3. 1
İÇİNDEKİLER KULE 36
REKTÖRÜMÜZÜN MESAJI
ÖĞRENCİ KONSEYİ BAŞKANI’NIN MESAJI
DOSYA - ZEKÂ
DOSYA - ZEKÂNIN DERİNLİKLERİ
DOSYA - ZEKÂNEDİR,NEDEĞİLDİR?
DOSYA - KIVRAKZEKÂNINFENDİ MANTIKSI
ZEKÂYIYENDİ!
DOSYA - ZEKİ TÜKETİCİLERİN KÖTÜ
TERCİHLERİ
DOSYA - DOĞRU KARARA GİDEN YOL
İŞ ZEKÂSINDAN GEÇER
DOSYA - ZEKİ OLMAK MI ZEKİCE
DAVRANABİLMEK Mİ?
DOSYA - TASARIMIN PENCERESİNDEN
DOSYA - ZEKÂ TURU
RÖPORTAJ - HOCALARIN HOCASI NERMİN
ABADAN UNAT KOÇ ÜNİVERSİTESİ’NDEYDİ
MEZUNLAR - KOÇ RUHUYLA
ŞEKİLLENEN YAŞAM
RÖPORTAJ - KOLT İLE EĞİTİME DESTEK
KAMPÜSTEN NOTLAR
2 28
3
30
4
33
6
34
16
3818
20 40
42
24
KOÇ ÜNİVERSİTESİ
ADINA SAHİBİ
Prof. Dr. Umran İnan
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Ayça Yürük
EDİTÖR
Leyla Demirbağ Atay
GÖRSEL YÖNETMEN
Levent Pakdamar
KATKIDA BULUNANLAR
Çağla Güneşler, Fatih Tok,
Neziha Mühürcü, Aykut Karadere,
Pınar Akoğul, Elif Yılmaz
YAYIN KURULU
Ahu Parlar, Arzum Kopşa, Bilgen
Bilgin, Ebru Tan, Emre Alkan,
Lemi Baruh, Metin Sezgin, Nazmi
Ağıl, Özden Gür Ali, Sanem
Yükselsoy Tekcan, Şevket Ruacan,
Veysel Onur Kaynar, Zeynep
Başak, Zeynep Derya Tarman
YAPIM
Demirbağ Yayın ve Tasarım
İBA Blokları 42/6 Barbaros Bulvarı,
Balmumcu / İstanbul
Tel: 0212 347 47 80
www.demirbag.com.tr
info@demirbag.net
OFSET HAZIRLIK VE BASKI
Gezegen Tanıtım
BaskıSorumlusu:SerapBaranoğlu
100. Yıl Mahallesi Matbaacılar
Sitesi 2. Cadde No: 202/A
Bağcılar İstanbul
Tel: 0212 325 71 25
KOÇ ÜNİVERSİTESİ
Rumelifeneri Yolu
34450 Sarıyer İstanbul
Tel: 0212 338 1000
www.ku.edu.tr
kule@ku.edu.tr
4. 2
REKTÖRÜN MESAJI
Kule’nin yaz sayısını, zekâ kavramının farklı disiplinlerin penceresinden
incelendiği kapsamlı bir dosya konusuna ayırdık. Bilim dünyasında
sınırları aşan zihinsel faaliyetlerin ortaya çıkardığı büyük gelişmeler,
teknolojinin hayatımıza yön veren ve yeni ufuklara yelken açmamız
adına bizi cesaretlendiren karakteri, tüm insanlığın faydalanabileceği
ve geleceği inşa ederken güç alacağı adımların her biri parlak
zekâların ürünüdür. Sadece bilimsel ve teknik alanda değil sosyal,
kültürel, sanatsal boyutlarıyla da dünyayı besleyen tüm atılımlar
hayata bambaşka bir pencereden bakabilen, eleştirel düşünceyi
benimsemiş, cesur zihinlerin çabalarıyla filizlenmektedir. Ancak tüm
bunlar zeki olmanın ötesinde zekâsını akıllıca kullanmayı başaran
tutkulu insanların yaratımlarıdır. Kısacası bilişsel bir yeti olmanın
ötesinde zekâmızın ve onu kullanabilme becerilerimizin, toplumsal
var oluşumuzun başlangıcı ve gelişimimize yön verecek adımların
atılması yolundaki ilk koşul olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla hem bireysel
gelişiminiz hem de aydınlık bir Türkiye için Koç Üniversitesi’nin parlak
gençleri olarak birikimlerinizi, kazanımlarınızı, mükemmele ulaşma
yolunda sizlere sunulmuş tüm koşulları en iyi şekilde değerlendirmek
için göstereceğiniz çabanın yani zekânızı ortaya koyma cesaretinizin
çok değerli olduğuna inanıyorum. Değerli öğretim üyelerimizin zekâ
kavramı hakkındaki tartışmaları, görüşleri ve katkılarıyla hazırlanan dosya
konumuzu, sizleri eleştirel düşünceye ve araştırmaya teşvik edecek
nitelikleriyle keyifle okuyacağınızı umuyorum.
Koç Üniversitesi olarak, zekâsını akıllıca kullanmanın önemini
kavramış, dahası onu ortaya koyma konusundaki cesaretini ve
kararlılığını göstererek yaşamının sorumluluğunu bilime ve eğitime
katkı yapma sorumluluğu olarak özümsemiş zengin bir akademik
kadroya sahibiz. Koç Üniversitesi’nin eğitim ve araştırma misyonunu
bir arada sürdürerek bilimsel mükemmeliyet merkezi olma
vizyonunun, tıkır tıkır işleyen bir saat gibi bizi her an yeni başarılara
taşıdığını memnuniyetle izliyoruz. Bu vesileyle her sayımızda
olduğu gibi bir kez daha, elde ettiğimiz akademik başarıları sizlere
aktarmaktan sevinç duyuyorum.
Son dönemde öğretim üyelerimiz Tevfik Metin Sezgin, Reşat Bayer,
Özgür Birer, Kazım Büyükboduk, Gülayşe İnce Dunn, Seda Ertaç,
Nurhan Özlü, Mehmet Sayar ve Seda Keskin Avcı kendi alanlarında
sergiledikleri üstün nitelikli çalışmalarıyla TÜBA GEBİP kapsamında
ödüle layık görüldüler.
Zeynep Aycan Society for Industrial and Organizational Psychology
(SIOP) üyeliğine, Ahmet İçduygu, Zeynep Aycan, Gün Şemin ve Ali
Çarkoğlu Bilim Akademisi’ne üye olarak seçilirken, Ali Çarkoğlu aynı
zamanda "2013 Wapor En İyi Makale" ödülünü aldı. Elvan Ceyhan
Global Young Academy ve “2013 TWAS The Academy of Science for
Developing World Young Affiliate – Central & South Asia Region”
üyeliğine seçilerek Koç Üniversitesi’nin uluslararası alandaki başarılı
temsilcilerinden biri oldu.
Fuat Balcı ve İlke Öztekin ise Bilim Akademisi "2013 Genç Bilim
İnsanları Programı" ödülüne layık görüldüler.
Şener Aktürk “Almanya’da, Rusya’da ve Türkiye’de Etnisite Rejimleri
ve Milliyet” isimli kitabıyla Joseph Rothschild Ödülü’nü kazanırken,
Sinan Ünver “Aritmetik Geometrinin Motifler Teorisi” konusunda
matematiğe yapmış olduğu katkılarından dolayı "Masatoshi Gündüz
İkeda Araştırma" ödülüne layık görüldü. Tuğba Bağcı Önder de "2013
UNESCO-L’OREAL Ulusal Genç Bilim Kadınlarına Destek" ödülünü
kazandı. Koç Üniversitesi’ni onurlandıran tüm öğretim üyelerimizi
kutluyorum.
Başarılarla dolu, hareketli ve yoğun bir tempoyla geçirdiğimiz
2012- 2013 eğitim öğretim dönemini noktalarken bu yılın Koç Üniversitesi
mezunlarını da sevgiyle kucaklıyor, başarılarının devamını diliyorum.
Prof. Dr. Umran İnan
Rektör
Merhaba...
5. 3
ÖĞRENCİ KONSEYİ
Kule’nin bu sayısında ele alınan “zekâ” kavramı, ilginç ve geniş bir tar-
tışma sahasına sahip olmakla beraber bilimsel olarak mutabık kalınan
noktalar da barındırıyor. Bu noktalardan biri kalıtımın zekâ üstündeki
etkisinin çok yüksek olmasına rağmen zekânın gelişimi için doğru
tespitin ve eğitimin de bir hayli önemli rol oynadığıdır. Doğuştan sa-
hip olunan bir avantaj olarak görülebilecek olan zekâ, uygun eğitimle
desteklenmediği takdirde potansiyel faydayı sağlayamamakta; hem
bireyin kendisi hem de toplum için bir kayıp söz konusu olmaktadır.
Zekâ gelişiminin en hızlı olduğu çağlar, üniversite hayatımızdan
önceki dönemlerimiz. Yaş ilerledikçe zekâdaki gelişimin de yavaşlama-
ya başladığı gerçeğini göz önünde tutarsak, üstün zekâlı çocukların
erken yaşlarda tespit edilmesi ve onlara özel dizayn edilmiş sistemlerle
eğitilmeleri gerekmektedir. Ne yazık ki, ülkemizde bu gerekliliği yerine
getirmeye çalışan kurum sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. İlköğ-
retim sonrası ise sayılar daha vahim. Benim de mezunu olduğum Türk
Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi, ülkemizde üstün zekâlılara özgü
eğitim yapan tek lise. Sayılardaki noksanlık bile konudaki yetersizliği-
mizi gözler önüne sermeye yetiyor.
Niceliğin ötesinde nitelik olarak da eğitim yapımızın zekânın kıymetini
ortaya çıkarmakta yetersiz olduğu; hatta zararlı olduğu savunulabilir.
Farklı zekâ alanlarının varlığını göz önüne alırsak, kişinin zekâsının
belirli bir disiplindeki başarı için daha uygunken başka bir disiplinde
aynı derecede avantaj sağlayamayabileceğini kabul etmek gerekir.
Hâlbuki mevcut yapıda gençler, farklı disiplinlerde kendilerini deneme
fırsatı verilmeksizin çok erken yaşlarda tercih yapmaya zorlanıyor ve
tekdüzeliğe kanalize ediliyorlar. Bunun sonucu olarak sanat, spor,
edebiyat gibi alanlarda sivrilebilecek gençler, ebeveyn baskısı ve eği-
tim sisteminin yetersizliğinden dolayı daha pasif oldukları alanlarda
yüksek rekabet içinde kayboluyorlar. Yaklaşık üç yıl önce Milli Eğitim
Bakanlığı, Türk Eğitim Vakfı ve üniversitemizin işbirliğiyle 1. Uluslararası
Üstün Yetenekliler Eğitimi Sempozyumu düzenlenmişti. Maalesef bunun
devamı henüz gelmedi. Umuyorum ki, önümüzdeki yıllarda bu ek-
sikliklerin giderilmesi için Koç Üniversitesi öncülüğünde yapılan yeni
çalışmalara tanıklık ederiz.
Koç Üniversitesi öğrencileri olarak kendi üniversitemizdeki eğitimin
artılarını çoğaltmaya çalıştığımız kadar ülkemizdeki eğitim sisteminin
eksilerini gidermeye de çabalamamız gerektiğine candan inanıyo-
rum. Toplumun genelini ilgilendiren bu tarz meselelerin muhakkak
üniversitelerde tartışılması gerekir. Bizim kampüsümüz, tartışmaların
zenginliğine ev sahipliği yapabilecek bir özgürlük ortamı barındırmak-
tadır. Öğrenciler olarak bu fırsatı değerlendirmeyi görev addetmeliyiz.
Kule’nin yaz sayıları camiamız için çok değerli bir dönemin habercisi
olma niteliğini taşıyor: Mezuniyet! Yuvadan ayrılan arkadaşlarımızın,
hayatlarının geri kalanında da başarıyı ve mutluluğu yakalayacakları-
na olan inancım, veda etmenin getirdiği üzüntüyü kısmen azaltıyor.
Önümüzdeki dönemin üniversitemizin bütün mensupları için güzellik-
ler getirmesini arzular, taze mezunlarımızın her birine hayalleriyle
planlarının kesiştiği bir gelecek temenni ederim.
Veysel Onur Kaynar
Öğrenci Konseyi Başkanı
Niceliğin ötesine geçmek
Doğuştanbiravantajolarakgörülebilecek
olanzekâ,uygunbireğitimledesteklenmediği
takdirdepotansiyelfaydayısağlayamamakta;
hembireyinkendisihemdetoplumiçinbir
kayıpsözkonusuolmaktadır.
9. 7
Bu sayımızda yeniden Kule’nin yedinci katında, bu kez zekâ kavramını tartışmak üzere bir
araya geldik. Konuklarımız Tıp Fakültesi’nden Dr. Sarper Taşkıran, Hukuk Fakültesi’nden
Yrd. Doç. Dr. Yiğit Sayın, Öğrenci Dekanlığı’ndan Dr. Bilgen Bilgin, Mühendislik Fakültesi’nden
Doç. Dr. Deniz Yüret, Kimya ve Biyoloji Mühendisliği Bölümü’nden Doç. Dr. Seda Keskin’di.
Gündelik dildeki kullanımından, tarihsel bakış açısındaki değerlendirmelerden zekânın ölçü-
lebilirliğindeki tartışmalara ve zekâ ile birlikte ele alınabilecek diğer kavramlara kadar pek çok
konunun tartışıldığı buluşma, tüm katılımcıların sorular üreterek katkıda bulunduğu zengin bir
ortam yarattı. Cevaplardan çok soruların önem kazandığı, üretilen sorularla herkesin aklında
yeni soruların şekillenmesine ışık tutacak sohbet toplantımızın çıkış noktası kavramın tarih-
selliği üzerineydi. İlk soruyu Kule ekibi olarak biz sorduk ve “Sizce, tarihsel olarak hangi tip
bilginin değerli kabul edildiği, zekâ kavramının yorum ve tanımını etkiler mi? Zekâ kavramı-
na ait kabullenişlerin toplumlara göre değişkenlik gösterebileceğini düşünüyor musunuz?
Modernite ile zekâ kavramının ele alınışı arasında dolaylı bir ilişki olabilir mi?” dedik; ardından
sessizce takibe koyulduk, çünkü artık tartışmayı yönlendiren birbirlerine sordukları sorularla
yeni konulara el atan öğretim üyelerimizdi. Konunun bir psikiyatrın açacağı yoldan ilerlemesi
konusunda herkes hemfikir olunca zekâ ile ilişkili ilk kavram tartışmaya açıldı: Uyum.
Zekânın
derinlikleri
Zekâdediğimizdehepimizinaklındabazıkalıplar,kabul
edilegelmişilkelervebirtakımölçütlercanlanır.Amazekâ
kavramınıaçıklamanınkelimeyisöyleyivermekkadar
kolayolmadığıdaortadadır.Bunedenlezamankısıtlı
olsada,kavramınderinliklerinedaldığımızvebolcasoru
ürettiğimizbirsohbetiçinKule’ninyedincikatındaydık.
10. 8
İnsanı şekillendiren koşullar
“İnsan var olduğu sürece ele alınmış bir
kavramdan bahsediyoruz. Zekâ bu anlamda
tarihsel olarak gelişiyor ve evrim gösteriyor”
diyen Sarper Taşkıran bunun sebebini top-
lumun insandan beklediği birtakım becerilerin
süreç içerisinde değişip farklılık göstermesine
bağlıyor. Bu konuda verdiği örnek ise şöyle:
“Eski çağlarda bir avın nerede olduğunu iyi
görebilen, motor koordinasyonu iyi olan
insanlar daha başarılı görülürken bugün pro-
jeleri daha iyi yapabilenler başarılı. Kavramın
toplumlara göre değişiklik gösterdiği de açık.
Aslında içerdiği anlam tamamen beklentiyi
karşılama ya da karşılayamama üzerine kurulu.
Bu açıdan zekânın önemli bir göstergesi uyum
sağlayabilme becerisidir. Elindeki verileri, kendi
içinde hızlı bir şekilde değerlendirerek ortama,
ortamda başarılı ve kalıcı olmaya uyarlamadır.
Geçmişte ya da başka topluluklarda motor be-
ceriler veya fiziksel güç öne çıkarken, bugünün
toplumunda bilişsel beceriler ve dikkat daha ön
planda. Kısacası zekâ ele alındığında temel bir
kavram olan uyumun tarihsel süreçte değişme-
diğini düşünüyorum.”
Bilgen Bilgin de insan yaşamının devamlılığı
açısından coğrafi koşullara uyum sağlama be-
cerilerinin zekâ ile ilişkisini ele alarak Kaliforniya
Üniversitesi’nden Jared Diamond’un 1997’de
yazdığı Tüfek,MikropveÇelik adlı kitabına deği-
niyor: “Kitap, bazı bölgelerde medeniyet sürekli
gelişirken neden bazı bölgelerde yüzyıllardır
bir gelişme kat edilmeksizin yaşandığını anlatı-
yor. Oradaki insanların daha az zeki olduğunu
kanıtlayan hiçbir bulgu yok; ama temel güdü
uyum sağlama olarak ortaya çıktığında şunu
görüyorsunuz: Savaş olmayan, konumunuzdan
dolayı kimsenin size ilişmediği bir coğrafyada
yeni bir düzen keşfetmek zorunda değilsi-
niz. Medeniyetin ilk geliştiği yerlerde, yani
yaşamayı becermenin daha zorlu koşullardan
geçtiği coğrafyalarda ilerleme daha hızlı
olmuş.”
Gündelikdildekikullanımından
tarihselbakışaçısındaki
değerlendirmelere,
ölçülebilirliğindeki
tartışmalardankendisiyle
birlikteelealınabilecekdiğer
kavramlarakadarzekâyıfarklı
boyutlarıylaelealdık.
Dr.SarperTaşkıran
Dr.BilgenBilgin
Doç.Dr.SedaKeskin
11. 9
Uyum kavramı ve zekâ ilişkisi açısından
başka bir yorum da Yiğit Sayın’dan geliyor.
Zekânın coğrafi dağılımıyla ilgili teorilere
değinerek şunları söylüyor: “Kuzey ve daha
soğuk bölge insanlarının evrim sırasında
adapte olmaları gereken iklim koşullarından
dolayı daha yüksek bir zekâya sahip oldukla-
rı, daha sıcak bölge insanlarının zekâsının ise
bu bölgelerdeki insanlardan farklı geliştiği
yönünde teoriler var. Bunların kesinliğini
bilmiyorum, ancak Doğu ve Batı toplumları
arasındaki zekâ seviyesinden ziyade, zekâ
anlayışının tartışılabileceğini düşünüyorum.
IQ testlerinin de bu açıdan değerlendirilmesi
gerekebilir. Batı toplumunun oluşturduğu bir
zekâ ölçme sistemini Doğu’ya uygulamak ne
derece sağlıklı?
Hep karşımıza çıkıyor; toplum içinde deza-
vantajlı birtakım grupların daha az başarı
sağlaması onların diğerlerinden daha az zeki
olmasıyla bağdaştırılır. Ancak kültürel ve sos-
yal şartlar önemli. Ben hem zekâ algılanışının
hem zekânın ortaya konuluşunun hem de an-
lamının kültürlerarası pek çok farkı olduğunu
düşünüyorum. Afrika’da ‘intelligence’ ya da
Latince ‘intellectus’ denilen kavram, altı yedi
ayrı kavramla beraber ortaya konuyor. Hatta
Zambiya ve Kenya’da zekâ, ‘sorumluluk’ an-
lamına da geliyor. Yani onlar için zeki olmak
ailenden, çevrenden, toplumdan sorumlu
olmak.”
Deniz Yüret ise konuyla ilişkili olarak ırklar
arasında zekâ karşılaştırması yapma iddiasıyla
çalışma gerçekleştiren bir grubun araştır-
masına değiniyor: “Afrikalı ve Amerikalı
çocukların zekâ düzeylerini ölçmek amacıyla,
kısa süreli hafızalarında kaç rakam tutabildik-
lerini incelemişler. Sonuçta beyaz çocukların
daha fazla rakamı hafızalarında tuttuğunu
tespit etmişler. Bunun üzerine makaleler
bile yazılmış. Ardından aynı karşılaştırmayı
Çinli çocuklarla yapmışlar. Onların kısa süreli
hafızasında daha da fazla rakam tuttuğu gö-
rülmüş. Ancak daha derinlemesine bir analize
girişince dil faktörü ortaya çıkmış. Değişik
dillerde rakam kelimelerinin uzunluğu ara-
sındaki farkın, çocukların hafızasında tuttuğu
rakam sayısını etkilediği anlaşılmış. Afrikalı
çocukların dilinde rakamın kelime karşılığı
uzun, İngilizcede orta, Çincede ise çok kısa
olduğu için bu farklılığın meydana geldiği
saptanmış.”
Zekâ testleri ne için?
Sarper Taşkıran Batı’da kullanılan ilk zekâ
testlerinin Fransız hükümetinin, okuldan
yararlanamayacak kadar durgun zekâdaki
çocukları ayırt etmek amacıyla geliştirildiğine
değinerek, zekâ testlerinin asıl olarak geriyi
ayırt etmek için ortaya çıktığını anlatıyor. Psi-
kiyatri için testlerin bir rehber olduğunu, ama
tanı koymak için kullanılmadığını vurguluyor:
“Psikiyatrlar bir çocuğun devletten yardım
alabilmesi için ona zekâ gerisi tanısı koyarken
Doç.Dr.DenizYüret
Yrd.Doç.Dr.YiğitSayın
12. 10
testleri sadece rehber olarak alır. Klinik göz-
lem bunun çok daha önemli bir parçasıdır.
Yani uyum, işlevsellik ve testlerin ölçtüğü bi-
lişsel kapasite ortalama bir bilgi verir: “Çocuk
mantıksal, lineer düşünebiliyor mu, sebep
sonuç ilişkisi kurabiliyor mu ve bunu hep aynı
şekilde tekrarlayabiliyor mu? Ölçtüğümüz
bunlardır.” Taşkıran, zekâ testlerinin ileri zekâ
konusunda elde ettiği sonuçlar hakkında
ise şunları söylüyor: “Sıklıkla kullanılan zekâ
ölçekleri 100 puan civarında daha kaliteli
sonuçlar verir. 130 puan (yani iki standart
deviasyon) üzerinde varyasyonlar çok daha
fazla oluyor ve güvenilirlikleri düşüyor. 130
ve üzerini standart zekâ testiyle ölçmeye
çalışmak sağlıklı sonuçlar vermeyebilir.”
Yıldızlar takımı sınıfta kalır mı?
Bilgen Bilgin bu yorumdan hareketle eği-
tilebilir olmanın bir zekâ düzeyi ölçütü olup
olmayacağı sorusunu sorarak bir deney ör-
neğini ve Türkiye’de yaşanmış fen lisesi dene-
yiminin sonuçsuz kalma hikâyesini anlatıyor:
“Bir deneyde 10 değişik grup oluşturulmuş.
Grupların belli bir problem karşısında nasıl
çözümler ürettikleri gözlemlenmiş. Her gru-
bun içinde lider olarak öne çıkan kişiler be-
lirlenmiş. Sonra bu liderlerden yeni bir grup
oluşturularak yeni bir problem karşısındaki
düşünce ve davranış biçimleri gözlemlenmiş.
Diğer gruplarda görüldüğü gibi bu grupta
da bir çan eğrisi dağılımı oluşmuş ve bir lider
öne çıkmış. Ayrıca bu 10 liderden oluşan
grubun sorun çözme yetisi, daha önceki 10
gruptan ileri bir düzeyde gerçekleşmemiş.
Bunu nasıl yorumlayabiliriz bilemiyorum ama
çok parlak öğrenciler aynı sınıfta olduğunda
da aynı şeyle karşılaşabilirsiniz. Türkiye’de ya-
şanan fen lisesi deneyimi bir boyutuyla buna
örnektir. Onlar da liderlerin bir araya geldiği
gruptaki problemi yaşadı. Yıldız olarak gelip,
o grup içinde başka sonuçlar aldılar. Diğer bir
sorun da üç yıllık lise eğitiminin ardından bu
öğrencilere verilecek eğitimin biçimi konu-
sunda hazırlıksız olunmasıydı. Bu öğrenciler
çok eğitilebilir olmasına rağmen devamı
planlanmamış bir deneyim olarak kaldı” di-
yen Bilgin, durumu dünya çapındaki bilimsel
yönelimle birlikte ele alıyor:
Dünya nereye gidiyor?
“Bilimin gerekliliği o zaman toplum ya da
yönetim içinde daha temel kavramlardan bi-
riydi. Bilim olmadan teknolojinin alt yapısının
sağlanamayacağına dair bir yaklaşım vardı.
Şimdi onun buharlaşmış olduğunu görüyo-
ruz. Bütün dünyada böyle. Artık temel bilimle
ilgilenenlerin sayısı giderek azalıyor. Teknolojik
türde akademik çalışmalar artıyor. Belki bu
sebeple dünyanın geleceği daha karanlık ola-
bilir. Bu yöne gidişten dolayı çok zeki adamları
doğru kullanmadığımızı söyleyebilir miyiz?
Teknoloji açısından değerlendirildiğinde
şimdiki neslin karşılaştığı ve çözmek zorunda
olduğu sorunlarla bizlerin ve bizden önce-
kilerin çözmek zorunda olduğu sorunların
farklı olduğu görülüyor. Hayata bakış farklı ve
bunlara adapte olabilecek bir değişkenliği de
müesseseler gösteremiyor. Bizim neleri öğ-
retmemiz lazım, neleri öğretmesek de olur?
Üniversite sınavı sonucunda bizden eğitim
alacak öğrencilerin seçilme yöntemi ile bizim
bu öğrencilere aktarmak istediğimiz şeyler
ne kadar örtüşüyor? Bütün bunların arasında
zekânın yeri nedir?”
“Zekâelindekiverileri,
kendiiçindehızlıbirşekilde
değerlendirerekortama,
ortamdabaşarılıvekalıcıolmaya
uyarlamadır.”
SarperTaşkıran
13. 11
Çoklu uyaranlar devrine hoş geldiniz!
Sarper Taşkıran bu tespitlerden hareketle
zekâ ile iç içe bir kavramı daha tartışmaya
açıyor: “Yeni gelen neslin dikkati çok daha
değişik yapılandırılmış; çünkü onlar çoklu
uyaranlar dünyasının içine doğuyor. Ama biz
eğitim anlamında bunu ne kadar yakalayabi-
liyoruz? Çünkü onların dikkatini aktif olarak
sürdürebilmelerini sağlayabilmemiz, onların
içinde bulunduğu uyaranlar dünyası kadar
renkli değişken ve hızlı olmamızı gerektiriyor.
Bunu ne kadar başarabiliyoruz ya da başar-
mamız gerekiyor mu? Kendimizi çağa adapte
etmeye çalışıyoruz ama bu sağlıklı mı? Çocuk
psikiyatrı olduğum için sık karşılaşıyorum
bu konuyla. Çoğu anne çocuğunu, ‘Benim
çocuğum çok zeki; ama dikkati dağınık’ diye
getiriyor. Bu olabilecek bir şey; ama bazen
de çocuklar sadece ortalama zekâya sahip
olarak, ortalama başarı gösterebiliyorlar. Aile-
lerin beklentileri çok yüksek ve bir kısmı da
bunu kabullenmeyle ilgili problem yaşıyor.
Gerçek anlamda dikkat eksikliği olanlar da
var ve onlar tedaviyle potansiyelini ortaya
koyabiliyor. Bu nedenle çağımızın tartıştığı
konulardan biri de dikkat ve zekâ ilişkisi."
Zekânın sınırlarını çizebilir miyiz?
Yiğit Sayın tartışmayı farklı bir boyuta
taşıyarak, “Sanatsal ya da sportif dediğimiz
motor yetileri zekâ kavramının içine katıyor
muyuz? Bu durumda çok daha karmaşık ve
geniş bir yeti alanı ortaya çıkıyor. Örneğin,
çocuk yaşta belli açılardan yetersiz ama müzikal
becerisi çok üst düzeyde insanlar var…” diyor.
Bilgen Bilgin’in bu konudaki yorumu şöyle:
“Zekâyı bir tek matematik problemi çözmekle
sınırlandırırsak bahsettiğiniz becerileri kategori
dışı bırakmış oluruz. Ama zekâyı, bir problemi
çözmek için elimizde bulunan araç olarak
düşünürsek, bir opera bestelemeyi çok ufak
yaşlarda hiçbir eğitim almadan becerebilmiş
birinin o konuda inanılmaz bir yeteneğe sahip
olduğunu, ayrıca bunu hayata geçirebilecek bir
özgüven ve çalışma güdüsüyle hareket ettiğini
de düşünebiliriz.”
Standart zekâ olarak kabul edip edemeyece-
ğimiz konusunda tartışılan fiziksel, duygusal,
sanatsal yeteneklerle ilgili Deniz Yüret şunları
söylüyor: “Yapay zekâ alanındaki çalışmala-
rımdan dolayı 1960’tan bu yana insanların bu
konuda ne tip aşamalardan geçtiklerini, neler
araştırıp bulduklarını meraklı bir biçimde oku-
yorum. İnsanlar bilgisayarı bulduktan hemen
sonra, bu zeki aletle yapay zekâ üretebilecek-
lerini düşünmüşler. 1956’da ilk yapay zekâ kon-
feransı gerçekleştirilmiş ve 1960’larda ilk yapay
zekâ laboratuvarları kurulmuş. İşin ilginç tarafı
ilk olarak soyut zekânın çözdüğü problemlerle
ilgilenmişler. Örneğin; satranç oynayan prog-
ramlar yazmışlar. Bu aşamalar geçildikçe bilim
insanları kısa sürede genel insan zekâsı seviye-
sinde şeyler yaratabileceklerini düşünmüş; ama
bu ümit gerçekleşmedi. Mühendisler zekâyla
çok da bağdaştırmadığımız, beş yaşındaki her
çocuğun becerebildiği birtakım şeyler üzerinde
çalışmaya başladığında esas problemlerin onlar
olduğunu fark etti.”
Beş yaşındaki çocuk bile yapar ama…
Deniz Yüret çalışma alanı açısından henüz
çözülmemiş problemleri şöyle aktarıyor:
“Öncelikle görsel algı konusu çözülemedi. 50
yıldır bizim baktığımızda görüp algıladığımız
şeyleri, bilgisayarın da görebileceği bir prog-
“Afrika’da‘intelligence’yada
Latince‘intellectus’denilen
kavram,altıyediayrıkavramla
beraberortayakonuyor.Hatta
ZambiyaveKenya’dazekâ,
‘sorumluluk’anlamınadageliyor.”
YiğitSayın
14. 12
ram üretmeye çalışıyoruz. Sonra dil geliyor.
Cümleleri anlama, onları kendi hafızasından
gelen anılarla bağdaştırıp o konuyu anlama
yeteneğini bilgisayarlara uygulamaya çalı-
şıyoruz ve henüz emekleme safhasındayız.
Doğal dile anlamını veren yapıların bile ne
olduğu konusunda hemfikir olabilmiş değiliz.
Aynı zamanda hareket konusunda, robotikte
bunu planlayarak genel ölçüde çözen bir sis-
tem hâlâ yok. Kısacası esas yeteneklerimizin
beş yaşındaki çocukların yapabildiği şeyler
olduğunu yeni anlıyoruz. Soyut düşünce ile
yaptıklarımızın bunlar üzerine inşa edil-
diğini de… Örneğin Deep Blue’nun Garri
Kasparov’u yenerken kullandığı algoritmalar
ve yöntemin Kasparov tarafından kullanıl-
madığı çok açık. Kasparov’un beynindeki
hücreler saniyede 10-100 sinyal üretebiliyor.
Deep Blue ise saniyede 200 milyon pozisyon
değerlendirebiliyor. Dolayısıyla onun dene-
yime, hafızaya, oyuna dayalı bambaşka bir
yöntemle bu yeteneğe ulaştığı kesin.
En azından yapay zekâ ve bilişsel bilim
alanında bu temel yeteneklerin soyut zekâ
dediğimiz şeyi nasıl oluşturduğu sorusu ha-
kim. Soyut zekâ kendi kendine var olan, diğer
yetilerden soyutlanmış bir şey değil. Tam ak-
sine vücudunuz, duygularınız ve yaşantınızda
kullandığınız temel yeteneklerinizin üzerine
inşa edilmiş bir beceri.”
Eğitim yöntemi ve zekâ
Yiğit Sayın bu konudaki tartışmayı eğitim
tekniklerine doğru yönlendirerek, “Zekâyı
ilerletmek ya da daha iyi kullanılmasını
sağlamak için çocukluktan itibaren temel
özellikler üzerine inşa edilecek bir eğitim mi
verilmeli? Sanat, spor gerçekten çocukları
daha zeki hale getiriyor mu?” sorusunu soru-
yor. Sarper Taşkıran da benzer bir yaklaşım-
la oluşturulmuş Montessori ve benzeri eğitim
yöntemlerinin kullanıldığına değinerek
olanakların sağlandığı, sadece gözlem yapı-
lan ve kendiliğinden gelişime odaklı eğitim
yaklaşımlarından çok iyi neticeler alınama-
dığını belirtiyor ve şunu söylüyor: “Çocuklar
sınırlarla çerçeveli ama olanak sağlayan,
yönlendirici eğitimlerden çok daha fazla
yararlanıyorlar. Sınırlar ve kurallar zekâya ket
vurmaz, tam tersine açığa çıkmasını sağlar.
Zekâyı bir nehir olarak düşünürsek nehir
yatağının belirli olması, suyun gürüldeyerek
akmasını sağlar. Dikkat etmek gereken taştığı
zaman destek vermektir. Ancak kurallar
ve sınırların nehrin önüne set çekmemesi
gerekir.”
Uygulama öğretir
Deniz Yüret ise, bir eğitimci olarak insanın
kendisinin aktif olarak üretmeye çalışmasıyla
daha iyi öğrendiğini vurguluyor. Okumanın
ya da izlemenin uygulama kadar geliştirici ol-
“Zekâyı,birproblemiçözmekiçinelimizdebulunanaraçolarak
düşünürsek,biroperabestelemeyiçokufakyaşlardahiçbireğitim
almadanbecerebilmişbirinin,okonudainanılmazbiryeteneğesahip
olduğunu,ayrıcabunuhayatageçirebilecekbirözgüvenveçalışma
güdüsüylehareketettiğinidedüşünebiliriz.”
BilgenBilgin
15. 13
madığına değinerek, “Öyle bir ortam ve bilgi
hazinesi sağlanmalı ki, çocuk kendi kendine
bir şeyler deneyip, yanılıp, yanılmaktan kork-
mayarak keşfetmeli. Aslında zanaat olarak
gördüğümüz aşçılık, marangozluk gibi alan-
larda bunun böyle olduğu zaten tartışılmıyor.
Bir aşçıyı seyrederek iyi yemek pişirmeyi
öğrenemezsiniz. Bir şekilde elinizi kirletme-
niz gerekir. Ben bilgisayar programlamada
ya da calculus’ta bunun neden böyle kabul
edilmediğini gerçekten merak ediyorum…”
diyor. Yiğit Sayın konuyu hukuk eğitimi
çerçevesinde değerlendirerek uygulamanın
öğrenme üzerindeki etkisini şöyle açıklıyor:
“Biz eğitimi veriyoruz. Kanunları gösteriyo-
ruz. Örnek olaylar çözdürüyoruz. Şanslıysak
bir kez mahkemeye gidip, işleyişi gözlem-
leyebiliyoruz. Ama ben mezun olup staja
başladığımda ilk üç günde öğrendiklerimin,
dört yıl boyunca öğrendiklerimden daha
etkin olduğunu düşünüyorum. Kaybedebile-
cek şeyler işin içine girdikçe, stresiniz artıyor
ama motivasyonunuz yükseliyor. Hukuk
eğitiminin şu an dünya çapında içinde oldu-
ğu kriz bununla çok ilgili. Kitapları, tahtaya
yazdıklarınızı ya da slaytları her yerde herkes
görebiliyor artık. Farklılığınız ve özelliğiniz
ancak pratiğe aktif olarak katıldığınızda or-
taya çıkıyor. Bu bambaşka bir sohbet konusu
olsa da çok önemli bir nokta…”
Eğitimde zanaatkarlık konusunun tartışıl-
maya devam eden ve henüz çözüm buluna-
mamış bir konu olduğunu belirterek söze
başlayan Bilgen Bilgin, eğitimde beklendiği
kadar olumlu sonuçlar vermeyen Montessori
ve benzeri yöntemlerin çöküşünü şöyle açık-
lıyor: “Tarihsel süreçte bunun keşfedilmemesi
mümkün değil. Yol gösterici her zaman var.
Toplumsal ve kişisel olarak ilerleme açısından
bilineni yeniden, tek başımıza keşfetmenin
bir anlamı olmadığından, gelinen noktanın
sonrasını gerçekleştirme şansını vermenin
tek yolu eğitim. Ancak eğitimin çıkmazı
şurada olabilir: Bizim gibi ülkelerde bu
kurumların ihtiyaca göre sayısıyla, aşağıdan
gelenlerin ve toplum içinde buna ihtiyaç
duyanların sayısı arasında uyuşmazlık var.
Zekâ testlerinin ilk çıktığı zamanlardaki gibi
elemine etmek zorundasın. Kimler eğitilme-
yecek; onları seçiyoruz.
Kurum olarak dünyaya ve geleceğe ba-
kıp neyi ne şekilde öğretmemiz gerektiği
kaygısıyla sınıfa girdiğimizde, bu seçilme
yöntemlerine göre orada bulunan insanlarla
bir uyumsuzluk yaşıyoruz…”
Deniz Yüret bu konudaki düşüncesini şöyle
anlatıyor: “Neyi neden öğrettiğimiz konusu-
na değinirsek; bundan beş yıl sonra hangi
bilgisayar programının aktif ya da popüler
olabileceği konusunda kimsenin bir fikri
“Birtartışmadasorduğusoruylakonuiçinyeniufuklaraçankişilerin
zekiolduğunudüşünüyorum. Çünküokişikimseninyakalayamadığı
başkabirşeyiyakalamışoluyor.”
SedaKeskin
16. 14
yok. O nedenle olabildiğince genel problem
çözme yetileri, düşünce tekniklerini değişik
alanlara uygulayabilme araçları, yani prob-
lem değişince de işe yarayabilecek araçları
sağlamak gerekiyor.”
Hayat testinden geçmek için
Bilgen Bilgin çıraklık eğitimine benzer bir
eğitimin bazı alanlarda çok gerekli olabildiği-
niamagenelanlamdasisteminsoyutdüşünceye
kaydığınıbelirterekbununsebebinişöyleaçıklı-
yor:“Bupratiğiniçinegirdiğindeçokhızlıadapte
olabilme,problemikavrayabilmevedeğişik
alternatifteçözümlerüretebilmeyigetiriyor.Konu
hakkındaMIT’deyapılanbiraraştırmayıörnek
verebiliriz:MITmezunlarınınhangipozisyonlarda
çalıştıklarınıaraştırdıklarındadünyadaçapında
birnumaraolanbukişilerindahaortalama
üniversitelerdenmezunolmuşkişilerinaltında
çalıştıklarınıgörmüşler.Buparlakmühendislerin
nedenbupozisyondakaldığınıncevabı,Liberal
Artseğitiminingerekliliğinoktasındaortaya
çıkıyor.‘Vahşi’mühendisleryetiştirilmiş,sadece
mühendislikhakkındauzmanlaşmışbukişilerin
hayathakkındasonderecekısıtlıfikirlerivar.
Sınırlariçindeonlarlayarışmakmümkündeğil.
Amabiradımsağasolagidiphayatınsenden
talepettiklerinebakarsankayboluyorlar.Hayatın
insanıtestetmesiylesınavlarıninsanıtestetmesi
arasındakifarkbu.”
Deniz Yüret ise eğitim hayatında karşılaştığı
benzer bir durumu şöyle aktarıyor: “Benim
bir hocam bütün dersleri A olan öğrencileri
doktoraya almayı pek tercih etmezdi. Çünkü
tecrübelerinden hareketle onların araştırma-
da çok başarılı olamayacağını düşünürdü.
Yani mükemmelliği hedef edinip her ders
için kendini o yönde şekillendiren biri, hangi
dersi kullanarak çözeceği belli olmayan, belki
de cevapsız bir problemle karşılaştığında bo-
calayabiliyor, aşırı strese girebiliyor. O konuya
cesaretle girip sabırla işleyerek çözmeye çalış-
mak ayrı bir yetenek. Biz ilkokul birden itibaren
hep çözümü belli olan ve cevapların kitabın
arkasında yer aldığı sorularla eğitiliyoruz. Bu
çok yanıltıcı, çünkü mezun olduğunuz an bir
daha böyle bir soru görmüyorsunuz. Belki de
artık bazı sorular çözümsüz olmalı ve çözümsüz
oldukları söylenmeden çocuklar onunla uğraş-
malı. Gerçek hayat buna benziyor.”
Yiğit Sayın’ın da konuyla ilgili yorumları
şöyle: “Bazen sorunun cevabını bilseniz
de uygulayamayabilirsiniz. Bu hukuk için
böyledir. Ben staja başladığımda bir dava
hakkında iki gün boyunca yönetmelikleri ve
kanunları çalıştım. İzlenmesi gereken yolu
biliyordum. Ama arada insan faktörü var.
Siz memura yönetmelik dediğinizde saat
16.10’sa, hakimin tutumu tersse, müvekkiliniz
size yalan söylüyorsa çözümsüz kalabilirsiniz.
Bu okulda öğretilemiyor ve burada uyum
becerisi ortaya çıkıyor.”
Sorular mı cevaplar mı?
Bu noktada Bilgen Bilgin’in bir sorusu daha
var: “Birinin sorulara cevap bulabilme yete-
neği mi onun daha zeki olduğunu gösteriyor
yoksa doğru soruları sorma becerisi mi?
Ben bilimsel araştırmaya baktığımda asıl
zorluğun doğru soruyu sormaktan geçtiği-
ne inanıyorum. Doğru soruyu sormazsanız
çözmeye çalıştığınız problem, kimsenin
ilgilenmediği, dünyaya bir katkısı olmayan
boyutta kalıyor. Düzgün soruları sormayı
başaranlar, diğerleriyle aynı emeği sarf
etse de çok daha parlak sonuçlar alabili-
yor… O zaman doğru soruyu sormuş olana
daha zeki diyebilir miyiz?”
“Yapayzekâvebilişselbilim
alanında,temelyeteneklerin
soyutzekâdediğimizşeyi
nasıloluşturduğusorusu
hakim.Çünküsoyutzekâ
vücudunuz,duygularınızve
yaşantınızdakullandığınıztemel
yeteneklerinizinüzerineinşa
ediliyor.”
DenizYüret
17. 15
Seda Keskin de bu örnekten hareketle dü-
şüncelerini aktarıyor: “Bence bu, zekâ ile akıl
arasındaki ince çizgiyle de ilgili. Aklın zekâyı
doğru şekilde kullanma kapasitesi olduğunu
düşünüyorum. Gündelik dilde bazı kişiler
için zeki, bazıları için de akıllı deriz. Sınav-
larda kötü olan ama bir tartışmada sorduğu
soruyla konu için yeni ufuklar açan kişilerin
zeki olduğunu düşünüyorum. Çünkü o kişi
kimsenin yakalayamadığı başka bir şeyi ya-
kalamış oluyor. Diğer yanda da verileni alan,
adım adım çözen insanlar var ve onların da
akıllı olduğu kesin.”
Zeki olmak her durumda iyi mi?
Bilgen Bilgin, zekâyı başarıyla özdeşleştir-
menin mümkün olup olmadığını konusunu
tartışmaya açarken süper zekâ kulüplerinden
birinin, IQ seviyesi 180’in üzerinde olduğu
söylenen bir üyesinin hayatını örnek gös-
teriyor: “Bu kişinin mesleği odacılık. Bunun
dışında kalan zamanlarda ise kulüp faaliyet-
lerine katılıyor. Hayatta kendine koyduğu
başarı seviyesi olarak odacılığı seçmiş; yani
zekâsıyla süper işler yapma peşinde değil...
Bu durumda zekâyı başarıyla özdeşleştirmek
mümkün mü? Sonuçta zekâ hayattan zevk
almayı sağlayan yani hayatı kolaylaştıran bir
araç olarak kullanılabilir. Diğer yandan başa
bela da olabilir. Kişiyi obsesyona itebilir. Belki
de insanları deha yapan bu ruh durumudur.”
Sarper Taşkıran da konuyla benzer olarak
şunları söylüyor: "Beautiful Mind filmindeki
karaktere benzer kişilerle çok kez tanıştım.
Zeki insanlardı; ama pek çok psikiyatrik
bozukluğa sahip olanlar da vardı. Böyle bir
durumda üstün zekâlı olmanın hiçbir önemi
yok, çünkü belki de bu insanın hayatını
kaydırabilir.”
Bilgen Bilgin'in sorusu: “Benim babam 40’lı yaşlarında ehliyet aldı. Ehliyet başvu-
rusu için dosya hazırlanması gerekiyordu. Koşullardan biri ilkokul mezunu olabilme
şartıymış. Babam doktor ve tıp fakültesi diplomasını eklemiş dosyaya… Dosyayı gözden
geçiren memur babama ilkokul diplomasının olmadığını ve dosyayı işleme koymayaca-
ğını söylemiş… Öylesine ısrarcı olmuş ki, sonunda araya vali girmiş. Memur ‘Vali emriyle
ilkokul diploması olmamasına rağmen sınava alınmıştır’ diye evraklara şerh düşmüş.
Bunu insana hayat öğretebilir ancak. Sizce bunun sebebi ne olabilir?”
Sarper Taşkıran’ın cevabı: “Memurun davranışını anlamak için, durumu hakkında
konuşmamız gerekir. Bu davranış bir zekâ eksikliğinden mi kaynaklanıyor, yoksa memur
bulunduğu ortama o şekilde mi adapte olmuş? Eğer bir amiri varsa ve onun ayağını
kaydırmak için bir hatasını kolluyorsa memurun tutumu bir zekâ belirtisi de olabilir…”
Buadamzekimi?
Yiğit Sayın: “Kime zeki diyoruz ve zekâ ne işe yarıyor? Başarılı olmaya, mut-
lu olmaya, çevrene yararlı olmaya…”
Bilgen Bilgin: “İyi matematik problemi çözdüğüm için küçükken bana, 'Ne
kadar zekisin' derlerdi. Sonra ortaya çıktı ki, EQ düzeyim sıfır. İnsan ilişkile-
rinde aktif olduğum söylenemez; ama tam da onu gerektiren bir iş yapıyo-
rum… Bu durumda hangisi doğru olabilir? EQ gereksizdir, geliştirilebilirdir
ya da ben yalan söylüyorum… ”
Sarper Taşkıran: “Kendimizi çağa adapte etmeye çalışıyoruz ama bu
sağlıklı mı?”
Deniz Yüret: “Bir aşçıyı seyrederek iyi yemek pişirmeyi öğrenemezsiniz;
mutlaka elinizi kirletmeniz gerekir. Bilgisayar programlamada ya da
calculus’ta bu neden böyle kabul edilmiyor?”
Seda Keskin: “Başarılı olmak için zeki olmak şart mıdır? Her zeki insan
başarılı mıdır?"
Düşünmekisteyenleriçin
cevabıbelirsizsorular
18. 16
“Zeki”, “üstün zekâlı”, günlük yaşamda sıklıkla
kullandığımız ifadeler; ancak araştırmacılara
göre zekâ, bizim günlük dilde kullandığımız
ve ağırlıklı olarak akademik başarı ile eşleş-
tirilen bu kavramdan daha farklı bir anlam
taşıyor. Zekâ üzerine yazılmış derlemelere
baktığımızda bu sözcüğün çeşitli dillerdeki
karşılıklarının ve kökenlerinin farklılık gös-
terdiğini anlıyoruz. Türkçede kullandığımız
zekâ kelimesi dilimize Arapçadan girmiş ve
“parıltı”, “ateşin harlanması” gibi anlamları
olan bir kökten türemiş. Dilimizdeki “parlak
fikir”, “kafasında şimşek çakmak” ya da zeki
insanlar için kullandığımız “ateş gibi” de-
yimleri kültürümüzdeki zekâ anlayışına dair
ipuçları veriyor. Avrupa kökenli dillerin pek
çoğunda kullanılan “intelligence” kelimesi ise
Latince iter-legere, yani “toplamak”, “arasın-
dan seçmek”, “ayırt etmek” kökünden türe-
miş; Ortaçağ'dan itibaren çevirilerde Yunanca
“nous (akıl, tin)” sözcüğünü karşılamak için
kullanılmış. Zimbabwe’de zekâ kelimesinin
karşılığı olan “ngware” sözcüğü ise “dikkatli”,
“tedbirli”, “basiretli” gibi anlamlar taşıyor.
Bilimsel çalışmalar, gerçekten de zekâ olgu-
sunun kültürler arasında farklılık gösterdiğini
ortaya koyuyor. Örneğin; Çin’de Konfüçyüsçü
anlayış zekâyı doğru olanı yapmak olarak ta-
nımlıyor ve genel bilişsel yeteneğin yanında,
kişilerarası zekâ (sosyal yetkinlik), içsel zekâ
ve zekâsını göstereceği ve göstermeyeceği
zamanı bilme gibi unsurlara vurgu yapıyor.
Afrika’da zekâ, daha çok grup içi ve gruplar
arası ilişkilerin sürdürülmesine ve iyileştiril-
mesine katkı yapan beceriler olarak betimle-
Zekânedir,nedeğildir?
Zekâ,akademikalandakibilgininyüksekdüzeydeolmasını
değil;kişinintecrübelerindenyararlanabilmesini,gereken
tümdurumlardatecrübelerindeneldeettiğibilgiyiuygun
şekildekullanabilmesini,soyutkavramlarıanlayabilmesini
veuygulayabilmesinigerektiriyor.
Doç.Dr.BilgeYağmurlu • İnsaniBilimlerveEdebiyatFakültesi
19. 17
niyor. Örneğin, Zambiya’da çocukların sosyal
sorumluluk ve işbirliği gösterme davranışları
zekânın tezahürü olarak nitelendiriliyor.
Psikoloji, tüm bu farklı tanımların altında
yatan beceriyi, yani zekâyı “deneyimden
öğrenebilme, yeni ortamlarda karşılaşılan
durumları anlayabilme ve genel olarak sorun
çözebilme, çözüm üretebilme” becerisi olarak
tanımlıyor. Zekâ, esasen akademik alandaki
bilginin yüksek düzeyde olmasını değil; kişi-
nin tecrübelerinden yararlanabilmesini,
gereken tüm durumlarda tecrübelerinden
elde ettiği bilgiyi uygun şekilde kullanabil-
mesini, soyut kavramları anlayabilmesini ve
uygulayabilmesini gerektiriyor.
Zekânın bu tanımı kapsayıcı ve farklı kültür-
lerdeki değişik zekâ anlatımlarını içerecek
nitelikte. Ancak bu genel tanım, zekânın
farklı türleri olduğu önermesiyle çelişmiyor.
Bazı araştırmacılar zekânın çeşitli formları
olduğunu ama hepsinin altında yatan genel
bir zekâdan söz edilebileceğini ve bunun
bilişsel bir beceri olduğunu düşünüyorlar.
Diğer araştırmacılar ise bilişsel temelli zekâ
türlerinden ziyade, farklı alanlarda farklı be-
cerilerle ilişkili olan bir çoklu zekâ yapısından
söz ediyorlar. Bu yaklaşım, akademik başarı
ile de ilişkili olan bilişsel beceriden bağımsız
olarak zekâyı uzamsal, sözel, mantıksal-ma-
tematiksel, kinestetik, müziksel, içsel, sosyal,
doğasal ve varoluşsal olarak çeşitlendiriyor.
Birkaçını açmak gerekirse, örneğin, “Bir ürünü
ortaya koymak, bir problemi çözmek, kendini
ve duygularını ifade edebilmek için vücudun
bir bölümünü veya tamamını kullanabilme
yeteneği” (kinetik zekâ), “Doğayı tanıma ve
anlama, yaşayan canlıları tanıma, doğanın
dengesini anlama, canlıları tanıma ve sınıflan-
dırma yeteneği” (doğasal zekâ) ve “Kişinin
kendisi hakkında sahip olduğu gerçek bilgi
ve anlayış ile uyumlu davranışlar sergilemesi
ve kendisini tanıma yeteneği” de (içsel zekâ)
bu yaklaşıma göre zekânın belli başlı formları.
Çoklu zekâ kuramı günümüzde özellikle
eğitim alanındaki uygulamalarda popüler.
Zekânın, sadece bilişsel bir kapasiteye değil;
bundan apayrı alanlardaki farklı yetenekleri
de anlattığı düşüncesi oldukça cazip. Ancak
çoklu zekâ kuramına gelen önemli bir eleştiri,
burada bahsedilen zekâ türlerinin aslında ye-
tenek olarak adlandırılması gerektiği ve altta
yatan bir genel zekânın yadsınmasının doğru
olmadığı yönünde. Yine de, örneğin, müzik
yeteneği yerine “müzik zekâsı” demenin
çekiciliği ağır basıyor ve özellikle çocukla-
rının gelişimi için maddi, manevi pek çok
özveride bulunmaya hazır ebeveynler için bu
farklı zekâ tanımları suistimale açık bir alan
yaratıyor. İndigo veya yeni ifade biçimiyle
“kristal” çocuk tanımının uygulamada bu
kadar yaygınlaşması da benzeri bir durumun
tezahürü.
Her ne kadar genel zekâ kuramına göre zekâ,
okul başarısının çok ötesinde bir bilişsel
temelli beceri olarak kavramsallaştırılsa da
modernite, formal eğitimin yaygınlaşması ve
Batı kültürünün baskınlığı, zekânın akademik
göstergelerini öne çıkarmıştır. Günümüz
toplumunda çarpım tablosunu bilmeyen bi-
rinin zeki sayılması mümkün değil gibi. Oysa
değişik yaşam koşullarında karşılaşılan ve baş
edilmesi gereken problemler farklı olabil-
mekte. Çözülmesi gereken problemler değiş-
se de, tüm bireylerin problemi tanıma ve ta-
nımlama, çözmek için stratejiler geliştirme ve
bu stratejileri değerlendirebilme gibi bilişsel
becerileri göstermeleri gerekmekte. Dolayı-
sıyla, genel bilişsel beceri anlamındaki zekâ
insanın yaşamını kolaylaştırabilen önemli bir
unsur. En basit şekliyle, bilişsel temelli genel
zekâyı akademik başarının gerekliliği olan
kristalleşmiş zekâ ve sosyal/duygusal zekâ
olarak ayrıştırsak da, her durumda zekâ, farklı
şekillerde de olsa işlenmiş bir cevheri ifade
ediyor; yer altında yatan ama kullanılamayan
binlerce ton madeni değil.
Hernekadargenelzekâkuramına
görezekâ,okulbaşarısınınçok
ötesinde,bilişseltemellibeceriolarak
kavramsallaştırılsadamodernite,
formaleğitiminyaygınlaşmasıveBatı
kültürününbaskınlığı,zekânınakademik
göstergeleriniöneçıkarmıştır. Doç. Dr. BilgeYağmurlu
20. 18
Zekâyı yediye (dilsel, mantıksı/matematiksel,
yersel/konumsal, müziksel, ilişkisel, ...), doku-
za ve hatta daha da fazlaya ayıran çalışmalar
vardır. Bu sıralamalarda genel yaklaşım, her
kişinin belli bir konuya karşı özel bir yetene-
ğinin olduğu ve herhangi bir zekâ testinin
tüm yetenekleri test edemeyeceği ve bu
nedenle kişiler arasında bir zekâ sıralaması
yapmanın doğru olmadığı yönündedir.
Sıralama yapmaksızın, sadece zekânın ne
olduğunu ve ne işe yarayabileceğini anlamak
için onu üçe ayırarak incelemek doğru
olacaktır: Mantıksı (critical) zekâ, düşünceli
(caring / emotional) zekâ ve kıvrak/buluşçu
(creative) zekâ. Bunlardan hangisi insan
yaşamını başarılı, mutlu ve seçkin kılabilir?
Bunlara 3 ‘C’ler de diyebiliriz.
Başarıya ulaşmak
Mantıksı zekânın IQ testleriyle derecelen-
dirildiği ileri sürülmektedir. Peki, bu zekâ
kişiye ne kazandırabilir? Kanımca mantıksı
zekâ kişinin geleceğini garanti altına alması
konusunda gereklidir. Mantıksı zekâsını kulla-
narak; kişi okuyacak, üniversite sınavını üstün
başarıyla kazanacak, öğrenimini ilerletecek
ve sonunda evine bakacak seviyede maddi
kazanım sağlayacak bir iş bulacaktır. Mantığı-
nı kullanarak kendine göre en iyi seçimini (ev,
araba, eş, gibi) yapacak ve kendisine maddi
bakımdan başarılı bir hayat kurabilecektir.
Mutlu bir hayat
Düşünceli zekânın da EQ testleriyle dere-
celendirildiği ileri sürülmektedir, ancak bu
testler kişilerin kendileri hakkındaki sorulara
yine kendilerinin verdikleri yanıt şeklinde
olduklarından kolayca hata verebilirler.
Düşünceli zekâ kişiye ne kazandırabilir?
Empati duyusunun gelişmiş olduğu bu kişiler
başkalarının hislerini daha kolay anlarlar, ko-
lay arkadaş edinirler ve arkadaş çevrelerince
Kıvrakzekânınfendi
mantıksızekâyıyendi!
Zekânedir?Zekâdoğuştanmıyoksaçevreselfaktörlerlesonradanmıoluşur?
Herhangibirzekâtestiylekişilerarasındazekâsıralamasıyapılabilirmi?
Prof.Dr.KemalTürker • TıpFakültesi
Prof. Dr. Kemal Türker
21. 19
sevilirler. Bu kişiler, insan ilişkili her türlü işte
başarı sağlarlar ve kendilerini ve çevrelerini
mutlu edebilirler.
Seçkin bir yaşam
Buluşçu zekâ için de testler geliştirilmiştir ve
bu testler genelde kişinin bir olay karşısında
alternatif üretebilmesini ölçmektedir. Bu
zekâya sahip olan kişi problemlere değişik
ve beklenmeyen yaklaşımlarından dolayı
yadırganabilir, dışlanabilir ve hatta fikirleri
delice bulunabilir; ancak buluş yapabilmek
için mantıklı düşünce değil, beklenmeyen
(mantık dışı) düşünceyle yaklaşımlar daha
başarılı olmaktadır. Buluşçu zekâya sahip
olan kişi problemlerle karşılaştığında bu-
luşçu yaklaşımı sayesinde yeni yöntemler,
araçlar ve sistemler bulabilir ve bu şekilde
daha seçkin bir yaşam sürebilirler.
Genler mi yoksa çevre mi?
Zekânın doğuştan mı yoksa sonradan çev-
resel faktörlerle mi oluştuğu konusundaki
tartışma halen sürüp gitmekle birlikte her
iki faktörün de son derece önemli olduğu
ortaya çıkmış gibidir.
Genlerin önemli olduğunu ileri sürenlerin
verdikleri örneklerden bazıları şöyle sırala-
nabilir: Tek yumurta ikizleri üzerinde yapı-
lan deneyler göstermiştir ki, tek yumurta
ikizlerinin IQ’ları çift yumurta ikizlerinkine
göre birbirine daha yakındır. Aynı evde bü-
yüyen kardeşlerin IQ’ları da, o eve evlatlık
olarak alınan ve diğer kardeşlerle birlikte
büyüyen çocuklara göre birbirlerininkine
daha yakındır.
Çevresel faktörlerin daha önemli olduğunu
ileri sürenlerin verdikleri örneklerden ba-
zıları ise şu şekilde sıralanabilir: Aynı evde
büyüyen tek yumurta ikizlerinin IQ’ları fark-
lı evlerde büyüyen tek yumurta ikizlerinin
IQ’larına göre birbirine daha yakındır. Okula
düzenli devam ediş ile IQ testinde alınan not
arasında doğru bir orantı vardır. Doğumdan
sonraki ilk beş ayda anne sütüyle beslenen
çocuklar, anne sütü emmemiş olanlara göre
daha yüksek IQ notu almaktadırlar.
Özet olarak zekâ bizi başarılı, mutlu ve seçkin
yapabilir. Zekânın gelişmesinde hem genetik
hem de çevresel faktörler son derece önemli
rol oynarlar. Örneğin, bir çocuğun anne ve ba-
bası uzun boylu ise, büyük bir olasılıkla çocuk
da uzun boylu olacaktır; ancak ne kadar uzun
boylu olacağını belirleyen faktörler beslenme
ve hastalıklarla ilgilidir.
Mantıksı(critical)zekâ,düşünceli
(caring/emotional)zekâve
kıvrak/buluşçu(creative)zekâ...
Bunlardanhangisiinsanyaşamını
başarılı,mutluveseçkinkılabilir?
22. 20
İnsanlar deneyimlerinden öğrenme, soyut
akıl yürüterek karmaşık fikirleri anlama, farklı
düşünce biçimlerini kullanarak sorunların üs-
tesinden gelme ve çevrelerine uyum sağlama
yetenekleri bütünüyle diğer canlılardan ay-
rılırlar. Bu zihinsel yetenekler bütününü zekâ
olarak tanımlayarak başlayalım. Bu zihinsel
yeteneklerde bireyler arasında önemli farklar
gözlemlendiği düşünülürse, daha zeki olma-
nın bireyleri ve dolayısıyla toplumları yarışta
bir adım öne geçireceğine dair güçlü inancın
sebebini daha iyi anlayabiliriz.
Psikoloji yazınında zekânın psikometrik
ölçümü üzerine çok sayıda araştırma vardır.
Birçoğumuz IQ (intelligence quotient) olarak
kısaltılan zekâ kat sayısını erken yaşlarda çeşit-
li sebeplerle duymuşuzdur. Bundan yaklaşık
bir asır kadar önce filizlenen insan zekâsına
bir rakam atfedebilme arzusu, günümüzde
insanın akademik, iş ve sosyal hayatındaki
başarısını (ve hatta ne kadar sağlıklı ve uzun
yaşayacağını) oldukça etkili biçimde tahmin
Birrakamlaözetlenebilenzekânınhembireyselhem
toplumsalölçektebudenlitahmingücüolması,önemli
birbilimselbaşarıyaişareteder.Buözetlemegücü,aynı
zamandatüketicilerinzekâyıkavramsalolarakbasite
indirgemeriskinideberaberindegetirir.
Zekitüketicilerin
kötütercihleri
Yrd.Doç.Dr.BalerBilgin • İktisadiveİdariBilimlerFakültesi
23. 21
edebilen zekâ ölçüm araçlarının geliştirilme-
sine vesile olmuştur. Bu ölçüm araçlarının
Batı’da icat edilmiş ve Batı’nın başarı ölçütle-
riyle doğrulanmakta olmaları genellenebilir-
liklerini kısıtlamaktadır. Bu tarz kısıtlamalarına
rağmen bu testler, özellikle soyut düşünmeyi
ve mekânsal yetenekleri ölçmede elimizdeki
en iyi aletlerdir. Buna göre, IQ’su 130 olan biri
karmaşık bir matematiksel kavramı anlamakta
çok zorluk çekmeyecekken, IQ’su 100 olan
birinin aynı kavramı anlamak için fazlaca
motivasyona ihtiyacı olacaktır. IQ’su 70 olan
biri bu kavramı belki hiçbir zaman anlayama-
yacaktır. İlginç bir bulgu olarak, bir ülkenin
ortalama IQ’sundaki bir puanlık artışın, kişi
başına gelirde 229 dolarlık bir artışa denk
geldiği saptanmıştır. Araştırmacılar, özellikle
bir ülkedeki en zeki %5’lik kesimdeki bir puan-
lık IQ artışının, kişi başına gelirde 468 dolarlık
bir katkıya eşdeğer olduğunu göstermişlerdir
(Rindermann ve Thompson, 2011).
Mozart etkisi?
Bir rakamla özetlenebilen zekânın hem birey-
sel hem toplumsal ölçekte bu denli tahmin
gücü olması önemli bir bilimsel başarıya
işaret etmektedir. Fakat bu özetleme gücü,
aynı zamanda tüketicilerin zekâyı kavramsal
olarak basite indirgeme riskini beraberinde
getirmektedir. IQ artırma sözüyle pazarlanan
fakat bilimsel hiçbir temeli olmayan ürünlerin,
tüketicilere inandırıcı ve cazip gelmesinin bir
sebebi belki de budur. Birkaç örnek bu konuda
açıklayıcı olacaktır. 1993 yılında prestijli Nature
dergisinde yayımlanan bir makale, 10 dakika
boyunca Mozart’ın piyano sonatosunu dinleyen
üniversite öğrencilerinin, mekânsal yetenek-
leri ölçen bir origami testinde, bu sonatoyu
dinlemeyen öğrencilere oranla daha başarılı
olduklarını göstermiştir (Rauscher, Shaw ve Ky,
1993). Araştırmacılar, bu başarının 8-9 puanlık
bir IQ artışına denk geldiğini hesaplamışlardır.
Mozart etkisi olarak bilinen popüler inanışa
ilham veren bu bulgunun ne kalıcı bir IQ artışı
iddiası olmuştur, ne de bu deneyler bebekler
veya çocuklar üzerinde yapılmıştır. Hatta
sonraki araştırmalar, kısa süreli bu IQ artışının,
geçici bir uyarılma etkisi kaynaklı olabileceği-
ni göstermişlerdir.
Fırsatı paraya çevirmek
Tüm bunlara rağmen, şirketler ve girişimciler
bu fırsatı paraya çevirmeye niyetlenmişlerdir.
Bu bulgunun bebeklerde de gözlemlene-
bileceği spekülasyonuyla, Mozart etkisi
CD’leri, video kasetleri ve oyuncakları ardı
ardına pazara sunulmuştur. Bu yalanı en iyi
pazarlayanlardan Don Campbell’in CD’lerini,
insan zekâsını kalıcı artırmanın bu kadar kolay
olacağına inanmak isteyen iki milyondan fazla
tüketici satın almıştır. Bugün bile, Amazon’da
sadece “Baby Mozart” aramasıyla üzerlerinde
bebek ve çocuk resimleri olan 3.000’e yakın
ürün bulabilirsiniz. Vurgulamak gerekir ki bu-
radaki sorun çocuklara (fetüsü hariç tutarak)
Mozart dinletmek değil, bu ürünlerin açıkça
bir yalan üzerinden pazarlanmaya devam
edilmesidir.
“Süper bebekler”
Benzer şekilde yine Amazon’da “Baby
ZekâölçümaraçlarınınBatı’daicatedilmişveBatı’nınbaşarıölçütleriyle
doğrulanıyorolmalarıgenellenebilirliklerinikısıtlasadabunlarsoyut
düşünmevemekânsalyetenekleriölçmedeelimizdekieniyialetlerdir. Yrd. Doç. Dr. Baler Bilgin
24. 22
Einstein” araması yaklaşık 4.000 ürünle
karşılığını buluyor. Üç ay ile üç yaş arasındaki
bebeklerin zekâsını yükseltme iddiasıyla
oyuncak ve videolar üreten bu markanın
tahmin edeceğiniz gibi ne Einstein ile ne de
onun herhangi bir çalışmasıyla ilgisi vardır.
Amaç, bu adı kullanarak tüketicilerin gerekli
çıkarımları yapmalarını sağlamaktır. Markanın
100 milyon doları aşan satış rakamları için
tehlike oluşturmadığı sürece, tüketicilerin bu
çıkarımlarının doğruluğunun önemi azdır.
Örneğin araştırmacılar, Baby Einstein tarzı
videoları izlemeye ayrılan vaktin aktif olarak
oyun oynamaya ayrılmasının, bu ürünlerin
hedeflediği yaşlardaki çocuklara daha faydalı
olabileceğini öne sürmüşlerdir (Anderson ve
Pempek, 2005). 1980’lerde buna benzer bir
akımda “süper bebekler” yaratabileceklerine
inandırılan ebeveynler, yeni doğan çocukla-
rını yabancı bir dil ve ileri matematikle tanış-
tırmışlardır. Fakat bu yaşlardaki çocuklar bu
zorlu beceriler için gerekli bilişsel gelişi-
min çok uzağında olduklarından, ancak
maliyetleriyle kendilerine konulan ada layık
olabilmişlerdir.
Yüzde 10 masalı
IQ’nun bu tarz ürünlerle kolayca artırılabile-
ceği sanısını kuvvetlendiren bir diğer inanış
da beynimizin sadece %10’unu kullandığımız
hikayesi. Bu masalı hicveden Şahan Gökbakar,
ağrıyan beyninin %99’unu aldıran bir hastayı
canlandırdığı skecinde, beynimizin %10’unu
kullandığımızı bir bilimsel gerçek olarak suna-
rak Türk tıbbının duayeni bir doktoru ameliyat
için ikna ettiğini anlatmaktadır. İnsanların po-
tansiyelinin neredeyse sınırsız olduğunu ima
eden ve popüler kültürde çokça karşılık ve
destek bulan bu masal, özellikle Amerika’da
birçok ürün reklamında bilimsel bir gerçekmiş
gibi kullanılmaya devam etmektedir. Bu ma-
sal kulağa hoş gelmektedir; çünkü beynimizin
kullanılmayan %90’ını kullanabilecek sırlara
ulaşabilmek, bu sırlardan bihaber olanların
önlerine kolayca geçeceğimiz anlamına
gelecektir. Ve her inanmak isteyen tüketici
için inandırmaya hazır bir satıcı bulunacaktır.
Özellikle New Age adıyla anılan “manevi”
akımın pazarlayıcıları, beynin kullanılmayan
%90’lık kısmına hükmedebilenlerin, psiko-
kinezi (düşünme gücüyle olayları kontrol
edebilme) ve duyu ötesi algı yeteneklerine
kavuşacaklarını vaat etmektedirler.
Bu yalana inanmamak için elimizde onlarca
bilimsel sebep vardır. Eğer 10%’dan kasıt fiziki
olarak beynin %90’ının kullanılmadığıysa,
gelişen görüntüleme teknolojileri kullanılarak
yapılan araştırmalarda beyinde herhangi ses-
siz veya atıl bir bölgeye rastlanmamıştır. Ayrı-
ca, kazalarda veya inmelerde beynin 90%’dan
çok daha ufak bir kısmını kaybetmenin yıkıcı
sonuçları olduğu bilinmektedir. Bu ve bunlar
gibi birçok sebep, %10 masalının farklı yorum-
larının bilimsel bir temelden yoksun olduğu-
nun ortaya konulmasına rağmen, bu masala
inanmaya devam eden birçok kişinin olması
düşündürücü ama şaşırtıcı değildir.
Akıllı mı zeki mi?
Bu bağlamda, son olarak günlük dilde zekâ ile
akıl arasındakine benzer bir ayrım üzerinden
IQ ile yeni geliştirilmekte olan RQ (rationality
quotient) arasındaki önemli gördüğüm bir
farktan bahsetmek istiyorum. Zeki olduğu-
nu düşündüğümüz birçok insanın pek de
RQ’su(rationalityquotient)yüksekolankişiler,bilişselkısayollarınkararları
üzerindekietkilerininfarkındaolduklarındandahaakılcıkararlarverebilirler.
25. 23
akıllı davranmadıkları durumlara sıkça şahit
oluruz. Bunun tersine de, belki daha seyrek
de olsa, rast gelmişizdir. RQ, çelişiyormuş gibi
görünen bu gözlemleri açıklamakta bizlere
yardımcı olacak bir ölçümdür. RQ, kişinin
kendi düşünsel süreçlerinin ne kadar farkında
olduğunu ölçmeyi amaçlamaktadır. RQ’su
yüksek olan kişilerin bu farkındalıklarının yük-
sek olması, karar mekanizmalarına hükmeden
bilişsel kısa yolların kararlar üzerindeki etki-
lerini azaltmaya yardımcı olmaktadır. Bunun
daha akıllı kararlar alınmasını kolaylaştıracağı
tahmin edilmektedir. Yani IQ’su yüksek olan
bir kişinin RQ’sunun düşük olması, kişinin zeki
bile olsa akıllı kararlar vermede zorlanabilece-
ği ihtimalini doğurmaktadır.
Basit bir örnekle, onaylama önyargısı, kişilerin
kendi beklentilerini doğrulayan bilgiye
yoğunlaşıp bu bilgiye kolayca inanırken, bu
beklentileri doğrulamayan bilgiyi göz ardı
etme veya kuşkuyla bakma durumunu açıklar.
Bu içselleşmiş bilişsel eğilimin farkında olan
yüksek RQ’lu kişi, bilgiyi beklentisinden ola-
bildiğince bağımsız değerlendirerek objektif
veriye dayalı daha akılcı kararlar verebilir. He-
nüz anlamlı bir kıyaslama yapabilecek kadar
insan RQ testini yapmadığı için, IQ puanı gibi
bir RQ puanı belirlenememektedir. Bu gerçek-
leşirse, bebeklerin RQ’sunu yükseltme iddiası
taşıyan ürünlerin reklamlarını sıkça görmeye
hazır olun. Kişinin kendi düşünsel süreçlerine
iç görüsü öğrenilebilir yöntemlerle artırılabile-
ceğinden, RQ puanını yükseltmek IQ’ya göre
daha kolay olabilecektir. Ve eğer bu ürünler
RQ’yu yükseltmekte gerçekten işe yararlarsa
bu, geleceğin tüketicilerinin çok daha akıllı
tercihler yapabileceklerini müjdeleyecektir.
Kaynakça:
Anderson, D. R. ve Pempek, T.A. (2005). Television and
Very Young Children. American Behavioral Scientist, 48,
505-522.
Rauscher, F. M., Shaw, G. L., ve Ky, C. N. (1993). Music and
spatial task performance. Nature, 365, 611.
Rindermann, H. ve Thompson J. (2011). Cognitive Capita-
lism: The impact of ability, mediated through science and
economic freedom, on wealth. Psychological Science, 22,
754-763.
BirülkeninortalamaIQ’sundakibir
puanlıkartışın,kişibaşınagelirde
229dolarlıkartışadenkgeldiği
saptanmıştır.
26. 24
Günümüzde şirketler gelişen teknolojinin de
yardımıyla müşterileri, tedarikçileri ve iş süreç-
leriyle ilgili her türlü veriye sahip. Bu verilerin
yorumlanarak anlam kazanmasıyla ulaştığı-
mız bilgiler ise yöneticilere belli aksiyonların-
da ışık tutarak onların İş Zekâsı (BI) dediğimiz
çözümleri üretmesini sağlıyor. Kavrama ilişkin
olarak, “Sezgisel olduğu düşünülebilir ancak
iş zekâsı; veriyi özetleyen, betimleyen ya da
öngörü yönelimli olarak kullanma pratiğine
döken sistematik bir kavram olarak karşımıza
çıkıyor” diyen Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nden Yrd.
Doç. Dr. Özden Gür Ali sorularımızı yanıtladı.
İşletme pratiğinde iş zekâsı kavramı olduk-
ça sık kullanılıyor. Teknolojinin gelişme-
sine paralel olarak, literatüre giren bu
kavramı tanımlayabilir misiniz?
Öncelikle şunu belirtebiliriz. İş zekâsı dedi-
ğimizde sezgisel bir yorumlamadan bahset-
tiğimiz düşünülebilir; ancak kavram, veriyi
kullanarak yorumlamaya dayanan bir süreci
anlatıyor. Veriyi bilgiye dönüştürme işini
yapan unsurun zekâ olduğunu söyleyerek
kavramın bu alan açısından yorumunu bu
şekilde yapabiliriz. Örneklerle anlatmak gere-
kirse mahallenizdeki pastaneyi düşünün. Pas-
tanenin sahibi her zaman işinin başındadır.
Müşterilerini tanır, onlarla sıcak ilişkiler kurar,
onlara ne gibi ürünler önermesi gerektiğini
bilir. Zaman içinde onları tanıyarak neyi alıp
almadığını, ne zaman aldığını, ne kadar aldığı-
nı aklında depolar. Bir müşterinin alışkanlıkla-
rının diğerine benzerliğinden hareket ederek
bir takım örüntüleri fark etmeye başlar. Buna
göre sorular sorar ve kararlar alır. Hangi ürün-
den kaç adet almalıyım veya üretmeliyim ki,
müşteri geldiğinde elimde yeterince bulun-
Yrd.Doç.Dr.ÖzdenGürAli • İktisadiveİdariBilimlerFakültesi
Doğrukararagidenyol
işzekâsındangeçer
Gelişenteknolojibüyükbirveripatlamasıyaratırkenbu
verilerinküflenmekyerineişeyaramasınısağlayan,yani
veriyibilgiyedönüştüren,küçükbüyüktümişletmelerin
kaderinibelirleyenkilitkavram:İşzekâsı
27. 25
sun! Aynı zamanda çok fazla da birikmesin.
Ne gibi ürünler sunalım ki, mevcut müşteri
kitlesinin ilgisini çekebilelim? Pastaneme bir
süredir uğramayan müşterim başka bir yere
mi taşındı, yoksa benden alışveriş yapmayı mı
bıraktı? İşte bunlar küçük çapta, tek kişilik bir
işletmenin dahi karşı karşıya kaldığı sorular.
Veriyi yani bilgiyi düşünüp aldığı kararlar…
Eğer bir perakende zincirini ele alırsak, onun
da aynı kararları vermesi gerekiyor. Ancak bunu
kişisel hafızayla gerçekleştirmek mümkün
değil. Elinizde birçok veri var. Her müşteri her
alışverişinde ne almış, ne kadar almış? Ya da
biz ne zaman alıp ne zaman ödemişiz; hangi
kanaldan almışız? Bütün bu veriler toplanarak
kurumun hafızasını oluşturuyor. Veriler topar-
lanıyor ve modelleniyor. Örneğin, bugün Koç
Üniversitesi içindeki bir mağazadan, akşam
Sarıyer’den, hafta sonu Kadıköy’den ya da
Internet’ten alışveriş yapmışsınız; ama siz hep
aynı müşterisiniz. Bunların hepsinin bir araya
getirilmesinin ardında bir zekâ söz konusu.
Yani, bu bilgilerin küflenmesi yerine bir işe
yaramasını sağlayan şeye iş zekâsı diyoruz.
Sizin de söylediğiniz gibi küçük büyük her
işletme, bahsettiğimiz veriyi yorumlama
sürecini gerçekleştiriyor. Peki, bu süreç
işletmelere uzun vadede neler sağlıyor?
İş zekâsı BI (Business Intelligence), organizas-
yonun en küçük parçalarına kadar görülebil-
mesini sağlayarak farklı yönlerinin birbir-
leriyle ilişkilendirilmesine yardımcı olur. İş
sahibinin ya da yöneticinin durumu hakkında
belirsizliği azaltmasını mümkün kılar. Yani
kaç müşterim var, bu ürünü alanlar başka ne
alıyorlar, yarın ya da bir sene sonra bu ürün
gamı hâlâ işe yarayacak mı; indirimler satışa
ne kadar katkıda bulunuyor? İşletmelerin bu
sorulara cevap verebilmesini sağlar. Peki, ne
gibi veriler kullanılıyor? Alışveriş kayıtlarından
söz ettim; ama cep telefonlarıyla yaptığımız
her görüşme nerede olduğumuzu, o anda
ne gibi aplikasyonlar kullandığımızı, kimlerle
görüştüğümüzü anlatan verilerdir. Bunların
hepsi telekomünikasyon sektöründeki şirket-
lerin veri ambarlarında biriken kişisel bilgiler.
Öte yandan, bu bilgilerin isimsizleştirilerek
"İşzekâsıuygulamalarıkarar
desteksistemleri,sorguve
raporlama,çevrimiçianalitik
işleme,istatistikselanaliz,
tahminyürütmeveveri
madenciliğifaaliyetleriniiçerir."
Yrd. Doç. Dr. Özden Gür Ali
28. 26
de olsa işlenmesi gizliliğin korunması ile ilgili
endişeleri de beraberinde getiriyor.
Bu durumda işletmelerin veri elde etmesi
açısından Internet’in de büyük bir önemi
var…
Internet kendi başına bir veri patlaması
yarattı. Big Data önemli bir terim olarak
ortaya çıktı. Son iki yılda, ondan öncesindeki
bütün zamanlar kadar veri üretildi. Hepi-
miz internet kullanıyoruz ve artık içerik
üreticisi konumundayız. Sadece metin
değil, filmler, videolar, görsel materyaller
de veri patlamasına sebep oluyor. İşte tüm
bunlar çok ciddi uygulama alanları açıyor.
Perakendeci açısından bakarsanız önce
şunu görürsünüz: “Müşteri geldi, şu ürünü
aldı ve gitti.” Ama aynı zamanda birçok
ürüne bakmış ve bazılarını da almamıştır.
Aslında neyin neden alınmadığını anlamak,
müşterinin hangi ihtiyacına cevap vereme-
diğini fark etmek işletme açısından önemli.
Bunu görebileceğiniz yer Internet’tir. Web
sitesinde hangi ürünleri ne süreyle inceledi,
sepete koydu, hangi ürünlerle karşılaştır-
dı, aldı veya almadı. Hatta perakendeci
müşterinin o ürünü kendisinden almayıp
nereden aldığını da görebilir. Cisco’nun
ABD’deki yöneticilerinden biri şu uygulama-
larını anlattı: Onların nihai tüketiciyle bire bir
ilişkisi yok. Nihai tüketici firma gelip onların
web sitesine bakabiliyor. Baktıkları ürünü alıp
almadıklarına dair ayrıca bir inceleme yapmış-
lar. IP adresinin kime ait olduğunu bulmaları
gerekiyor. Hangi firma benim ürünlerime
bakmış, kaç kere bakmış. Neden satış yapa-
madık? Bunun üzerine araştırma yapmışlar ve
nedenini sormuşlar. Bu şekilde birçok kaybı
geri çevirmişler.
Sosyal medyada yazılanlar, arama motoru
kelimeleri de analiz edilen büyük bir veri
kaynağı. Şirketim hakkında kim, neden, ne
yazıyor? Tavsiye mi ediyor; yoksa şikâyet mi
ediyor? Buna hemen müdahale edilmezse,
durum çok büyük bir halkla ilişkiler faciası-
na dönüşebilir. Şirketler hem duygu hem
de içerik açısından otomatik metin analizi
yaparak şirket hakkında neler söylendiğini
araştırıyor. Bunu özetleyecek sistemler ve
“Internetkendibaşınabirveripatlamasıyarattı.BigDataönemli
birterimolarakortayaçıktı.Sonikiyılda,ondanöncesindekibütün
zamanlarkadarveriüretildi.”
29. 27
bulgulara göre hemen şirket adına gerekli
halkla ilişkiler/ müşteri ilişkileri aksiyonla-
rını alan elemanlar var. Internet’te metin
analizi ile elde edilen bilgilerin talep ve satış
tahminlerine katkı yapar hale getirilmesi de
çok önemli. Örnek verecek olursak, tekstilde
yeni akımların tespiti, hedef kitlenin yorum-
ları, tepkisi ürün seçimi ve talep tahmini için
değerlendirilebilir.
Toplanan verilerden ede edilen sonuçlar
nasıl hayata geçiriliyor?
“Bu soruya da örnekler üzerinden cevap vermek
daha açıklayıcı olacak: Çok yaygın olarak kullanı-
lanyemeksiparişsitesiyemeksepeti.com
üzerinden gelen verilerin toplanmasını ele
alalım. Bu site içerisinde hizmet veren yüzler-
ce işletme var. Bu işletmelerin her biri farklı
ürün çeşitleriyle çok geniş bir tüketici kitlesine
hitap ediyor. Artık bu gibi büyük organizas-
yonlar, müşterilerinin tüketim alışkanlıklarını
ve tercihlerini gelişen teknolojinin de yardı-
mıyla depolayıp bir veri tabanı oluşturuyorlar.
Bu verilerden genel bazı çıkarımlarda bulu-
nabilmelerinin yanı sıra kişilere özel sonuçlar
da elde edebiliyorlar. Burada da esas dikkat
edilen nokta müşterilerin kişisel özelliklerin-
den daha çok davranışları. Ne gibi ürünler
almış? Hangi sıklıkla sipariş veriyor? Elde
ettikleri bu envanterle kişilere özel satış ve
pazarlama yapabilme yeteneğini elde etmiş
oluyorlar. Her müşteriye aynı promosyonu
önerip, e-postalarını birçok mesajla doldurup,
spam olarak algılanmak yerine az sayıda fakat
o kişinin ilgilenme olasılığı yüksek teklifler
gönderildiğinde kazan-kazana dayalı uzun
vadeli olabilecek bir ilişki oluşturma şansı
ortaya çıkıyor.
Bu yoğun rekabet ortamında kişisel hakların
ihmaline kadar uzayabiliyor. Bu açıdan bu ve-
riler toplanırken ve kullanılırken izinlerin alın-
ması çok önemli. Özellikle cep telefonları çok
kapsamlı bir bilgi veriyor, fakat biz tüketiciler
özel bilgilerimizin kullanılmasını istemeyiz.
Zaten ülkemizde ve dünyada bu konuyla ilgi
bazı yasal kısıtlamalar getirildi, getiriliyor. Bu
noktada kişi haklarının korunması çok önemli
bir unsur olarak ortaya çıkıyor.
"İş zekâsı, gerçek veriye dayanan doğru kararların alınmasına yardımcı olur."
30. 28
Nörobilim, nöroanatomi, sinir stimulasyonu,
girişimsel olmayan beyin stimulasyonu ve
medikal cihaz inovasyonu üzerine araştırma-
lar yürüten Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Ana-
tomi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi Doç.
Dr. Yusuf Özgür Çakmak Kule’nin sorularını
yanıtladı.
Bilgiye ulaşma, yani veriyi yorumlama
yetisini kullanmamızı sağlayan zekâ,
sadece bilişsel ve kalıtımsal olarak tanım-
layabileceğimiz bir kavram mıdır? Sizce
kültürel, çevresel ve tarihsel olarak bu
tanım nasıl değişebilir?
Çok net bir şekilde çevresel, kültürel ve
tarihsel şekillendirmeden bahsedebiliriz.
Yakın zamanda yapılan bir araştırmada ABD
üniversitelerinde öğrenim gören Batı ve Uzak
Doğu kökenli öğrencilere gösterilen bir vi-
deoda bu öğrenci gruplarının verdikleri geri
bildirimler arasında çok net bir farklılık göze
çarptı. Batı kültürlü öğrenciler aynı videodaki
büyük balıktan bahsederken arka plandaki
oluşumlara ait hiç geri bildirim yapmadılar,
Uzak Doğu kültürü almış öğrenciler ise arka
plandaki yosunlardan, bitkilerden, mercan-
lardan bahsettiler. Bu çalışmanın sonuçlarının
da açıkça gösterdiği gibi kültürel farklılıklar
aynı uyaranı bambaşka açıdan algılamamızı
sağlıyor. Uzakdoğu kültürleri bütünsel ve
tüm çerçeveyi eşit algılarken, Batı kültürü
büyük balığı görmemizi istiyor. Her iki bakış
açısının da hayatta kalmamızı sağladığı farklı
şartlarla karşılaşmamız mümkün, dolayısıy-
la doğru ortamda, doğru algı bakış açısını
kullanmadan hep aynı tür algı yetisiyle
biçimlenmiş zekânın farklı şartlarda başarısız
olması mümkün.
Zekâ üzerine söylenmiş ve sizi etkilemiş
bir söz var mı?
“Zekânın seviyesini, değişebilme yeteneği
belirler.” - Albert Einstein
Zekâsıyla sizi etkileyen herhangi biri
varsa, kim olduğunu söyleyerek nedenini
kısaca açıklayabilir misiniz?
Değişen yeni şartlara yönelik yaratıcı adap-
tasyonu ve stratejileriyle kesinlikle Mustafa
Kemal Atatürk.
Fikir, yaratıcılık gibi kavramların ve başa-
rının zeki olmakla ilişkisi sizce nedir?
Beyin ağları (network’leri) zaman içerisinde
KoçÜniversitesiTıpFakültesiÖğretimÜyesiDoç.Dr.YusufÖzgürÇakmakKule’ninsorularınıyanıtladı.
Zekiolmakmı
zekicedavranabilmekmi?
Doç.Dr.YusufÖzgürÇakmak•TıpFakültesi
Doç. Dr.Yusuf Özgür Çakmak
31. 29
tekrarlanan uyaranlarla kurgulanmaktadır.
Benzeryadailintilikavramlar,varolannetwork’ler-
de kendilerine yeni dallar olarak yer bula-
bilirler. Birbirinden bağımsız gibi gözüken
iki farklı beyin ağı arasındaki benzerlikleri
kurgulamaya yönelik içsel algının kavra-
nılmasıyla yeni bakış açıları da kazanılması
mümkün olmaktadır. Bu bakış açısı farklı
network benzerlikleri ile daha büyük
network’lerin kurgulanmasını beraberinde
getirdiği gibi kompleks gibi gözüken kavram-
lara çok basit çözümlemeler de kazandıra-
bilmektedir. Bütün bu yaklaşımlar sıklıkla
analitik çözümlemeler, yaratıcılıklar ve fikirler
için yeterli olabilirse de sanatsal yaratıcılık
için mevcut analitik network’leri anlık ya da
kısa süreliğine kapatmamız gerekir; çünkü bu
analitik network'ler beynin sanatsal yaratıcılı-
ğını oluşturan network'ler üzerinde baskılayıcı
nitelik taşımaktadırlar.
Duygusal zekâ kavramının, başarı ve
mutlulukla ilişkisi üzerine neler söylemek
istersiniz?
Duygusal zekâ dediğimiz kavram, içerisinde
empatiyi ve sosyal konum algısını barındırır
ki, bu sayede analiz edilen algıya sadece algı
ve kişisel tepki refleksi olarak değil, toplum-
sal ve karşımızdaki kişinin penceresinden
bakarak yaklaşmamızı sağlar. Bu tip bir tepki
beraberinde güçlü sosyal ilişkiyi getirecektir
ki, kitleleri peşinden sürükleyen birçok lider
zekânın en önemli bileşenlerinden biri olan
empati yetilerini üst düzeye taşıyabilmişler-
dir. Empati kuramadığımız durumlarda doğru
analiz edilen algılarımız olsa dahi, reaksiyon-
larımızın sonuçları başarı ve mutluluk bek-
lentisini karşılayamayacaktır. Dostoyevski’nin
dediği gibi, “Zeki davranabilmek, zeki olmak-
tan çok daha ileri bir olgudur.”
Zekâ geliştirilebilir midir?
Bu soruya çocuk ve yetişkin olarak ayırarak
başlamak doğru bir yaklaşım olacaktır. İnsan
beyni 22-24 yaşlarına kadar gelişimini devam
ettirmektedir. Bu süre zarfında bu gelişimi
hızlandırmak mümkündür. En yaygın bilinen
uygulamalardan örnek vermek gerekirse,
ilkokul 1. sınıfa giden bir çocuğa altı ay boyunca
verilen balık yağının bu gelişimi 1-1,5 sene
hızlandırdığı gösterilmiştir. Gelişimini tamam-
lamış bir beyin için ise farklı teknikler uygulana-
bilir. Bu tekniklerden bahsetmeden önce zekâ
kavramının içerisinde dikkat, analiz, algı, gibi
birçok kavram olduğunun altını çizmekte fayda
görüyorum. Bu saydığımız kavramlardan her
biri tek tek geliştirilebilir niteliktedirler. Örneğin,
beynin dikkat yeteneği bugün nörobiyolojik
geri besleme teknikleriyle geliştirilebilir bir zekâ
bileşeni haline gelmiştir. Dikkat eksikliği yaşa-
yan çocuklarda ve hatta uçağı indiriş anında
dikkat problemi çeken bir pilotun da NASA’nın
geliştirip uygulamaya soktuğu nörobiyolojik
geri besleme teknikleriyle dikkat performans-
larını artırabildikleri araştırmalarla net olarak
gösterilmiş ve günümüzde rutin uygulama
alanı bulabilmiştir. Zekânın algı bileşeni de
hedefe yönelik olarak yapılan bir beyin eğitimi
sayesindegeliştirilebilmektedir.Tümbueğitim-
lereekolarakkişininpasifolduğuamadışarıdan
verilenuyarılarlabeyineğitimininaktifolduğu
uygulamalardabulunmaktadır.Bütünbubilgiler
ışığındazekâkavramınınbirçokbileşeninintek
tekyadabirkaçınınbirliktekişininfarkındalığın-
dayadahaberiolmaksızınaktifvepasifbeyin
eğitimleriylegeliştirilerekzekâkapasitesinin
artırılabilmesimümkündür.
Sizce zeki insan…
Bence zeki insan değişen koşullara adapte
olabilmeyi başarabilendir.
Zekâkavramınınbirçokbileşeninin
tektekyadabirkaçınınbirlikte
kişininfarkındalığındayada
haberiolmaksızınaktifvepasif
beyineğitimleriylegeliştirilerek
zekâkapasitesininartırılabilmesi
mümkündür.
32. 30
Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar
Bölümü Öğretim Üyesi Oğuzhan Özcan,
2011 yılından bu yana “designLab” Araştırma
Birimi ve Koç Üniversitesi Tasarım, Teknoloji
ve Toplum Doktora Programı’nın koordina-
törlüğünü üstleniyor. Genel olarak tasarım
düşünmesi ve yaratıcı fikir üretimi sürecinde,
ilham kaynakları üzerine uzmanlaşan Özcan
ile yaratıcılığın zekâ ile ilişkisi üzerinden yola
çıkarak gerçekleştirdiğimiz sohbeti keyifle
okuyacaksınız.
Zekâ ve yaratıcı fikir üretimi arasında
nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? Üretim süre-
cinde kişiyi öne çıkaran nedir sizce?
Öncelikle ben zekâ alanında çalışan bir
bilim insanı değilim. Bizim alanımızda bilgi
üretiminin “ezber bozan” bir yapısı var ve bu
anlamda üretimin zekâ ile bağlantısı ilginç
olabilir. Ancak zeki bir insanın ezber bozabi-
leceğini düşünebiliriz. Yaratıcılık sürecinin,
özellikle tasarım alanında sistematik ve
formüle edilebilir olduğunu söylemek çok
zordur. Bazıları sistematik bir yoldan
gider ama bazılarında yaratıcılık rastlan-
tısal bir sürece dayanır. Özellikle sanatçıların
MedyaveGörselSanatlarBölümüÖğretimÜyesi
OğuzhanÖzcanilezekâüzerine…
Tasarımınpenceresinden
Prof.Dr.OğuzhanÖzcan•İnsaniBilimlerveEdebiyatFakültesi
33. 31
rastlantısallığı yani gördükleri, dokunduk-
ları, hissettikleri çok önemlidir. Örneğin, bir
bestecinin bir anda içine girdiği duygu seliyle
yarattığı ve yıllarca kimsenin dilinden düşür-
mediği şarkıları vardır.
Ben daha çok ilham alma üzerine çalışıyo-
rum. İnsanın her şeyden ilham alarak üretim
yapabileceği fikrine sahibim. Aslında gele-
neksel sanatçıların yaptığı budur.
Tasarımda ilham alma fikrinin zekâyla olan
bağlantısı tamamen neden sonuç ilişkisine
dayalı. Değişik sanat eserlerinden bir süpür-
geye ya da bir ana bakan bir tasarımcı oradan
kimsenin göremediği bir bağlam çıkartıp fikir
üretir. Bu tabii ki belli bir zekâyı gerektiriyor.
Sıradan anlamıyla zekâyı ölçülebilir, sayısal
veriye dökülebilir bir şey olarak algılıyoruz.
İnsanın neden sonuç ilişkisini kurarak, oradan
bir fayda çıkarabilme yeteneğine sahip olma-
sını da bir zekâ örneği olarak düşünebiliriz.
Peki,yaratıcılığıtetikleyenanlıkfikirlermidir?
Bu konuda iki farklı ekol var. Birinde kulla-
nıcının talepleri ve ihtiyacı doğrultusunda
yapılan tasarımlar söz konusu. Örneğin,
gelen talepleri dikkate alarak, kullanıcının bir
fincanın her şeyini tasarlayacak veriyi verme-
si ve tasarımcının da onu vücuda getirmesi
söz konusu. Bunu eleştiren diğer okullar ise
şunu düşünüyor: Kullanıcı daha başka ne gibi
zenginliklerin olabileceğini algılayamayabilir?
Bu nedenle yeni oluşturulacak bir form, araç
ya da obje için tasarımcının öncülük rolü
üstlenmesi gerekir. Ben ikinci tarafla daha
çok ilgiliyim. Bu bağlamda bu işin anlık olup
olmadığı sorusunun tanımını yapmak zor;
çünkü bazı insanlara baktığımızda yaratıcılık
onun içinde bulunduğu koşullardan ba-
ğımsız, içten ve kendisinde var olan yetilere
dayanıyor. Diğer yandan bir şeyi vücuda
getirebilmek için kişinin birikimi olmalı. Onun
eğitimini, yaşadıklarını görmezsek, yaratıcılı-
ğın anlık olduğunu düşünebiliriz; ama tetikle-
me denilen bir sistem var.
Sizce zekânın tanımı nedir?
Kendi alanımdan baktığımda zeki kişi,
beklenmedik bir anda karşılaştığı bir soruna,
alışılmadık biçimde ama faydalı çözüm
üreten ve bunu da kabul edilebilir bir zaman
dilimi içinde yapan kişidir. Bu anlık da olabilir,
makul sürede problemin üzerinde düşüne-
rek de... Biz görsel tasarımda yokluk üzerine
üretim yapan kişinin zeki olabileceğini
varsayıyoruz. Engeller ve sınırlamaların yara-
tıcılığı artıran koşullar olduğu kabul ediliyor.
O pencereden baktığımızda bir insanın en
son teknolojiyle donatılmış bir stüdyoda
animasyon yapması da mümkün; sadece
kâğıt ve kalemin olduğu bir ortamda motion
capture (hareket yakalama tekniği) yapması
da. İkincisinde kişinin daha zekice bir üretim
yaptığı düşünülebilir. Tabii bunun zekâ ile
uğraşan bilim insanları açısından geçerliliği
var mıdır bilemiyorum.
Yaratım sürecinde karşılaşılan engeller ya
da eldeki olanaklar açısından Türkiye ile
Batı arasında bir ayrım var mı sizce?
Bundan 20 yıl önce sorsaydınız var oldu-
ğunu söyleyebilirdim. O dönemde doktora
öğrencileri yurtdışından Türkiye’ye bavullarla
kitap taşırdı. Ama küreselleşen dünyada
eldeki olanaklar açısından bir dezavantaj
söz konusu değil. Yalnız araştırma kültürü
açısından öğreneceğimiz çok şey var. Bence
“Kendialanımdanbaktığımdazekikişi,beklenmedikbir
andakarşılaştığıbirsoruna,alışılmadıkbiçimdeama
faydalıçözümüretenvebunudakabuledilebilirbirzaman
dilimiiçindeyapankişidir.”Prof. Dr. Oğuzhan Özcan
34. 32
Türkiye’deki en ciddi sıkıntı rekabette yaşa-
nıyor. Batı’da eğer rekabet içinde yoksanız
siz de yoksunuz. Ama Türkiye’de aile devreye
giriyor. Koruma ve kollama var. Çoğu kişide
“Çok donanımlı olmalıyım ve üretim yapmalı-
yım ki, sektörde belli bir yere gelebilmeliyim”
düşüncesi yok.
Bu anlamda zekâmızı, yaratıcılığımızı ya
da olanaklarımızı yeterince kullanamadı-
ğımızı söyleyebilir miyiz?
Evet, bu nedenle Türkiye’de pasifize olan
birinin eğer potansiyeli varsa, Batı’da çok iyi
işler ortaya koyduğunu görebilirsiniz. Çünkü
orada kişi rekabete dahil olmak zorunda
kalıyor.
Sizin ilham kaynaklarınız, itici gücünüz
neydi?
Benim alanım mimarlıktı ve 10 yıla yakın bu
alanda akademisyenlik yaptım. 80’li yıllarda
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde
öğretim üyesi olan Mark Butler ile tanışmam
bir şans oldu. O benim aslında bir görsel ile-
tişimci olduğumu düşünmüştü. İşte o 10 yılın
ardından görsel iletişim alanına geçtiğimde
kendi yerimi de bulmuş oldum. İnsanlar
kendi yerlerini bulduğunda öngörüleri çok
kuvvetli oluyor. İddialı bir söylem olsa da
Türkiye’de ileride ulaşılması gereken noktayı
görerek, onu öne çekebildim. Bu sayede gün-
cel kalarak dünyayla olan rekabetin içinde
var olabildim.
Öngörünün kaynağı ne olabilir sizce?
Birikimleriniz ya da zekânız…
Zekâ ve birikim bir arada… Ben gerçekten
çok zeki ama zekâsını kullanamayan insanlar
görüyorum. Belki de akıl ve zekâ ayrımı söz
konusu burada ya da zekâyı akıllıca kullana-
bilmek yani akıl edebilmek… Çok zeki olup
da çok başarısız olan insanlar tanıyorum. O
kadar zeki ve sıra dışı olmayı göze alabilmek de
önemli. Müthiş bir birikiminiz, yani yaşadıkları-
nız, yapıp ettikleriniz, ürettikleriniz var. Yeni bir
durumla karşı karşıya kaldığınızda birikiminizi
zekânızla birleştirmeniz gerekiyor. Bu anlam-
da zekâ birikimi yaratıyor, birikim de zekâyı
kullanarak bir adım öteye gitmenizi yani fayda
yaratmanızı sağlıyor. Ticari anlamda değil; ama
faydacı olmayan hiçbir şeyin anlamı yok. Kendi
içinde yenilik, yeni bir bakış getirmek önemli.
Öğrencilerinize bir mesajınız var mı?
Mücadele ve rekabet etme yetilerini kullan-
mayı öğrenmeliler. Emek kavramını anlama-
ları gerekiyor. Yavaş yavaş, deminde yapılan
bir çay ile üzerine kaynar suyu bir anda
döktüğünüz çayın tadı nasıl farklı olursa,
emek verilerek yapılan işin değeri de başka
olur. Eskiden tasarım öğrencilerinin ulaşabil-
diği birkaç dergi vardı. Artık araştırma yapma
olanaklarımız sınırsız ve bu mecra bir şeyleri
hazır beklemek yerine daha çok araştırma
için tetikleyici olmalı.
“Görseltasarımdayokluk
üzerineüretimyapankişininzeki
olabileceğinivarsayıyoruz.Engeller
vesınırlamalarınyaratıcılığıartıran
koşullarolduğukabulediliyor.”
Deformearayüzanalizleri/Tasarım:AhmetGüzererler,DesignLabdoktoraöğrencisi
35. 33
Charles Darwin, “Türlerden en güçlü ya da en zeki olanı
hayatta kalan değildir, değişime en yatkın olanıdır” der.
Bence gerçek zekâ da budur. Bazen yetenek yarışmaların-
da görürüz, hesap makinesi kullanmadan bütün işlemleri
aklından yapabilen çocuklar vardır ya da yıllar önce hangi
gün ne yaptığını detaylarıyla hatırlayan insanlar… Bu tarz
bir zekâ örneğinin nadir bulunmakla beraber, kişilere sos-
yal ve profesyonel hayatta çok yardımı dokunmaz, ama
içinde bulunduğu ortamın şartlarını iyi anlayan ve doğru
değerlendiren birinin daha başarılı olması kaçınılmazdır.
Toplumların dinamikleri de yıllar boyunca hep değiştiği-
ne göre insan zekâsının da bu doğrultuda evrimleştiğini
söyleyebiliriz. Bence zekâ, matematiksel zekâ, duygusal
zekâ ve adapte olabilme özelliğinin en doğru biçimde har-
manlanmasıdır. Duygusal zekânın mutluluk ile ilişkisi söz
konusu olduğunda mutluluğun bir seçim olduğu söyle-
nebilir. Kendini nelerin mutlu ettiğini bilen biri, zamanını
ve yeteneklerini bu etkenlere ya da bunları elde etmeye
çalışmaya harcarsa mutlu olmayı seçmiş demektir. Zekâ
konusunda Einstein’ın hiç aklımdan çıkarmadığım bir sözü
var: “Zeki insanlar sorunları çözerler, dahiler ise sorunların
oluşmasını engeller.”
Koç Üniversitesi’nde çıktığımız kısa turda, Hemşirelik Yüksekokulu’ndan Yrd. Doç.
Dr. Ayşecan Terzioğlu'na ve fizik bölümünde doktora çalışmalarını sürdüren Güneş
Aydındoğan'a zekâ konusunda ne düşündüklerini sorduk.
Zekâturu
"Mizah zekânın
gülümsemesidir"
Eski Yunan felsefecilerinden bugüne, düşünürler insanın farklı
özelliklerini doğa ve kültürün ne ölçüde biçimlendirdiğini tartıştılar.
Yapılan genetik, anatomi, fizyoloji, insan ilişkileri, sosyalizasyon, cinsel
kimlik, çocuk yetiştirme pratikleri konusundaki araştırmalar da bize
insanın farklı özelliklerini oluşturmada doğa ve kültürün ne derece
iç içe geçtiğini gösterdi. Zekâ da doğa ve kültürün, yani kalıtımsal
yapımızla, çevremizin bizden beklentilerinin ve yetiştirilmemizin
oldukça karmaşık bir şekilde iç içe geçtiği konulardan biri. Önyargılar
ve yerleşik kültürel kalıplar da zekâ konusundaki algılarımızı oldukça
etkiledi. Örneğin, çok yakın zamanlara kadar kadınların daha çok
annelik vasfıyla özdeşleştirilen duygusal zekâya sahip olduğu; zekânın
mantıklı, çok boyutlu, soğukkanlı düşünme ve analiz etmeye yönelik
boyutunun kadınlarda eksik olduğu düşüncesiyle birçok kız çocuğu
eğitimde pozitif bilimler, tıp ve mühendislik gibi dallardan uzak tu-
tuldu. Bu dallarda başarılı olan kadınlara birer istisna gözüyle bakıldı.
Bugün dünyada ve ülkemizde bu önyargının önemli ölçüde kırılmaya
başladığını görmek çok güzel!
Ben zekâyı çok boyutlu, karmaşık ve her zaman gelişmeye açık olarak
görüyorum. Bana göre kişinin kendini sorgulayabilmesi, geçmişini ve
bugününü değerlendirip bu değerlendirme ışığında yarınını planla-
yabilmesi ve farklı koşullara kolayca uyum sağlayabilmesi önemli zekâ
göstergeleri ve zekâyı geliştirip, başarılı olma kriterleri. Bütün bunları
yaparken, mutlu olmak için de zekânın mizah boyutunu da unutma-
mak gerekiyor tabii. Bir Fransız atasözü, “Mizah zekânın gülümsemesi-
dir” der ve bence de bir insanın zekâsı en bariz olarak yaptığı espriden
belli olur. Mizah aynı zamanda bizim zorluklarla da başa çıkmamızı
sağlayan önemli bir zekâ özelliğidir.
Yrd.Doç.Dr.AyşecanTerzioğlu,HemşirelikYüksekokulu
GüneşAydındoğan,FizikBölümüDoktoraÖğrencisi
"Zeki insanlar sorunları çözerler, dahiler ise
sorunların oluşmasını engeller"
36. 34
Türkiye’nin ilk kadın siyaset bilimcisi, Siyasal
Bilgiler Fakültesi’nin ilk kadın asistanı, ilk
kadın doçenti, ilk kadın profesörü ve ilk
kadın kürsü kurucusu… Uluslararası göç ve
kadın çalışmaları konusunda ülkemizde akla
gelen isimlerin en başında, makaleleri ve
kitapları yabancı dillere çevrilen, dünyanın
her köşesinde seminerler veren, Boğaziçi
Üniversitesi’ndeki çalışmalarını halen
sürdüren Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, 5
Mart’ta Koç Üniversitesi’ndeydi. Kendisiyle
Tıp Semineri kapsamında verdiği “Yirminci
Yüzyılda Tıptaki Gelişmelerin Kadının Statü-
süne ve Toplumsal Değerlere Etkisi” başlıklı
konferans öncesinde Koç Üniversitesi Tıp
Fakültesi Kurucu Dekanı Prof. Dr. Şevket
Ruacan’ın ofisinde buluştuk.
Koç Üniversitesi kuruluşundan bu yana
uluslararası bir üniversite olarak bilime
katkı sağlama hedefiyle çalışmalarını
sürdürüyor. Bir araştırma üniversitesi
olma misyonuyla hareket ediyor. Siz
Koç Üniversitesi’nin bu çabalarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Üniversitenin hem araştırma hem öğreti-
mi birleştirmesi çok önemli. Üniversitenin
böyle bir kurum olarak inşa edilmesi fikrini
ortaya atan ve Berlin Üniversitesi’ni bu
Hocaların hocası
Koç Üniversitesi’ndeydi
Türkiye’de bir kadın olarak bilimsel alanda gerçekleştirdiği pek çok ilkle herkese ilham
veren Prof. Dr. Nermin Abadan Unat Türkiye’de sosyal bilimler ve Koç Üniversitesi üzerine
sorularımızı yanıtladı.
RÖPORTAJ
37. 35
modele göre yaratan Alman filozof Wilhelm
von Humboldt’dur.
Bilim insanı için iki şart gerekir: Birincisi öz-
gürlüktür, yani bugünkü anlamda özerklik.
Hiçbir baskı altında kalmadan araştırma
yapabilmelidir. Bu, tıp alanında maddi ola-
naklara da bağlıdır; ama bilim insanı bunu
gerçekleştirebilmeli. İkincisi de yalnızlık
(Einsamkeit) yani kendini birtakım mükelle-
fiyetlerden tecrit edip, arınabilmesidir.
Almanya’da daha evvel kurulan Göttingen
ve Heidelberg gibi kurumlar bu yörünge-
ye oturdular ve gerek tıpta gerek fizikte
gerekse kimyada çok önemli başarılara imza
attılar. Tabii yapılan çalışmalar her zaman in-
sanlığın yararına olmadı; atom bombası da
Alman araştırma merkezlerinin bir çocuğu-
dur. Diğer yandan pozitif tarafları, endüstri-
yel gelişmelere katkıları büyük olmuştur.
Şimdi Almanya'da, bütün devlet üniver-
siteleri OECD Eğitim Direktörlüğü Ulusla-
rarası Öğrenci Değerlendirme Programı
(PISA) modelini uygulamak zorundadır. Bu
modelde lisans eğitimi üç senede tamam-
lanıyor ve araştırma fonksiyonu üniversite-
lerden, çeşitli merkezlere devrediliyor. Bu
araştırma merkezlerinin en önemlilerinden
bazıları Max-Planck Vakfı'na ait enstitüler-
dir. Toplam 22 araştırma merkezi var ve her
birinin uzmanlık alanı farklı. Çoğu tıbbı da
kapsayan fen alanından başka Heidelberg
ve Göttingen’de de sosyal bilimler alanın-
da merkezler faaliyet gösteriyor. Yani artık
son yıllarda Almanya’da bir araştırma alanı
arayacaksak bunu üniversitelerde değil, an-
cak araştırma merkezlerinde bulabiliyoruz.
Amaç bir taraftan yüksek sayıda gence üni-
versite öğrenimi sağlamak, öte taraftan en
yüksek vasıflı araştırmalara olanak tanımak.
Bütün bunların ışığı altında Koç Üniversitesi’nin
benim şahsen çok önemli bulduğum
Humboldt modelinin çağdaşını, Amerikan
versiyonunu, benimsemiş olması çok pozitif
sonuçlar getirecek. Belki de bu sayede tüm
dünyaya ışık tutacak yeni şeyler ortaya
çıkacak.
Sizce Türkiye’de akademik camianın ge-
lişimi önündeki engeller ve gelişim için
kilit rol oynayacak değerler neler?
Engellerin başında siyaset geliyor. İlerle-
me için tek reçete, üniversitenin tek ilacı
özerkliktir.
Koç Üniversitesi’nin kadın çalışmaları
alanındaki faaliyetlerini nasıl değerlen-
diriyorsunuz?
Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve
Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama
Merkezi (KOÇ-KAM)’nin kurulmuş olması
çok önemli bir adımdı. Bunu Prof. Dr. Çiğ-
dem Kağıtçıbaşı’nın çok önemli bir atılımı
olarak görüyorum. Kendisi çok üretken, çok
verimli, çok yönlü ve uluslararası üne sahip
bir bilim insanımız. Biz bu yola beraber
çıkmıştık. 1975’te tanıştık. O dönemde Türk
Sosyal Bilimler Derneği’nin başkanıydım ve
kadın çalışmaları konusunda bir konferans
için Amerika’ya davet edilmiştim. Döndü-
ğümde Türkiye’de de kadının toplumsal
durumunu tespit etmeye yönelik bir konfe-
rans düzenlemeye giriştim. ABD'deki Nüfus
Konseyi’nden bir miktar destek alabildik
ve Yeniköy’deki Sait Halim Paşa Yalısı’nda
yabancı katılımcıların da yer aldığı bir konfe-
rans yaptık. Özelliği ekonomi, siyaset, edebi-
yattan tıbba kadar tüm katılımcıların kadın
olmasıydı. Ardından iki baskı yapan bir kitap
hazırladık ve kitabın İngilizcesi Hollanda’da
yayımlandı. Şimdi o kitap hâlâ okunabilir;
ama sadece tarihi gelişim aşamasını görmek
üzere. Son 20 yılda katedilen mesafe başka
yapıtlarda yer alıyor. Bizim vaktiyle düzen-
lediğimiz konferansı tekrar edebilsek çok
yararlı yeni veriler elde edilebilir. Eğer gün
24 değil 96 saat olsaydı ben bu işe yeniden
girişebilirdim. Ancak vaktim az olduğu
için en önemli işlere kendimi veriyorum.
Dolayısıyla gençlerin bu işe girmesini arzu
ediyorum.
Birazdan vereceğiniz "Yirminci Yüzyılda
Tıptaki Gelişmelerin Kadının Statüsüne
ve Toplumsal Değerlere Etkisi" başlık-
lı konferansı izleyeceğiz. Öncesinde
Kule’nin genç okurları için bize kısa bir
değerlendirme yapabilir misiniz?
Her şeyden evvel şunu söylemek istiyorum.
Eğer Amerika hali hazırda dünya politikasın-
da bir süper güç ise ve bu ülkenin cumhur-
başkanı ikinci kez seçildikten sonraki ilk ko-
nuşmasında, geleceğimiz için beyin üzerine
araştırmaları desteklememiz gerek ve buna
20 milyar dolar kaynak ayırıyoruz diyorsa,
soru cevaplanmış oluyor. Geleceğin şekil-
lenmesini yine tıbba borçlu olacağız. Nasıl
ki, insanoğlunun genetik kodu keşfedildiyse
şimdi de beynin DNA’sı aranıyor. Ben bunları
bir okuyucu olarak anlayabiliyorum sadece.
Şimdi aranan beyindeki tepkilerin duygular-
la nasıl ilişki kurduğunu öğrenmek mümkün
müdür? Bu soruya cevap verebilirsek, sizinle
konuşurken hakikate aykırı bir şey söyleyip
söylemeyeceğinizi de anlayabileceğim.
Biliminsanıiçinikişartgerekir:
Birincisiözgürlüktür, yanibugünkü
anlamdaözerklik;ikincisidekendini
birtakımmükellefiyetlerdentecritedip,
arınabilmesidir.
38. 36
Şimdilik keşfedilen şey, beyin haritalarını
çıkartarak hangi parçanın neyle ilgili reak-
siyon gösterdiği… İnsanoğlunda merakı
öldürmediğiniz sürece bambaşka şeylere
ulaşacağız ve ilerleyeceğiz.
Sosyal bilimlerin Türkiye’deki saygınlığı
hakkında düşüncelerinizi öğrenebilir
miyiz? Sosyal bilimlerin toplumsal çözüm-
lemeveilerlemeyekatkısıaçısındansesini
duyurabilmesiiçinnelereihtiyacıvar?
Sorduğunuza çok sevindim. Sosyal bilimler
bence çok sağlıklı bir gelişme yaşıyor. Ben hâlâ
ders veriyorum; çünkü kendi yaşımdakilerden
hiçbir şey öğrenemediğim gibi içim kararıyor.
Türkiye’de bir devlet üniversitesinden emekli
olan kişi başka bir devlet üniversitesinde çok
cüzi bir ücretle ders verir. Ama mesele bu
değil; ben gençlerle beraber olmaktan zevk
alıyorum. Yüksek lisans ve doktora seviye-
sinde ders veriyorum, Erasmus programı
sayesinde pek çok yabancı öğrencim var.
Çok taze bilgilerin sunulduğu merkezler ve
yayımlanan çok kaliteli dergiler var. TÜBA’nın
yardımıyla dışarıya gönderilen gençlerden bir
kısmı önemli çalışmalar yapıyor. Zamanında
Şerif Mardin Amerika’nın teşvikiyle Türk Sosyal
Bilimler Derneği’ni kurmuş. Şerif Bey derneği
bıraktığında Ankara’da bulunan bazı arka-
daşlarla birlikte biz bu derneği benimsedik.
Ben başkan seçildim; daha sonra Kontenjan
Senatörü olunca başka biri başkanlığı devral-
dı. Bahsettiğim konferansı o zaman yapmıştık.
Daha sonra her iki yılda bir Ulusal Sosyal
Bilimler Kongresi yapmaya karar verdik. Tek
desteğimiz ODTÜ’nün bize verdiği toplantı
salonlarıydı. Bu yıl Kasım ayında bu kongre
17. kez düzenlenecek. Her kongrede 1.200’ün
üzerinde tebliğ sunuluyor. Bu dünyada kabul
edilmiş bir yöntemdir. Genç araştırmacılar
tebliğlerini sunar, kendini dener ve çalışmala-
rını geliştirir. Bu benim diktiğim bir fidandı ve
kurumadığına çok memnunum.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
dolayısıyla bir mesajınız var mı?
Bütün Ortadoğu’da modernite yüzün-
den kadın erkek çarpışmasının en yoğun
yaşandığı ülke Türkiye’dir. Bunun sebebi
elektronik iletişim araçları ile inanç değerle-
rine bağlı kalan nüfus gruplarının değerler
savaşıdır. Yale Üniversitesi’nden mezun
çok değerli sosyal bilimcilerimizden biri
olan Yılmaz Esmer tüm dünyada değerlerin
değişimi üzerine yürütülen bir araştırmanın
Türkiye ayağını devam ettiriyor. Bu araştır-
manın verilerinden hareketle hazırlanan ve
Türkiye’de Değerler Atlası ismiyle yayınlanan
kitap gösteriyor ki; Türkiye çok az değişiyor.
Çok muhafazakâr bir toplum olduğumuzu
daha net görmek için bu kitabı edinmek
şart. Bu da demek oluyor ki, çatışma kadın
aleyhine olacak şekilde devam ediyor.
Kule’nin 36. sayısındaki dosya konumuz
zekâ. Zekilik kavramının algılanışı ve
değişimi üzerine siz ne söyleyebilirsiniz?
“Zekâ Allah vergisidir” denir günlük dilde.
Ama zekâ geliştirilebilir, değiştirilebilir,
dumura uğratılabilir...
Koç Üniversitesi öğrencilerine tavsiyele-
riniz var mı?
Her şeyi merak etsinler, her şeyi görmeye
çalışsınlar, gençliklerinin kıymetini bilsinler,
dünyayı gezsinler, hayatın en güzel tarafının
sevgi olduğunu bilerek sevgiyle yaşasınlar.
RÖPORTAJ
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, Prof. Dr. Şevket Ruacan