şansınız pek olmaz. İhtiyacınıza en uygun kamerayı belirledikten sonra
içinden çıkan Alkalin piller ile birkaç poz çektiğinizi görerek çok hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. AA ya da AAA tipi kalem
pil kullanan makineler için en iyi seçim NiMH tipi pillerdir. Ancak bunların özel şarj cihazları olduğunu unutmayın. Çoğu
makine yanında şarj cihazı olmadan gelir ve sizin hem yeni piller hem de şarj cihazı almanız zorunludur. Bu piller pek
ucuz değillerdir ancak dijital bir kamera için başka seçenekler çok mantıklı olmaz. Hatta 4 pille çalışan bir makine için en
az 8 tane NiMH pil almanızı öneririm zira bir takımını şarj ederken diğerini kullanabilirsiniz. Yoksa birkaç saat beklemek
zorunda kalırsınız.
Bu konudaki en iyi seçenek ise kendinden pilli (çoğu Li-ion tipi pil kullanırlar) dijital kameralardır. Bunlar çok yüksek
verim gösterirler ve kameranın yanında şarj adaptörü de geldiği için ekstra masraf yapmanıza gerek kalmaz. Kullanım
süreleri uzun, şarj süreleri kısadır. Eğer cebinizi yakmayacaksa bu tip bir kamera almanızı şiddetle önerebilirim.
Dikkat etmeniz gereken bir diğer husus da dijital kamera ile beraber bir AC adaptörün gelip gelmediğidir. Bu adaptörü
kullanarak hiç pil olmadan da çekim yapabilirsiniz. Bir priz olması zorunluluğu ve kabloların hareketinizi kısıtlaması
sorununa rağmen bu özellik bazen çok kurtarıcıdır.
Depolama
Dijital kameralarda çekilen fotoğraflar film üzerine değil hafıza üzerine kaydedilirler ve bu hafızaların kolay
bulunabilmesi, ucuz olmaları ve diğer cihazlarla uyumlu olmaları aranan özelliklerdir. Bilmeniz gereken şey dijital
kamerayla beraber gelen hafızaların size zamanla yetmeyeceğidir. Neredeyse hepsi 8MB birkaçı da 16MB hafızayla
gelir. 8MB hafızayla 640x480 çözünürlükte 100 ün biraz üzerinde fotoğraf çekebilirsiniz ancak görüntü kalitesi düşük
olur. 1280x960 çözünürlükte ise 10-14 civarı fotoğraf çekebilirsiniz ki bundan çok daha yüksek çözünürlükler mevcuttur.
Çözünürlük yani fotoğraf kalitesi arttıkça çekebileceğiniz fotoğraf sayısı hızla düşer. Bu yüzden büyük ihtimalle ek bir
hafıza satın almanız gerekecektir. Bu hafızayı bilgisayara boşalttıktan sonra elbette ki tekrar kullanabilirsiniz ancak çok
fotoğraf çekmeniz gereken durumlarda, özellikle de bilgisayardan uzaktaysanız yüksek bir hafızaya ihtiyacınız olacaktır.
Birkaç dijital kamera kendi içinde bütünleşik (çıkartılamaz) hafızayla beraber gelir ve bu sadece maliyeti düşürmek
amacıyla yapılır. Hafızanızı çıkartıp başka bir yere götüremezsiniz ve bu kameraya başka bir hafıza taktığınız zaman
bütünleşik hafıza iptal olur.
Şimdi kullanılabilecek hafıza tiplerini inceleyelim:
3. Compact Flash : En çok kullanılan hafıza tipidir. Sadece dijital kameralarda değil cep bilgisayarı, mp3 çalar gibi diğer
cihazlarda da yaygın olarak kullanılırlar. Type I ve Type II olmak üzere iki tipi vardır. Aradaki fark sadece Type II
olanların daha ufak olmalarıdır. Fiyatları da oldukça uygundur.
Memory Stick : SONY tarafından diğer hafıza türlerine rakip olarak yaratılan bu kartlar özellikle boyutlarının küçüklüğü
ile dikkati çekerler. SONY marka ürünlerde kullanılması zorunlu olan bu hafıza türü diğer markalarda pek
kullanılmamakla beraber gittikçe yaygınlaşmaktadır. Fiyatları nispeten pahalıdır.
Smart Media : Compact Flash kartlardan daha küçük olan bu kartlar kendi içlerinde elektronik donanım
içermediklerinden dolayı bu yükü kameraya yüklerler. Bu yüzden nadir de olsa bazı uyumsuzluk sorunları yaratabilir.
Oldukça yaygın kullanılırlar.
SD / Multimedia Card : 1997 yılında duyurulan bu kart, boyutları en ufak hafızalardan biridir (posta pulu kadar). İlk
olarak video kameralarda yaygın olarak kullanılmışlardır. Dijital kameralarda ise kullanımları son zamanlarda çok hızlı bir
gelişme göstermiştir.
Disk : Bazı dijital kameralar kendinden sabit diske sahip olarak gelir. Böylece binlerce resim hafıza sorunu yaşamadan
bu ortama kaydedilebilir. Ancak bu; hem boyut olarak hem de ağırlık olarak büyük dezavantaj sağlar. Ayrıca sabit diskin
bozulma ihtimali de daha yüksektir. IBM'in üretmiş olduğu MicroDrive teknolojisi ise Type II tipindeki bir Compact Flash
kart boyutundaki bir sabit diski ifade eder. Çok fazla kullanılmasa da gittikçe yaygınlaşmaktadır.
CD-R : Özel olarak dijital kameralar için üretilmiş ufak boyutlu kaydedilebilir CD ler vardır. Boyut olarak dezavantajlı
olmasına rağmen kapasite olarak oldukça yüksek olabilmektedirler. Yeni gelişen hafıza kartlarının kapasiteleri bunların
yaygın kullanımını engellemektedir. Sonuçta diske kayıt edilmesi demek bir sürü hareketli parça demektir. Bir sürü
hareketli parça demek bir sürü sorun demektir.
DVD-R : Sadece 1-2 kamerada bu teknoloji kullanılıyor ve şu sıralar bulunması neredeyse imkansız. Anladığınız gibi
fotoğraflar direkt DVD'ler üzerine kaydediliyor böylece inanılmaz bir kapasiteye sahip oluyorsunuz. Fiyatını bilemiyorum
ancak yorum yapmak pek de zor olmasa gerek :) Yaygınlaşma ihtimali oldukça düşük çünkü insanlar çektikleri 50-100
fotoğrafı hemen bilgisayara yükleme ve hafızayı boşaltma ihtiyacı duyarlar. Bunun gibi sistemler ise on binlerce fotoğrafı
depolayabilir. Pek gerekli değil.
Dijital kameralar bildiğiniz gibi fotoğrafları çekiyor ve hafızalarında depoluyorlar ancak bu fotoğrafların bir şekilde
bilgisayara aktarılması gerekiyor. Bunun için de birçok teknoloji mevcut ancak bunlardan sadece bazıları gerçekten
kullanışlı.
Seri Bağlantı (RS232) : Bilgisayardaki en yavaş porttur. PS/2 tipi mouse ve klavyeler çıkmadan önce bunlar RS232
portuna takılırlardı (halen daha birçok kişide mevcuttur). Zamanında başka bir teknoloji bulunmadığı için çok kullanılan
bu bağlantı türü artık en kötülerinden biri olarak kabul edilir. Bilgisayar açık iken bu porta herhangi bir cihazın takılıp
çıkarılması çok tehlikelidir. Bu ve benzeri özelliklerinden ötürü seri bağlantıya sahip dijital kameralardan mümkün
olduğunca uzak durmanızı öneririm.
USB : En güvenilir ve hızlı bağlantılardan biridir. Son çıkan dijital kameraların hemen hemen hepsi bu bağlantıyı kullanır.
Bilgisayarınız açık iken dahi hiç çekinmeden takıp çıkartılabilen kablosu yardımıyla çektiğiniz resimler hızla
bilgisayarınıza aktarılır.
IEEE 1394 (Firewire, i-Link) : Çok hızlı bir bağlantı türüdür ancak yaygın kullanıma sahip değildir. Mac bilgisayarlarda
ve bazı LapTop larda standart olarak vardır ancak PC'ler için özel bir kart alınması gerekmektedir. Birçok dijital kamera
ve dijital video kamera bu bağlantıyı destekler.
Infrared (Kızılötesi) : Cep telefonlarıyla hayatımıza yaygın olarak giren bu bağlantı türünün tek faydası kablosuz
iletişimi mümkün kılmasıdır. Yavaştır ve iletişim kuran cihazların arasında duran diğer cisimler bağlantının kalitesini
bozarlar.
Kart (Hafıza) Okuyucular : Bildiğiniz gibi dijital kameralar çektikleri fotoğrafları özel hafıza kartları üzerinde
depoluyorlar. Yukarıda bahsettiğimiz bağlantı türleri de bu karttaki bilgileri kameranın içerisinden bilgisayara aktarmak
için kullanılıyorlar. Oysa bu kartı kameradan çıkartarak ayrıca bilgisayara bağlamak ve içindeki fotoğrafları aktarmak da
mümkündür. İşte bunu gerçekleştirmemizi sağlayan cihazlar da kart okuyuculardır. Hafiza kartı, bilgisayara yine bir kablo
ile bağlı olan bu okuyuculara konur ve fotoğraflar aktarılır. Çok zorunlu olmadığı için sadece 1-2 kamera bu cihazla
beraber verilir.
Tasarım
Boyut : Makinenin mümkün olduğunca küçük olmasında fayda vardır. Ancak aşırı küçük dijital kameraların bazı
özelliklerinden taviz verilerek ufaltıldıklarını unutmamak gerekir. Zaten kullanım açısından en ergonomik ürünü seçmek
en mantıklısıdır. Yani avucunuzda kaybolan bir fotoğraf makinesinden çok elinize tam oturan bir fotoğraf makinesini
tercih edeceğinizden eminim.
Sağlamlık : Çoğu dijital kamera oldukça sağlam tasarlanır. Bilmeniz gereken ise elektronik cihazların darbelere ve çevre
şartlarına karşı pek dayanıklı olmadıklarıdır. Kameranızı şiddetli çarpmalardan, sudan, nemden, güneşten, aşırı sıcak ve
soğuktan korumak zorundasınız. Merceğine de mutlaka koruyucu bir kapak takmak zorundasınız (bazı kameralar
kapaksız satılırlar).
Ağırlık : Aslında boyutlarından ziyade makinenin ağırlığı daha önemlidir. Sonuçta elinizde ve bazen de boynunuzda
taşıyacağınız bu cihazın mümkün olduğunca hafif olması gerekir. Bir diğer çok önemli ama hep gözden kaçan bir özellik
de ağırlık merkezinin elle tutulan yere çok yakın olması gerektiğidir. Çoğu zaman fotoğraf makinesi tek el ile tutulur ya
da asıl ağırlığı tek el üzerine (çoğunlukla sağ) biner. Bu yüzden ağrılık merkezinin bu tarafa yakın olması gerekir.
Değilse hem dengesizlik oluşur hem de eliniz hemen yorulur.
4. Ergonomi : Boyutların elinize uygun olması gerektiğinden zaten bahsetmiştik. Diğer önemli noktalar; kameranın elinizin
şekline uygun olması, vizörden bakarken burnunuzun kameraya fazla değmemesi ve cihazın kontrollerine
parmaklarınızın rahatlıkla ulaşabilmesidir.
Diğer
Flaş : Kendinden flaş ile gelmeyen bir dijital kameraya yaklaşmazsanız iyi olur zira zaten karanlık ortamlar bir fotoğrafçı
için en büyük baş belasıdır bir de flaş olmazsa vay halinize. Zaten neredeyse tüm dijital kameralarda flaş bulunur
sadece özellikleri farklıdır. Gözlerin kırmızı çıkmasını önleme özelliği olan (Anti Red Eye) güçlü bir flaş yeterlidir.
Kameralarla beraber gelen flaşlar büyük ortamlar ve profesyonel çalışmalar için yeterli değildirler. Bunun için dijital
kameranızda harici flaş yuvası bulunmasını tercih edebilirsiniz ancak birçok makinede bu özellik yoktur bilginiz olsun.
Video : Dijital fotoğraf makinelerinin en ilginç özelliklerinden biri de video çekebilmeleridir. Hafızanızın yettiği miktarda 5
sn ile 1-2 dakika arasında video görüntü kaydedebilirsiniz. Tabi ki birçok makinede bu özellik yoktur ancak var olanlarda
şaşırtıcı sonuçlar elde edebilirsiniz. Normal video kameralardan aldığınız kaliteyi yakalayamasanız da bazen fotoğraf
çekerken içinizden geçen "keşke bunu hareketli çekebilseydim" düşüncesini artık rahatlıkla gerçeğe dönüştürebilirsiniz.
Ses : Bazı kameralar çektiğiniz fotoğraflara ses eklenmesi olanağı tanırlar. Örneğin bir resmi çeker ve ardından birkaç
saniye şu resmi şurada şununla çektim diye sesli notlar bırakabilirsiniz. Bazı kameraların video çekmelerine rağmen ses
kaydetmeyebileceklerini sakın unutmayın!
Panorama Modu : Makineyi tripod kullanarak olduğu yerde çevirir ve bir manzaranın birbirini takip eden fotoğraflarını
çekersiniz. Daha sonra bunları bilgisayarınızda birleştirerek mükemmel fotoğraflar elde edersiniz. Ancak makinenizde
panorama modu yoksa bunu yapmanız çok zordur. Çünkü bir önceki resim ile aynı renk-ışık değerlerinin hiç
değişmeden bir sonraki için de kullanılması gerekir ve panorama modu bunu kendisi yapar. Bazılarında bir önceki resim
de ekranda gözükür ve size bir sonrakini çekerken yardımcı olur.
Hızlı Çekim (Burst Mode): Daha önce bahsettiğimiz gibi dijital kamera teknolojisi bazı elektronik kısıtlamalarından ötürü
motorlu makineler gibi art arda çekim yapamazlar. Sadece bazılarında birkaç tane birden fotoğraf çekilmesi imkanı
tanınır. Burst (Continuous) Mode denen bu özelliği kullanan makineler saniyede 3-5 civarı fotoğrafı birbirini takip eden
şekilde çekerler ancak devam edemezler. Hızlı gelişen olayları görüntü kaybetmeden çekmek için önemli bir özelliktir
ancak pek kolay bulamayabilirsiniz.
Zamanlayıcı/Uzaktan Kumanda : Neredeyse tüm dijital kameralarda zamanlayıcı özelliği vardır. Kendi kendinizi
çekmeniz gerektiğinde bunu ayarlar ve kamera karşısına geçersiniz. Ancak uzaktan kumanda çok az bulunur. Bazıları
kabloludur bazıları ise televizyon uzaktan kumandası gibi kablosuz çalışır. Hem kendinizi hem de yanına
yaklaşamadığınız bazı şeyleri çekmeniz için kullanılabilir. Örneğin doğadaki vahşi bir hayvan gibi.
Efektler : Birçok kamerada oldukça basit efektler vardır. Siyah Beyaz, Negatif, Eskitme gibi zaten bilgisayarda
programlar ile kolayca yapabileceğiniz efektlerin bazıları fotoğrafı çektiğiniz anda uygulanır. Bunların hem sayısı azdır
hem de dediğimiz gibi bilgisayarda da kolayca uygulayabileceğiniz için çok önemli değillerdir.
Yazılımlar ve Uyumluluk : Pahalı dijital fotoğraf makineleri yanlarında oldukça güçlü fotoğraf işleme, arşivleme
yazılımlarıyla beraber gelirler. Yani verdiğiniz paranın bir kısmı da bu yazılımlara gitmektedir. İşin ilginç tarafı internetten
ya da dergilerin yanlarında verdiği CD'lerden elde edebileceğiniz bazı shareware/freeware yazılımlar bunlardan daha
kuvvetlidirler. Bu yüzden sizin için bir seçim kriteri olmasa da, kullanım hakları tamamen size ait olan bir yazılıma sahip
olmak da kötü bir şey değil.
Uyumluluk ise daha çok işletim sistemleriyle alakalı bir konu. Yeni işletim sistemleri nispeten daha eski dijital kamera
sürücüleriyle uyumsuz çalışabiliyor. Örneğin Windows XP çıktıktan sonra birçok donanım, hazır sürücüleri olmadığı için
bu işletim sistemi ile kullanılamaz hale geldiler. Eğer yeni bir işletim sistemi kullanıyorsanız satın alırken bu konuya
dikkat etmenizde fayda var. Yeni sürücülerin ürünle beraber verildiğinden ya da kolayca bulabileceğinizden emin
olmalısınız.
TARAYICI
Bir tarayıcı fotoğraf gazete kupürü gibi resim veya grafikleri sayısallaştırabilmenizi sağlar. Eldeki resim ışığa duyarlı
yarıiletken elemanlar (LDR’ler) tarafından taranır. Bu elemanlardan alınan işaretler RAM’a yazılacak byte dizileri haline
getirilir. Dizi buradan ekrana aktarılır veya bir dosyaya saklanır.
Bir tarayıcıyı kurmak
Bir tarayıcıyı kullanmak için tarayıcı tarafından okunan bilgiyi PC’ye aktaracak özel bir arabirim kartına ihtiyaç vardır.
Bu da genellikle 8 bitlik bir kart olduğundan bir kısa genişleme yuvası tarayıcı kurmak için yeterli olacaktır. Farklı
tarayıcı üreticileri tamamen farklı veri aktarma yöntemleri kullanmaktadırlar. Bu nedenle tarayıcıyı başka bir üreticinin
ara birim kartıyla çalıştırmak mümkün değildir. Bu durumda tarayıcının bağlacının (connector) arabirimine uymadığını
da gözle görürsünüz.
Bir çok tarayıcı ara birim kartı DMA (Direct Memoıy Access / Doğrudan Bellek Erişimi) sistemini kullanır Bunun anlamı
kartın tarayıcının gönderdiği bilgiyi ayrılan bir bellek alanına yerleştirmesidir. Çalışan yazılım daha sonra veriye bu
alandan erişir. Bir çok arabirim kartı bir atlama (jumper) ayarlaması ile DMA kanalının seçilmesine izin verse bile
genellikle varsayılan (default) ayarın değiştirilmesine gerek kalmaz.
5. Bir çok kart üreticisi tarafından doğru şekilde ayarlanmıştır. Eğer sisteminiz tarayıcınızı kurduktan sonra DMA
çakıştırılmasıyla karşı karşıya kalırsa tarayıcı kartınızdaki ayarlarda bir başka DMA kanalını seçmelisiniz. Ne yazık ki bu
işlem tarayıcıya bağlı olarak değişir. Bu nedenle varsayılan konfigürasyonu değiştirmeniz gerekirse tarayıcıyla verilen
dokümanı okuyunuz. Eğer kartı hangi konfigürasyonda çalıştırmanız gerektiğinden emin değilseniz çekinmeden değişik
ayarları deneyiniz. Ancak bir değişiklik yapmadan önce mevcut ayarları bir kenara yazmayı unutmayınız.
Genellikle ikinci bir anlatma ayarı da tarayıcı kartının bağlantı noktası (port) adresinin seçilmesini sağlar. Yine,
varsayılan ayarlar genellikle doğrudur. Sadece eğer sisteminizde bir ağ kartı veya bir modem kartı gibi çakışma
yaratabilecek genişleme kartları varsa bu kartlardan birinin bağlantı noktası ayarını değiştirmeniz gerekebilir.
Genellikle eski tarayıcı sistemlerini kullanmak için hazırdaki bir donanım kesmesi (IRQ) gerekir. Bu durumda 8-bitlik
bağdaştırıcı kartlarıyla problemler yaşayabilirsiniz. Buradaki Problem ek bağlantı noktalan yerleştirirken karşılaşılanın
aynısıdır. 8-bitlik bir yuvada sadece 8 IRQ kullanılabilir ve bunlar genellikle halen kullanılıyordur. Çakışma genellikle ya
olması gerektiği gibi IRQ7’yi veya diğer durumlarda IRQ5’i kullanan yazıcı arabirimiyle olur. Öyle ise tarayıcımızı yazıcı
arabiriminin kullanmadığı bir kesmeye ayarlamalısınız. Eğer elinizde hangi kesmelerin kullanıldığını gösteren bir test
programı yoksa önce IRQ5’i denemenizi öneririz.
Ayrıca tarayıcımız belki ikinci seri bağlantı noktasının (COM2) kullandığı IRQ3 kesmesini paylaşarak da çalışabilir.
Bir kartın bağlantı noktası adresini, DMA kanalını veya bir IRQ değiştirdiyseniz yeni ayarlan aktifleştirebilmek için
kullanmakta olduğunuz yazılımın tamamını yeniden yüklemek veya yeniden düzenlemek zorunda kalabilirsiniz.
Özellikle ağ kartlarındaki değişiklikler karmaşıktır. Bu durumda bütün ağı yeniden kurmanız gerekebilir. Bunun için ağ
kartında bir değişikliği ancak diğer kartların ayarlarıyla oynayarak, ki burada söz konusu tarayıcı kartıdır, problemi
çözemiyorsanız yapın.
Kaliteli bir tarayıcı seçmeden önce DPI ve gri seviyesi terimlerini anlamanız gerekir. Bu terimleri aşağıdaki örnekle
açıklayanız.
Diyelim ki 10*10 inch (24.5 * 24.5 cm) boyutlarında bir resmi 800 DPI (Dost Per Inch / Inch Başına Düşen Nokta)
çözünürlükte ve 256 gri seviyesi ile taramak istiyorsunuz. Bunu yapmak için 64 MB boş belleğe ihtiyacınız olacaktır.
256 gri seviyeli bir görüntü piksel (dot) başına bir bayt gerektirir. Böylece yukarıda bahsedilen resim toplam 64 milyon
(8000 * 8000) pikselle taranacaktır.
Eğer bu resmin bu çözünürlükte bir baskısını istiyorsanız yazıcınızın 256 gri seviyeyi gösterebilmesi için her piksel
başına 16 * 16’lık bir matrisi basabilmelidir. Bu gereklidir çünkü yazıcılar gri seviyeleri ancak değişen sıklıkta noktalar
basarak oluşturabilirler. 300 DPI çözünürlüğü olan bir lazer yazıcı dahi kullanılsa ortaya çıkan baskının eni ve boyu
8000 * 16 /300 veya yaklaşık 430 inch (10 metre) olurdu.
Sonuçta çıktınız 100 metrekare bir alanı kaplardı ve 1970 sayfa tutardı. Dakikada 4 sayfa baskı hızında bütün resmin
basılması sekiz saatten fazla sürerdi.
Yukarıdaki örnekle anlatmaya çalıştığımız gibi iyi bir tarayıcı ille de müthiş çözünürlüklerle veya gri seviyelerle
karakterize edilmez. Bir tarayıcı bu yeteneklere sahip olsa bile PC sisteminden beklentileri PC’nin boyunu aşar. Bu
yetenekler ancak posta pulu büyüklüğünde resimler sayısallaştırıp sonra büyütecekseniz yararlı olabilir. Birçok
durumda 300 DPI çözünürlükte ve 16 gri seviyeli bir tarayıcı yeterli olmaktadır. Bu çözünürlükte mümkün olan
sonuçlan düşünürseniz hiç gri seviyesi olmayan (siyah beyaz) bir tarayıcıya da karar verebilirsiniz.
İyi bir tarayıcının göstergelerinden biri de tarayıcıyla birlikte gelen yazılımdır. Genellikle bu bir tarayıcının en moral
bozucu özelliğidir. Sıklıkla yazılım uzatılmış (extended) bellek kullanamaz, veya taranan resmin belli kısımlarını sabit
diskinizde saklayamaz.
Bu programlarla kullanılan alışılmış belleğin sınırlı olması nedeniyle oldukça küçük resim formatları taranabilir. Bunun
için tarayıcıyla birlikte gelen yazılımın üreticinin reklamlarında söylediği performansı gösterip göstermediğini her
zaman belirlemelisiniz.
Bazı el tarayıcılarının yararlı bir aksesuarı da dokümanları düzgün bir doğru takip ederek taramanızı sağlayan kılavuz
cetvelidir. Bu basit alet görüntü kalitesini önemli ölçüde arttırmaktadır.
Yakın bir zamana dek çok fazla kullanılmayan tarayıcılar, özellikle multimedia, yayıncılık ve tasarım gibi uygulamaların
gelişmesine paralel olarak hızla yayıldı Klavye, fare vb. veri giriş aygıtlarıyla, metinleri, harfleri ve rakamları
bilgisayara aktarmak mümkündür ama, görüntüler söz konusu olduğunda klasik veri giriş yöntemleri işe yaramaz.
Giderek görüntülerin de standart veri türleri arasına girmesi ve PC’lerde grafik ortama geçilmesi, tarayıcıları
yaygınlaştırdı. Tarayıcıların daha önceden, bugünkü kadar popüler olamayışlarının bir sebebi de, taranmış görüntülerin
bellekte çok fazla yer tutmasıydı. Bir kitap dolusu metin, sabit diskinizde (kitabın boyutlarına göre) 100 ya da 300
KB’lık yer kaplarken, taranmış bir görüntü 5-10-20, bazen 50 MB (resmine göre!) yer tutabiliyor.
Tarayıcıların çalışma ilkeleri basittir. Taranacak nesne (kağıt), üst tarafından alta doğru satır satır ışığa duyarlı
elektronik elemanlar tarafından taranarak sayısallaştırır. Tarayıcının daha iyi yapılabilmesi için nesne, bir ışık kaynağı
ile aydınlatılır. Taranması istenen görüntü, üzerinden ışık kaynağı geçtikten sonra bir mercek aracılığıyla, fotoelektrik
hücrelerden oluşmuş bir görüntü algılayıcı (image sensor) üzerine düşürülür. (Yani, ışık değerleri ölçülür, ölçüm
değerine göre bir voltaj değeri üretilir.) Değişen voltajlarda elektrik impals üreten bu algılayıcı, daha ışıklı ve daha açık
6. tonlardaki desenleri yüksek voltajla, koyu desenleri ise düşük voltajla gösterir. Analog voltaj sinyali, bir tür modem
gibi işleyen analog-sayısal dönüştürücü yongası ile sayısallaştırılarak PC’nin belleğine aktarılır. Sinyaller, görüntü
dosyası formatında disk ortamına kaydedilir. Daha sonra bu dosya üzerinde görüntü programları ile işlem
yapabilirsiniz...
Tıpkı monitörler ve lazer yazıcılar gibi, tarayıcılarda da görüntüler çok küçücük noktalardan oluşur. Yani aynı şekilde,
birim alana düşen nokta sayısı ne kadar yüksekse, elde edilen görüntü o kadar kaliteli olacaktır.
Günümüzde profesyonel yayıncılıkta kullanılacak bir tarayıcının çözünürlüğü en az 2400 dpi olmalıdır. Multimedia gibi
uygulamalarda ise, taranan resimler basılmayacağı, sadece ekranda görüneceği için daha düşük çözünürlükle
yetinilebilir.
Tarayıcılar, sadece çözünürlüklerine göre değil, algılayabildikleri renk sayısına göre de farklılık gösterirler. Renkli
görüntüler bilgisayarda çok daha fazla yer tuttuğu için, genellikle ve sıkıştırma programları da kullanılır.
Profesyonel olmayan uygulamalarda, daha küçük boyutlarda olan el tarayıcıları kullanılabilir. Sayfa üzerinde
gezdirilerek kullanıldıkları için el tarayıcılarının küçük bir üstünlükleri vardır: Bir kitaptan bir görüntüyü taramak
istediğinizde, sayfayı yırtmak yada kesmek zorunda kalmazsınız... Ayrıca ucuz ve pratiktirler. Masa üstü tarayıcıları
ise, tıpkı fotokopi makinesi gibi kullanmak zorundasınız.
OCR (Optical Character Recognition) Optik Karakter tanıma
Tarayıcıların getirdiği yeni bir olanak, görüntüler gibi yazıların da kağıttan bilgisayara aktarılmalarını sağlamalarıdır.
Ancak, tarayıcı ile PC’ye aktarılan bir grafik dosyasına yazılan metinler, bilgisayar tarafından resim olarak görülür. Bir
fotoğraftan farkı olmayan grafik dosyasının içindeki yazılar, 0CR (Optical Character Recognition; Optik karakter
tanıma) adı verilen programlar vasıtasıyla çözümlenip metin dosyalarına çevrilir.
Böylece kağıt ortamındaki bir yazı, insan eliyle herhangi bir müdahaleye ve klavyeden tekrar veri girişine gerek
kalmadan bilgisayara aktarılabilir. OCR programıyla ASCII metinlere dönüştürülen yazı üzerinde istenen şekilde
işlemde yapılabilir. Üstelik, yazıların görüntü dosyası olarak değil de metin dosyası olarak saklanması çok daha az yer
gerektirir.
Bilgisayarın kalıcı bellek kapasiteleri geliştikçe kağıt ortamındaki arşivler, tarayıcılar vasıtasıyla elektronik ortamlara
aktarılıp saklanabilecek. Böylece istenen belgelere çok daha hızlı ulaşmak mümkün olabilecek, belgelerin zamanla
bozulmasından dolayı oluşacak kayıplar kalkacak, bilgilerin işlenmesi kolaylaşacak, gerekli fiziksel saklama alanı
azalacak...
Bunların hepsi iyi güzel de, bütün çabalara rağmen OCR yazılımlarının yüzde yüz hatasız çalışması mümkün değil hala!
OCR yazılımları genellikle karmaşık teknikler algoritmalar kullanır. Eski OCR teknolojisi, üst çizimde görülen matris
yöntemine dayanırdı. Bu yöntem, taranan harfi bir matris içine yerleştirerek matrisin hangi hücrelerinin siyah
olduğuna bakmaktan ibaretti. Elde edilen matris, harf kütüphanesindeki bir harf ile eşleştirilmeye çalışılıyordu. Fakat
bu yöntemde farklı karakter tipleri (fontlar) büyük bir problem teşkil ediyordu; değişik fontlarla yazılmış yanı P harfi,
matrisin değişik hücrelerinin siyah olmasına yol açıyor, bu da hatalara sebep oluyordu. Ortadaki çizim ise, “omnifont”
adı verilen daha yeni bir teknolojiyi gösteriyor. Bütün fontları algılayabilen bu yöntem, harfleri bileşenlerine ayırıyor,
bu bileşenleri içeren karakterleri yakalamaya çalışıyor. Örneğin P harfinin, dikey bir çizgi, bir daire ve bir yatay
çizgiden oluştuğu varsayılarak bu karakteristikler taranan metinde yakalandığında P harfine çevriliyor.
Daha yeni bir teknoloji ise, “maksimum entropi” ilkesine göre işliyor: Taranmış metinde varolan lekelere yenilerini
ekleyerek eski anlamsız lekelerden kurtulabiliyorsunuz!
Karakter tanıma, tek bir font söz konusu olduğunda çok daha kolay bir işlem. Oysa günümüz teknolojisi, bilgisayarın el
yazısı dahil, pek çok değişik fontu da algılayabilmesini sağlamaya çalışıyor: PC’nizin, her bir fontun harflerini
belleğinde tutup, “bu acaba Helveticanın a’sı mı, yoksa Times’in b’si mi?” diye tarama yapması hiç de kolay değil...
Genelde, bizler, hangi fontla basılırsa basılsın, ne kadar güç okunur bir el yazısıyla yazılmış olursa olsun, harfleri
tanırız ve karıştırmayız. Neden, çünkü tek bir harfin “a” mı yoksa “o” mu olduğunu anlayamasak da, cümlenin gelişi,
dilimizin kelime haznesi yardımımıza koşar. “Bilgisayar” diye bir sözcük olmadığı için, a harfini 1 diye görsek bile sorun
çıkmaz...
Bu durumdan hareketle, tek tek harflerden ziyade bütünden anlam çıkarmaya çalışan yöntemler geliştirildi. El
yazısında da başarı sağlamaya çalışan bir yöntem harfleri topolojik özellikleri çözümleyerek belirliyor ve bu
öğrendiklerine göre işlem yapıyor...
Karakter tanıma yazılımları, hata ortamını sıfıra indirmek için karmaşıklaştıkça daha fazla güç daha fazla hız
gerektiriyorlar. Bu nedenle, yeni kuşak
PC’lerin, OCR uygulamalarında daha başarılı olacağı kesin.
Barkod TARAYICI
7. Barkod tarayıcılarının temel işlevi barkoddaki verilerin bir bilgisayar sistemine aktarılmasıdır. Sembolün
çubuk ve boşluklardan oluşan kısımları önce bir elektronik sinyaline dönüştürülmeli, sonra da verinin bir
bilgisayar sisteminde değerlendirilebileceği bir şekilde ASCII karakterleri haline getirilmelidir.
Barkod okuma sistemleri üç ana elemandan oluşur;
- Barkod görüntüsü ile optik etkileşimi sağlayan tarayıcıda giriş mödülü,
- Çubuk ve boşluklardan oluşan simgeleri ASCII verilerine çevirecek şekilde yorumlayan kod çözümleyici,
- Kod çözümü ardından bilgileri ana bir bilgisayar sistemine ileten haberleşme birimleri.
Barkodun okunması için, hareketli demet bir tarayıcı barkod sembolüne ışık gönderir ve ışığı ileri geri
titreştirerek her geçişte çubuklardan ve boşluktan yansıyan ışığı ölçer.
Koyu renkli çubuklar boşluklara göre daha fazla ışık emdiğinden, sembolden yansıyan ışık çeşitli seviyelerden
oluşmaktadır. Yansıyan ışığın analiz edilmesiyle, okuma cihazı çubukların ve boşlukların durumunu kodun
türünü ve kodlanmış veriyi belirleyebilir.
Farklı özelliklere dayanarak tarayıcılar aşağıdaki ana kriterler doğrultusunda sınıflandırılabilirler;
- Işık kaynağı ( LED, helyum-neon gazından veya laser diyodundan üretilen laser )
- Kullanım şekli ( El tipi yada sabitlenebilir tipler )
- Barkod sembolü sunuşu ( temaslı veya temassız )
- Kod çözümleme yeteneğinin entegrasyonu ( tarayıcılar yada tümleşik tarayıcılara )
Işık kaynağı, tarayıcının özel bir dalga boyundaki ışığı üretip, barkodun üzerine ileten bölümüdür. Çubukların
ve boşlukların farklı yansıma özelliklerinden dolayı tarayıcı çeşitli seviyelerde yansımış ışığı yakalar. Bu
farklılıklar, ışık algılayıcısı tarafından değerlendirilip barkodun elektronik olarak analog veya sayısal simgesini
oluştururlar.
Işık kaynağı kategorileri kendi aralarında da alt gruplara ayrılırlar. LED’li ışık kaynakları gözle görülür beyaz
ışık veya görülmeyen kızıl ötesi ışık olabilir. LED’li ışık kaynakları bir çok temaslı şeritte olduğu gibi tek tek,
yada LED dizini tüm barkodu tarayabilecek şekilde CCD okuyucularıyla birlikte barkod üzerinde hareket
ettirilmesini gerektirmeyen dizinler halinde kullanılabilir.
Laser ışığın dağılma özelliğinin olmamasından dolayı, laserli barkod okuyucularının kod çözümleme alanının
derinliği daha fazladır. Kızıl ötesi laser ışının bir çok siyah-beyaz barkod ortamına uygun olmasının yanısıra
gözle görülür laser ışınının renkle ilgili kısıtlamaları oldukça azdır, gözle görülebilir.
Laser diyod teknolojisindeki yeni gelişmeler bir çok hedefte helyum-neon teknolojisine rakip olabilecek
performans seviyesine ulaşmıştır.
Tüm laserli tarama cihazlarının kullanımı Amerikan hükümetinin talebi doğrultusunda Gıda ve İlaç
Kurumu’nun bir grubu olan Cihazlar ve Radyolojik Sağlık Merkezi tarafından düzenlenmiştir. Bu kurum laser
cihazlarının işletim sırasındaki güç çıkışına göre sınıflandırmaktadır. Temel laserli barkod tarayıcıları küçük
seviyelerde enerji kullandığından, taranan mallara yada insan gözüne yönelik gerçek anlamda bir risk
oluşturmaktadır.
8. Bunların ışığında tarayıcıların önemli bir özelliği de çözünürlüktür. Çözünürlüğün seçimi, ( barkodun taraması
gereken en dar çubuğunun genişliği olan ) X boyutuna dayalı olmalıdır.
Çözünürlük, X boyutuna göre çok küçük olduğunda lekeler ve boşluklar sinyali bozabilmektedir. Eğer
çözünürlük çok geniş olursa, çubukların ve boşlukların genişlikleri bozularak, yine sinyale zarar verebilecek
şekilde olduğundan daha dar görülebilir. (Yukarıdaki şekil)
Barkod, tarayıcılarının kullanım biçimleri de uygulamara göre çeşitlilik getirmektedir. Monte edilebilir bir
tarayıcı sabit olduğundan, böyle bir durumda, barkod tarama alanına getirilmelidir. Montaj hattı uygulamaları
için bu ideal bir düzenlemedir. Sabitlenebilir tarayıcılar için ilginç bir uygulama da sinema salonlarının film
üzerindeki barkod tarafından kontrol edilmesidir. Film üzerindeki barkod; salonun ışık, perde ve benzeri
işlemlerini kontrol edebilmektedir.
Genelde sabitlenebilir tarayıcıların elde tutulması gerekmediğinden kullanıcının iki eli de diğer işlerini
yapabilecek şekilde serbesttir.
El tipi tarayıcılar rahatlıkla hareket ettirilerek barkoda doğrudan yöneltilebilirler. Bu da, şekilsiz kavrama
zorluğu olan nesneler için bir avantajdır. Bir elin serbest olmamasına rağmen tarayıcıyı hareket ettirebilme
yeteneği bir çok uygulama için büyük avantajdır. Eğer tarayıcı hafifse ve ergonomik olarak iyi bir tasarıma
sahipse, bu avantaj daha büyük bir doğruluk kazanır.
Barkod tarayıcıya sunulması açısından değerlendirilirse, temaslı tarayıcılar barkodu okuyabilmek için
doğrudan fiziksel temas gerektirirler.
Şerit veya ışıklı kalem olarak da adlandırılan bu cihazlar, temassız cihazlara göre daha ucuz olup daha kolay bir
şekilde değiştirilebilirler. Ancak, fiziksel temasın tekrarlanması bazı barkod etiketlerini yıpratabilmektedir;
bununla birlikte cihazda kirlenme, çizilme ve hatta kırılmaya neden olabilmektedir.
Böyle durumlarda zarar gören uç değiştirilebilir. Temaslı tarayıcıları kısıtlayan bir diğer faktör ise, düz bir
yüzey üzerinden uygun hızla geçmenin gerekliliğidir. Bu nedenle de, ilk okuma hızı yeterli olmadığında, tarama
girişiminin tekrarlanması gerekebilir. Kalemlere göre daha pahalı olmalarına rağmen, temassız tarayıcılar farklı
yoğunluklardaki barkodları ulaşılması güç, eğimli ve düzensiz yüzeylerden okuyabilmektedirler. Bu
tarayıcıların genelde etkin tarama alanı yaklaşık 60 cm olup, özel uzun menzilli versiyonlarda 1,5 m’ye kadar
çıkabilir. Verilerin toplanmasında tarama tek başına incelendiğinde, eksik bir işlemdir. Gerçek kod çözümleme,
formatlama ve tarama verilerinin alıcı sistemle uyumlu iletişimi, işlemi tamamlayan diğer fonksiyonlardır.
Kod çözümleyicinin ana işlevi, önceden de belirtildiği gibi, tarayıcı modülünün ürettiği elektrik sinyallerini
anlamlı bilgisayar verilerine dönüştürmektir. Kod çözümleme işlemi şu aşamalardan meydana gelir;
1. Sembolün çubuk ve boşluk genişliklerini belirlemek,
2. Hangi sembol tarandığını saptamak,
3. Sembol tipinin kurallarına bağlı kalarak çubuk ve boşluk genişliklerini bu tip için geçerli karakterlere
dönüştürmek ve gerekliyse hatalı karakterleri çıkarmak,
4. İncelenen simgeleri kodlanmış veriye dönüştürmek,
9. 5. Verileri bir sıra içerisinde derleyerek karakter kontrolü işlemlerini yapmak,
6. Güvenlikle ilgili kontrolları gerçekleştirmek,
7. Hata durumunda sembolü taranmış olarak dışlamak yada diğer durumda kabul etmek. Başarılı yada hatalı
kod çözümlerinde sesli yada görsel bir uyarı sinyali de uygulanabilir.
Tüm bu işlemler bir saniyeden az bir süre içerisinde verileri ana bilgisayarla haberleşebilecek hale
getirmektedir. Kod çözümlemenin ana unsuru tarayıcıdan gelen sinyali uygun bir teknikle sayısallaştırarak ilgili
sembol tipine uygun mesajlar haline dönüştürmektir. Bu amaçla kullanılan teknikler ve bu tekniklerin getirdiği
kısıtlamalar bundan sonraki paragraflarda incelenmiştir.
Tarayıcı, barkod’dan yansıyan ışığı toplayarak bunu analog bir sinyale dönüştürür. Tarama demetinin her bir
elemanının geçinceye kadar aldığı sürenin ölçümüyle oluşan sinyal, çubukların ve boşlukların genişliğiyle
doğrudan orantılıdır. Bunun ardından, sayısallaştırıcı devre bu sinyali taranan barkod’daki çubukların ve
boşlukların genişliklerini temsil eden sayısal sinyaldeki 0 ve 1 değerleri taranan sembolün çubuklarına ve
boşluklarına, darbe genişlikleri ise elemanların genişliklerine karşılık gelmektedir. Aşağıdaki şekil,
Sayısallaştırmanın doğruluğu, eşiğin doğru seçimine bağlıdır. Analog bir darbenin çubuk yada boşluk olduğunu
net olarak belirleyen bir kesme değeri bulunmalıdır. Eşik değeri ise, sinyalin hangi bölümlerinin çubuk yada
boşluk olarak saptanacağını belirler. Kullanılan eşik değerinin etkin olması için sinyalin yeterli Modülasyon
Derinliğine sahip olması gereklidir.
Çubukların ve boşlukların algılanması için kullanılan yöntemler de hatalara neden olabilir. Kontrastın
belirsizliği ve uygun ışıklandırma sorunlarından dolayı yansıyan ışığın mutlak seviyesi yerine yansıyan ışığın
yoğunluğundaki değişimler incelenmelidir. Hatta birçok barkod sisteminin kullandığı ayrıt algılama yada
yüksek uyumlu eşik belirleme teknikleri, doğrudan taranan barkodun ürettiği dalga formunun eğimini dikkate
almaktadır. İdeal sinyalin dikdörtgen darbeler kümesinden oluşması gerektiği halde gerçek sinyal, sarım
bozulmasından dolayı eğrili bir forma sahiptir.
Bu terim, sinyalin demet noktasının sonlu boyutuna göre ortalamasına ve elektronik devredeki gecikmelere
bağlıdır. Bu tip eğriler, eğimi değiştirerek gürültü olmaması halinde dahi, belirgin hatalara neden olurlar.
Aşağıdaki şekilde barkodların gerçek tarama sonucunun osiloskoptaki görüntüsü verilmiştir.
10. Üstteki görüntünün girişi düşük kaliteli, nokta vuruşlu bir yazıcıyla, alttakinin girişi ise yüksek kaliteli ve
yüksek yoğunluklu bir yazıcıyla elde edilmiştir. Bu durumda darbe büyüklüğü darbenin genişliğinin bir
belirtimidir. Bu görüntüler insan gözüyle algılanabilecek siyah ve beyaz çubukların dönüşümünden çok uzak bir
hassasiyettedir.
Görüntünün olmadığı bir durumda bozulmanın etkileri ise bilgisayar simülasyonunun kullanıldığı aşağıdaki
şekilde görülmektedir.
Buradaki eğriler sensörün dalga formu çıkışının bozulmuş halini, dikdörtgen dalgalar ise, bir barkod
taramasının ideal dalga formunu belli etmektedir. Çift çizgi olarak görünen işaretler ise uyumlu bir eşik
yöntemiyle elde edilen belirgin darbe konumlarına ve genişliğine işaret etmektedir.
Burada genele bağlı kalınarak yüksek seviyenin çubuğa ve düşük seviyenin boşluğa karşılık geldiği göz önüne
alınmıştır. Şekilde ikinci, dördüncü ve beşinci darbelerin gerçek genişlikleri aynı görünmekte fakat ikinci
darbenin dalga formu diğer ikisine göre fark taşımaktadır. Sarım bozulması nedeniyle ikinci darbe diğer
ikisinden daha geniş görülmektedir. Şekilde gösterilen örneğe ait rakamsal değerler, aşağıdaki tabloda genliğe
ait birim göz önüne alınmadan verilmiştir.
Dikkat edilirse; 0.2’lik bir giriş genişliği bir durumda 0.3’e diğer iki durumda da 0.3’e diğer iki durumda da
0.2’ye eşleştirilmiştir. Çok dar darbelerin yüksek bozulmalarından dolayı barkodlarda kullanılan minumum
modül genişliği bozulmayı telafi edecek minumum algılanabilir darbe genişliğini aşmamalıdır.
11. Bu durum, yeni ve daha karmaşık kod çözme tekniklerinin kullanımıyla düzeltilebilir. Örneğin; bir çubuğun
yada boşluğun genişliği sadece komşularıyla değil, diğer kod kelimelerinin genişlikleriyle de karşılaştırılabilir.
Bu tip kod çözümü, şimdi kullanılandan daha fazla bilgisayar gücü gerektirmekte fakat daha yüksek yoğunluklu
barkodları ele alabilmektedir.
Tüm bu anlatımlara ek olarak, birçok gürültü kaynağı da mevcuttur. Fakat gürültü kaynaklarının etkileri önemli
önemli boyutlarda ayrıtlarda yoğunlaşmadığından dolayı ayrıtlardaki hassasiyetin etkileri bulunmaktadır.
Sorunların çoğu ayrıtlarda ortaya çıktığından bizi ilgilendiren, sinyale dayalı bozulmalar ve gürültüdür. Buda,
gürültünün genelde sinyalden bağımsız olduğu, elektronik haberleşmesinde kullanılan birçok analitik tekniği
kullanışsız hale getirir. Örnek olarak aşağıdaki şekilde,
mesaj formun üst sırası ele alınırsa; buradaki beyaz kareler 0 (sıfır), siyah kareler ise 1 (bir) değerini
belirlemektedir. Elektronik haberleşmede 0 (sıfır) negatif gerilim darbesiyle, 1 pozitif gerilim darbesiyle
eşleşebilir. Gürültünün doğal yapısı yüzünden aynı kutuptaki darbeler boyunca ortadaki yada kenardaki darbeler
hatalı okunabilir. Yukarıdaki şekilde 2. ve 3. sıralardaki bozulmalar buna bir örnektir. Normalde
düşünüldüğünde, sadece aynı tipteki darbeler serisinin yalnızca kenarlarında bozulmalar beklenebilir. Bu tür
bozulmalar, semboller arası girişimin artmasından dolayı kısmen optik veya manyetik kaydetme gibi diğer
teknolojilerde daha yüksek oranlarda mevcuttur.
Barkod okumanın ana öğeleri göz önüne alındığında, tarama ve kod çözümünün ardından haberleşmede
önemli bir faktördür. Haberleşme modülü, verileri ana bir bilgisayar sistemine veya diğer mikroişlemci
kontrollü cihazlara iletir. Genelde RS-232 ve RS-422 gibi bilinen haberleşme standartları desteklenmektedir.
Desteklenen haberleşme protokollerinin çeşitliliği, sistem tasarımcılarının tarayıcı çıkışlarını diğer cihazların
girişine doğru eşleştirmeleri sağlanmaktadır.
Tarama ve algılama teknikleri ile ilgili genel terimlere bakılırsa ilk okuma oranı ( First Read Rate ), tarayıcı
performansı için önemli kriterlerden birisidir. İlk okuma oranı, tetiğin ilk çekilmesinden sonraki doğru
çözümlenen kodların yüzdesidir. Bu yüzde arttıkça tarayıcının perfonmansı da artar. Hareketli demet
tarayıcılarda saniyede 1’den fazla okuma olduğundan sabit demetli tarayıcılara göre daha yüksek ilk okuma
oranına sahiptir.
Tarayıcının çalışabildiği mesafe ise, Çalışma kapasitesi ( Work Range ) olarak adlandırılır. Çalışma kapasitesi
ne kadar uzun olursa tarayıcı barkoddan o kadar uzaklıkta hala barkodu başarıyla okuyabilir. Etkin çalışma
kapasitesi barkod yoğunluğuylada değişmektedir. Kod yoğunlaştıkça çalışma kapasitesi de kısalır. Aşağıdaki
şekilde çalışma uzaklığının sembölün yoğunluğuna göre değişimini göstermektedir.
12. Çalışma Kapasitesiyle ilgili olan diğer önemli bir kavram da Görüş Alanı ( FOV-Field of View ) dır.
FOV, tarama demeti yolunun okunacak barkod boyunca genişliği olarak tanımlanmıştır. Belli bir noktaya kadar
tarayıcının barkoddan uzaklaştırılmasıyla FOV geliştirilebilir. Kısmi bir barkod yoğunluğu için tarayıcının
çalışma kapasitesinin üst limitlerinde çalışmasıyla tarama demeti etkin yoğunluğunu kaybetmeden barkodun
genişliği boyunca yayılabilir. Tabii ki, bir noktadan sonra tarayıcı yeterli odağın korunamayacağı bir dış limite
ulaşır. Belirli bir kod yoğunluğu için görüş alanı okunabilecek maksimum barkod yoğunluğunu belirler.
Tarayıcı tasarımının belirgin bir özelliği de istenmeyen ışığın filitre edilebilmesi yeteneğidir. Işık kaynağının
şiddeti tarayıcıyı kâr edecek kadar az, yada yansıyan ışığın tarayıcıyı kamaştıracak kadar çok olmaması
gereklidir. Her iki durumda tarayıcının çubuklar ve boşlukları ayırdetmesini engelleyip barkod okuma
sisteminin tüm amacını yok edebilir.
Tarayıcının doğruluğunu ve tarayıcı içerisindeki SNR’yi ( Sinyal gürültü oranı ) etkileyen önemli bir kavram
da Optimal Nokta Boyutudur ( Optimal Spot Size ). Optimal nokta boyutu, barkod üzerinde gezen
yoğunlaştırılmış ışığın boyutudur. Optimal nokta, barkoddaki en dar elemanla aynı boyutta olmalıdır. Önceden
de açıklandığı gibi, geniş bir nokta aynı anda iki dar elemanı kaplayarak, tarayıcıyı elemanın başlangıç ve
bitişini ayırdetmekte etkisiz hale getirebilir.
Optimal nokta boyutuyla ilgili olarak değerlendirilmesi gereken bir konu da Belin Büyüklüğü ve Konumudur
( Waist Size and Location ). Buradaki bel alan derinliğinin merkezidir, yani en yüksek kaliteli taramanın yer
aldığı noktadır. Nasıl bir tenis raketinin ortasındaki küçük bir alanda vuruşun optimal güç ve kontrolu
sağlanabilirse, tarama bele yaklaştıkça tarama doğruluğu da artar.
Tarama belden uzaklaştıkça nokta gitgide büyür ve belli bir sembol yoğunluğu için yeterli tarama kalitesi
sağlanamaz.
Kod çözümüne ilişkin terminolojiler içerisinde yer alan Otomatik Ayırma ( Automatic Discrimination ), kod
çözümleyicinin değişik sembolleri otomatik olarak birbirinden ayırd edebilme yeteneğidir. Kod çözümleyiciler
otomatik ayırma stratejisyle kod çözümü yapabilen birçok farklı sembollere ilişkin algoritmalara sahiptir. Fakat
sistem içerisinde taranması arzulanmayan sembollerin bu algoritmadan çıkarılması önlenmektedir. Örneğin;
amaç kargo paketleri üzerindeki, sembollerin taranması ise, böyle bir satış ortamında EAN sembollerinin
taranması önem taşımamaktadır.
Görüldüğü gibi, barkod okuma işlemi tarama, kod çözümü, sayısallaştırma ve iletim aşamalarıyla son bulur.
Kullanılan teknolojilerin de gelişmesiyle birlikte barkodun olası uygulamaları veri toplama ve takip
çalışmalarının tüm ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Yüksek hızı ve verimliliği sayesinde barkod teknikleri işbilgi
akışı fonksiyonları içerisinde gittikçe artan bir öneme ulaşmaktadır.