SlideShare a Scribd company logo
1 of 52
Download to read offline
YAZ 2013SAYI 36
1
İÇİNDEKİLER KULE 36
REKTÖRÜMÜZÜN MESAJI
ÖĞRENCİ KONSEYİ BAŞKANI’NIN MESAJI
DOSYA - ZEKÂ
DOSYA - ZEKÂNIN DERİNLİKLERİ
DOSYA - ZEKÂNEDİR,NEDEĞİLDİR?
DOSYA - KIVRAKZEKÂNINFENDİ MANTIKSI
ZEKÂYIYENDİ!
DOSYA - ZEKİ TÜKETİCİLERİN KÖTÜ
TERCİHLERİ
DOSYA - DOĞRU KARARA GİDEN YOL
İŞ ZEKÂSINDAN GEÇER
DOSYA - ZEKİ OLMAK MI ZEKİCE
DAVRANABİLMEK Mİ?
DOSYA - TASARIMIN PENCERESİNDEN
DOSYA - ZEKÂ TURU
RÖPORTAJ - HOCALARIN HOCASI NERMİN
ABADAN UNAT KOÇ ÜNİVERSİTESİ’NDEYDİ
MEZUNLAR - KOÇ RUHUYLA
ŞEKİLLENEN YAŞAM
RÖPORTAJ - KOLT İLE EĞİTİME DESTEK
KAMPÜSTEN NOTLAR
2 28
3
30
4
33
6
34
16
3818
20 40
42
24
KOÇ ÜNİVERSİTESİ
ADINA SAHİBİ
Prof. Dr. Umran İnan
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Ayça Yürük
EDİTÖR
Leyla Demirbağ Atay
GÖRSEL YÖNETMEN
Levent Pakdamar
KATKIDA BULUNANLAR
Çağla Güneşler, Fatih Tok,
Neziha Mühürcü, Aykut Karadere,
Pınar Akoğul, Elif Yılmaz
YAYIN KURULU
Ahu Parlar, Arzum Kopşa, Bilgen
Bilgin, Ebru Tan, Emre Alkan,
Lemi Baruh, Metin Sezgin, Nazmi
Ağıl, Özden Gür Ali, Sanem
Yükselsoy Tekcan, Şevket Ruacan,
Veysel Onur Kaynar, Zeynep
Başak, Zeynep Derya Tarman
YAPIM
Demirbağ Yayın ve Tasarım
İBA Blokları 42/6 Barbaros Bulvarı,
Balmumcu / İstanbul
Tel: 0212 347 47 80
www.demirbag.com.tr
info@demirbag.net
OFSET HAZIRLIK VE BASKI
Gezegen Tanıtım
BaskıSorumlusu:SerapBaranoğlu
100. Yıl Mahallesi Matbaacılar
Sitesi 2. Cadde No: 202/A
Bağcılar İstanbul
Tel: 0212 325 71 25
KOÇ ÜNİVERSİTESİ
Rumelifeneri Yolu
34450 Sarıyer İstanbul
Tel: 0212 338 1000
www.ku.edu.tr
kule@ku.edu.tr
2
REKTÖRÜN MESAJI
Kule’nin yaz sayısını, zekâ kavramının farklı disiplinlerin penceresinden
incelendiği kapsamlı bir dosya konusuna ayırdık. Bilim dünyasında
sınırları aşan zihinsel faaliyetlerin ortaya çıkardığı büyük gelişmeler,
teknolojinin hayatımıza yön veren ve yeni ufuklara yelken açmamız
adına bizi cesaretlendiren karakteri, tüm insanlığın faydalanabileceği
ve geleceği inşa ederken güç alacağı adımların her biri parlak
zekâların ürünüdür. Sadece bilimsel ve teknik alanda değil sosyal,
kültürel, sanatsal boyutlarıyla da dünyayı besleyen tüm atılımlar
hayata bambaşka bir pencereden bakabilen, eleştirel düşünceyi
benimsemiş, cesur zihinlerin çabalarıyla filizlenmektedir. Ancak tüm
bunlar zeki olmanın ötesinde zekâsını akıllıca kullanmayı başaran
tutkulu insanların yaratımlarıdır. Kısacası bilişsel bir yeti olmanın
ötesinde zekâmızın ve onu kullanabilme becerilerimizin, toplumsal
var oluşumuzun başlangıcı ve gelişimimize yön verecek adımların
atılması yolundaki ilk koşul olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla hem bireysel
gelişiminiz hem de aydınlık bir Türkiye için Koç Üniversitesi’nin parlak
gençleri olarak birikimlerinizi, kazanımlarınızı, mükemmele ulaşma
yolunda sizlere sunulmuş tüm koşulları en iyi şekilde değerlendirmek
için göstereceğiniz çabanın yani zekânızı ortaya koyma cesaretinizin
çok değerli olduğuna inanıyorum. Değerli öğretim üyelerimizin zekâ
kavramı hakkındaki tartışmaları, görüşleri ve katkılarıyla hazırlanan dosya
konumuzu, sizleri eleştirel düşünceye ve araştırmaya teşvik edecek
nitelikleriyle keyifle okuyacağınızı umuyorum.
Koç Üniversitesi olarak, zekâsını akıllıca kullanmanın önemini
kavramış, dahası onu ortaya koyma konusundaki cesaretini ve
kararlılığını göstererek yaşamının sorumluluğunu bilime ve eğitime
katkı yapma sorumluluğu olarak özümsemiş zengin bir akademik
kadroya sahibiz. Koç Üniversitesi’nin eğitim ve araştırma misyonunu
bir arada sürdürerek bilimsel mükemmeliyet merkezi olma
vizyonunun, tıkır tıkır işleyen bir saat gibi bizi her an yeni başarılara
taşıdığını memnuniyetle izliyoruz. Bu vesileyle her sayımızda
olduğu gibi bir kez daha, elde ettiğimiz akademik başarıları sizlere
aktarmaktan sevinç duyuyorum.
Son dönemde öğretim üyelerimiz Tevfik Metin Sezgin, Reşat Bayer,
Özgür Birer, Kazım Büyükboduk, Gülayşe İnce Dunn, Seda Ertaç,
Nurhan Özlü, Mehmet Sayar ve Seda Keskin Avcı kendi alanlarında
sergiledikleri üstün nitelikli çalışmalarıyla TÜBA GEBİP kapsamında
ödüle layık görüldüler.
Zeynep Aycan Society for Industrial and Organizational Psychology
(SIOP) üyeliğine, Ahmet İçduygu, Zeynep Aycan, Gün Şemin ve Ali
Çarkoğlu Bilim Akademisi’ne üye olarak seçilirken, Ali Çarkoğlu aynı
zamanda "2013 Wapor En İyi Makale" ödülünü aldı. Elvan Ceyhan
Global Young Academy ve “2013 TWAS The Academy of Science for
Developing World Young Affiliate – Central & South Asia Region”
üyeliğine seçilerek Koç Üniversitesi’nin uluslararası alandaki başarılı
temsilcilerinden biri oldu.
Fuat Balcı ve İlke Öztekin ise Bilim Akademisi "2013 Genç Bilim
İnsanları Programı" ödülüne layık görüldüler.
Şener Aktürk “Almanya’da, Rusya’da ve Türkiye’de Etnisite Rejimleri
ve Milliyet” isimli kitabıyla Joseph Rothschild Ödülü’nü kazanırken,
Sinan Ünver “Aritmetik Geometrinin Motifler Teorisi” konusunda
matematiğe yapmış olduğu katkılarından dolayı "Masatoshi Gündüz
İkeda Araştırma" ödülüne layık görüldü. Tuğba Bağcı Önder de "2013
UNESCO-L’OREAL Ulusal Genç Bilim Kadınlarına Destek" ödülünü
kazandı. Koç Üniversitesi’ni onurlandıran tüm öğretim üyelerimizi
kutluyorum.
Başarılarla dolu, hareketli ve yoğun bir tempoyla geçirdiğimiz
2012- 2013 eğitim öğretim dönemini noktalarken bu yılın Koç Üniversitesi
mezunlarını da sevgiyle kucaklıyor, başarılarının devamını diliyorum.
Prof. Dr. Umran İnan
Rektör
Merhaba...
3
ÖĞRENCİ KONSEYİ
Kule’nin bu sayısında ele alınan “zekâ” kavramı, ilginç ve geniş bir tar-
tışma sahasına sahip olmakla beraber bilimsel olarak mutabık kalınan
noktalar da barındırıyor. Bu noktalardan biri kalıtımın zekâ üstündeki
etkisinin çok yüksek olmasına rağmen zekânın gelişimi için doğru
tespitin ve eğitimin de bir hayli önemli rol oynadığıdır. Doğuştan sa-
hip olunan bir avantaj olarak görülebilecek olan zekâ, uygun eğitimle
desteklenmediği takdirde potansiyel faydayı sağlayamamakta; hem
bireyin kendisi hem de toplum için bir kayıp söz konusu olmaktadır.
Zekâ gelişiminin en hızlı olduğu çağlar, üniversite hayatımızdan
önceki dönemlerimiz. Yaş ilerledikçe zekâdaki gelişimin de yavaşlama-
ya başladığı gerçeğini göz önünde tutarsak, üstün zekâlı çocukların
erken yaşlarda tespit edilmesi ve onlara özel dizayn edilmiş sistemlerle
eğitilmeleri gerekmektedir. Ne yazık ki, ülkemizde bu gerekliliği yerine
getirmeye çalışan kurum sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. İlköğ-
retim sonrası ise sayılar daha vahim. Benim de mezunu olduğum Türk
Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi, ülkemizde üstün zekâlılara özgü
eğitim yapan tek lise. Sayılardaki noksanlık bile konudaki yetersizliği-
mizi gözler önüne sermeye yetiyor.
Niceliğin ötesinde nitelik olarak da eğitim yapımızın zekânın kıymetini
ortaya çıkarmakta yetersiz olduğu; hatta zararlı olduğu savunulabilir.
Farklı zekâ alanlarının varlığını göz önüne alırsak, kişinin zekâsının
belirli bir disiplindeki başarı için daha uygunken başka bir disiplinde
aynı derecede avantaj sağlayamayabileceğini kabul etmek gerekir.
Hâlbuki mevcut yapıda gençler, farklı disiplinlerde kendilerini deneme
fırsatı verilmeksizin çok erken yaşlarda tercih yapmaya zorlanıyor ve
tekdüzeliğe kanalize ediliyorlar. Bunun sonucu olarak sanat, spor,
edebiyat gibi alanlarda sivrilebilecek gençler, ebeveyn baskısı ve eği-
tim sisteminin yetersizliğinden dolayı daha pasif oldukları alanlarda
yüksek rekabet içinde kayboluyorlar. Yaklaşık üç yıl önce Milli Eğitim
Bakanlığı, Türk Eğitim Vakfı ve üniversitemizin işbirliğiyle 1. Uluslararası
Üstün Yetenekliler Eğitimi Sempozyumu düzenlenmişti. Maalesef bunun
devamı henüz gelmedi. Umuyorum ki, önümüzdeki yıllarda bu ek-
sikliklerin giderilmesi için Koç Üniversitesi öncülüğünde yapılan yeni
çalışmalara tanıklık ederiz.
Koç Üniversitesi öğrencileri olarak kendi üniversitemizdeki eğitimin
artılarını çoğaltmaya çalıştığımız kadar ülkemizdeki eğitim sisteminin
eksilerini gidermeye de çabalamamız gerektiğine candan inanıyo-
rum. Toplumun genelini ilgilendiren bu tarz meselelerin muhakkak
üniversitelerde tartışılması gerekir. Bizim kampüsümüz, tartışmaların
zenginliğine ev sahipliği yapabilecek bir özgürlük ortamı barındırmak-
tadır. Öğrenciler olarak bu fırsatı değerlendirmeyi görev addetmeliyiz.
Kule’nin yaz sayıları camiamız için çok değerli bir dönemin habercisi
olma niteliğini taşıyor: Mezuniyet! Yuvadan ayrılan arkadaşlarımızın,
hayatlarının geri kalanında da başarıyı ve mutluluğu yakalayacakları-
na olan inancım, veda etmenin getirdiği üzüntüyü kısmen azaltıyor.
Önümüzdeki dönemin üniversitemizin bütün mensupları için güzellik-
ler getirmesini arzular, taze mezunlarımızın her birine hayalleriyle
planlarının kesiştiği bir gelecek temenni ederim.
Veysel Onur Kaynar
Öğrenci Konseyi Başkanı
Niceliğin ötesine geçmek
Doğuştanbiravantajolarakgörülebilecek
olanzekâ,uygunbireğitimledesteklenmediği
takdirdepotansiyelfaydayısağlayamamakta;
hembireyinkendisihemdetoplumiçinbir
kayıpsözkonusuolmaktadır.
Bilgiyeulaşma,yaniveriyiyorumlamayetisinikullanmamızı
sağlayanzekânın,farklıbilimdallarınınpenceresindenbakıldığında
kendinenasılyerbulduğunutartışmaküzereyolaçıktığımızdosya
konumuzlakarşınızdayız.Kavramadairüretilensorularınvefarklı
bakışaçılarıylayolumuzuaydınlatantümkonularınherkesiyepyeni
bilgilereulaştıracağınıumuyoruz.
6
7
Bu sayımızda yeniden Kule’nin yedinci katında, bu kez zekâ kavramını tartışmak üzere bir
araya geldik. Konuklarımız Tıp Fakültesi’nden Dr. Sarper Taşkıran, Hukuk Fakültesi’nden
Yrd. Doç. Dr. Yiğit Sayın, Öğrenci Dekanlığı’ndan Dr. Bilgen Bilgin, Mühendislik Fakültesi’nden
Doç. Dr. Deniz Yüret, Kimya ve Biyoloji Mühendisliği Bölümü’nden Doç. Dr. Seda Keskin’di.
Gündelik dildeki kullanımından, tarihsel bakış açısındaki değerlendirmelerden zekânın ölçü-
lebilirliğindeki tartışmalara ve zekâ ile birlikte ele alınabilecek diğer kavramlara kadar pek çok
konunun tartışıldığı buluşma, tüm katılımcıların sorular üreterek katkıda bulunduğu zengin bir
ortam yarattı. Cevaplardan çok soruların önem kazandığı, üretilen sorularla herkesin aklında
yeni soruların şekillenmesine ışık tutacak sohbet toplantımızın çıkış noktası kavramın tarih-
selliği üzerineydi. İlk soruyu Kule ekibi olarak biz sorduk ve “Sizce, tarihsel olarak hangi tip
bilginin değerli kabul edildiği, zekâ kavramının yorum ve tanımını etkiler mi? Zekâ kavramı-
na ait kabullenişlerin toplumlara göre değişkenlik gösterebileceğini düşünüyor musunuz?
Modernite ile zekâ kavramının ele alınışı arasında dolaylı bir ilişki olabilir mi?” dedik; ardından
sessizce takibe koyulduk, çünkü artık tartışmayı yönlendiren birbirlerine sordukları sorularla
yeni konulara el atan öğretim üyelerimizdi. Konunun bir psikiyatrın açacağı yoldan ilerlemesi
konusunda herkes hemfikir olunca zekâ ile ilişkili ilk kavram tartışmaya açıldı: Uyum.
Zekânın
derinlikleri
Zekâdediğimizdehepimizinaklındabazıkalıplar,kabul
edilegelmişilkelervebirtakımölçütlercanlanır.Amazekâ
kavramınıaçıklamanınkelimeyisöyleyivermekkadar
kolayolmadığıdaortadadır.Bunedenlezamankısıtlı
olsada,kavramınderinliklerinedaldığımızvebolcasoru
ürettiğimizbirsohbetiçinKule’ninyedincikatındaydık.
8
İnsanı şekillendiren koşullar
“İnsan var olduğu sürece ele alınmış bir
kavramdan bahsediyoruz. Zekâ bu anlamda
tarihsel olarak gelişiyor ve evrim gösteriyor”
diyen Sarper Taşkıran bunun sebebini top-
lumun insandan beklediği birtakım becerilerin
süreç içerisinde değişip farklılık göstermesine
bağlıyor. Bu konuda verdiği örnek ise şöyle:
“Eski çağlarda bir avın nerede olduğunu iyi
görebilen, motor koordinasyonu iyi olan
insanlar daha başarılı görülürken bugün pro-
jeleri daha iyi yapabilenler başarılı. Kavramın
toplumlara göre değişiklik gösterdiği de açık.
Aslında içerdiği anlam tamamen beklentiyi
karşılama ya da karşılayamama üzerine kurulu.
Bu açıdan zekânın önemli bir göstergesi uyum
sağlayabilme becerisidir. Elindeki verileri, kendi
içinde hızlı bir şekilde değerlendirerek ortama,
ortamda başarılı ve kalıcı olmaya uyarlamadır.
Geçmişte ya da başka topluluklarda motor be-
ceriler veya fiziksel güç öne çıkarken, bugünün
toplumunda bilişsel beceriler ve dikkat daha ön
planda. Kısacası zekâ ele alındığında temel bir
kavram olan uyumun tarihsel süreçte değişme-
diğini düşünüyorum.”
Bilgen Bilgin de insan yaşamının devamlılığı
açısından coğrafi koşullara uyum sağlama be-
cerilerinin zekâ ile ilişkisini ele alarak Kaliforniya
Üniversitesi’nden Jared Diamond’un 1997’de
yazdığı Tüfek,MikropveÇelik adlı kitabına deği-
niyor: “Kitap, bazı bölgelerde medeniyet sürekli
gelişirken neden bazı bölgelerde yüzyıllardır
bir gelişme kat edilmeksizin yaşandığını anlatı-
yor. Oradaki insanların daha az zeki olduğunu
kanıtlayan hiçbir bulgu yok; ama temel güdü
uyum sağlama olarak ortaya çıktığında şunu
görüyorsunuz: Savaş olmayan, konumunuzdan
dolayı kimsenin size ilişmediği bir coğrafyada
yeni bir düzen keşfetmek zorunda değilsi-
niz. Medeniyetin ilk geliştiği yerlerde, yani
yaşamayı becermenin daha zorlu koşullardan
geçtiği coğrafyalarda ilerleme daha hızlı
olmuş.”
Gündelikdildekikullanımından
tarihselbakışaçısındaki
değerlendirmelere,
ölçülebilirliğindeki
tartışmalardankendisiyle
birlikteelealınabilecekdiğer
kavramlarakadarzekâyıfarklı
boyutlarıylaelealdık.
Dr.SarperTaşkıran
Dr.BilgenBilgin
Doç.Dr.SedaKeskin
9
Uyum kavramı ve zekâ ilişkisi açısından
başka bir yorum da Yiğit Sayın’dan geliyor.
Zekânın coğrafi dağılımıyla ilgili teorilere
değinerek şunları söylüyor: “Kuzey ve daha
soğuk bölge insanlarının evrim sırasında
adapte olmaları gereken iklim koşullarından
dolayı daha yüksek bir zekâya sahip oldukla-
rı, daha sıcak bölge insanlarının zekâsının ise
bu bölgelerdeki insanlardan farklı geliştiği
yönünde teoriler var. Bunların kesinliğini
bilmiyorum, ancak Doğu ve Batı toplumları
arasındaki zekâ seviyesinden ziyade, zekâ
anlayışının tartışılabileceğini düşünüyorum.
IQ testlerinin de bu açıdan değerlendirilmesi
gerekebilir. Batı toplumunun oluşturduğu bir
zekâ ölçme sistemini Doğu’ya uygulamak ne
derece sağlıklı?
Hep karşımıza çıkıyor; toplum içinde deza-
vantajlı birtakım grupların daha az başarı
sağlaması onların diğerlerinden daha az zeki
olmasıyla bağdaştırılır. Ancak kültürel ve sos-
yal şartlar önemli. Ben hem zekâ algılanışının
hem zekânın ortaya konuluşunun hem de an-
lamının kültürlerarası pek çok farkı olduğunu
düşünüyorum. Afrika’da ‘intelligence’ ya da
Latince ‘intellectus’ denilen kavram, altı yedi
ayrı kavramla beraber ortaya konuyor. Hatta
Zambiya ve Kenya’da zekâ, ‘sorumluluk’ an-
lamına da geliyor. Yani onlar için zeki olmak
ailenden, çevrenden, toplumdan sorumlu
olmak.”
Deniz Yüret ise konuyla ilişkili olarak ırklar
arasında zekâ karşılaştırması yapma iddiasıyla
çalışma gerçekleştiren bir grubun araştır-
masına değiniyor: “Afrikalı ve Amerikalı
çocukların zekâ düzeylerini ölçmek amacıyla,
kısa süreli hafızalarında kaç rakam tutabildik-
lerini incelemişler. Sonuçta beyaz çocukların
daha fazla rakamı hafızalarında tuttuğunu
tespit etmişler. Bunun üzerine makaleler
bile yazılmış. Ardından aynı karşılaştırmayı
Çinli çocuklarla yapmışlar. Onların kısa süreli
hafızasında daha da fazla rakam tuttuğu gö-
rülmüş. Ancak daha derinlemesine bir analize
girişince dil faktörü ortaya çıkmış. Değişik
dillerde rakam kelimelerinin uzunluğu ara-
sındaki farkın, çocukların hafızasında tuttuğu
rakam sayısını etkilediği anlaşılmış. Afrikalı
çocukların dilinde rakamın kelime karşılığı
uzun, İngilizcede orta, Çincede ise çok kısa
olduğu için bu farklılığın meydana geldiği
saptanmış.”
Zekâ testleri ne için?
Sarper Taşkıran Batı’da kullanılan ilk zekâ
testlerinin Fransız hükümetinin, okuldan
yararlanamayacak kadar durgun zekâdaki
çocukları ayırt etmek amacıyla geliştirildiğine
değinerek, zekâ testlerinin asıl olarak geriyi
ayırt etmek için ortaya çıktığını anlatıyor. Psi-
kiyatri için testlerin bir rehber olduğunu, ama
tanı koymak için kullanılmadığını vurguluyor:
“Psikiyatrlar bir çocuğun devletten yardım
alabilmesi için ona zekâ gerisi tanısı koyarken
Doç.Dr.DenizYüret
Yrd.Doç.Dr.YiğitSayın
10
testleri sadece rehber olarak alır. Klinik göz-
lem bunun çok daha önemli bir parçasıdır.
Yani uyum, işlevsellik ve testlerin ölçtüğü bi-
lişsel kapasite ortalama bir bilgi verir: “Çocuk
mantıksal, lineer düşünebiliyor mu, sebep
sonuç ilişkisi kurabiliyor mu ve bunu hep aynı
şekilde tekrarlayabiliyor mu? Ölçtüğümüz
bunlardır.” Taşkıran, zekâ testlerinin ileri zekâ
konusunda elde ettiği sonuçlar hakkında
ise şunları söylüyor: “Sıklıkla kullanılan zekâ
ölçekleri 100 puan civarında daha kaliteli
sonuçlar verir. 130 puan (yani iki standart
deviasyon) üzerinde varyasyonlar çok daha
fazla oluyor ve güvenilirlikleri düşüyor. 130
ve üzerini standart zekâ testiyle ölçmeye
çalışmak sağlıklı sonuçlar vermeyebilir.”
Yıldızlar takımı sınıfta kalır mı?
Bilgen Bilgin bu yorumdan hareketle eği-
tilebilir olmanın bir zekâ düzeyi ölçütü olup
olmayacağı sorusunu sorarak bir deney ör-
neğini ve Türkiye’de yaşanmış fen lisesi dene-
yiminin sonuçsuz kalma hikâyesini anlatıyor:
“Bir deneyde 10 değişik grup oluşturulmuş.
Grupların belli bir problem karşısında nasıl
çözümler ürettikleri gözlemlenmiş. Her gru-
bun içinde lider olarak öne çıkan kişiler be-
lirlenmiş. Sonra bu liderlerden yeni bir grup
oluşturularak yeni bir problem karşısındaki
düşünce ve davranış biçimleri gözlemlenmiş.
Diğer gruplarda görüldüğü gibi bu grupta
da bir çan eğrisi dağılımı oluşmuş ve bir lider
öne çıkmış. Ayrıca bu 10 liderden oluşan
grubun sorun çözme yetisi, daha önceki 10
gruptan ileri bir düzeyde gerçekleşmemiş.
Bunu nasıl yorumlayabiliriz bilemiyorum ama
çok parlak öğrenciler aynı sınıfta olduğunda
da aynı şeyle karşılaşabilirsiniz. Türkiye’de ya-
şanan fen lisesi deneyimi bir boyutuyla buna
örnektir. Onlar da liderlerin bir araya geldiği
gruptaki problemi yaşadı. Yıldız olarak gelip,
o grup içinde başka sonuçlar aldılar. Diğer bir
sorun da üç yıllık lise eğitiminin ardından bu
öğrencilere verilecek eğitimin biçimi konu-
sunda hazırlıksız olunmasıydı. Bu öğrenciler
çok eğitilebilir olmasına rağmen devamı
planlanmamış bir deneyim olarak kaldı” di-
yen Bilgin, durumu dünya çapındaki bilimsel
yönelimle birlikte ele alıyor:
Dünya nereye gidiyor?
“Bilimin gerekliliği o zaman toplum ya da
yönetim içinde daha temel kavramlardan bi-
riydi. Bilim olmadan teknolojinin alt yapısının
sağlanamayacağına dair bir yaklaşım vardı.
Şimdi onun buharlaşmış olduğunu görüyo-
ruz. Bütün dünyada böyle. Artık temel bilimle
ilgilenenlerin sayısı giderek azalıyor. Teknolojik
türde akademik çalışmalar artıyor. Belki bu
sebeple dünyanın geleceği daha karanlık ola-
bilir. Bu yöne gidişten dolayı çok zeki adamları
doğru kullanmadığımızı söyleyebilir miyiz?
Teknoloji açısından değerlendirildiğinde
şimdiki neslin karşılaştığı ve çözmek zorunda
olduğu sorunlarla bizlerin ve bizden önce-
kilerin çözmek zorunda olduğu sorunların
farklı olduğu görülüyor. Hayata bakış farklı ve
bunlara adapte olabilecek bir değişkenliği de
müesseseler gösteremiyor. Bizim neleri öğ-
retmemiz lazım, neleri öğretmesek de olur?
Üniversite sınavı sonucunda bizden eğitim
alacak öğrencilerin seçilme yöntemi ile bizim
bu öğrencilere aktarmak istediğimiz şeyler
ne kadar örtüşüyor? Bütün bunların arasında
zekânın yeri nedir?”
“Zekâelindekiverileri,
kendiiçindehızlıbirşekilde
değerlendirerekortama,
ortamdabaşarılıvekalıcıolmaya
uyarlamadır.”
SarperTaşkıran
11
Çoklu uyaranlar devrine hoş geldiniz!
Sarper Taşkıran bu tespitlerden hareketle
zekâ ile iç içe bir kavramı daha tartışmaya
açıyor: “Yeni gelen neslin dikkati çok daha
değişik yapılandırılmış; çünkü onlar çoklu
uyaranlar dünyasının içine doğuyor. Ama biz
eğitim anlamında bunu ne kadar yakalayabi-
liyoruz? Çünkü onların dikkatini aktif olarak
sürdürebilmelerini sağlayabilmemiz, onların
içinde bulunduğu uyaranlar dünyası kadar
renkli değişken ve hızlı olmamızı gerektiriyor.
Bunu ne kadar başarabiliyoruz ya da başar-
mamız gerekiyor mu? Kendimizi çağa adapte
etmeye çalışıyoruz ama bu sağlıklı mı? Çocuk
psikiyatrı olduğum için sık karşılaşıyorum
bu konuyla. Çoğu anne çocuğunu, ‘Benim
çocuğum çok zeki; ama dikkati dağınık’ diye
getiriyor. Bu olabilecek bir şey; ama bazen
de çocuklar sadece ortalama zekâya sahip
olarak, ortalama başarı gösterebiliyorlar. Aile-
lerin beklentileri çok yüksek ve bir kısmı da
bunu kabullenmeyle ilgili problem yaşıyor.
Gerçek anlamda dikkat eksikliği olanlar da
var ve onlar tedaviyle potansiyelini ortaya
koyabiliyor. Bu nedenle çağımızın tartıştığı
konulardan biri de dikkat ve zekâ ilişkisi."
Zekânın sınırlarını çizebilir miyiz?
Yiğit Sayın tartışmayı farklı bir boyuta
taşıyarak, “Sanatsal ya da sportif dediğimiz
motor yetileri zekâ kavramının içine katıyor
muyuz? Bu durumda çok daha karmaşık ve
geniş bir yeti alanı ortaya çıkıyor. Örneğin,
çocuk yaşta belli açılardan yetersiz ama müzikal
becerisi çok üst düzeyde insanlar var…” diyor.
Bilgen Bilgin’in bu konudaki yorumu şöyle:
“Zekâyı bir tek matematik problemi çözmekle
sınırlandırırsak bahsettiğiniz becerileri kategori
dışı bırakmış oluruz. Ama zekâyı, bir problemi
çözmek için elimizde bulunan araç olarak
düşünürsek, bir opera bestelemeyi çok ufak
yaşlarda hiçbir eğitim almadan becerebilmiş
birinin o konuda inanılmaz bir yeteneğe sahip
olduğunu, ayrıca bunu hayata geçirebilecek bir
özgüven ve çalışma güdüsüyle hareket ettiğini
de düşünebiliriz.”
Standart zekâ olarak kabul edip edemeyece-
ğimiz konusunda tartışılan fiziksel, duygusal,
sanatsal yeteneklerle ilgili Deniz Yüret şunları
söylüyor: “Yapay zekâ alanındaki çalışmala-
rımdan dolayı 1960’tan bu yana insanların bu
konuda ne tip aşamalardan geçtiklerini, neler
araştırıp bulduklarını meraklı bir biçimde oku-
yorum. İnsanlar bilgisayarı bulduktan hemen
sonra, bu zeki aletle yapay zekâ üretebilecek-
lerini düşünmüşler. 1956’da ilk yapay zekâ kon-
feransı gerçekleştirilmiş ve 1960’larda ilk yapay
zekâ laboratuvarları kurulmuş. İşin ilginç tarafı
ilk olarak soyut zekânın çözdüğü problemlerle
ilgilenmişler. Örneğin; satranç oynayan prog-
ramlar yazmışlar. Bu aşamalar geçildikçe bilim
insanları kısa sürede genel insan zekâsı seviye-
sinde şeyler yaratabileceklerini düşünmüş; ama
bu ümit gerçekleşmedi. Mühendisler zekâyla
çok da bağdaştırmadığımız, beş yaşındaki her
çocuğun becerebildiği birtakım şeyler üzerinde
çalışmaya başladığında esas problemlerin onlar
olduğunu fark etti.”
Beş yaşındaki çocuk bile yapar ama…
Deniz Yüret çalışma alanı açısından henüz
çözülmemiş problemleri şöyle aktarıyor:
“Öncelikle görsel algı konusu çözülemedi. 50
yıldır bizim baktığımızda görüp algıladığımız
şeyleri, bilgisayarın da görebileceği bir prog-
“Afrika’da‘intelligence’yada
Latince‘intellectus’denilen
kavram,altıyediayrıkavramla
beraberortayakonuyor.Hatta
ZambiyaveKenya’dazekâ,
‘sorumluluk’anlamınadageliyor.”
YiğitSayın
12
ram üretmeye çalışıyoruz. Sonra dil geliyor.
Cümleleri anlama, onları kendi hafızasından
gelen anılarla bağdaştırıp o konuyu anlama
yeteneğini bilgisayarlara uygulamaya çalı-
şıyoruz ve henüz emekleme safhasındayız.
Doğal dile anlamını veren yapıların bile ne
olduğu konusunda hemfikir olabilmiş değiliz.
Aynı zamanda hareket konusunda, robotikte
bunu planlayarak genel ölçüde çözen bir sis-
tem hâlâ yok. Kısacası esas yeteneklerimizin
beş yaşındaki çocukların yapabildiği şeyler
olduğunu yeni anlıyoruz. Soyut düşünce ile
yaptıklarımızın bunlar üzerine inşa edil-
diğini de… Örneğin Deep Blue’nun Garri
Kasparov’u yenerken kullandığı algoritmalar
ve yöntemin Kasparov tarafından kullanıl-
madığı çok açık. Kasparov’un beynindeki
hücreler saniyede 10-100 sinyal üretebiliyor.
Deep Blue ise saniyede 200 milyon pozisyon
değerlendirebiliyor. Dolayısıyla onun dene-
yime, hafızaya, oyuna dayalı bambaşka bir
yöntemle bu yeteneğe ulaştığı kesin.
En azından yapay zekâ ve bilişsel bilim
alanında bu temel yeteneklerin soyut zekâ
dediğimiz şeyi nasıl oluşturduğu sorusu ha-
kim. Soyut zekâ kendi kendine var olan, diğer
yetilerden soyutlanmış bir şey değil. Tam ak-
sine vücudunuz, duygularınız ve yaşantınızda
kullandığınız temel yeteneklerinizin üzerine
inşa edilmiş bir beceri.”
Eğitim yöntemi ve zekâ
Yiğit Sayın bu konudaki tartışmayı eğitim
tekniklerine doğru yönlendirerek, “Zekâyı
ilerletmek ya da daha iyi kullanılmasını
sağlamak için çocukluktan itibaren temel
özellikler üzerine inşa edilecek bir eğitim mi
verilmeli? Sanat, spor gerçekten çocukları
daha zeki hale getiriyor mu?” sorusunu soru-
yor. Sarper Taşkıran da benzer bir yaklaşım-
la oluşturulmuş Montessori ve benzeri eğitim
yöntemlerinin kullanıldığına değinerek
olanakların sağlandığı, sadece gözlem yapı-
lan ve kendiliğinden gelişime odaklı eğitim
yaklaşımlarından çok iyi neticeler alınama-
dığını belirtiyor ve şunu söylüyor: “Çocuklar
sınırlarla çerçeveli ama olanak sağlayan,
yönlendirici eğitimlerden çok daha fazla
yararlanıyorlar. Sınırlar ve kurallar zekâya ket
vurmaz, tam tersine açığa çıkmasını sağlar.
Zekâyı bir nehir olarak düşünürsek nehir
yatağının belirli olması, suyun gürüldeyerek
akmasını sağlar. Dikkat etmek gereken taştığı
zaman destek vermektir. Ancak kurallar
ve sınırların nehrin önüne set çekmemesi
gerekir.”
Uygulama öğretir
Deniz Yüret ise, bir eğitimci olarak insanın
kendisinin aktif olarak üretmeye çalışmasıyla
daha iyi öğrendiğini vurguluyor. Okumanın
ya da izlemenin uygulama kadar geliştirici ol-
“Zekâyı,birproblemiçözmekiçinelimizdebulunanaraçolarak
düşünürsek,biroperabestelemeyiçokufakyaşlardahiçbireğitim
almadanbecerebilmişbirinin,okonudainanılmazbiryeteneğesahip
olduğunu,ayrıcabunuhayatageçirebilecekbirözgüvenveçalışma
güdüsüylehareketettiğinidedüşünebiliriz.”
BilgenBilgin
13
madığına değinerek, “Öyle bir ortam ve bilgi
hazinesi sağlanmalı ki, çocuk kendi kendine
bir şeyler deneyip, yanılıp, yanılmaktan kork-
mayarak keşfetmeli. Aslında zanaat olarak
gördüğümüz aşçılık, marangozluk gibi alan-
larda bunun böyle olduğu zaten tartışılmıyor.
Bir aşçıyı seyrederek iyi yemek pişirmeyi
öğrenemezsiniz. Bir şekilde elinizi kirletme-
niz gerekir. Ben bilgisayar programlamada
ya da calculus’ta bunun neden böyle kabul
edilmediğini gerçekten merak ediyorum…”
diyor. Yiğit Sayın konuyu hukuk eğitimi
çerçevesinde değerlendirerek uygulamanın
öğrenme üzerindeki etkisini şöyle açıklıyor:
“Biz eğitimi veriyoruz. Kanunları gösteriyo-
ruz. Örnek olaylar çözdürüyoruz. Şanslıysak
bir kez mahkemeye gidip, işleyişi gözlem-
leyebiliyoruz. Ama ben mezun olup staja
başladığımda ilk üç günde öğrendiklerimin,
dört yıl boyunca öğrendiklerimden daha
etkin olduğunu düşünüyorum. Kaybedebile-
cek şeyler işin içine girdikçe, stresiniz artıyor
ama motivasyonunuz yükseliyor. Hukuk
eğitiminin şu an dünya çapında içinde oldu-
ğu kriz bununla çok ilgili. Kitapları, tahtaya
yazdıklarınızı ya da slaytları her yerde herkes
görebiliyor artık. Farklılığınız ve özelliğiniz
ancak pratiğe aktif olarak katıldığınızda or-
taya çıkıyor. Bu bambaşka bir sohbet konusu
olsa da çok önemli bir nokta…”
Eğitimde zanaatkarlık konusunun tartışıl-
maya devam eden ve henüz çözüm buluna-
mamış bir konu olduğunu belirterek söze
başlayan Bilgen Bilgin, eğitimde beklendiği
kadar olumlu sonuçlar vermeyen Montessori
ve benzeri yöntemlerin çöküşünü şöyle açık-
lıyor: “Tarihsel süreçte bunun keşfedilmemesi
mümkün değil. Yol gösterici her zaman var.
Toplumsal ve kişisel olarak ilerleme açısından
bilineni yeniden, tek başımıza keşfetmenin
bir anlamı olmadığından, gelinen noktanın
sonrasını gerçekleştirme şansını vermenin
tek yolu eğitim. Ancak eğitimin çıkmazı
şurada olabilir: Bizim gibi ülkelerde bu
kurumların ihtiyaca göre sayısıyla, aşağıdan
gelenlerin ve toplum içinde buna ihtiyaç
duyanların sayısı arasında uyuşmazlık var.
Zekâ testlerinin ilk çıktığı zamanlardaki gibi
elemine etmek zorundasın. Kimler eğitilme-
yecek; onları seçiyoruz.
Kurum olarak dünyaya ve geleceğe ba-
kıp neyi ne şekilde öğretmemiz gerektiği
kaygısıyla sınıfa girdiğimizde, bu seçilme
yöntemlerine göre orada bulunan insanlarla
bir uyumsuzluk yaşıyoruz…”
Deniz Yüret bu konudaki düşüncesini şöyle
anlatıyor: “Neyi neden öğrettiğimiz konusu-
na değinirsek; bundan beş yıl sonra hangi
bilgisayar programının aktif ya da popüler
olabileceği konusunda kimsenin bir fikri
“Birtartışmadasorduğusoruylakonuiçinyeniufuklaraçankişilerin
zekiolduğunudüşünüyorum. Çünküokişikimseninyakalayamadığı
başkabirşeyiyakalamışoluyor.”
SedaKeskin
14
yok. O nedenle olabildiğince genel problem
çözme yetileri, düşünce tekniklerini değişik
alanlara uygulayabilme araçları, yani prob-
lem değişince de işe yarayabilecek araçları
sağlamak gerekiyor.”
Hayat testinden geçmek için
Bilgen Bilgin çıraklık eğitimine benzer bir
eğitimin bazı alanlarda çok gerekli olabildiği-
niamagenelanlamdasisteminsoyutdüşünceye
kaydığınıbelirterekbununsebebinişöyleaçıklı-
yor:“Bupratiğiniçinegirdiğindeçokhızlıadapte
olabilme,problemikavrayabilmevedeğişik
alternatifteçözümlerüretebilmeyigetiriyor.Konu
hakkındaMIT’deyapılanbiraraştırmayıörnek
verebiliriz:MITmezunlarınınhangipozisyonlarda
çalıştıklarınıaraştırdıklarındadünyadaçapında
birnumaraolanbukişilerindahaortalama
üniversitelerdenmezunolmuşkişilerinaltında
çalıştıklarınıgörmüşler.Buparlakmühendislerin
nedenbupozisyondakaldığınıncevabı,Liberal
Artseğitiminingerekliliğinoktasındaortaya
çıkıyor.‘Vahşi’mühendisleryetiştirilmiş,sadece
mühendislikhakkındauzmanlaşmışbukişilerin
hayathakkındasonderecekısıtlıfikirlerivar.
Sınırlariçindeonlarlayarışmakmümkündeğil.
Amabiradımsağasolagidiphayatınsenden
talepettiklerinebakarsankayboluyorlar.Hayatın
insanıtestetmesiylesınavlarıninsanıtestetmesi
arasındakifarkbu.”
Deniz Yüret ise eğitim hayatında karşılaştığı
benzer bir durumu şöyle aktarıyor: “Benim
bir hocam bütün dersleri A olan öğrencileri
doktoraya almayı pek tercih etmezdi. Çünkü
tecrübelerinden hareketle onların araştırma-
da çok başarılı olamayacağını düşünürdü.
Yani mükemmelliği hedef edinip her ders
için kendini o yönde şekillendiren biri, hangi
dersi kullanarak çözeceği belli olmayan, belki
de cevapsız bir problemle karşılaştığında bo-
calayabiliyor, aşırı strese girebiliyor. O konuya
cesaretle girip sabırla işleyerek çözmeye çalış-
mak ayrı bir yetenek. Biz ilkokul birden itibaren
hep çözümü belli olan ve cevapların kitabın
arkasında yer aldığı sorularla eğitiliyoruz. Bu
çok yanıltıcı, çünkü mezun olduğunuz an bir
daha böyle bir soru görmüyorsunuz. Belki de
artık bazı sorular çözümsüz olmalı ve çözümsüz
oldukları söylenmeden çocuklar onunla uğraş-
malı. Gerçek hayat buna benziyor.”
Yiğit Sayın’ın da konuyla ilgili yorumları
şöyle: “Bazen sorunun cevabını bilseniz
de uygulayamayabilirsiniz. Bu hukuk için
böyledir. Ben staja başladığımda bir dava
hakkında iki gün boyunca yönetmelikleri ve
kanunları çalıştım. İzlenmesi gereken yolu
biliyordum. Ama arada insan faktörü var.
Siz memura yönetmelik dediğinizde saat
16.10’sa, hakimin tutumu tersse, müvekkiliniz
size yalan söylüyorsa çözümsüz kalabilirsiniz.
Bu okulda öğretilemiyor ve burada uyum
becerisi ortaya çıkıyor.”
Sorular mı cevaplar mı?
Bu noktada Bilgen Bilgin’in bir sorusu daha
var: “Birinin sorulara cevap bulabilme yete-
neği mi onun daha zeki olduğunu gösteriyor
yoksa doğru soruları sorma becerisi mi?
Ben bilimsel araştırmaya baktığımda asıl
zorluğun doğru soruyu sormaktan geçtiği-
ne inanıyorum. Doğru soruyu sormazsanız
çözmeye çalıştığınız problem, kimsenin
ilgilenmediği, dünyaya bir katkısı olmayan
boyutta kalıyor. Düzgün soruları sormayı
başaranlar, diğerleriyle aynı emeği sarf
etse de çok daha parlak sonuçlar alabili-
yor… O zaman doğru soruyu sormuş olana
daha zeki diyebilir miyiz?”
“Yapayzekâvebilişselbilim
alanında,temelyeteneklerin
soyutzekâdediğimizşeyi
nasıloluşturduğusorusu
hakim.Çünküsoyutzekâ
vücudunuz,duygularınızve
yaşantınızdakullandığınıztemel
yeteneklerinizinüzerineinşa
ediliyor.”
DenizYüret
15
Seda Keskin de bu örnekten hareketle dü-
şüncelerini aktarıyor: “Bence bu, zekâ ile akıl
arasındaki ince çizgiyle de ilgili. Aklın zekâyı
doğru şekilde kullanma kapasitesi olduğunu
düşünüyorum. Gündelik dilde bazı kişiler
için zeki, bazıları için de akıllı deriz. Sınav-
larda kötü olan ama bir tartışmada sorduğu
soruyla konu için yeni ufuklar açan kişilerin
zeki olduğunu düşünüyorum. Çünkü o kişi
kimsenin yakalayamadığı başka bir şeyi ya-
kalamış oluyor. Diğer yanda da verileni alan,
adım adım çözen insanlar var ve onların da
akıllı olduğu kesin.”
Zeki olmak her durumda iyi mi?
Bilgen Bilgin, zekâyı başarıyla özdeşleştir-
menin mümkün olup olmadığını konusunu
tartışmaya açarken süper zekâ kulüplerinden
birinin, IQ seviyesi 180’in üzerinde olduğu
söylenen bir üyesinin hayatını örnek gös-
teriyor: “Bu kişinin mesleği odacılık. Bunun
dışında kalan zamanlarda ise kulüp faaliyet-
lerine katılıyor. Hayatta kendine koyduğu
başarı seviyesi olarak odacılığı seçmiş; yani
zekâsıyla süper işler yapma peşinde değil...
Bu durumda zekâyı başarıyla özdeşleştirmek
mümkün mü? Sonuçta zekâ hayattan zevk
almayı sağlayan yani hayatı kolaylaştıran bir
araç olarak kullanılabilir. Diğer yandan başa
bela da olabilir. Kişiyi obsesyona itebilir. Belki
de insanları deha yapan bu ruh durumudur.”
Sarper Taşkıran da konuyla benzer olarak
şunları söylüyor: "Beautiful Mind filmindeki
karaktere benzer kişilerle çok kez tanıştım.
Zeki insanlardı; ama pek çok psikiyatrik
bozukluğa sahip olanlar da vardı. Böyle bir
durumda üstün zekâlı olmanın hiçbir önemi
yok, çünkü belki de bu insanın hayatını
kaydırabilir.”
Bilgen Bilgin'in sorusu: “Benim babam 40’lı yaşlarında ehliyet aldı. Ehliyet başvu-
rusu için dosya hazırlanması gerekiyordu. Koşullardan biri ilkokul mezunu olabilme
şartıymış. Babam doktor ve tıp fakültesi diplomasını eklemiş dosyaya… Dosyayı gözden
geçiren memur babama ilkokul diplomasının olmadığını ve dosyayı işleme koymayaca-
ğını söylemiş… Öylesine ısrarcı olmuş ki, sonunda araya vali girmiş. Memur ‘Vali emriyle
ilkokul diploması olmamasına rağmen sınava alınmıştır’ diye evraklara şerh düşmüş.
Bunu insana hayat öğretebilir ancak. Sizce bunun sebebi ne olabilir?”
Sarper Taşkıran’ın cevabı: “Memurun davranışını anlamak için, durumu hakkında
konuşmamız gerekir. Bu davranış bir zekâ eksikliğinden mi kaynaklanıyor, yoksa memur
bulunduğu ortama o şekilde mi adapte olmuş? Eğer bir amiri varsa ve onun ayağını
kaydırmak için bir hatasını kolluyorsa memurun tutumu bir zekâ belirtisi de olabilir…”
Buadamzekimi?
Yiğit Sayın: “Kime zeki diyoruz ve zekâ ne işe yarıyor? Başarılı olmaya, mut-
lu olmaya, çevrene yararlı olmaya…”
Bilgen Bilgin: “İyi matematik problemi çözdüğüm için küçükken bana, 'Ne
kadar zekisin' derlerdi. Sonra ortaya çıktı ki, EQ düzeyim sıfır. İnsan ilişkile-
rinde aktif olduğum söylenemez; ama tam da onu gerektiren bir iş yapıyo-
rum… Bu durumda hangisi doğru olabilir? EQ gereksizdir, geliştirilebilirdir
ya da ben yalan söylüyorum… ”
Sarper Taşkıran: “Kendimizi çağa adapte etmeye çalışıyoruz ama bu
sağlıklı mı?”
Deniz Yüret: “Bir aşçıyı seyrederek iyi yemek pişirmeyi öğrenemezsiniz;
mutlaka elinizi kirletmeniz gerekir. Bilgisayar programlamada ya da
calculus’ta bu neden böyle kabul edilmiyor?”
Seda Keskin: “Başarılı olmak için zeki olmak şart mıdır? Her zeki insan
başarılı mıdır?"
Düşünmekisteyenleriçin
cevabıbelirsizsorular
16
“Zeki”, “üstün zekâlı”, günlük yaşamda sıklıkla
kullandığımız ifadeler; ancak araştırmacılara
göre zekâ, bizim günlük dilde kullandığımız
ve ağırlıklı olarak akademik başarı ile eşleş-
tirilen bu kavramdan daha farklı bir anlam
taşıyor. Zekâ üzerine yazılmış derlemelere
baktığımızda bu sözcüğün çeşitli dillerdeki
karşılıklarının ve kökenlerinin farklılık gös-
terdiğini anlıyoruz. Türkçede kullandığımız
zekâ kelimesi dilimize Arapçadan girmiş ve
“parıltı”, “ateşin harlanması” gibi anlamları
olan bir kökten türemiş. Dilimizdeki “parlak
fikir”, “kafasında şimşek çakmak” ya da zeki
insanlar için kullandığımız “ateş gibi” de-
yimleri kültürümüzdeki zekâ anlayışına dair
ipuçları veriyor. Avrupa kökenli dillerin pek
çoğunda kullanılan “intelligence” kelimesi ise
Latince iter-legere, yani “toplamak”, “arasın-
dan seçmek”, “ayırt etmek” kökünden türe-
miş; Ortaçağ'dan itibaren çevirilerde Yunanca
“nous (akıl, tin)” sözcüğünü karşılamak için
kullanılmış. Zimbabwe’de zekâ kelimesinin
karşılığı olan “ngware” sözcüğü ise “dikkatli”,
“tedbirli”, “basiretli” gibi anlamlar taşıyor.
Bilimsel çalışmalar, gerçekten de zekâ olgu-
sunun kültürler arasında farklılık gösterdiğini
ortaya koyuyor. Örneğin; Çin’de Konfüçyüsçü
anlayış zekâyı doğru olanı yapmak olarak ta-
nımlıyor ve genel bilişsel yeteneğin yanında,
kişilerarası zekâ (sosyal yetkinlik), içsel zekâ
ve zekâsını göstereceği ve göstermeyeceği
zamanı bilme gibi unsurlara vurgu yapıyor.
Afrika’da zekâ, daha çok grup içi ve gruplar
arası ilişkilerin sürdürülmesine ve iyileştiril-
mesine katkı yapan beceriler olarak betimle-
Zekânedir,nedeğildir?
Zekâ,akademikalandakibilgininyüksekdüzeydeolmasını
değil;kişinintecrübelerindenyararlanabilmesini,gereken
tümdurumlardatecrübelerindeneldeettiğibilgiyiuygun
şekildekullanabilmesini,soyutkavramlarıanlayabilmesini
veuygulayabilmesinigerektiriyor.
Doç.Dr.BilgeYağmurlu • İnsaniBilimlerveEdebiyatFakültesi
17
niyor. Örneğin, Zambiya’da çocukların sosyal
sorumluluk ve işbirliği gösterme davranışları
zekânın tezahürü olarak nitelendiriliyor.
Psikoloji, tüm bu farklı tanımların altında
yatan beceriyi, yani zekâyı “deneyimden
öğrenebilme, yeni ortamlarda karşılaşılan
durumları anlayabilme ve genel olarak sorun
çözebilme, çözüm üretebilme” becerisi olarak
tanımlıyor. Zekâ, esasen akademik alandaki
bilginin yüksek düzeyde olmasını değil; kişi-
nin tecrübelerinden yararlanabilmesini,
gereken tüm durumlarda tecrübelerinden
elde ettiği bilgiyi uygun şekilde kullanabil-
mesini, soyut kavramları anlayabilmesini ve
uygulayabilmesini gerektiriyor.
Zekânın bu tanımı kapsayıcı ve farklı kültür-
lerdeki değişik zekâ anlatımlarını içerecek
nitelikte. Ancak bu genel tanım, zekânın
farklı türleri olduğu önermesiyle çelişmiyor.
Bazı araştırmacılar zekânın çeşitli formları
olduğunu ama hepsinin altında yatan genel
bir zekâdan söz edilebileceğini ve bunun
bilişsel bir beceri olduğunu düşünüyorlar.
Diğer araştırmacılar ise bilişsel temelli zekâ
türlerinden ziyade, farklı alanlarda farklı be-
cerilerle ilişkili olan bir çoklu zekâ yapısından
söz ediyorlar. Bu yaklaşım, akademik başarı
ile de ilişkili olan bilişsel beceriden bağımsız
olarak zekâyı uzamsal, sözel, mantıksal-ma-
tematiksel, kinestetik, müziksel, içsel, sosyal,
doğasal ve varoluşsal olarak çeşitlendiriyor.
Birkaçını açmak gerekirse, örneğin, “Bir ürünü
ortaya koymak, bir problemi çözmek, kendini
ve duygularını ifade edebilmek için vücudun
bir bölümünü veya tamamını kullanabilme
yeteneği” (kinetik zekâ), “Doğayı tanıma ve
anlama, yaşayan canlıları tanıma, doğanın
dengesini anlama, canlıları tanıma ve sınıflan-
dırma yeteneği” (doğasal zekâ) ve “Kişinin
kendisi hakkında sahip olduğu gerçek bilgi
ve anlayış ile uyumlu davranışlar sergilemesi
ve kendisini tanıma yeteneği” de (içsel zekâ)
bu yaklaşıma göre zekânın belli başlı formları.
Çoklu zekâ kuramı günümüzde özellikle
eğitim alanındaki uygulamalarda popüler.
Zekânın, sadece bilişsel bir kapasiteye değil;
bundan apayrı alanlardaki farklı yetenekleri
de anlattığı düşüncesi oldukça cazip. Ancak
çoklu zekâ kuramına gelen önemli bir eleştiri,
burada bahsedilen zekâ türlerinin aslında ye-
tenek olarak adlandırılması gerektiği ve altta
yatan bir genel zekânın yadsınmasının doğru
olmadığı yönünde. Yine de, örneğin, müzik
yeteneği yerine “müzik zekâsı” demenin
çekiciliği ağır basıyor ve özellikle çocukla-
rının gelişimi için maddi, manevi pek çok
özveride bulunmaya hazır ebeveynler için bu
farklı zekâ tanımları suistimale açık bir alan
yaratıyor. İndigo veya yeni ifade biçimiyle
“kristal” çocuk tanımının uygulamada bu
kadar yaygınlaşması da benzeri bir durumun
tezahürü.
Her ne kadar genel zekâ kuramına göre zekâ,
okul başarısının çok ötesinde bir bilişsel
temelli beceri olarak kavramsallaştırılsa da
modernite, formal eğitimin yaygınlaşması ve
Batı kültürünün baskınlığı, zekânın akademik
göstergelerini öne çıkarmıştır. Günümüz
toplumunda çarpım tablosunu bilmeyen bi-
rinin zeki sayılması mümkün değil gibi. Oysa
değişik yaşam koşullarında karşılaşılan ve baş
edilmesi gereken problemler farklı olabil-
mekte. Çözülmesi gereken problemler değiş-
se de, tüm bireylerin problemi tanıma ve ta-
nımlama, çözmek için stratejiler geliştirme ve
bu stratejileri değerlendirebilme gibi bilişsel
becerileri göstermeleri gerekmekte. Dolayı-
sıyla, genel bilişsel beceri anlamındaki zekâ
insanın yaşamını kolaylaştırabilen önemli bir
unsur. En basit şekliyle, bilişsel temelli genel
zekâyı akademik başarının gerekliliği olan
kristalleşmiş zekâ ve sosyal/duygusal zekâ
olarak ayrıştırsak da, her durumda zekâ, farklı
şekillerde de olsa işlenmiş bir cevheri ifade
ediyor; yer altında yatan ama kullanılamayan
binlerce ton madeni değil.
Hernekadargenelzekâkuramına
görezekâ,okulbaşarısınınçok
ötesinde,bilişseltemellibeceriolarak
kavramsallaştırılsadamodernite,
formaleğitiminyaygınlaşmasıveBatı
kültürününbaskınlığı,zekânınakademik
göstergeleriniöneçıkarmıştır. Doç. Dr. BilgeYağmurlu
18
Zekâyı yediye (dilsel, mantıksı/matematiksel,
yersel/konumsal, müziksel, ilişkisel, ...), doku-
za ve hatta daha da fazlaya ayıran çalışmalar
vardır. Bu sıralamalarda genel yaklaşım, her
kişinin belli bir konuya karşı özel bir yetene-
ğinin olduğu ve herhangi bir zekâ testinin
tüm yetenekleri test edemeyeceği ve bu
nedenle kişiler arasında bir zekâ sıralaması
yapmanın doğru olmadığı yönündedir.
Sıralama yapmaksızın, sadece zekânın ne
olduğunu ve ne işe yarayabileceğini anlamak
için onu üçe ayırarak incelemek doğru
olacaktır: Mantıksı (critical) zekâ, düşünceli
(caring / emotional) zekâ ve kıvrak/buluşçu
(creative) zekâ. Bunlardan hangisi insan
yaşamını başarılı, mutlu ve seçkin kılabilir?
Bunlara 3 ‘C’ler de diyebiliriz.
Başarıya ulaşmak
Mantıksı zekânın IQ testleriyle derecelen-
dirildiği ileri sürülmektedir. Peki, bu zekâ
kişiye ne kazandırabilir? Kanımca mantıksı
zekâ kişinin geleceğini garanti altına alması
konusunda gereklidir. Mantıksı zekâsını kulla-
narak; kişi okuyacak, üniversite sınavını üstün
başarıyla kazanacak, öğrenimini ilerletecek
ve sonunda evine bakacak seviyede maddi
kazanım sağlayacak bir iş bulacaktır. Mantığı-
nı kullanarak kendine göre en iyi seçimini (ev,
araba, eş, gibi) yapacak ve kendisine maddi
bakımdan başarılı bir hayat kurabilecektir.
Mutlu bir hayat
Düşünceli zekânın da EQ testleriyle dere-
celendirildiği ileri sürülmektedir, ancak bu
testler kişilerin kendileri hakkındaki sorulara
yine kendilerinin verdikleri yanıt şeklinde
olduklarından kolayca hata verebilirler.
Düşünceli zekâ kişiye ne kazandırabilir?
Empati duyusunun gelişmiş olduğu bu kişiler
başkalarının hislerini daha kolay anlarlar, ko-
lay arkadaş edinirler ve arkadaş çevrelerince
Kıvrakzekânınfendi
mantıksızekâyıyendi!
Zekânedir?Zekâdoğuştanmıyoksaçevreselfaktörlerlesonradanmıoluşur?
Herhangibirzekâtestiylekişilerarasındazekâsıralamasıyapılabilirmi?
Prof.Dr.KemalTürker • TıpFakültesi
Prof. Dr. Kemal Türker
19
sevilirler. Bu kişiler, insan ilişkili her türlü işte
başarı sağlarlar ve kendilerini ve çevrelerini
mutlu edebilirler.
Seçkin bir yaşam
Buluşçu zekâ için de testler geliştirilmiştir ve
bu testler genelde kişinin bir olay karşısında
alternatif üretebilmesini ölçmektedir. Bu
zekâya sahip olan kişi problemlere değişik
ve beklenmeyen yaklaşımlarından dolayı
yadırganabilir, dışlanabilir ve hatta fikirleri
delice bulunabilir; ancak buluş yapabilmek
için mantıklı düşünce değil, beklenmeyen
(mantık dışı) düşünceyle yaklaşımlar daha
başarılı olmaktadır. Buluşçu zekâya sahip
olan kişi problemlerle karşılaştığında bu-
luşçu yaklaşımı sayesinde yeni yöntemler,
araçlar ve sistemler bulabilir ve bu şekilde
daha seçkin bir yaşam sürebilirler.
Genler mi yoksa çevre mi?
Zekânın doğuştan mı yoksa sonradan çev-
resel faktörlerle mi oluştuğu konusundaki
tartışma halen sürüp gitmekle birlikte her
iki faktörün de son derece önemli olduğu
ortaya çıkmış gibidir.
Genlerin önemli olduğunu ileri sürenlerin
verdikleri örneklerden bazıları şöyle sırala-
nabilir: Tek yumurta ikizleri üzerinde yapı-
lan deneyler göstermiştir ki, tek yumurta
ikizlerinin IQ’ları çift yumurta ikizlerinkine
göre birbirine daha yakındır. Aynı evde bü-
yüyen kardeşlerin IQ’ları da, o eve evlatlık
olarak alınan ve diğer kardeşlerle birlikte
büyüyen çocuklara göre birbirlerininkine
daha yakındır.
Çevresel faktörlerin daha önemli olduğunu
ileri sürenlerin verdikleri örneklerden ba-
zıları ise şu şekilde sıralanabilir: Aynı evde
büyüyen tek yumurta ikizlerinin IQ’ları fark-
lı evlerde büyüyen tek yumurta ikizlerinin
IQ’larına göre birbirine daha yakındır. Okula
düzenli devam ediş ile IQ testinde alınan not
arasında doğru bir orantı vardır. Doğumdan
sonraki ilk beş ayda anne sütüyle beslenen
çocuklar, anne sütü emmemiş olanlara göre
daha yüksek IQ notu almaktadırlar.
Özet olarak zekâ bizi başarılı, mutlu ve seçkin
yapabilir. Zekânın gelişmesinde hem genetik
hem de çevresel faktörler son derece önemli
rol oynarlar. Örneğin, bir çocuğun anne ve ba-
bası uzun boylu ise, büyük bir olasılıkla çocuk
da uzun boylu olacaktır; ancak ne kadar uzun
boylu olacağını belirleyen faktörler beslenme
ve hastalıklarla ilgilidir.
Mantıksı(critical)zekâ,düşünceli
(caring/emotional)zekâve
kıvrak/buluşçu(creative)zekâ...
Bunlardanhangisiinsanyaşamını
başarılı,mutluveseçkinkılabilir?
20
İnsanlar deneyimlerinden öğrenme, soyut
akıl yürüterek karmaşık fikirleri anlama, farklı
düşünce biçimlerini kullanarak sorunların üs-
tesinden gelme ve çevrelerine uyum sağlama
yetenekleri bütünüyle diğer canlılardan ay-
rılırlar. Bu zihinsel yetenekler bütününü zekâ
olarak tanımlayarak başlayalım. Bu zihinsel
yeteneklerde bireyler arasında önemli farklar
gözlemlendiği düşünülürse, daha zeki olma-
nın bireyleri ve dolayısıyla toplumları yarışta
bir adım öne geçireceğine dair güçlü inancın
sebebini daha iyi anlayabiliriz.
Psikoloji yazınında zekânın psikometrik
ölçümü üzerine çok sayıda araştırma vardır.
Birçoğumuz IQ (intelligence quotient) olarak
kısaltılan zekâ kat sayısını erken yaşlarda çeşit-
li sebeplerle duymuşuzdur. Bundan yaklaşık
bir asır kadar önce filizlenen insan zekâsına
bir rakam atfedebilme arzusu, günümüzde
insanın akademik, iş ve sosyal hayatındaki
başarısını (ve hatta ne kadar sağlıklı ve uzun
yaşayacağını) oldukça etkili biçimde tahmin
Birrakamlaözetlenebilenzekânınhembireyselhem
toplumsalölçektebudenlitahmingücüolması,önemli
birbilimselbaşarıyaişareteder.Buözetlemegücü,aynı
zamandatüketicilerinzekâyıkavramsalolarakbasite
indirgemeriskinideberaberindegetirir.
Zekitüketicilerin
kötütercihleri
Yrd.Doç.Dr.BalerBilgin • İktisadiveİdariBilimlerFakültesi
21
edebilen zekâ ölçüm araçlarının geliştirilme-
sine vesile olmuştur. Bu ölçüm araçlarının
Batı’da icat edilmiş ve Batı’nın başarı ölçütle-
riyle doğrulanmakta olmaları genellenebilir-
liklerini kısıtlamaktadır. Bu tarz kısıtlamalarına
rağmen bu testler, özellikle soyut düşünmeyi
ve mekânsal yetenekleri ölçmede elimizdeki
en iyi aletlerdir. Buna göre, IQ’su 130 olan biri
karmaşık bir matematiksel kavramı anlamakta
çok zorluk çekmeyecekken, IQ’su 100 olan
birinin aynı kavramı anlamak için fazlaca
motivasyona ihtiyacı olacaktır. IQ’su 70 olan
biri bu kavramı belki hiçbir zaman anlayama-
yacaktır. İlginç bir bulgu olarak, bir ülkenin
ortalama IQ’sundaki bir puanlık artışın, kişi
başına gelirde 229 dolarlık bir artışa denk
geldiği saptanmıştır. Araştırmacılar, özellikle
bir ülkedeki en zeki %5’lik kesimdeki bir puan-
lık IQ artışının, kişi başına gelirde 468 dolarlık
bir katkıya eşdeğer olduğunu göstermişlerdir
(Rindermann ve Thompson, 2011).
Mozart etkisi?
Bir rakamla özetlenebilen zekânın hem birey-
sel hem toplumsal ölçekte bu denli tahmin
gücü olması önemli bir bilimsel başarıya
işaret etmektedir. Fakat bu özetleme gücü,
aynı zamanda tüketicilerin zekâyı kavramsal
olarak basite indirgeme riskini beraberinde
getirmektedir. IQ artırma sözüyle pazarlanan
fakat bilimsel hiçbir temeli olmayan ürünlerin,
tüketicilere inandırıcı ve cazip gelmesinin bir
sebebi belki de budur. Birkaç örnek bu konuda
açıklayıcı olacaktır. 1993 yılında prestijli Nature
dergisinde yayımlanan bir makale, 10 dakika
boyunca Mozart’ın piyano sonatosunu dinleyen
üniversite öğrencilerinin, mekânsal yetenek-
leri ölçen bir origami testinde, bu sonatoyu
dinlemeyen öğrencilere oranla daha başarılı
olduklarını göstermiştir (Rauscher, Shaw ve Ky,
1993). Araştırmacılar, bu başarının 8-9 puanlık
bir IQ artışına denk geldiğini hesaplamışlardır.
Mozart etkisi olarak bilinen popüler inanışa
ilham veren bu bulgunun ne kalıcı bir IQ artışı
iddiası olmuştur, ne de bu deneyler bebekler
veya çocuklar üzerinde yapılmıştır. Hatta
sonraki araştırmalar, kısa süreli bu IQ artışının,
geçici bir uyarılma etkisi kaynaklı olabileceği-
ni göstermişlerdir.
Fırsatı paraya çevirmek
Tüm bunlara rağmen, şirketler ve girişimciler
bu fırsatı paraya çevirmeye niyetlenmişlerdir.
Bu bulgunun bebeklerde de gözlemlene-
bileceği spekülasyonuyla, Mozart etkisi
CD’leri, video kasetleri ve oyuncakları ardı
ardına pazara sunulmuştur. Bu yalanı en iyi
pazarlayanlardan Don Campbell’in CD’lerini,
insan zekâsını kalıcı artırmanın bu kadar kolay
olacağına inanmak isteyen iki milyondan fazla
tüketici satın almıştır. Bugün bile, Amazon’da
sadece “Baby Mozart” aramasıyla üzerlerinde
bebek ve çocuk resimleri olan 3.000’e yakın
ürün bulabilirsiniz. Vurgulamak gerekir ki bu-
radaki sorun çocuklara (fetüsü hariç tutarak)
Mozart dinletmek değil, bu ürünlerin açıkça
bir yalan üzerinden pazarlanmaya devam
edilmesidir.
“Süper bebekler”
Benzer şekilde yine Amazon’da “Baby
ZekâölçümaraçlarınınBatı’daicatedilmişveBatı’nınbaşarıölçütleriyle
doğrulanıyorolmalarıgenellenebilirliklerinikısıtlasadabunlarsoyut
düşünmevemekânsalyetenekleriölçmedeelimizdekieniyialetlerdir. Yrd. Doç. Dr. Baler Bilgin
22
Einstein” araması yaklaşık 4.000 ürünle
karşılığını buluyor. Üç ay ile üç yaş arasındaki
bebeklerin zekâsını yükseltme iddiasıyla
oyuncak ve videolar üreten bu markanın
tahmin edeceğiniz gibi ne Einstein ile ne de
onun herhangi bir çalışmasıyla ilgisi vardır.
Amaç, bu adı kullanarak tüketicilerin gerekli
çıkarımları yapmalarını sağlamaktır. Markanın
100 milyon doları aşan satış rakamları için
tehlike oluşturmadığı sürece, tüketicilerin bu
çıkarımlarının doğruluğunun önemi azdır.
Örneğin araştırmacılar, Baby Einstein tarzı
videoları izlemeye ayrılan vaktin aktif olarak
oyun oynamaya ayrılmasının, bu ürünlerin
hedeflediği yaşlardaki çocuklara daha faydalı
olabileceğini öne sürmüşlerdir (Anderson ve
Pempek, 2005). 1980’lerde buna benzer bir
akımda “süper bebekler” yaratabileceklerine
inandırılan ebeveynler, yeni doğan çocukla-
rını yabancı bir dil ve ileri matematikle tanış-
tırmışlardır. Fakat bu yaşlardaki çocuklar bu
zorlu beceriler için gerekli bilişsel gelişi-
min çok uzağında olduklarından, ancak
maliyetleriyle kendilerine konulan ada layık
olabilmişlerdir.
Yüzde 10 masalı
IQ’nun bu tarz ürünlerle kolayca artırılabile-
ceği sanısını kuvvetlendiren bir diğer inanış
da beynimizin sadece %10’unu kullandığımız
hikayesi. Bu masalı hicveden Şahan Gökbakar,
ağrıyan beyninin %99’unu aldıran bir hastayı
canlandırdığı skecinde, beynimizin %10’unu
kullandığımızı bir bilimsel gerçek olarak suna-
rak Türk tıbbının duayeni bir doktoru ameliyat
için ikna ettiğini anlatmaktadır. İnsanların po-
tansiyelinin neredeyse sınırsız olduğunu ima
eden ve popüler kültürde çokça karşılık ve
destek bulan bu masal, özellikle Amerika’da
birçok ürün reklamında bilimsel bir gerçekmiş
gibi kullanılmaya devam etmektedir. Bu ma-
sal kulağa hoş gelmektedir; çünkü beynimizin
kullanılmayan %90’ını kullanabilecek sırlara
ulaşabilmek, bu sırlardan bihaber olanların
önlerine kolayca geçeceğimiz anlamına
gelecektir. Ve her inanmak isteyen tüketici
için inandırmaya hazır bir satıcı bulunacaktır.
Özellikle New Age adıyla anılan “manevi”
akımın pazarlayıcıları, beynin kullanılmayan
%90’lık kısmına hükmedebilenlerin, psiko-
kinezi (düşünme gücüyle olayları kontrol
edebilme) ve duyu ötesi algı yeteneklerine
kavuşacaklarını vaat etmektedirler.
Bu yalana inanmamak için elimizde onlarca
bilimsel sebep vardır. Eğer 10%’dan kasıt fiziki
olarak beynin %90’ının kullanılmadığıysa,
gelişen görüntüleme teknolojileri kullanılarak
yapılan araştırmalarda beyinde herhangi ses-
siz veya atıl bir bölgeye rastlanmamıştır. Ayrı-
ca, kazalarda veya inmelerde beynin 90%’dan
çok daha ufak bir kısmını kaybetmenin yıkıcı
sonuçları olduğu bilinmektedir. Bu ve bunlar
gibi birçok sebep, %10 masalının farklı yorum-
larının bilimsel bir temelden yoksun olduğu-
nun ortaya konulmasına rağmen, bu masala
inanmaya devam eden birçok kişinin olması
düşündürücü ama şaşırtıcı değildir.
Akıllı mı zeki mi?
Bu bağlamda, son olarak günlük dilde zekâ ile
akıl arasındakine benzer bir ayrım üzerinden
IQ ile yeni geliştirilmekte olan RQ (rationality
quotient) arasındaki önemli gördüğüm bir
farktan bahsetmek istiyorum. Zeki olduğu-
nu düşündüğümüz birçok insanın pek de
RQ’su(rationalityquotient)yüksekolankişiler,bilişselkısayollarınkararları
üzerindekietkilerininfarkındaolduklarındandahaakılcıkararlarverebilirler.
23
akıllı davranmadıkları durumlara sıkça şahit
oluruz. Bunun tersine de, belki daha seyrek
de olsa, rast gelmişizdir. RQ, çelişiyormuş gibi
görünen bu gözlemleri açıklamakta bizlere
yardımcı olacak bir ölçümdür. RQ, kişinin
kendi düşünsel süreçlerinin ne kadar farkında
olduğunu ölçmeyi amaçlamaktadır. RQ’su
yüksek olan kişilerin bu farkındalıklarının yük-
sek olması, karar mekanizmalarına hükmeden
bilişsel kısa yolların kararlar üzerindeki etki-
lerini azaltmaya yardımcı olmaktadır. Bunun
daha akıllı kararlar alınmasını kolaylaştıracağı
tahmin edilmektedir. Yani IQ’su yüksek olan
bir kişinin RQ’sunun düşük olması, kişinin zeki
bile olsa akıllı kararlar vermede zorlanabilece-
ği ihtimalini doğurmaktadır.
Basit bir örnekle, onaylama önyargısı, kişilerin
kendi beklentilerini doğrulayan bilgiye
yoğunlaşıp bu bilgiye kolayca inanırken, bu
beklentileri doğrulamayan bilgiyi göz ardı
etme veya kuşkuyla bakma durumunu açıklar.
Bu içselleşmiş bilişsel eğilimin farkında olan
yüksek RQ’lu kişi, bilgiyi beklentisinden ola-
bildiğince bağımsız değerlendirerek objektif
veriye dayalı daha akılcı kararlar verebilir. He-
nüz anlamlı bir kıyaslama yapabilecek kadar
insan RQ testini yapmadığı için, IQ puanı gibi
bir RQ puanı belirlenememektedir. Bu gerçek-
leşirse, bebeklerin RQ’sunu yükseltme iddiası
taşıyan ürünlerin reklamlarını sıkça görmeye
hazır olun. Kişinin kendi düşünsel süreçlerine
iç görüsü öğrenilebilir yöntemlerle artırılabile-
ceğinden, RQ puanını yükseltmek IQ’ya göre
daha kolay olabilecektir. Ve eğer bu ürünler
RQ’yu yükseltmekte gerçekten işe yararlarsa
bu, geleceğin tüketicilerinin çok daha akıllı
tercihler yapabileceklerini müjdeleyecektir.
Kaynakça:
Anderson, D. R. ve Pempek, T.A. (2005). Television and
Very Young Children. American Behavioral Scientist, 48,
505-522.
Rauscher, F. M., Shaw, G. L., ve Ky, C. N. (1993). Music and
spatial task performance. Nature, 365, 611.
Rindermann, H. ve Thompson J. (2011). Cognitive Capita-
lism: The impact of ability, mediated through science and
economic freedom, on wealth. Psychological Science, 22,
754-763.
BirülkeninortalamaIQ’sundakibir
puanlıkartışın,kişibaşınagelirde
229dolarlıkartışadenkgeldiği
saptanmıştır.
24
Günümüzde şirketler gelişen teknolojinin de
yardımıyla müşterileri, tedarikçileri ve iş süreç-
leriyle ilgili her türlü veriye sahip. Bu verilerin
yorumlanarak anlam kazanmasıyla ulaştığı-
mız bilgiler ise yöneticilere belli aksiyonların-
da ışık tutarak onların İş Zekâsı (BI) dediğimiz
çözümleri üretmesini sağlıyor. Kavrama ilişkin
olarak, “Sezgisel olduğu düşünülebilir ancak
iş zekâsı; veriyi özetleyen, betimleyen ya da
öngörü yönelimli olarak kullanma pratiğine
döken sistematik bir kavram olarak karşımıza
çıkıyor” diyen Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nden Yrd.
Doç. Dr. Özden Gür Ali sorularımızı yanıtladı.
İşletme pratiğinde iş zekâsı kavramı olduk-
ça sık kullanılıyor. Teknolojinin gelişme-
sine paralel olarak, literatüre giren bu
kavramı tanımlayabilir misiniz?
Öncelikle şunu belirtebiliriz. İş zekâsı dedi-
ğimizde sezgisel bir yorumlamadan bahset-
tiğimiz düşünülebilir; ancak kavram, veriyi
kullanarak yorumlamaya dayanan bir süreci
anlatıyor. Veriyi bilgiye dönüştürme işini
yapan unsurun zekâ olduğunu söyleyerek
kavramın bu alan açısından yorumunu bu
şekilde yapabiliriz. Örneklerle anlatmak gere-
kirse mahallenizdeki pastaneyi düşünün. Pas-
tanenin sahibi her zaman işinin başındadır.
Müşterilerini tanır, onlarla sıcak ilişkiler kurar,
onlara ne gibi ürünler önermesi gerektiğini
bilir. Zaman içinde onları tanıyarak neyi alıp
almadığını, ne zaman aldığını, ne kadar aldığı-
nı aklında depolar. Bir müşterinin alışkanlıkla-
rının diğerine benzerliğinden hareket ederek
bir takım örüntüleri fark etmeye başlar. Buna
göre sorular sorar ve kararlar alır. Hangi ürün-
den kaç adet almalıyım veya üretmeliyim ki,
müşteri geldiğinde elimde yeterince bulun-
Yrd.Doç.Dr.ÖzdenGürAli • İktisadiveİdariBilimlerFakültesi
Doğrukararagidenyol
işzekâsındangeçer
Gelişenteknolojibüyükbirveripatlamasıyaratırkenbu
verilerinküflenmekyerineişeyaramasınısağlayan,yani
veriyibilgiyedönüştüren,küçükbüyüktümişletmelerin
kaderinibelirleyenkilitkavram:İşzekâsı
25
sun! Aynı zamanda çok fazla da birikmesin.
Ne gibi ürünler sunalım ki, mevcut müşteri
kitlesinin ilgisini çekebilelim? Pastaneme bir
süredir uğramayan müşterim başka bir yere
mi taşındı, yoksa benden alışveriş yapmayı mı
bıraktı? İşte bunlar küçük çapta, tek kişilik bir
işletmenin dahi karşı karşıya kaldığı sorular.
Veriyi yani bilgiyi düşünüp aldığı kararlar…
Eğer bir perakende zincirini ele alırsak, onun
da aynı kararları vermesi gerekiyor. Ancak bunu
kişisel hafızayla gerçekleştirmek mümkün
değil. Elinizde birçok veri var. Her müşteri her
alışverişinde ne almış, ne kadar almış? Ya da
biz ne zaman alıp ne zaman ödemişiz; hangi
kanaldan almışız? Bütün bu veriler toplanarak
kurumun hafızasını oluşturuyor. Veriler topar-
lanıyor ve modelleniyor. Örneğin, bugün Koç
Üniversitesi içindeki bir mağazadan, akşam
Sarıyer’den, hafta sonu Kadıköy’den ya da
Internet’ten alışveriş yapmışsınız; ama siz hep
aynı müşterisiniz. Bunların hepsinin bir araya
getirilmesinin ardında bir zekâ söz konusu.
Yani, bu bilgilerin küflenmesi yerine bir işe
yaramasını sağlayan şeye iş zekâsı diyoruz.
Sizin de söylediğiniz gibi küçük büyük her
işletme, bahsettiğimiz veriyi yorumlama
sürecini gerçekleştiriyor. Peki, bu süreç
işletmelere uzun vadede neler sağlıyor?
İş zekâsı BI (Business Intelligence), organizas-
yonun en küçük parçalarına kadar görülebil-
mesini sağlayarak farklı yönlerinin birbir-
leriyle ilişkilendirilmesine yardımcı olur. İş
sahibinin ya da yöneticinin durumu hakkında
belirsizliği azaltmasını mümkün kılar. Yani
kaç müşterim var, bu ürünü alanlar başka ne
alıyorlar, yarın ya da bir sene sonra bu ürün
gamı hâlâ işe yarayacak mı; indirimler satışa
ne kadar katkıda bulunuyor? İşletmelerin bu
sorulara cevap verebilmesini sağlar. Peki, ne
gibi veriler kullanılıyor? Alışveriş kayıtlarından
söz ettim; ama cep telefonlarıyla yaptığımız
her görüşme nerede olduğumuzu, o anda
ne gibi aplikasyonlar kullandığımızı, kimlerle
görüştüğümüzü anlatan verilerdir. Bunların
hepsi telekomünikasyon sektöründeki şirket-
lerin veri ambarlarında biriken kişisel bilgiler.
Öte yandan, bu bilgilerin isimsizleştirilerek
"İşzekâsıuygulamalarıkarar
desteksistemleri,sorguve
raporlama,çevrimiçianalitik
işleme,istatistikselanaliz,
tahminyürütmeveveri
madenciliğifaaliyetleriniiçerir."
Yrd. Doç. Dr. Özden Gür Ali
26
de olsa işlenmesi gizliliğin korunması ile ilgili
endişeleri de beraberinde getiriyor.
Bu durumda işletmelerin veri elde etmesi
açısından Internet’in de büyük bir önemi
var…
Internet kendi başına bir veri patlaması
yarattı. Big Data önemli bir terim olarak
ortaya çıktı. Son iki yılda, ondan öncesindeki
bütün zamanlar kadar veri üretildi. Hepi-
miz internet kullanıyoruz ve artık içerik
üreticisi konumundayız. Sadece metin
değil, filmler, videolar, görsel materyaller
de veri patlamasına sebep oluyor. İşte tüm
bunlar çok ciddi uygulama alanları açıyor.
Perakendeci açısından bakarsanız önce
şunu görürsünüz: “Müşteri geldi, şu ürünü
aldı ve gitti.” Ama aynı zamanda birçok
ürüne bakmış ve bazılarını da almamıştır.
Aslında neyin neden alınmadığını anlamak,
müşterinin hangi ihtiyacına cevap vereme-
diğini fark etmek işletme açısından önemli.
Bunu görebileceğiniz yer Internet’tir. Web
sitesinde hangi ürünleri ne süreyle inceledi,
sepete koydu, hangi ürünlerle karşılaştır-
dı, aldı veya almadı. Hatta perakendeci
müşterinin o ürünü kendisinden almayıp
nereden aldığını da görebilir. Cisco’nun
ABD’deki yöneticilerinden biri şu uygulama-
larını anlattı: Onların nihai tüketiciyle bire bir
ilişkisi yok. Nihai tüketici firma gelip onların
web sitesine bakabiliyor. Baktıkları ürünü alıp
almadıklarına dair ayrıca bir inceleme yapmış-
lar. IP adresinin kime ait olduğunu bulmaları
gerekiyor. Hangi firma benim ürünlerime
bakmış, kaç kere bakmış. Neden satış yapa-
madık? Bunun üzerine araştırma yapmışlar ve
nedenini sormuşlar. Bu şekilde birçok kaybı
geri çevirmişler.
Sosyal medyada yazılanlar, arama motoru
kelimeleri de analiz edilen büyük bir veri
kaynağı. Şirketim hakkında kim, neden, ne
yazıyor? Tavsiye mi ediyor; yoksa şikâyet mi
ediyor? Buna hemen müdahale edilmezse,
durum çok büyük bir halkla ilişkiler faciası-
na dönüşebilir. Şirketler hem duygu hem
de içerik açısından otomatik metin analizi
yaparak şirket hakkında neler söylendiğini
araştırıyor. Bunu özetleyecek sistemler ve
“Internetkendibaşınabirveripatlamasıyarattı.BigDataönemli
birterimolarakortayaçıktı.Sonikiyılda,ondanöncesindekibütün
zamanlarkadarveriüretildi.”
27
bulgulara göre hemen şirket adına gerekli
halkla ilişkiler/ müşteri ilişkileri aksiyonla-
rını alan elemanlar var. Internet’te metin
analizi ile elde edilen bilgilerin talep ve satış
tahminlerine katkı yapar hale getirilmesi de
çok önemli. Örnek verecek olursak, tekstilde
yeni akımların tespiti, hedef kitlenin yorum-
ları, tepkisi ürün seçimi ve talep tahmini için
değerlendirilebilir.
Toplanan verilerden ede edilen sonuçlar
nasıl hayata geçiriliyor?
“Bu soruya da örnekler üzerinden cevap vermek
daha açıklayıcı olacak: Çok yaygın olarak kullanı-
lanyemeksiparişsitesiyemeksepeti.com
üzerinden gelen verilerin toplanmasını ele
alalım. Bu site içerisinde hizmet veren yüzler-
ce işletme var. Bu işletmelerin her biri farklı
ürün çeşitleriyle çok geniş bir tüketici kitlesine
hitap ediyor. Artık bu gibi büyük organizas-
yonlar, müşterilerinin tüketim alışkanlıklarını
ve tercihlerini gelişen teknolojinin de yardı-
mıyla depolayıp bir veri tabanı oluşturuyorlar.
Bu verilerden genel bazı çıkarımlarda bulu-
nabilmelerinin yanı sıra kişilere özel sonuçlar
da elde edebiliyorlar. Burada da esas dikkat
edilen nokta müşterilerin kişisel özelliklerin-
den daha çok davranışları. Ne gibi ürünler
almış? Hangi sıklıkla sipariş veriyor? Elde
ettikleri bu envanterle kişilere özel satış ve
pazarlama yapabilme yeteneğini elde etmiş
oluyorlar. Her müşteriye aynı promosyonu
önerip, e-postalarını birçok mesajla doldurup,
spam olarak algılanmak yerine az sayıda fakat
o kişinin ilgilenme olasılığı yüksek teklifler
gönderildiğinde kazan-kazana dayalı uzun
vadeli olabilecek bir ilişki oluşturma şansı
ortaya çıkıyor.
Bu yoğun rekabet ortamında kişisel hakların
ihmaline kadar uzayabiliyor. Bu açıdan bu ve-
riler toplanırken ve kullanılırken izinlerin alın-
ması çok önemli. Özellikle cep telefonları çok
kapsamlı bir bilgi veriyor, fakat biz tüketiciler
özel bilgilerimizin kullanılmasını istemeyiz.
Zaten ülkemizde ve dünyada bu konuyla ilgi
bazı yasal kısıtlamalar getirildi, getiriliyor. Bu
noktada kişi haklarının korunması çok önemli
bir unsur olarak ortaya çıkıyor.
"İş zekâsı, gerçek veriye dayanan doğru kararların alınmasına yardımcı olur."
28
Nörobilim, nöroanatomi, sinir stimulasyonu,
girişimsel olmayan beyin stimulasyonu ve
medikal cihaz inovasyonu üzerine araştırma-
lar yürüten Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Ana-
tomi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi Doç.
Dr. Yusuf Özgür Çakmak Kule’nin sorularını
yanıtladı.
Bilgiye ulaşma, yani veriyi yorumlama
yetisini kullanmamızı sağlayan zekâ,
sadece bilişsel ve kalıtımsal olarak tanım-
layabileceğimiz bir kavram mıdır? Sizce
kültürel, çevresel ve tarihsel olarak bu
tanım nasıl değişebilir?
Çok net bir şekilde çevresel, kültürel ve
tarihsel şekillendirmeden bahsedebiliriz.
Yakın zamanda yapılan bir araştırmada ABD
üniversitelerinde öğrenim gören Batı ve Uzak
Doğu kökenli öğrencilere gösterilen bir vi-
deoda bu öğrenci gruplarının verdikleri geri
bildirimler arasında çok net bir farklılık göze
çarptı. Batı kültürlü öğrenciler aynı videodaki
büyük balıktan bahsederken arka plandaki
oluşumlara ait hiç geri bildirim yapmadılar,
Uzak Doğu kültürü almış öğrenciler ise arka
plandaki yosunlardan, bitkilerden, mercan-
lardan bahsettiler. Bu çalışmanın sonuçlarının
da açıkça gösterdiği gibi kültürel farklılıklar
aynı uyaranı bambaşka açıdan algılamamızı
sağlıyor. Uzakdoğu kültürleri bütünsel ve
tüm çerçeveyi eşit algılarken, Batı kültürü
büyük balığı görmemizi istiyor. Her iki bakış
açısının da hayatta kalmamızı sağladığı farklı
şartlarla karşılaşmamız mümkün, dolayısıy-
la doğru ortamda, doğru algı bakış açısını
kullanmadan hep aynı tür algı yetisiyle
biçimlenmiş zekânın farklı şartlarda başarısız
olması mümkün.
Zekâ üzerine söylenmiş ve sizi etkilemiş
bir söz var mı?
“Zekânın seviyesini, değişebilme yeteneği
belirler.” - Albert Einstein
Zekâsıyla sizi etkileyen herhangi biri
varsa, kim olduğunu söyleyerek nedenini
kısaca açıklayabilir misiniz?
Değişen yeni şartlara yönelik yaratıcı adap-
tasyonu ve stratejileriyle kesinlikle Mustafa
Kemal Atatürk.
Fikir, yaratıcılık gibi kavramların ve başa-
rının zeki olmakla ilişkisi sizce nedir?
Beyin ağları (network’leri) zaman içerisinde
KoçÜniversitesiTıpFakültesiÖğretimÜyesiDoç.Dr.YusufÖzgürÇakmakKule’ninsorularınıyanıtladı.
Zekiolmakmı
zekicedavranabilmekmi?
Doç.Dr.YusufÖzgürÇakmak•TıpFakültesi
Doç. Dr.Yusuf Özgür Çakmak
29
tekrarlanan uyaranlarla kurgulanmaktadır.
Benzeryadailintilikavramlar,varolannetwork’ler-
de kendilerine yeni dallar olarak yer bula-
bilirler. Birbirinden bağımsız gibi gözüken
iki farklı beyin ağı arasındaki benzerlikleri
kurgulamaya yönelik içsel algının kavra-
nılmasıyla yeni bakış açıları da kazanılması
mümkün olmaktadır. Bu bakış açısı farklı
network benzerlikleri ile daha büyük
network’lerin kurgulanmasını beraberinde
getirdiği gibi kompleks gibi gözüken kavram-
lara çok basit çözümlemeler de kazandıra-
bilmektedir. Bütün bu yaklaşımlar sıklıkla
analitik çözümlemeler, yaratıcılıklar ve fikirler
için yeterli olabilirse de sanatsal yaratıcılık
için mevcut analitik network’leri anlık ya da
kısa süreliğine kapatmamız gerekir; çünkü bu
analitik network'ler beynin sanatsal yaratıcılı-
ğını oluşturan network'ler üzerinde baskılayıcı
nitelik taşımaktadırlar.
Duygusal zekâ kavramının, başarı ve
mutlulukla ilişkisi üzerine neler söylemek
istersiniz?
Duygusal zekâ dediğimiz kavram, içerisinde
empatiyi ve sosyal konum algısını barındırır
ki, bu sayede analiz edilen algıya sadece algı
ve kişisel tepki refleksi olarak değil, toplum-
sal ve karşımızdaki kişinin penceresinden
bakarak yaklaşmamızı sağlar. Bu tip bir tepki
beraberinde güçlü sosyal ilişkiyi getirecektir
ki, kitleleri peşinden sürükleyen birçok lider
zekânın en önemli bileşenlerinden biri olan
empati yetilerini üst düzeye taşıyabilmişler-
dir. Empati kuramadığımız durumlarda doğru
analiz edilen algılarımız olsa dahi, reaksiyon-
larımızın sonuçları başarı ve mutluluk bek-
lentisini karşılayamayacaktır. Dostoyevski’nin
dediği gibi, “Zeki davranabilmek, zeki olmak-
tan çok daha ileri bir olgudur.”
Zekâ geliştirilebilir midir?
Bu soruya çocuk ve yetişkin olarak ayırarak
başlamak doğru bir yaklaşım olacaktır. İnsan
beyni 22-24 yaşlarına kadar gelişimini devam
ettirmektedir. Bu süre zarfında bu gelişimi
hızlandırmak mümkündür. En yaygın bilinen
uygulamalardan örnek vermek gerekirse,
ilkokul 1. sınıfa giden bir çocuğa altı ay boyunca
verilen balık yağının bu gelişimi 1-1,5 sene
hızlandırdığı gösterilmiştir. Gelişimini tamam-
lamış bir beyin için ise farklı teknikler uygulana-
bilir. Bu tekniklerden bahsetmeden önce zekâ
kavramının içerisinde dikkat, analiz, algı, gibi
birçok kavram olduğunun altını çizmekte fayda
görüyorum. Bu saydığımız kavramlardan her
biri tek tek geliştirilebilir niteliktedirler. Örneğin,
beynin dikkat yeteneği bugün nörobiyolojik
geri besleme teknikleriyle geliştirilebilir bir zekâ
bileşeni haline gelmiştir. Dikkat eksikliği yaşa-
yan çocuklarda ve hatta uçağı indiriş anında
dikkat problemi çeken bir pilotun da NASA’nın
geliştirip uygulamaya soktuğu nörobiyolojik
geri besleme teknikleriyle dikkat performans-
larını artırabildikleri araştırmalarla net olarak
gösterilmiş ve günümüzde rutin uygulama
alanı bulabilmiştir. Zekânın algı bileşeni de
hedefe yönelik olarak yapılan bir beyin eğitimi
sayesindegeliştirilebilmektedir.Tümbueğitim-
lereekolarakkişininpasifolduğuamadışarıdan
verilenuyarılarlabeyineğitimininaktifolduğu
uygulamalardabulunmaktadır.Bütünbubilgiler
ışığındazekâkavramınınbirçokbileşeninintek
tekyadabirkaçınınbirliktekişininfarkındalığın-
dayadahaberiolmaksızınaktifvepasifbeyin
eğitimleriylegeliştirilerekzekâkapasitesinin
artırılabilmesimümkündür.
Sizce zeki insan…
Bence zeki insan değişen koşullara adapte
olabilmeyi başarabilendir.
Zekâkavramınınbirçokbileşeninin
tektekyadabirkaçınınbirlikte
kişininfarkındalığındayada
haberiolmaksızınaktifvepasif
beyineğitimleriylegeliştirilerek
zekâkapasitesininartırılabilmesi
mümkündür.
30
Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar
Bölümü Öğretim Üyesi Oğuzhan Özcan,
2011 yılından bu yana “designLab” Araştırma
Birimi ve Koç Üniversitesi Tasarım, Teknoloji
ve Toplum Doktora Programı’nın koordina-
törlüğünü üstleniyor. Genel olarak tasarım
düşünmesi ve yaratıcı fikir üretimi sürecinde,
ilham kaynakları üzerine uzmanlaşan Özcan
ile yaratıcılığın zekâ ile ilişkisi üzerinden yola
çıkarak gerçekleştirdiğimiz sohbeti keyifle
okuyacaksınız.
Zekâ ve yaratıcı fikir üretimi arasında
nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? Üretim süre-
cinde kişiyi öne çıkaran nedir sizce?
Öncelikle ben zekâ alanında çalışan bir
bilim insanı değilim. Bizim alanımızda bilgi
üretiminin “ezber bozan” bir yapısı var ve bu
anlamda üretimin zekâ ile bağlantısı ilginç
olabilir. Ancak zeki bir insanın ezber bozabi-
leceğini düşünebiliriz. Yaratıcılık sürecinin,
özellikle tasarım alanında sistematik ve
formüle edilebilir olduğunu söylemek çok
zordur. Bazıları sistematik bir yoldan
gider ama bazılarında yaratıcılık rastlan-
tısal bir sürece dayanır. Özellikle sanatçıların
MedyaveGörselSanatlarBölümüÖğretimÜyesi
OğuzhanÖzcanilezekâüzerine…
Tasarımınpenceresinden
Prof.Dr.OğuzhanÖzcan•İnsaniBilimlerveEdebiyatFakültesi
31
rastlantısallığı yani gördükleri, dokunduk-
ları, hissettikleri çok önemlidir. Örneğin, bir
bestecinin bir anda içine girdiği duygu seliyle
yarattığı ve yıllarca kimsenin dilinden düşür-
mediği şarkıları vardır.
Ben daha çok ilham alma üzerine çalışıyo-
rum. İnsanın her şeyden ilham alarak üretim
yapabileceği fikrine sahibim. Aslında gele-
neksel sanatçıların yaptığı budur.
Tasarımda ilham alma fikrinin zekâyla olan
bağlantısı tamamen neden sonuç ilişkisine
dayalı. Değişik sanat eserlerinden bir süpür-
geye ya da bir ana bakan bir tasarımcı oradan
kimsenin göremediği bir bağlam çıkartıp fikir
üretir. Bu tabii ki belli bir zekâyı gerektiriyor.
Sıradan anlamıyla zekâyı ölçülebilir, sayısal
veriye dökülebilir bir şey olarak algılıyoruz.
İnsanın neden sonuç ilişkisini kurarak, oradan
bir fayda çıkarabilme yeteneğine sahip olma-
sını da bir zekâ örneği olarak düşünebiliriz.
Peki,yaratıcılığıtetikleyenanlıkfikirlermidir?
Bu konuda iki farklı ekol var. Birinde kulla-
nıcının talepleri ve ihtiyacı doğrultusunda
yapılan tasarımlar söz konusu. Örneğin,
gelen talepleri dikkate alarak, kullanıcının bir
fincanın her şeyini tasarlayacak veriyi verme-
si ve tasarımcının da onu vücuda getirmesi
söz konusu. Bunu eleştiren diğer okullar ise
şunu düşünüyor: Kullanıcı daha başka ne gibi
zenginliklerin olabileceğini algılayamayabilir?
Bu nedenle yeni oluşturulacak bir form, araç
ya da obje için tasarımcının öncülük rolü
üstlenmesi gerekir. Ben ikinci tarafla daha
çok ilgiliyim. Bu bağlamda bu işin anlık olup
olmadığı sorusunun tanımını yapmak zor;
çünkü bazı insanlara baktığımızda yaratıcılık
onun içinde bulunduğu koşullardan ba-
ğımsız, içten ve kendisinde var olan yetilere
dayanıyor. Diğer yandan bir şeyi vücuda
getirebilmek için kişinin birikimi olmalı. Onun
eğitimini, yaşadıklarını görmezsek, yaratıcılı-
ğın anlık olduğunu düşünebiliriz; ama tetikle-
me denilen bir sistem var.
Sizce zekânın tanımı nedir?
Kendi alanımdan baktığımda zeki kişi,
beklenmedik bir anda karşılaştığı bir soruna,
alışılmadık biçimde ama faydalı çözüm
üreten ve bunu da kabul edilebilir bir zaman
dilimi içinde yapan kişidir. Bu anlık da olabilir,
makul sürede problemin üzerinde düşüne-
rek de... Biz görsel tasarımda yokluk üzerine
üretim yapan kişinin zeki olabileceğini
varsayıyoruz. Engeller ve sınırlamaların yara-
tıcılığı artıran koşullar olduğu kabul ediliyor.
O pencereden baktığımızda bir insanın en
son teknolojiyle donatılmış bir stüdyoda
animasyon yapması da mümkün; sadece
kâğıt ve kalemin olduğu bir ortamda motion
capture (hareket yakalama tekniği) yapması
da. İkincisinde kişinin daha zekice bir üretim
yaptığı düşünülebilir. Tabii bunun zekâ ile
uğraşan bilim insanları açısından geçerliliği
var mıdır bilemiyorum.
Yaratım sürecinde karşılaşılan engeller ya
da eldeki olanaklar açısından Türkiye ile
Batı arasında bir ayrım var mı sizce?
Bundan 20 yıl önce sorsaydınız var oldu-
ğunu söyleyebilirdim. O dönemde doktora
öğrencileri yurtdışından Türkiye’ye bavullarla
kitap taşırdı. Ama küreselleşen dünyada
eldeki olanaklar açısından bir dezavantaj
söz konusu değil. Yalnız araştırma kültürü
açısından öğreneceğimiz çok şey var. Bence
“Kendialanımdanbaktığımdazekikişi,beklenmedikbir
andakarşılaştığıbirsoruna,alışılmadıkbiçimdeama
faydalıçözümüretenvebunudakabuledilebilirbirzaman
dilimiiçindeyapankişidir.”Prof. Dr. Oğuzhan Özcan
32
Türkiye’deki en ciddi sıkıntı rekabette yaşa-
nıyor. Batı’da eğer rekabet içinde yoksanız
siz de yoksunuz. Ama Türkiye’de aile devreye
giriyor. Koruma ve kollama var. Çoğu kişide
“Çok donanımlı olmalıyım ve üretim yapmalı-
yım ki, sektörde belli bir yere gelebilmeliyim”
düşüncesi yok.
Bu anlamda zekâmızı, yaratıcılığımızı ya
da olanaklarımızı yeterince kullanamadı-
ğımızı söyleyebilir miyiz?
Evet, bu nedenle Türkiye’de pasifize olan
birinin eğer potansiyeli varsa, Batı’da çok iyi
işler ortaya koyduğunu görebilirsiniz. Çünkü
orada kişi rekabete dahil olmak zorunda
kalıyor.
Sizin ilham kaynaklarınız, itici gücünüz
neydi?
Benim alanım mimarlıktı ve 10 yıla yakın bu
alanda akademisyenlik yaptım. 80’li yıllarda
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde
öğretim üyesi olan Mark Butler ile tanışmam
bir şans oldu. O benim aslında bir görsel ile-
tişimci olduğumu düşünmüştü. İşte o 10 yılın
ardından görsel iletişim alanına geçtiğimde
kendi yerimi de bulmuş oldum. İnsanlar
kendi yerlerini bulduğunda öngörüleri çok
kuvvetli oluyor. İddialı bir söylem olsa da
Türkiye’de ileride ulaşılması gereken noktayı
görerek, onu öne çekebildim. Bu sayede gün-
cel kalarak dünyayla olan rekabetin içinde
var olabildim.
Öngörünün kaynağı ne olabilir sizce?
Birikimleriniz ya da zekânız…
Zekâ ve birikim bir arada… Ben gerçekten
çok zeki ama zekâsını kullanamayan insanlar
görüyorum. Belki de akıl ve zekâ ayrımı söz
konusu burada ya da zekâyı akıllıca kullana-
bilmek yani akıl edebilmek… Çok zeki olup
da çok başarısız olan insanlar tanıyorum. O
kadar zeki ve sıra dışı olmayı göze alabilmek de
önemli. Müthiş bir birikiminiz, yani yaşadıkları-
nız, yapıp ettikleriniz, ürettikleriniz var. Yeni bir
durumla karşı karşıya kaldığınızda birikiminizi
zekânızla birleştirmeniz gerekiyor. Bu anlam-
da zekâ birikimi yaratıyor, birikim de zekâyı
kullanarak bir adım öteye gitmenizi yani fayda
yaratmanızı sağlıyor. Ticari anlamda değil; ama
faydacı olmayan hiçbir şeyin anlamı yok. Kendi
içinde yenilik, yeni bir bakış getirmek önemli.
Öğrencilerinize bir mesajınız var mı?
Mücadele ve rekabet etme yetilerini kullan-
mayı öğrenmeliler. Emek kavramını anlama-
ları gerekiyor. Yavaş yavaş, deminde yapılan
bir çay ile üzerine kaynar suyu bir anda
döktüğünüz çayın tadı nasıl farklı olursa,
emek verilerek yapılan işin değeri de başka
olur. Eskiden tasarım öğrencilerinin ulaşabil-
diği birkaç dergi vardı. Artık araştırma yapma
olanaklarımız sınırsız ve bu mecra bir şeyleri
hazır beklemek yerine daha çok araştırma
için tetikleyici olmalı.
“Görseltasarımdayokluk
üzerineüretimyapankişininzeki
olabileceğinivarsayıyoruz.Engeller
vesınırlamalarınyaratıcılığıartıran
koşullarolduğukabulediliyor.”
Deformearayüzanalizleri/Tasarım:AhmetGüzererler,DesignLabdoktoraöğrencisi
33
Charles Darwin, “Türlerden en güçlü ya da en zeki olanı
hayatta kalan değildir, değişime en yatkın olanıdır” der.
Bence gerçek zekâ da budur. Bazen yetenek yarışmaların-
da görürüz, hesap makinesi kullanmadan bütün işlemleri
aklından yapabilen çocuklar vardır ya da yıllar önce hangi
gün ne yaptığını detaylarıyla hatırlayan insanlar… Bu tarz
bir zekâ örneğinin nadir bulunmakla beraber, kişilere sos-
yal ve profesyonel hayatta çok yardımı dokunmaz, ama
içinde bulunduğu ortamın şartlarını iyi anlayan ve doğru
değerlendiren birinin daha başarılı olması kaçınılmazdır.
Toplumların dinamikleri de yıllar boyunca hep değiştiği-
ne göre insan zekâsının da bu doğrultuda evrimleştiğini
söyleyebiliriz. Bence zekâ, matematiksel zekâ, duygusal
zekâ ve adapte olabilme özelliğinin en doğru biçimde har-
manlanmasıdır. Duygusal zekânın mutluluk ile ilişkisi söz
konusu olduğunda mutluluğun bir seçim olduğu söyle-
nebilir. Kendini nelerin mutlu ettiğini bilen biri, zamanını
ve yeteneklerini bu etkenlere ya da bunları elde etmeye
çalışmaya harcarsa mutlu olmayı seçmiş demektir. Zekâ
konusunda Einstein’ın hiç aklımdan çıkarmadığım bir sözü
var: “Zeki insanlar sorunları çözerler, dahiler ise sorunların
oluşmasını engeller.”
Koç Üniversitesi’nde çıktığımız kısa turda, Hemşirelik Yüksekokulu’ndan Yrd. Doç.
Dr. Ayşecan Terzioğlu'na ve fizik bölümünde doktora çalışmalarını sürdüren Güneş
Aydındoğan'a zekâ konusunda ne düşündüklerini sorduk.
Zekâturu
"Mizah zekânın
gülümsemesidir"
Eski Yunan felsefecilerinden bugüne, düşünürler insanın farklı
özelliklerini doğa ve kültürün ne ölçüde biçimlendirdiğini tartıştılar.
Yapılan genetik, anatomi, fizyoloji, insan ilişkileri, sosyalizasyon, cinsel
kimlik, çocuk yetiştirme pratikleri konusundaki araştırmalar da bize
insanın farklı özelliklerini oluşturmada doğa ve kültürün ne derece
iç içe geçtiğini gösterdi. Zekâ da doğa ve kültürün, yani kalıtımsal
yapımızla, çevremizin bizden beklentilerinin ve yetiştirilmemizin
oldukça karmaşık bir şekilde iç içe geçtiği konulardan biri. Önyargılar
ve yerleşik kültürel kalıplar da zekâ konusundaki algılarımızı oldukça
etkiledi. Örneğin, çok yakın zamanlara kadar kadınların daha çok
annelik vasfıyla özdeşleştirilen duygusal zekâya sahip olduğu; zekânın
mantıklı, çok boyutlu, soğukkanlı düşünme ve analiz etmeye yönelik
boyutunun kadınlarda eksik olduğu düşüncesiyle birçok kız çocuğu
eğitimde pozitif bilimler, tıp ve mühendislik gibi dallardan uzak tu-
tuldu. Bu dallarda başarılı olan kadınlara birer istisna gözüyle bakıldı.
Bugün dünyada ve ülkemizde bu önyargının önemli ölçüde kırılmaya
başladığını görmek çok güzel!
Ben zekâyı çok boyutlu, karmaşık ve her zaman gelişmeye açık olarak
görüyorum. Bana göre kişinin kendini sorgulayabilmesi, geçmişini ve
bugününü değerlendirip bu değerlendirme ışığında yarınını planla-
yabilmesi ve farklı koşullara kolayca uyum sağlayabilmesi önemli zekâ
göstergeleri ve zekâyı geliştirip, başarılı olma kriterleri. Bütün bunları
yaparken, mutlu olmak için de zekânın mizah boyutunu da unutma-
mak gerekiyor tabii. Bir Fransız atasözü, “Mizah zekânın gülümsemesi-
dir” der ve bence de bir insanın zekâsı en bariz olarak yaptığı espriden
belli olur. Mizah aynı zamanda bizim zorluklarla da başa çıkmamızı
sağlayan önemli bir zekâ özelliğidir.
Yrd.Doç.Dr.AyşecanTerzioğlu,HemşirelikYüksekokulu
GüneşAydındoğan,FizikBölümüDoktoraÖğrencisi
"Zeki insanlar sorunları çözerler, dahiler ise
sorunların oluşmasını engeller"
34
Türkiye’nin ilk kadın siyaset bilimcisi, Siyasal
Bilgiler Fakültesi’nin ilk kadın asistanı, ilk
kadın doçenti, ilk kadın profesörü ve ilk
kadın kürsü kurucusu… Uluslararası göç ve
kadın çalışmaları konusunda ülkemizde akla
gelen isimlerin en başında, makaleleri ve
kitapları yabancı dillere çevrilen, dünyanın
her köşesinde seminerler veren, Boğaziçi
Üniversitesi’ndeki çalışmalarını halen
sürdüren Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, 5
Mart’ta Koç Üniversitesi’ndeydi. Kendisiyle
Tıp Semineri kapsamında verdiği “Yirminci
Yüzyılda Tıptaki Gelişmelerin Kadının Statü-
süne ve Toplumsal Değerlere Etkisi” başlıklı
konferans öncesinde Koç Üniversitesi Tıp
Fakültesi Kurucu Dekanı Prof. Dr. Şevket
Ruacan’ın ofisinde buluştuk.
Koç Üniversitesi kuruluşundan bu yana
uluslararası bir üniversite olarak bilime
katkı sağlama hedefiyle çalışmalarını
sürdürüyor. Bir araştırma üniversitesi
olma misyonuyla hareket ediyor. Siz
Koç Üniversitesi’nin bu çabalarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Üniversitenin hem araştırma hem öğreti-
mi birleştirmesi çok önemli. Üniversitenin
böyle bir kurum olarak inşa edilmesi fikrini
ortaya atan ve Berlin Üniversitesi’ni bu
Hocaların hocası
Koç Üniversitesi’ndeydi
Türkiye’de bir kadın olarak bilimsel alanda gerçekleştirdiği pek çok ilkle herkese ilham
veren Prof. Dr. Nermin Abadan Unat Türkiye’de sosyal bilimler ve Koç Üniversitesi üzerine
sorularımızı yanıtladı.
RÖPORTAJ
35
modele göre yaratan Alman filozof Wilhelm
von Humboldt’dur.
Bilim insanı için iki şart gerekir: Birincisi öz-
gürlüktür, yani bugünkü anlamda özerklik.
Hiçbir baskı altında kalmadan araştırma
yapabilmelidir. Bu, tıp alanında maddi ola-
naklara da bağlıdır; ama bilim insanı bunu
gerçekleştirebilmeli. İkincisi de yalnızlık
(Einsamkeit) yani kendini birtakım mükelle-
fiyetlerden tecrit edip, arınabilmesidir.
Almanya’da daha evvel kurulan Göttingen
ve Heidelberg gibi kurumlar bu yörünge-
ye oturdular ve gerek tıpta gerek fizikte
gerekse kimyada çok önemli başarılara imza
attılar. Tabii yapılan çalışmalar her zaman in-
sanlığın yararına olmadı; atom bombası da
Alman araştırma merkezlerinin bir çocuğu-
dur. Diğer yandan pozitif tarafları, endüstri-
yel gelişmelere katkıları büyük olmuştur.
Şimdi Almanya'da, bütün devlet üniver-
siteleri OECD Eğitim Direktörlüğü Ulusla-
rarası Öğrenci Değerlendirme Programı
(PISA) modelini uygulamak zorundadır. Bu
modelde lisans eğitimi üç senede tamam-
lanıyor ve araştırma fonksiyonu üniversite-
lerden, çeşitli merkezlere devrediliyor. Bu
araştırma merkezlerinin en önemlilerinden
bazıları Max-Planck Vakfı'na ait enstitüler-
dir. Toplam 22 araştırma merkezi var ve her
birinin uzmanlık alanı farklı. Çoğu tıbbı da
kapsayan fen alanından başka Heidelberg
ve Göttingen’de de sosyal bilimler alanın-
da merkezler faaliyet gösteriyor. Yani artık
son yıllarda Almanya’da bir araştırma alanı
arayacaksak bunu üniversitelerde değil, an-
cak araştırma merkezlerinde bulabiliyoruz.
Amaç bir taraftan yüksek sayıda gence üni-
versite öğrenimi sağlamak, öte taraftan en
yüksek vasıflı araştırmalara olanak tanımak.
Bütün bunların ışığı altında Koç Üniversitesi’nin
benim şahsen çok önemli bulduğum
Humboldt modelinin çağdaşını, Amerikan
versiyonunu, benimsemiş olması çok pozitif
sonuçlar getirecek. Belki de bu sayede tüm
dünyaya ışık tutacak yeni şeyler ortaya
çıkacak.
Sizce Türkiye’de akademik camianın ge-
lişimi önündeki engeller ve gelişim için
kilit rol oynayacak değerler neler?
Engellerin başında siyaset geliyor. İlerle-
me için tek reçete, üniversitenin tek ilacı
özerkliktir.
Koç Üniversitesi’nin kadın çalışmaları
alanındaki faaliyetlerini nasıl değerlen-
diriyorsunuz?
Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve
Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama
Merkezi (KOÇ-KAM)’nin kurulmuş olması
çok önemli bir adımdı. Bunu Prof. Dr. Çiğ-
dem Kağıtçıbaşı’nın çok önemli bir atılımı
olarak görüyorum. Kendisi çok üretken, çok
verimli, çok yönlü ve uluslararası üne sahip
bir bilim insanımız. Biz bu yola beraber
çıkmıştık. 1975’te tanıştık. O dönemde Türk
Sosyal Bilimler Derneği’nin başkanıydım ve
kadın çalışmaları konusunda bir konferans
için Amerika’ya davet edilmiştim. Döndü-
ğümde Türkiye’de de kadının toplumsal
durumunu tespit etmeye yönelik bir konfe-
rans düzenlemeye giriştim. ABD'deki Nüfus
Konseyi’nden bir miktar destek alabildik
ve Yeniköy’deki Sait Halim Paşa Yalısı’nda
yabancı katılımcıların da yer aldığı bir konfe-
rans yaptık. Özelliği ekonomi, siyaset, edebi-
yattan tıbba kadar tüm katılımcıların kadın
olmasıydı. Ardından iki baskı yapan bir kitap
hazırladık ve kitabın İngilizcesi Hollanda’da
yayımlandı. Şimdi o kitap hâlâ okunabilir;
ama sadece tarihi gelişim aşamasını görmek
üzere. Son 20 yılda katedilen mesafe başka
yapıtlarda yer alıyor. Bizim vaktiyle düzen-
lediğimiz konferansı tekrar edebilsek çok
yararlı yeni veriler elde edilebilir. Eğer gün
24 değil 96 saat olsaydı ben bu işe yeniden
girişebilirdim. Ancak vaktim az olduğu
için en önemli işlere kendimi veriyorum.
Dolayısıyla gençlerin bu işe girmesini arzu
ediyorum.
Birazdan vereceğiniz "Yirminci Yüzyılda
Tıptaki Gelişmelerin Kadının Statüsüne
ve Toplumsal Değerlere Etkisi" başlık-
lı konferansı izleyeceğiz. Öncesinde
Kule’nin genç okurları için bize kısa bir
değerlendirme yapabilir misiniz?
Her şeyden evvel şunu söylemek istiyorum.
Eğer Amerika hali hazırda dünya politikasın-
da bir süper güç ise ve bu ülkenin cumhur-
başkanı ikinci kez seçildikten sonraki ilk ko-
nuşmasında, geleceğimiz için beyin üzerine
araştırmaları desteklememiz gerek ve buna
20 milyar dolar kaynak ayırıyoruz diyorsa,
soru cevaplanmış oluyor. Geleceğin şekil-
lenmesini yine tıbba borçlu olacağız. Nasıl
ki, insanoğlunun genetik kodu keşfedildiyse
şimdi de beynin DNA’sı aranıyor. Ben bunları
bir okuyucu olarak anlayabiliyorum sadece.
Şimdi aranan beyindeki tepkilerin duygular-
la nasıl ilişki kurduğunu öğrenmek mümkün
müdür? Bu soruya cevap verebilirsek, sizinle
konuşurken hakikate aykırı bir şey söyleyip
söylemeyeceğinizi de anlayabileceğim.
Biliminsanıiçinikişartgerekir:
Birincisiözgürlüktür, yanibugünkü
anlamdaözerklik;ikincisidekendini
birtakımmükellefiyetlerdentecritedip,
arınabilmesidir.
36
Şimdilik keşfedilen şey, beyin haritalarını
çıkartarak hangi parçanın neyle ilgili reak-
siyon gösterdiği… İnsanoğlunda merakı
öldürmediğiniz sürece bambaşka şeylere
ulaşacağız ve ilerleyeceğiz.
Sosyal bilimlerin Türkiye’deki saygınlığı
hakkında düşüncelerinizi öğrenebilir
miyiz? Sosyal bilimlerin toplumsal çözüm-
lemeveilerlemeyekatkısıaçısındansesini
duyurabilmesiiçinnelereihtiyacıvar?
Sorduğunuza çok sevindim. Sosyal bilimler
bence çok sağlıklı bir gelişme yaşıyor. Ben hâlâ
ders veriyorum; çünkü kendi yaşımdakilerden
hiçbir şey öğrenemediğim gibi içim kararıyor.
Türkiye’de bir devlet üniversitesinden emekli
olan kişi başka bir devlet üniversitesinde çok
cüzi bir ücretle ders verir. Ama mesele bu
değil; ben gençlerle beraber olmaktan zevk
alıyorum. Yüksek lisans ve doktora seviye-
sinde ders veriyorum, Erasmus programı
sayesinde pek çok yabancı öğrencim var.
Çok taze bilgilerin sunulduğu merkezler ve
yayımlanan çok kaliteli dergiler var. TÜBA’nın
yardımıyla dışarıya gönderilen gençlerden bir
kısmı önemli çalışmalar yapıyor. Zamanında
Şerif Mardin Amerika’nın teşvikiyle Türk Sosyal
Bilimler Derneği’ni kurmuş. Şerif Bey derneği
bıraktığında Ankara’da bulunan bazı arka-
daşlarla birlikte biz bu derneği benimsedik.
Ben başkan seçildim; daha sonra Kontenjan
Senatörü olunca başka biri başkanlığı devral-
dı. Bahsettiğim konferansı o zaman yapmıştık.
Daha sonra her iki yılda bir Ulusal Sosyal
Bilimler Kongresi yapmaya karar verdik. Tek
desteğimiz ODTÜ’nün bize verdiği toplantı
salonlarıydı. Bu yıl Kasım ayında bu kongre
17. kez düzenlenecek. Her kongrede 1.200’ün
üzerinde tebliğ sunuluyor. Bu dünyada kabul
edilmiş bir yöntemdir. Genç araştırmacılar
tebliğlerini sunar, kendini dener ve çalışmala-
rını geliştirir. Bu benim diktiğim bir fidandı ve
kurumadığına çok memnunum.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
dolayısıyla bir mesajınız var mı?
Bütün Ortadoğu’da modernite yüzün-
den kadın erkek çarpışmasının en yoğun
yaşandığı ülke Türkiye’dir. Bunun sebebi
elektronik iletişim araçları ile inanç değerle-
rine bağlı kalan nüfus gruplarının değerler
savaşıdır. Yale Üniversitesi’nden mezun
çok değerli sosyal bilimcilerimizden biri
olan Yılmaz Esmer tüm dünyada değerlerin
değişimi üzerine yürütülen bir araştırmanın
Türkiye ayağını devam ettiriyor. Bu araştır-
manın verilerinden hareketle hazırlanan ve
Türkiye’de Değerler Atlası ismiyle yayınlanan
kitap gösteriyor ki; Türkiye çok az değişiyor.
Çok muhafazakâr bir toplum olduğumuzu
daha net görmek için bu kitabı edinmek
şart. Bu da demek oluyor ki, çatışma kadın
aleyhine olacak şekilde devam ediyor.
Kule’nin 36. sayısındaki dosya konumuz
zekâ. Zekilik kavramının algılanışı ve
değişimi üzerine siz ne söyleyebilirsiniz?
“Zekâ Allah vergisidir” denir günlük dilde.
Ama zekâ geliştirilebilir, değiştirilebilir,
dumura uğratılabilir...
Koç Üniversitesi öğrencilerine tavsiyele-
riniz var mı?
Her şeyi merak etsinler, her şeyi görmeye
çalışsınlar, gençliklerinin kıymetini bilsinler,
dünyayı gezsinler, hayatın en güzel tarafının
sevgi olduğunu bilerek sevgiyle yaşasınlar.
RÖPORTAJ
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, Prof. Dr. Şevket Ruacan
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36
Kule Dergisi-Sayı 36

More Related Content

Similar to Kule Dergisi-Sayı 36

Cihangir Okulları E-Katalog.pdf
Cihangir Okulları E-Katalog.pdfCihangir Okulları E-Katalog.pdf
Cihangir Okulları E-Katalog.pdfCihangir Okullari
 
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdfParaşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdfRumeysaKse
 
Anadolu Gelişim Okulları Dijital Kataloğu
Anadolu Gelişim Okulları Dijital KataloğuAnadolu Gelişim Okulları Dijital Kataloğu
Anadolu Gelişim Okulları Dijital KataloğuAnadoluGeliimOkullar
 
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocak
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocakAgo brosur 23x23_dijital_9_ocak
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocakfadialameer
 
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocak
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocakAgo brosur 23x23_dijital_9_ocak
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocakfadialameer
 
Anadolu Gelişim Okulları Dijital Kataloğu
Anadolu Gelişim Okulları Dijital KataloğuAnadolu Gelişim Okulları Dijital Kataloğu
Anadolu Gelişim Okulları Dijital KataloğuAnadoluGeliimOkullar
 
ÇOMÜ 2012 Tanıtım Broşürü- www.canakkaleicinde.com
ÇOMÜ 2012 Tanıtım Broşürü- www.canakkaleicinde.comÇOMÜ 2012 Tanıtım Broşürü- www.canakkaleicinde.com
ÇOMÜ 2012 Tanıtım Broşürü- www.canakkaleicinde.com525
 
İÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASI
İÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASIİÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASI
İÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASIAli Osman Öncel
 
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocak
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocakAgo brosur 23x23_dijital_9_ocak
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocakfadialameer
 
Muammer Dereli Fen Lisesi
Muammer Dereli Fen LisesiMuammer Dereli Fen Lisesi
Muammer Dereli Fen Lisesiabdulbaki_sahin
 
Era Koleji Gelecegin Liderlerini Sekillendiren Bir Egitim Kurumu.pdf
Era Koleji Gelecegin Liderlerini Sekillendiren Bir Egitim Kurumu.pdfEra Koleji Gelecegin Liderlerini Sekillendiren Bir Egitim Kurumu.pdf
Era Koleji Gelecegin Liderlerini Sekillendiren Bir Egitim Kurumu.pdfBacklink Paketleri
 
Ülkemizde ki Üniversite Eğitimi ve Sorunları
Ülkemizde ki Üniversite Eğitimi ve SorunlarıÜlkemizde ki Üniversite Eğitimi ve Sorunları
Ülkemizde ki Üniversite Eğitimi ve SorunlarıAli Osman Öncel
 
Түркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 ж
Түркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 жТүркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 ж
Түркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 жMuhamedrahim Kursabaev
 
ZKÜ Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Bilimsel Yazım Sunum dersi Uy...
ZKÜ Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Bilimsel Yazım Sunum dersi Uy...ZKÜ Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Bilimsel Yazım Sunum dersi Uy...
ZKÜ Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Bilimsel Yazım Sunum dersi Uy...SecilmiSurveying MAP-SOFTWARE@2009
 

Similar to Kule Dergisi-Sayı 36 (20)

Cihangir Okulları E-Katalog.pdf
Cihangir Okulları E-Katalog.pdfCihangir Okulları E-Katalog.pdf
Cihangir Okulları E-Katalog.pdf
 
Yüksek Öğretim Vizyonu
Yüksek Öğretim VizyonuYüksek Öğretim Vizyonu
Yüksek Öğretim Vizyonu
 
Kule Dergisi- Sayı 30
Kule Dergisi- Sayı 30Kule Dergisi- Sayı 30
Kule Dergisi- Sayı 30
 
egitim.pdf
egitim.pdfegitim.pdf
egitim.pdf
 
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdfParaşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
Paraşüt Kariyer Fuarı'21.pdf
 
Anadolu Gelişim Okulları Dijital Kataloğu
Anadolu Gelişim Okulları Dijital KataloğuAnadolu Gelişim Okulları Dijital Kataloğu
Anadolu Gelişim Okulları Dijital Kataloğu
 
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocak
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocakAgo brosur 23x23_dijital_9_ocak
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocak
 
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocak
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocakAgo brosur 23x23_dijital_9_ocak
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocak
 
Anadolu Gelişim Okulları Dijital Kataloğu
Anadolu Gelişim Okulları Dijital KataloğuAnadolu Gelişim Okulları Dijital Kataloğu
Anadolu Gelişim Okulları Dijital Kataloğu
 
ÇOMÜ 2012 Tanıtım Broşürü- www.canakkaleicinde.com
ÇOMÜ 2012 Tanıtım Broşürü- www.canakkaleicinde.comÇOMÜ 2012 Tanıtım Broşürü- www.canakkaleicinde.com
ÇOMÜ 2012 Tanıtım Broşürü- www.canakkaleicinde.com
 
İÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASI
İÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASIİÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASI
İÜ AKADEMİK YILI AÇILIŞ KONUŞMASI
 
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocak
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocakAgo brosur 23x23_dijital_9_ocak
Ago brosur 23x23_dijital_9_ocak
 
Ago brosur web
Ago brosur webAgo brosur web
Ago brosur web
 
Muammer Dereli Fen Lisesi
Muammer Dereli Fen LisesiMuammer Dereli Fen Lisesi
Muammer Dereli Fen Lisesi
 
Era Koleji Gelecegin Liderlerini Sekillendiren Bir Egitim Kurumu.pdf
Era Koleji Gelecegin Liderlerini Sekillendiren Bir Egitim Kurumu.pdfEra Koleji Gelecegin Liderlerini Sekillendiren Bir Egitim Kurumu.pdf
Era Koleji Gelecegin Liderlerini Sekillendiren Bir Egitim Kurumu.pdf
 
Gaundem 03
Gaundem 03Gaundem 03
Gaundem 03
 
Ülkemizde ki Üniversite Eğitimi ve Sorunları
Ülkemizde ki Üniversite Eğitimi ve SorunlarıÜlkemizde ki Üniversite Eğitimi ve Sorunları
Ülkemizde ki Üniversite Eğitimi ve Sorunları
 
Түркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 ж
Түркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 жТүркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 ж
Түркі халықтары педагогикасы, Баку 2018 ж
 
Alternatif Eğitim Sistemlerinen Uzaktan Eğitim
Alternatif Eğitim Sistemlerinen Uzaktan EğitimAlternatif Eğitim Sistemlerinen Uzaktan Eğitim
Alternatif Eğitim Sistemlerinen Uzaktan Eğitim
 
ZKÜ Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Bilimsel Yazım Sunum dersi Uy...
ZKÜ Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Bilimsel Yazım Sunum dersi Uy...ZKÜ Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Bilimsel Yazım Sunum dersi Uy...
ZKÜ Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Bilimsel Yazım Sunum dersi Uy...
 

Kule Dergisi-Sayı 36

  • 2.
  • 3. 1 İÇİNDEKİLER KULE 36 REKTÖRÜMÜZÜN MESAJI ÖĞRENCİ KONSEYİ BAŞKANI’NIN MESAJI DOSYA - ZEKÂ DOSYA - ZEKÂNIN DERİNLİKLERİ DOSYA - ZEKÂNEDİR,NEDEĞİLDİR? DOSYA - KIVRAKZEKÂNINFENDİ MANTIKSI ZEKÂYIYENDİ! DOSYA - ZEKİ TÜKETİCİLERİN KÖTÜ TERCİHLERİ DOSYA - DOĞRU KARARA GİDEN YOL İŞ ZEKÂSINDAN GEÇER DOSYA - ZEKİ OLMAK MI ZEKİCE DAVRANABİLMEK Mİ? DOSYA - TASARIMIN PENCERESİNDEN DOSYA - ZEKÂ TURU RÖPORTAJ - HOCALARIN HOCASI NERMİN ABADAN UNAT KOÇ ÜNİVERSİTESİ’NDEYDİ MEZUNLAR - KOÇ RUHUYLA ŞEKİLLENEN YAŞAM RÖPORTAJ - KOLT İLE EĞİTİME DESTEK KAMPÜSTEN NOTLAR 2 28 3 30 4 33 6 34 16 3818 20 40 42 24 KOÇ ÜNİVERSİTESİ ADINA SAHİBİ Prof. Dr. Umran İnan YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ayça Yürük EDİTÖR Leyla Demirbağ Atay GÖRSEL YÖNETMEN Levent Pakdamar KATKIDA BULUNANLAR Çağla Güneşler, Fatih Tok, Neziha Mühürcü, Aykut Karadere, Pınar Akoğul, Elif Yılmaz YAYIN KURULU Ahu Parlar, Arzum Kopşa, Bilgen Bilgin, Ebru Tan, Emre Alkan, Lemi Baruh, Metin Sezgin, Nazmi Ağıl, Özden Gür Ali, Sanem Yükselsoy Tekcan, Şevket Ruacan, Veysel Onur Kaynar, Zeynep Başak, Zeynep Derya Tarman YAPIM Demirbağ Yayın ve Tasarım İBA Blokları 42/6 Barbaros Bulvarı, Balmumcu / İstanbul Tel: 0212 347 47 80 www.demirbag.com.tr info@demirbag.net OFSET HAZIRLIK VE BASKI Gezegen Tanıtım BaskıSorumlusu:SerapBaranoğlu 100. Yıl Mahallesi Matbaacılar Sitesi 2. Cadde No: 202/A Bağcılar İstanbul Tel: 0212 325 71 25 KOÇ ÜNİVERSİTESİ Rumelifeneri Yolu 34450 Sarıyer İstanbul Tel: 0212 338 1000 www.ku.edu.tr kule@ku.edu.tr
  • 4. 2 REKTÖRÜN MESAJI Kule’nin yaz sayısını, zekâ kavramının farklı disiplinlerin penceresinden incelendiği kapsamlı bir dosya konusuna ayırdık. Bilim dünyasında sınırları aşan zihinsel faaliyetlerin ortaya çıkardığı büyük gelişmeler, teknolojinin hayatımıza yön veren ve yeni ufuklara yelken açmamız adına bizi cesaretlendiren karakteri, tüm insanlığın faydalanabileceği ve geleceği inşa ederken güç alacağı adımların her biri parlak zekâların ürünüdür. Sadece bilimsel ve teknik alanda değil sosyal, kültürel, sanatsal boyutlarıyla da dünyayı besleyen tüm atılımlar hayata bambaşka bir pencereden bakabilen, eleştirel düşünceyi benimsemiş, cesur zihinlerin çabalarıyla filizlenmektedir. Ancak tüm bunlar zeki olmanın ötesinde zekâsını akıllıca kullanmayı başaran tutkulu insanların yaratımlarıdır. Kısacası bilişsel bir yeti olmanın ötesinde zekâmızın ve onu kullanabilme becerilerimizin, toplumsal var oluşumuzun başlangıcı ve gelişimimize yön verecek adımların atılması yolundaki ilk koşul olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla hem bireysel gelişiminiz hem de aydınlık bir Türkiye için Koç Üniversitesi’nin parlak gençleri olarak birikimlerinizi, kazanımlarınızı, mükemmele ulaşma yolunda sizlere sunulmuş tüm koşulları en iyi şekilde değerlendirmek için göstereceğiniz çabanın yani zekânızı ortaya koyma cesaretinizin çok değerli olduğuna inanıyorum. Değerli öğretim üyelerimizin zekâ kavramı hakkındaki tartışmaları, görüşleri ve katkılarıyla hazırlanan dosya konumuzu, sizleri eleştirel düşünceye ve araştırmaya teşvik edecek nitelikleriyle keyifle okuyacağınızı umuyorum. Koç Üniversitesi olarak, zekâsını akıllıca kullanmanın önemini kavramış, dahası onu ortaya koyma konusundaki cesaretini ve kararlılığını göstererek yaşamının sorumluluğunu bilime ve eğitime katkı yapma sorumluluğu olarak özümsemiş zengin bir akademik kadroya sahibiz. Koç Üniversitesi’nin eğitim ve araştırma misyonunu bir arada sürdürerek bilimsel mükemmeliyet merkezi olma vizyonunun, tıkır tıkır işleyen bir saat gibi bizi her an yeni başarılara taşıdığını memnuniyetle izliyoruz. Bu vesileyle her sayımızda olduğu gibi bir kez daha, elde ettiğimiz akademik başarıları sizlere aktarmaktan sevinç duyuyorum. Son dönemde öğretim üyelerimiz Tevfik Metin Sezgin, Reşat Bayer, Özgür Birer, Kazım Büyükboduk, Gülayşe İnce Dunn, Seda Ertaç, Nurhan Özlü, Mehmet Sayar ve Seda Keskin Avcı kendi alanlarında sergiledikleri üstün nitelikli çalışmalarıyla TÜBA GEBİP kapsamında ödüle layık görüldüler. Zeynep Aycan Society for Industrial and Organizational Psychology (SIOP) üyeliğine, Ahmet İçduygu, Zeynep Aycan, Gün Şemin ve Ali Çarkoğlu Bilim Akademisi’ne üye olarak seçilirken, Ali Çarkoğlu aynı zamanda "2013 Wapor En İyi Makale" ödülünü aldı. Elvan Ceyhan Global Young Academy ve “2013 TWAS The Academy of Science for Developing World Young Affiliate – Central & South Asia Region” üyeliğine seçilerek Koç Üniversitesi’nin uluslararası alandaki başarılı temsilcilerinden biri oldu. Fuat Balcı ve İlke Öztekin ise Bilim Akademisi "2013 Genç Bilim İnsanları Programı" ödülüne layık görüldüler. Şener Aktürk “Almanya’da, Rusya’da ve Türkiye’de Etnisite Rejimleri ve Milliyet” isimli kitabıyla Joseph Rothschild Ödülü’nü kazanırken, Sinan Ünver “Aritmetik Geometrinin Motifler Teorisi” konusunda matematiğe yapmış olduğu katkılarından dolayı "Masatoshi Gündüz İkeda Araştırma" ödülüne layık görüldü. Tuğba Bağcı Önder de "2013 UNESCO-L’OREAL Ulusal Genç Bilim Kadınlarına Destek" ödülünü kazandı. Koç Üniversitesi’ni onurlandıran tüm öğretim üyelerimizi kutluyorum. Başarılarla dolu, hareketli ve yoğun bir tempoyla geçirdiğimiz 2012- 2013 eğitim öğretim dönemini noktalarken bu yılın Koç Üniversitesi mezunlarını da sevgiyle kucaklıyor, başarılarının devamını diliyorum. Prof. Dr. Umran İnan Rektör Merhaba...
  • 5. 3 ÖĞRENCİ KONSEYİ Kule’nin bu sayısında ele alınan “zekâ” kavramı, ilginç ve geniş bir tar- tışma sahasına sahip olmakla beraber bilimsel olarak mutabık kalınan noktalar da barındırıyor. Bu noktalardan biri kalıtımın zekâ üstündeki etkisinin çok yüksek olmasına rağmen zekânın gelişimi için doğru tespitin ve eğitimin de bir hayli önemli rol oynadığıdır. Doğuştan sa- hip olunan bir avantaj olarak görülebilecek olan zekâ, uygun eğitimle desteklenmediği takdirde potansiyel faydayı sağlayamamakta; hem bireyin kendisi hem de toplum için bir kayıp söz konusu olmaktadır. Zekâ gelişiminin en hızlı olduğu çağlar, üniversite hayatımızdan önceki dönemlerimiz. Yaş ilerledikçe zekâdaki gelişimin de yavaşlama- ya başladığı gerçeğini göz önünde tutarsak, üstün zekâlı çocukların erken yaşlarda tespit edilmesi ve onlara özel dizayn edilmiş sistemlerle eğitilmeleri gerekmektedir. Ne yazık ki, ülkemizde bu gerekliliği yerine getirmeye çalışan kurum sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. İlköğ- retim sonrası ise sayılar daha vahim. Benim de mezunu olduğum Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi, ülkemizde üstün zekâlılara özgü eğitim yapan tek lise. Sayılardaki noksanlık bile konudaki yetersizliği- mizi gözler önüne sermeye yetiyor. Niceliğin ötesinde nitelik olarak da eğitim yapımızın zekânın kıymetini ortaya çıkarmakta yetersiz olduğu; hatta zararlı olduğu savunulabilir. Farklı zekâ alanlarının varlığını göz önüne alırsak, kişinin zekâsının belirli bir disiplindeki başarı için daha uygunken başka bir disiplinde aynı derecede avantaj sağlayamayabileceğini kabul etmek gerekir. Hâlbuki mevcut yapıda gençler, farklı disiplinlerde kendilerini deneme fırsatı verilmeksizin çok erken yaşlarda tercih yapmaya zorlanıyor ve tekdüzeliğe kanalize ediliyorlar. Bunun sonucu olarak sanat, spor, edebiyat gibi alanlarda sivrilebilecek gençler, ebeveyn baskısı ve eği- tim sisteminin yetersizliğinden dolayı daha pasif oldukları alanlarda yüksek rekabet içinde kayboluyorlar. Yaklaşık üç yıl önce Milli Eğitim Bakanlığı, Türk Eğitim Vakfı ve üniversitemizin işbirliğiyle 1. Uluslararası Üstün Yetenekliler Eğitimi Sempozyumu düzenlenmişti. Maalesef bunun devamı henüz gelmedi. Umuyorum ki, önümüzdeki yıllarda bu ek- sikliklerin giderilmesi için Koç Üniversitesi öncülüğünde yapılan yeni çalışmalara tanıklık ederiz. Koç Üniversitesi öğrencileri olarak kendi üniversitemizdeki eğitimin artılarını çoğaltmaya çalıştığımız kadar ülkemizdeki eğitim sisteminin eksilerini gidermeye de çabalamamız gerektiğine candan inanıyo- rum. Toplumun genelini ilgilendiren bu tarz meselelerin muhakkak üniversitelerde tartışılması gerekir. Bizim kampüsümüz, tartışmaların zenginliğine ev sahipliği yapabilecek bir özgürlük ortamı barındırmak- tadır. Öğrenciler olarak bu fırsatı değerlendirmeyi görev addetmeliyiz. Kule’nin yaz sayıları camiamız için çok değerli bir dönemin habercisi olma niteliğini taşıyor: Mezuniyet! Yuvadan ayrılan arkadaşlarımızın, hayatlarının geri kalanında da başarıyı ve mutluluğu yakalayacakları- na olan inancım, veda etmenin getirdiği üzüntüyü kısmen azaltıyor. Önümüzdeki dönemin üniversitemizin bütün mensupları için güzellik- ler getirmesini arzular, taze mezunlarımızın her birine hayalleriyle planlarının kesiştiği bir gelecek temenni ederim. Veysel Onur Kaynar Öğrenci Konseyi Başkanı Niceliğin ötesine geçmek Doğuştanbiravantajolarakgörülebilecek olanzekâ,uygunbireğitimledesteklenmediği takdirdepotansiyelfaydayısağlayamamakta; hembireyinkendisihemdetoplumiçinbir kayıpsözkonusuolmaktadır.
  • 6.
  • 8. 6
  • 9. 7 Bu sayımızda yeniden Kule’nin yedinci katında, bu kez zekâ kavramını tartışmak üzere bir araya geldik. Konuklarımız Tıp Fakültesi’nden Dr. Sarper Taşkıran, Hukuk Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Yiğit Sayın, Öğrenci Dekanlığı’ndan Dr. Bilgen Bilgin, Mühendislik Fakültesi’nden Doç. Dr. Deniz Yüret, Kimya ve Biyoloji Mühendisliği Bölümü’nden Doç. Dr. Seda Keskin’di. Gündelik dildeki kullanımından, tarihsel bakış açısındaki değerlendirmelerden zekânın ölçü- lebilirliğindeki tartışmalara ve zekâ ile birlikte ele alınabilecek diğer kavramlara kadar pek çok konunun tartışıldığı buluşma, tüm katılımcıların sorular üreterek katkıda bulunduğu zengin bir ortam yarattı. Cevaplardan çok soruların önem kazandığı, üretilen sorularla herkesin aklında yeni soruların şekillenmesine ışık tutacak sohbet toplantımızın çıkış noktası kavramın tarih- selliği üzerineydi. İlk soruyu Kule ekibi olarak biz sorduk ve “Sizce, tarihsel olarak hangi tip bilginin değerli kabul edildiği, zekâ kavramının yorum ve tanımını etkiler mi? Zekâ kavramı- na ait kabullenişlerin toplumlara göre değişkenlik gösterebileceğini düşünüyor musunuz? Modernite ile zekâ kavramının ele alınışı arasında dolaylı bir ilişki olabilir mi?” dedik; ardından sessizce takibe koyulduk, çünkü artık tartışmayı yönlendiren birbirlerine sordukları sorularla yeni konulara el atan öğretim üyelerimizdi. Konunun bir psikiyatrın açacağı yoldan ilerlemesi konusunda herkes hemfikir olunca zekâ ile ilişkili ilk kavram tartışmaya açıldı: Uyum. Zekânın derinlikleri Zekâdediğimizdehepimizinaklındabazıkalıplar,kabul edilegelmişilkelervebirtakımölçütlercanlanır.Amazekâ kavramınıaçıklamanınkelimeyisöyleyivermekkadar kolayolmadığıdaortadadır.Bunedenlezamankısıtlı olsada,kavramınderinliklerinedaldığımızvebolcasoru ürettiğimizbirsohbetiçinKule’ninyedincikatındaydık.
  • 10. 8 İnsanı şekillendiren koşullar “İnsan var olduğu sürece ele alınmış bir kavramdan bahsediyoruz. Zekâ bu anlamda tarihsel olarak gelişiyor ve evrim gösteriyor” diyen Sarper Taşkıran bunun sebebini top- lumun insandan beklediği birtakım becerilerin süreç içerisinde değişip farklılık göstermesine bağlıyor. Bu konuda verdiği örnek ise şöyle: “Eski çağlarda bir avın nerede olduğunu iyi görebilen, motor koordinasyonu iyi olan insanlar daha başarılı görülürken bugün pro- jeleri daha iyi yapabilenler başarılı. Kavramın toplumlara göre değişiklik gösterdiği de açık. Aslında içerdiği anlam tamamen beklentiyi karşılama ya da karşılayamama üzerine kurulu. Bu açıdan zekânın önemli bir göstergesi uyum sağlayabilme becerisidir. Elindeki verileri, kendi içinde hızlı bir şekilde değerlendirerek ortama, ortamda başarılı ve kalıcı olmaya uyarlamadır. Geçmişte ya da başka topluluklarda motor be- ceriler veya fiziksel güç öne çıkarken, bugünün toplumunda bilişsel beceriler ve dikkat daha ön planda. Kısacası zekâ ele alındığında temel bir kavram olan uyumun tarihsel süreçte değişme- diğini düşünüyorum.” Bilgen Bilgin de insan yaşamının devamlılığı açısından coğrafi koşullara uyum sağlama be- cerilerinin zekâ ile ilişkisini ele alarak Kaliforniya Üniversitesi’nden Jared Diamond’un 1997’de yazdığı Tüfek,MikropveÇelik adlı kitabına deği- niyor: “Kitap, bazı bölgelerde medeniyet sürekli gelişirken neden bazı bölgelerde yüzyıllardır bir gelişme kat edilmeksizin yaşandığını anlatı- yor. Oradaki insanların daha az zeki olduğunu kanıtlayan hiçbir bulgu yok; ama temel güdü uyum sağlama olarak ortaya çıktığında şunu görüyorsunuz: Savaş olmayan, konumunuzdan dolayı kimsenin size ilişmediği bir coğrafyada yeni bir düzen keşfetmek zorunda değilsi- niz. Medeniyetin ilk geliştiği yerlerde, yani yaşamayı becermenin daha zorlu koşullardan geçtiği coğrafyalarda ilerleme daha hızlı olmuş.” Gündelikdildekikullanımından tarihselbakışaçısındaki değerlendirmelere, ölçülebilirliğindeki tartışmalardankendisiyle birlikteelealınabilecekdiğer kavramlarakadarzekâyıfarklı boyutlarıylaelealdık. Dr.SarperTaşkıran Dr.BilgenBilgin Doç.Dr.SedaKeskin
  • 11. 9 Uyum kavramı ve zekâ ilişkisi açısından başka bir yorum da Yiğit Sayın’dan geliyor. Zekânın coğrafi dağılımıyla ilgili teorilere değinerek şunları söylüyor: “Kuzey ve daha soğuk bölge insanlarının evrim sırasında adapte olmaları gereken iklim koşullarından dolayı daha yüksek bir zekâya sahip oldukla- rı, daha sıcak bölge insanlarının zekâsının ise bu bölgelerdeki insanlardan farklı geliştiği yönünde teoriler var. Bunların kesinliğini bilmiyorum, ancak Doğu ve Batı toplumları arasındaki zekâ seviyesinden ziyade, zekâ anlayışının tartışılabileceğini düşünüyorum. IQ testlerinin de bu açıdan değerlendirilmesi gerekebilir. Batı toplumunun oluşturduğu bir zekâ ölçme sistemini Doğu’ya uygulamak ne derece sağlıklı? Hep karşımıza çıkıyor; toplum içinde deza- vantajlı birtakım grupların daha az başarı sağlaması onların diğerlerinden daha az zeki olmasıyla bağdaştırılır. Ancak kültürel ve sos- yal şartlar önemli. Ben hem zekâ algılanışının hem zekânın ortaya konuluşunun hem de an- lamının kültürlerarası pek çok farkı olduğunu düşünüyorum. Afrika’da ‘intelligence’ ya da Latince ‘intellectus’ denilen kavram, altı yedi ayrı kavramla beraber ortaya konuyor. Hatta Zambiya ve Kenya’da zekâ, ‘sorumluluk’ an- lamına da geliyor. Yani onlar için zeki olmak ailenden, çevrenden, toplumdan sorumlu olmak.” Deniz Yüret ise konuyla ilişkili olarak ırklar arasında zekâ karşılaştırması yapma iddiasıyla çalışma gerçekleştiren bir grubun araştır- masına değiniyor: “Afrikalı ve Amerikalı çocukların zekâ düzeylerini ölçmek amacıyla, kısa süreli hafızalarında kaç rakam tutabildik- lerini incelemişler. Sonuçta beyaz çocukların daha fazla rakamı hafızalarında tuttuğunu tespit etmişler. Bunun üzerine makaleler bile yazılmış. Ardından aynı karşılaştırmayı Çinli çocuklarla yapmışlar. Onların kısa süreli hafızasında daha da fazla rakam tuttuğu gö- rülmüş. Ancak daha derinlemesine bir analize girişince dil faktörü ortaya çıkmış. Değişik dillerde rakam kelimelerinin uzunluğu ara- sındaki farkın, çocukların hafızasında tuttuğu rakam sayısını etkilediği anlaşılmış. Afrikalı çocukların dilinde rakamın kelime karşılığı uzun, İngilizcede orta, Çincede ise çok kısa olduğu için bu farklılığın meydana geldiği saptanmış.” Zekâ testleri ne için? Sarper Taşkıran Batı’da kullanılan ilk zekâ testlerinin Fransız hükümetinin, okuldan yararlanamayacak kadar durgun zekâdaki çocukları ayırt etmek amacıyla geliştirildiğine değinerek, zekâ testlerinin asıl olarak geriyi ayırt etmek için ortaya çıktığını anlatıyor. Psi- kiyatri için testlerin bir rehber olduğunu, ama tanı koymak için kullanılmadığını vurguluyor: “Psikiyatrlar bir çocuğun devletten yardım alabilmesi için ona zekâ gerisi tanısı koyarken Doç.Dr.DenizYüret Yrd.Doç.Dr.YiğitSayın
  • 12. 10 testleri sadece rehber olarak alır. Klinik göz- lem bunun çok daha önemli bir parçasıdır. Yani uyum, işlevsellik ve testlerin ölçtüğü bi- lişsel kapasite ortalama bir bilgi verir: “Çocuk mantıksal, lineer düşünebiliyor mu, sebep sonuç ilişkisi kurabiliyor mu ve bunu hep aynı şekilde tekrarlayabiliyor mu? Ölçtüğümüz bunlardır.” Taşkıran, zekâ testlerinin ileri zekâ konusunda elde ettiği sonuçlar hakkında ise şunları söylüyor: “Sıklıkla kullanılan zekâ ölçekleri 100 puan civarında daha kaliteli sonuçlar verir. 130 puan (yani iki standart deviasyon) üzerinde varyasyonlar çok daha fazla oluyor ve güvenilirlikleri düşüyor. 130 ve üzerini standart zekâ testiyle ölçmeye çalışmak sağlıklı sonuçlar vermeyebilir.” Yıldızlar takımı sınıfta kalır mı? Bilgen Bilgin bu yorumdan hareketle eği- tilebilir olmanın bir zekâ düzeyi ölçütü olup olmayacağı sorusunu sorarak bir deney ör- neğini ve Türkiye’de yaşanmış fen lisesi dene- yiminin sonuçsuz kalma hikâyesini anlatıyor: “Bir deneyde 10 değişik grup oluşturulmuş. Grupların belli bir problem karşısında nasıl çözümler ürettikleri gözlemlenmiş. Her gru- bun içinde lider olarak öne çıkan kişiler be- lirlenmiş. Sonra bu liderlerden yeni bir grup oluşturularak yeni bir problem karşısındaki düşünce ve davranış biçimleri gözlemlenmiş. Diğer gruplarda görüldüğü gibi bu grupta da bir çan eğrisi dağılımı oluşmuş ve bir lider öne çıkmış. Ayrıca bu 10 liderden oluşan grubun sorun çözme yetisi, daha önceki 10 gruptan ileri bir düzeyde gerçekleşmemiş. Bunu nasıl yorumlayabiliriz bilemiyorum ama çok parlak öğrenciler aynı sınıfta olduğunda da aynı şeyle karşılaşabilirsiniz. Türkiye’de ya- şanan fen lisesi deneyimi bir boyutuyla buna örnektir. Onlar da liderlerin bir araya geldiği gruptaki problemi yaşadı. Yıldız olarak gelip, o grup içinde başka sonuçlar aldılar. Diğer bir sorun da üç yıllık lise eğitiminin ardından bu öğrencilere verilecek eğitimin biçimi konu- sunda hazırlıksız olunmasıydı. Bu öğrenciler çok eğitilebilir olmasına rağmen devamı planlanmamış bir deneyim olarak kaldı” di- yen Bilgin, durumu dünya çapındaki bilimsel yönelimle birlikte ele alıyor: Dünya nereye gidiyor? “Bilimin gerekliliği o zaman toplum ya da yönetim içinde daha temel kavramlardan bi- riydi. Bilim olmadan teknolojinin alt yapısının sağlanamayacağına dair bir yaklaşım vardı. Şimdi onun buharlaşmış olduğunu görüyo- ruz. Bütün dünyada böyle. Artık temel bilimle ilgilenenlerin sayısı giderek azalıyor. Teknolojik türde akademik çalışmalar artıyor. Belki bu sebeple dünyanın geleceği daha karanlık ola- bilir. Bu yöne gidişten dolayı çok zeki adamları doğru kullanmadığımızı söyleyebilir miyiz? Teknoloji açısından değerlendirildiğinde şimdiki neslin karşılaştığı ve çözmek zorunda olduğu sorunlarla bizlerin ve bizden önce- kilerin çözmek zorunda olduğu sorunların farklı olduğu görülüyor. Hayata bakış farklı ve bunlara adapte olabilecek bir değişkenliği de müesseseler gösteremiyor. Bizim neleri öğ- retmemiz lazım, neleri öğretmesek de olur? Üniversite sınavı sonucunda bizden eğitim alacak öğrencilerin seçilme yöntemi ile bizim bu öğrencilere aktarmak istediğimiz şeyler ne kadar örtüşüyor? Bütün bunların arasında zekânın yeri nedir?” “Zekâelindekiverileri, kendiiçindehızlıbirşekilde değerlendirerekortama, ortamdabaşarılıvekalıcıolmaya uyarlamadır.” SarperTaşkıran
  • 13. 11 Çoklu uyaranlar devrine hoş geldiniz! Sarper Taşkıran bu tespitlerden hareketle zekâ ile iç içe bir kavramı daha tartışmaya açıyor: “Yeni gelen neslin dikkati çok daha değişik yapılandırılmış; çünkü onlar çoklu uyaranlar dünyasının içine doğuyor. Ama biz eğitim anlamında bunu ne kadar yakalayabi- liyoruz? Çünkü onların dikkatini aktif olarak sürdürebilmelerini sağlayabilmemiz, onların içinde bulunduğu uyaranlar dünyası kadar renkli değişken ve hızlı olmamızı gerektiriyor. Bunu ne kadar başarabiliyoruz ya da başar- mamız gerekiyor mu? Kendimizi çağa adapte etmeye çalışıyoruz ama bu sağlıklı mı? Çocuk psikiyatrı olduğum için sık karşılaşıyorum bu konuyla. Çoğu anne çocuğunu, ‘Benim çocuğum çok zeki; ama dikkati dağınık’ diye getiriyor. Bu olabilecek bir şey; ama bazen de çocuklar sadece ortalama zekâya sahip olarak, ortalama başarı gösterebiliyorlar. Aile- lerin beklentileri çok yüksek ve bir kısmı da bunu kabullenmeyle ilgili problem yaşıyor. Gerçek anlamda dikkat eksikliği olanlar da var ve onlar tedaviyle potansiyelini ortaya koyabiliyor. Bu nedenle çağımızın tartıştığı konulardan biri de dikkat ve zekâ ilişkisi." Zekânın sınırlarını çizebilir miyiz? Yiğit Sayın tartışmayı farklı bir boyuta taşıyarak, “Sanatsal ya da sportif dediğimiz motor yetileri zekâ kavramının içine katıyor muyuz? Bu durumda çok daha karmaşık ve geniş bir yeti alanı ortaya çıkıyor. Örneğin, çocuk yaşta belli açılardan yetersiz ama müzikal becerisi çok üst düzeyde insanlar var…” diyor. Bilgen Bilgin’in bu konudaki yorumu şöyle: “Zekâyı bir tek matematik problemi çözmekle sınırlandırırsak bahsettiğiniz becerileri kategori dışı bırakmış oluruz. Ama zekâyı, bir problemi çözmek için elimizde bulunan araç olarak düşünürsek, bir opera bestelemeyi çok ufak yaşlarda hiçbir eğitim almadan becerebilmiş birinin o konuda inanılmaz bir yeteneğe sahip olduğunu, ayrıca bunu hayata geçirebilecek bir özgüven ve çalışma güdüsüyle hareket ettiğini de düşünebiliriz.” Standart zekâ olarak kabul edip edemeyece- ğimiz konusunda tartışılan fiziksel, duygusal, sanatsal yeteneklerle ilgili Deniz Yüret şunları söylüyor: “Yapay zekâ alanındaki çalışmala- rımdan dolayı 1960’tan bu yana insanların bu konuda ne tip aşamalardan geçtiklerini, neler araştırıp bulduklarını meraklı bir biçimde oku- yorum. İnsanlar bilgisayarı bulduktan hemen sonra, bu zeki aletle yapay zekâ üretebilecek- lerini düşünmüşler. 1956’da ilk yapay zekâ kon- feransı gerçekleştirilmiş ve 1960’larda ilk yapay zekâ laboratuvarları kurulmuş. İşin ilginç tarafı ilk olarak soyut zekânın çözdüğü problemlerle ilgilenmişler. Örneğin; satranç oynayan prog- ramlar yazmışlar. Bu aşamalar geçildikçe bilim insanları kısa sürede genel insan zekâsı seviye- sinde şeyler yaratabileceklerini düşünmüş; ama bu ümit gerçekleşmedi. Mühendisler zekâyla çok da bağdaştırmadığımız, beş yaşındaki her çocuğun becerebildiği birtakım şeyler üzerinde çalışmaya başladığında esas problemlerin onlar olduğunu fark etti.” Beş yaşındaki çocuk bile yapar ama… Deniz Yüret çalışma alanı açısından henüz çözülmemiş problemleri şöyle aktarıyor: “Öncelikle görsel algı konusu çözülemedi. 50 yıldır bizim baktığımızda görüp algıladığımız şeyleri, bilgisayarın da görebileceği bir prog- “Afrika’da‘intelligence’yada Latince‘intellectus’denilen kavram,altıyediayrıkavramla beraberortayakonuyor.Hatta ZambiyaveKenya’dazekâ, ‘sorumluluk’anlamınadageliyor.” YiğitSayın
  • 14. 12 ram üretmeye çalışıyoruz. Sonra dil geliyor. Cümleleri anlama, onları kendi hafızasından gelen anılarla bağdaştırıp o konuyu anlama yeteneğini bilgisayarlara uygulamaya çalı- şıyoruz ve henüz emekleme safhasındayız. Doğal dile anlamını veren yapıların bile ne olduğu konusunda hemfikir olabilmiş değiliz. Aynı zamanda hareket konusunda, robotikte bunu planlayarak genel ölçüde çözen bir sis- tem hâlâ yok. Kısacası esas yeteneklerimizin beş yaşındaki çocukların yapabildiği şeyler olduğunu yeni anlıyoruz. Soyut düşünce ile yaptıklarımızın bunlar üzerine inşa edil- diğini de… Örneğin Deep Blue’nun Garri Kasparov’u yenerken kullandığı algoritmalar ve yöntemin Kasparov tarafından kullanıl- madığı çok açık. Kasparov’un beynindeki hücreler saniyede 10-100 sinyal üretebiliyor. Deep Blue ise saniyede 200 milyon pozisyon değerlendirebiliyor. Dolayısıyla onun dene- yime, hafızaya, oyuna dayalı bambaşka bir yöntemle bu yeteneğe ulaştığı kesin. En azından yapay zekâ ve bilişsel bilim alanında bu temel yeteneklerin soyut zekâ dediğimiz şeyi nasıl oluşturduğu sorusu ha- kim. Soyut zekâ kendi kendine var olan, diğer yetilerden soyutlanmış bir şey değil. Tam ak- sine vücudunuz, duygularınız ve yaşantınızda kullandığınız temel yeteneklerinizin üzerine inşa edilmiş bir beceri.” Eğitim yöntemi ve zekâ Yiğit Sayın bu konudaki tartışmayı eğitim tekniklerine doğru yönlendirerek, “Zekâyı ilerletmek ya da daha iyi kullanılmasını sağlamak için çocukluktan itibaren temel özellikler üzerine inşa edilecek bir eğitim mi verilmeli? Sanat, spor gerçekten çocukları daha zeki hale getiriyor mu?” sorusunu soru- yor. Sarper Taşkıran da benzer bir yaklaşım- la oluşturulmuş Montessori ve benzeri eğitim yöntemlerinin kullanıldığına değinerek olanakların sağlandığı, sadece gözlem yapı- lan ve kendiliğinden gelişime odaklı eğitim yaklaşımlarından çok iyi neticeler alınama- dığını belirtiyor ve şunu söylüyor: “Çocuklar sınırlarla çerçeveli ama olanak sağlayan, yönlendirici eğitimlerden çok daha fazla yararlanıyorlar. Sınırlar ve kurallar zekâya ket vurmaz, tam tersine açığa çıkmasını sağlar. Zekâyı bir nehir olarak düşünürsek nehir yatağının belirli olması, suyun gürüldeyerek akmasını sağlar. Dikkat etmek gereken taştığı zaman destek vermektir. Ancak kurallar ve sınırların nehrin önüne set çekmemesi gerekir.” Uygulama öğretir Deniz Yüret ise, bir eğitimci olarak insanın kendisinin aktif olarak üretmeye çalışmasıyla daha iyi öğrendiğini vurguluyor. Okumanın ya da izlemenin uygulama kadar geliştirici ol- “Zekâyı,birproblemiçözmekiçinelimizdebulunanaraçolarak düşünürsek,biroperabestelemeyiçokufakyaşlardahiçbireğitim almadanbecerebilmişbirinin,okonudainanılmazbiryeteneğesahip olduğunu,ayrıcabunuhayatageçirebilecekbirözgüvenveçalışma güdüsüylehareketettiğinidedüşünebiliriz.” BilgenBilgin
  • 15. 13 madığına değinerek, “Öyle bir ortam ve bilgi hazinesi sağlanmalı ki, çocuk kendi kendine bir şeyler deneyip, yanılıp, yanılmaktan kork- mayarak keşfetmeli. Aslında zanaat olarak gördüğümüz aşçılık, marangozluk gibi alan- larda bunun böyle olduğu zaten tartışılmıyor. Bir aşçıyı seyrederek iyi yemek pişirmeyi öğrenemezsiniz. Bir şekilde elinizi kirletme- niz gerekir. Ben bilgisayar programlamada ya da calculus’ta bunun neden böyle kabul edilmediğini gerçekten merak ediyorum…” diyor. Yiğit Sayın konuyu hukuk eğitimi çerçevesinde değerlendirerek uygulamanın öğrenme üzerindeki etkisini şöyle açıklıyor: “Biz eğitimi veriyoruz. Kanunları gösteriyo- ruz. Örnek olaylar çözdürüyoruz. Şanslıysak bir kez mahkemeye gidip, işleyişi gözlem- leyebiliyoruz. Ama ben mezun olup staja başladığımda ilk üç günde öğrendiklerimin, dört yıl boyunca öğrendiklerimden daha etkin olduğunu düşünüyorum. Kaybedebile- cek şeyler işin içine girdikçe, stresiniz artıyor ama motivasyonunuz yükseliyor. Hukuk eğitiminin şu an dünya çapında içinde oldu- ğu kriz bununla çok ilgili. Kitapları, tahtaya yazdıklarınızı ya da slaytları her yerde herkes görebiliyor artık. Farklılığınız ve özelliğiniz ancak pratiğe aktif olarak katıldığınızda or- taya çıkıyor. Bu bambaşka bir sohbet konusu olsa da çok önemli bir nokta…” Eğitimde zanaatkarlık konusunun tartışıl- maya devam eden ve henüz çözüm buluna- mamış bir konu olduğunu belirterek söze başlayan Bilgen Bilgin, eğitimde beklendiği kadar olumlu sonuçlar vermeyen Montessori ve benzeri yöntemlerin çöküşünü şöyle açık- lıyor: “Tarihsel süreçte bunun keşfedilmemesi mümkün değil. Yol gösterici her zaman var. Toplumsal ve kişisel olarak ilerleme açısından bilineni yeniden, tek başımıza keşfetmenin bir anlamı olmadığından, gelinen noktanın sonrasını gerçekleştirme şansını vermenin tek yolu eğitim. Ancak eğitimin çıkmazı şurada olabilir: Bizim gibi ülkelerde bu kurumların ihtiyaca göre sayısıyla, aşağıdan gelenlerin ve toplum içinde buna ihtiyaç duyanların sayısı arasında uyuşmazlık var. Zekâ testlerinin ilk çıktığı zamanlardaki gibi elemine etmek zorundasın. Kimler eğitilme- yecek; onları seçiyoruz. Kurum olarak dünyaya ve geleceğe ba- kıp neyi ne şekilde öğretmemiz gerektiği kaygısıyla sınıfa girdiğimizde, bu seçilme yöntemlerine göre orada bulunan insanlarla bir uyumsuzluk yaşıyoruz…” Deniz Yüret bu konudaki düşüncesini şöyle anlatıyor: “Neyi neden öğrettiğimiz konusu- na değinirsek; bundan beş yıl sonra hangi bilgisayar programının aktif ya da popüler olabileceği konusunda kimsenin bir fikri “Birtartışmadasorduğusoruylakonuiçinyeniufuklaraçankişilerin zekiolduğunudüşünüyorum. Çünküokişikimseninyakalayamadığı başkabirşeyiyakalamışoluyor.” SedaKeskin
  • 16. 14 yok. O nedenle olabildiğince genel problem çözme yetileri, düşünce tekniklerini değişik alanlara uygulayabilme araçları, yani prob- lem değişince de işe yarayabilecek araçları sağlamak gerekiyor.” Hayat testinden geçmek için Bilgen Bilgin çıraklık eğitimine benzer bir eğitimin bazı alanlarda çok gerekli olabildiği- niamagenelanlamdasisteminsoyutdüşünceye kaydığınıbelirterekbununsebebinişöyleaçıklı- yor:“Bupratiğiniçinegirdiğindeçokhızlıadapte olabilme,problemikavrayabilmevedeğişik alternatifteçözümlerüretebilmeyigetiriyor.Konu hakkındaMIT’deyapılanbiraraştırmayıörnek verebiliriz:MITmezunlarınınhangipozisyonlarda çalıştıklarınıaraştırdıklarındadünyadaçapında birnumaraolanbukişilerindahaortalama üniversitelerdenmezunolmuşkişilerinaltında çalıştıklarınıgörmüşler.Buparlakmühendislerin nedenbupozisyondakaldığınıncevabı,Liberal Artseğitiminingerekliliğinoktasındaortaya çıkıyor.‘Vahşi’mühendisleryetiştirilmiş,sadece mühendislikhakkındauzmanlaşmışbukişilerin hayathakkındasonderecekısıtlıfikirlerivar. Sınırlariçindeonlarlayarışmakmümkündeğil. Amabiradımsağasolagidiphayatınsenden talepettiklerinebakarsankayboluyorlar.Hayatın insanıtestetmesiylesınavlarıninsanıtestetmesi arasındakifarkbu.” Deniz Yüret ise eğitim hayatında karşılaştığı benzer bir durumu şöyle aktarıyor: “Benim bir hocam bütün dersleri A olan öğrencileri doktoraya almayı pek tercih etmezdi. Çünkü tecrübelerinden hareketle onların araştırma- da çok başarılı olamayacağını düşünürdü. Yani mükemmelliği hedef edinip her ders için kendini o yönde şekillendiren biri, hangi dersi kullanarak çözeceği belli olmayan, belki de cevapsız bir problemle karşılaştığında bo- calayabiliyor, aşırı strese girebiliyor. O konuya cesaretle girip sabırla işleyerek çözmeye çalış- mak ayrı bir yetenek. Biz ilkokul birden itibaren hep çözümü belli olan ve cevapların kitabın arkasında yer aldığı sorularla eğitiliyoruz. Bu çok yanıltıcı, çünkü mezun olduğunuz an bir daha böyle bir soru görmüyorsunuz. Belki de artık bazı sorular çözümsüz olmalı ve çözümsüz oldukları söylenmeden çocuklar onunla uğraş- malı. Gerçek hayat buna benziyor.” Yiğit Sayın’ın da konuyla ilgili yorumları şöyle: “Bazen sorunun cevabını bilseniz de uygulayamayabilirsiniz. Bu hukuk için böyledir. Ben staja başladığımda bir dava hakkında iki gün boyunca yönetmelikleri ve kanunları çalıştım. İzlenmesi gereken yolu biliyordum. Ama arada insan faktörü var. Siz memura yönetmelik dediğinizde saat 16.10’sa, hakimin tutumu tersse, müvekkiliniz size yalan söylüyorsa çözümsüz kalabilirsiniz. Bu okulda öğretilemiyor ve burada uyum becerisi ortaya çıkıyor.” Sorular mı cevaplar mı? Bu noktada Bilgen Bilgin’in bir sorusu daha var: “Birinin sorulara cevap bulabilme yete- neği mi onun daha zeki olduğunu gösteriyor yoksa doğru soruları sorma becerisi mi? Ben bilimsel araştırmaya baktığımda asıl zorluğun doğru soruyu sormaktan geçtiği- ne inanıyorum. Doğru soruyu sormazsanız çözmeye çalıştığınız problem, kimsenin ilgilenmediği, dünyaya bir katkısı olmayan boyutta kalıyor. Düzgün soruları sormayı başaranlar, diğerleriyle aynı emeği sarf etse de çok daha parlak sonuçlar alabili- yor… O zaman doğru soruyu sormuş olana daha zeki diyebilir miyiz?” “Yapayzekâvebilişselbilim alanında,temelyeteneklerin soyutzekâdediğimizşeyi nasıloluşturduğusorusu hakim.Çünküsoyutzekâ vücudunuz,duygularınızve yaşantınızdakullandığınıztemel yeteneklerinizinüzerineinşa ediliyor.” DenizYüret
  • 17. 15 Seda Keskin de bu örnekten hareketle dü- şüncelerini aktarıyor: “Bence bu, zekâ ile akıl arasındaki ince çizgiyle de ilgili. Aklın zekâyı doğru şekilde kullanma kapasitesi olduğunu düşünüyorum. Gündelik dilde bazı kişiler için zeki, bazıları için de akıllı deriz. Sınav- larda kötü olan ama bir tartışmada sorduğu soruyla konu için yeni ufuklar açan kişilerin zeki olduğunu düşünüyorum. Çünkü o kişi kimsenin yakalayamadığı başka bir şeyi ya- kalamış oluyor. Diğer yanda da verileni alan, adım adım çözen insanlar var ve onların da akıllı olduğu kesin.” Zeki olmak her durumda iyi mi? Bilgen Bilgin, zekâyı başarıyla özdeşleştir- menin mümkün olup olmadığını konusunu tartışmaya açarken süper zekâ kulüplerinden birinin, IQ seviyesi 180’in üzerinde olduğu söylenen bir üyesinin hayatını örnek gös- teriyor: “Bu kişinin mesleği odacılık. Bunun dışında kalan zamanlarda ise kulüp faaliyet- lerine katılıyor. Hayatta kendine koyduğu başarı seviyesi olarak odacılığı seçmiş; yani zekâsıyla süper işler yapma peşinde değil... Bu durumda zekâyı başarıyla özdeşleştirmek mümkün mü? Sonuçta zekâ hayattan zevk almayı sağlayan yani hayatı kolaylaştıran bir araç olarak kullanılabilir. Diğer yandan başa bela da olabilir. Kişiyi obsesyona itebilir. Belki de insanları deha yapan bu ruh durumudur.” Sarper Taşkıran da konuyla benzer olarak şunları söylüyor: "Beautiful Mind filmindeki karaktere benzer kişilerle çok kez tanıştım. Zeki insanlardı; ama pek çok psikiyatrik bozukluğa sahip olanlar da vardı. Böyle bir durumda üstün zekâlı olmanın hiçbir önemi yok, çünkü belki de bu insanın hayatını kaydırabilir.” Bilgen Bilgin'in sorusu: “Benim babam 40’lı yaşlarında ehliyet aldı. Ehliyet başvu- rusu için dosya hazırlanması gerekiyordu. Koşullardan biri ilkokul mezunu olabilme şartıymış. Babam doktor ve tıp fakültesi diplomasını eklemiş dosyaya… Dosyayı gözden geçiren memur babama ilkokul diplomasının olmadığını ve dosyayı işleme koymayaca- ğını söylemiş… Öylesine ısrarcı olmuş ki, sonunda araya vali girmiş. Memur ‘Vali emriyle ilkokul diploması olmamasına rağmen sınava alınmıştır’ diye evraklara şerh düşmüş. Bunu insana hayat öğretebilir ancak. Sizce bunun sebebi ne olabilir?” Sarper Taşkıran’ın cevabı: “Memurun davranışını anlamak için, durumu hakkında konuşmamız gerekir. Bu davranış bir zekâ eksikliğinden mi kaynaklanıyor, yoksa memur bulunduğu ortama o şekilde mi adapte olmuş? Eğer bir amiri varsa ve onun ayağını kaydırmak için bir hatasını kolluyorsa memurun tutumu bir zekâ belirtisi de olabilir…” Buadamzekimi? Yiğit Sayın: “Kime zeki diyoruz ve zekâ ne işe yarıyor? Başarılı olmaya, mut- lu olmaya, çevrene yararlı olmaya…” Bilgen Bilgin: “İyi matematik problemi çözdüğüm için küçükken bana, 'Ne kadar zekisin' derlerdi. Sonra ortaya çıktı ki, EQ düzeyim sıfır. İnsan ilişkile- rinde aktif olduğum söylenemez; ama tam da onu gerektiren bir iş yapıyo- rum… Bu durumda hangisi doğru olabilir? EQ gereksizdir, geliştirilebilirdir ya da ben yalan söylüyorum… ” Sarper Taşkıran: “Kendimizi çağa adapte etmeye çalışıyoruz ama bu sağlıklı mı?” Deniz Yüret: “Bir aşçıyı seyrederek iyi yemek pişirmeyi öğrenemezsiniz; mutlaka elinizi kirletmeniz gerekir. Bilgisayar programlamada ya da calculus’ta bu neden böyle kabul edilmiyor?” Seda Keskin: “Başarılı olmak için zeki olmak şart mıdır? Her zeki insan başarılı mıdır?" Düşünmekisteyenleriçin cevabıbelirsizsorular
  • 18. 16 “Zeki”, “üstün zekâlı”, günlük yaşamda sıklıkla kullandığımız ifadeler; ancak araştırmacılara göre zekâ, bizim günlük dilde kullandığımız ve ağırlıklı olarak akademik başarı ile eşleş- tirilen bu kavramdan daha farklı bir anlam taşıyor. Zekâ üzerine yazılmış derlemelere baktığımızda bu sözcüğün çeşitli dillerdeki karşılıklarının ve kökenlerinin farklılık gös- terdiğini anlıyoruz. Türkçede kullandığımız zekâ kelimesi dilimize Arapçadan girmiş ve “parıltı”, “ateşin harlanması” gibi anlamları olan bir kökten türemiş. Dilimizdeki “parlak fikir”, “kafasında şimşek çakmak” ya da zeki insanlar için kullandığımız “ateş gibi” de- yimleri kültürümüzdeki zekâ anlayışına dair ipuçları veriyor. Avrupa kökenli dillerin pek çoğunda kullanılan “intelligence” kelimesi ise Latince iter-legere, yani “toplamak”, “arasın- dan seçmek”, “ayırt etmek” kökünden türe- miş; Ortaçağ'dan itibaren çevirilerde Yunanca “nous (akıl, tin)” sözcüğünü karşılamak için kullanılmış. Zimbabwe’de zekâ kelimesinin karşılığı olan “ngware” sözcüğü ise “dikkatli”, “tedbirli”, “basiretli” gibi anlamlar taşıyor. Bilimsel çalışmalar, gerçekten de zekâ olgu- sunun kültürler arasında farklılık gösterdiğini ortaya koyuyor. Örneğin; Çin’de Konfüçyüsçü anlayış zekâyı doğru olanı yapmak olarak ta- nımlıyor ve genel bilişsel yeteneğin yanında, kişilerarası zekâ (sosyal yetkinlik), içsel zekâ ve zekâsını göstereceği ve göstermeyeceği zamanı bilme gibi unsurlara vurgu yapıyor. Afrika’da zekâ, daha çok grup içi ve gruplar arası ilişkilerin sürdürülmesine ve iyileştiril- mesine katkı yapan beceriler olarak betimle- Zekânedir,nedeğildir? Zekâ,akademikalandakibilgininyüksekdüzeydeolmasını değil;kişinintecrübelerindenyararlanabilmesini,gereken tümdurumlardatecrübelerindeneldeettiğibilgiyiuygun şekildekullanabilmesini,soyutkavramlarıanlayabilmesini veuygulayabilmesinigerektiriyor. Doç.Dr.BilgeYağmurlu • İnsaniBilimlerveEdebiyatFakültesi
  • 19. 17 niyor. Örneğin, Zambiya’da çocukların sosyal sorumluluk ve işbirliği gösterme davranışları zekânın tezahürü olarak nitelendiriliyor. Psikoloji, tüm bu farklı tanımların altında yatan beceriyi, yani zekâyı “deneyimden öğrenebilme, yeni ortamlarda karşılaşılan durumları anlayabilme ve genel olarak sorun çözebilme, çözüm üretebilme” becerisi olarak tanımlıyor. Zekâ, esasen akademik alandaki bilginin yüksek düzeyde olmasını değil; kişi- nin tecrübelerinden yararlanabilmesini, gereken tüm durumlarda tecrübelerinden elde ettiği bilgiyi uygun şekilde kullanabil- mesini, soyut kavramları anlayabilmesini ve uygulayabilmesini gerektiriyor. Zekânın bu tanımı kapsayıcı ve farklı kültür- lerdeki değişik zekâ anlatımlarını içerecek nitelikte. Ancak bu genel tanım, zekânın farklı türleri olduğu önermesiyle çelişmiyor. Bazı araştırmacılar zekânın çeşitli formları olduğunu ama hepsinin altında yatan genel bir zekâdan söz edilebileceğini ve bunun bilişsel bir beceri olduğunu düşünüyorlar. Diğer araştırmacılar ise bilişsel temelli zekâ türlerinden ziyade, farklı alanlarda farklı be- cerilerle ilişkili olan bir çoklu zekâ yapısından söz ediyorlar. Bu yaklaşım, akademik başarı ile de ilişkili olan bilişsel beceriden bağımsız olarak zekâyı uzamsal, sözel, mantıksal-ma- tematiksel, kinestetik, müziksel, içsel, sosyal, doğasal ve varoluşsal olarak çeşitlendiriyor. Birkaçını açmak gerekirse, örneğin, “Bir ürünü ortaya koymak, bir problemi çözmek, kendini ve duygularını ifade edebilmek için vücudun bir bölümünü veya tamamını kullanabilme yeteneği” (kinetik zekâ), “Doğayı tanıma ve anlama, yaşayan canlıları tanıma, doğanın dengesini anlama, canlıları tanıma ve sınıflan- dırma yeteneği” (doğasal zekâ) ve “Kişinin kendisi hakkında sahip olduğu gerçek bilgi ve anlayış ile uyumlu davranışlar sergilemesi ve kendisini tanıma yeteneği” de (içsel zekâ) bu yaklaşıma göre zekânın belli başlı formları. Çoklu zekâ kuramı günümüzde özellikle eğitim alanındaki uygulamalarda popüler. Zekânın, sadece bilişsel bir kapasiteye değil; bundan apayrı alanlardaki farklı yetenekleri de anlattığı düşüncesi oldukça cazip. Ancak çoklu zekâ kuramına gelen önemli bir eleştiri, burada bahsedilen zekâ türlerinin aslında ye- tenek olarak adlandırılması gerektiği ve altta yatan bir genel zekânın yadsınmasının doğru olmadığı yönünde. Yine de, örneğin, müzik yeteneği yerine “müzik zekâsı” demenin çekiciliği ağır basıyor ve özellikle çocukla- rının gelişimi için maddi, manevi pek çok özveride bulunmaya hazır ebeveynler için bu farklı zekâ tanımları suistimale açık bir alan yaratıyor. İndigo veya yeni ifade biçimiyle “kristal” çocuk tanımının uygulamada bu kadar yaygınlaşması da benzeri bir durumun tezahürü. Her ne kadar genel zekâ kuramına göre zekâ, okul başarısının çok ötesinde bir bilişsel temelli beceri olarak kavramsallaştırılsa da modernite, formal eğitimin yaygınlaşması ve Batı kültürünün baskınlığı, zekânın akademik göstergelerini öne çıkarmıştır. Günümüz toplumunda çarpım tablosunu bilmeyen bi- rinin zeki sayılması mümkün değil gibi. Oysa değişik yaşam koşullarında karşılaşılan ve baş edilmesi gereken problemler farklı olabil- mekte. Çözülmesi gereken problemler değiş- se de, tüm bireylerin problemi tanıma ve ta- nımlama, çözmek için stratejiler geliştirme ve bu stratejileri değerlendirebilme gibi bilişsel becerileri göstermeleri gerekmekte. Dolayı- sıyla, genel bilişsel beceri anlamındaki zekâ insanın yaşamını kolaylaştırabilen önemli bir unsur. En basit şekliyle, bilişsel temelli genel zekâyı akademik başarının gerekliliği olan kristalleşmiş zekâ ve sosyal/duygusal zekâ olarak ayrıştırsak da, her durumda zekâ, farklı şekillerde de olsa işlenmiş bir cevheri ifade ediyor; yer altında yatan ama kullanılamayan binlerce ton madeni değil. Hernekadargenelzekâkuramına görezekâ,okulbaşarısınınçok ötesinde,bilişseltemellibeceriolarak kavramsallaştırılsadamodernite, formaleğitiminyaygınlaşmasıveBatı kültürününbaskınlığı,zekânınakademik göstergeleriniöneçıkarmıştır. Doç. Dr. BilgeYağmurlu
  • 20. 18 Zekâyı yediye (dilsel, mantıksı/matematiksel, yersel/konumsal, müziksel, ilişkisel, ...), doku- za ve hatta daha da fazlaya ayıran çalışmalar vardır. Bu sıralamalarda genel yaklaşım, her kişinin belli bir konuya karşı özel bir yetene- ğinin olduğu ve herhangi bir zekâ testinin tüm yetenekleri test edemeyeceği ve bu nedenle kişiler arasında bir zekâ sıralaması yapmanın doğru olmadığı yönündedir. Sıralama yapmaksızın, sadece zekânın ne olduğunu ve ne işe yarayabileceğini anlamak için onu üçe ayırarak incelemek doğru olacaktır: Mantıksı (critical) zekâ, düşünceli (caring / emotional) zekâ ve kıvrak/buluşçu (creative) zekâ. Bunlardan hangisi insan yaşamını başarılı, mutlu ve seçkin kılabilir? Bunlara 3 ‘C’ler de diyebiliriz. Başarıya ulaşmak Mantıksı zekânın IQ testleriyle derecelen- dirildiği ileri sürülmektedir. Peki, bu zekâ kişiye ne kazandırabilir? Kanımca mantıksı zekâ kişinin geleceğini garanti altına alması konusunda gereklidir. Mantıksı zekâsını kulla- narak; kişi okuyacak, üniversite sınavını üstün başarıyla kazanacak, öğrenimini ilerletecek ve sonunda evine bakacak seviyede maddi kazanım sağlayacak bir iş bulacaktır. Mantığı- nı kullanarak kendine göre en iyi seçimini (ev, araba, eş, gibi) yapacak ve kendisine maddi bakımdan başarılı bir hayat kurabilecektir. Mutlu bir hayat Düşünceli zekânın da EQ testleriyle dere- celendirildiği ileri sürülmektedir, ancak bu testler kişilerin kendileri hakkındaki sorulara yine kendilerinin verdikleri yanıt şeklinde olduklarından kolayca hata verebilirler. Düşünceli zekâ kişiye ne kazandırabilir? Empati duyusunun gelişmiş olduğu bu kişiler başkalarının hislerini daha kolay anlarlar, ko- lay arkadaş edinirler ve arkadaş çevrelerince Kıvrakzekânınfendi mantıksızekâyıyendi! Zekânedir?Zekâdoğuştanmıyoksaçevreselfaktörlerlesonradanmıoluşur? Herhangibirzekâtestiylekişilerarasındazekâsıralamasıyapılabilirmi? Prof.Dr.KemalTürker • TıpFakültesi Prof. Dr. Kemal Türker
  • 21. 19 sevilirler. Bu kişiler, insan ilişkili her türlü işte başarı sağlarlar ve kendilerini ve çevrelerini mutlu edebilirler. Seçkin bir yaşam Buluşçu zekâ için de testler geliştirilmiştir ve bu testler genelde kişinin bir olay karşısında alternatif üretebilmesini ölçmektedir. Bu zekâya sahip olan kişi problemlere değişik ve beklenmeyen yaklaşımlarından dolayı yadırganabilir, dışlanabilir ve hatta fikirleri delice bulunabilir; ancak buluş yapabilmek için mantıklı düşünce değil, beklenmeyen (mantık dışı) düşünceyle yaklaşımlar daha başarılı olmaktadır. Buluşçu zekâya sahip olan kişi problemlerle karşılaştığında bu- luşçu yaklaşımı sayesinde yeni yöntemler, araçlar ve sistemler bulabilir ve bu şekilde daha seçkin bir yaşam sürebilirler. Genler mi yoksa çevre mi? Zekânın doğuştan mı yoksa sonradan çev- resel faktörlerle mi oluştuğu konusundaki tartışma halen sürüp gitmekle birlikte her iki faktörün de son derece önemli olduğu ortaya çıkmış gibidir. Genlerin önemli olduğunu ileri sürenlerin verdikleri örneklerden bazıları şöyle sırala- nabilir: Tek yumurta ikizleri üzerinde yapı- lan deneyler göstermiştir ki, tek yumurta ikizlerinin IQ’ları çift yumurta ikizlerinkine göre birbirine daha yakındır. Aynı evde bü- yüyen kardeşlerin IQ’ları da, o eve evlatlık olarak alınan ve diğer kardeşlerle birlikte büyüyen çocuklara göre birbirlerininkine daha yakındır. Çevresel faktörlerin daha önemli olduğunu ileri sürenlerin verdikleri örneklerden ba- zıları ise şu şekilde sıralanabilir: Aynı evde büyüyen tek yumurta ikizlerinin IQ’ları fark- lı evlerde büyüyen tek yumurta ikizlerinin IQ’larına göre birbirine daha yakındır. Okula düzenli devam ediş ile IQ testinde alınan not arasında doğru bir orantı vardır. Doğumdan sonraki ilk beş ayda anne sütüyle beslenen çocuklar, anne sütü emmemiş olanlara göre daha yüksek IQ notu almaktadırlar. Özet olarak zekâ bizi başarılı, mutlu ve seçkin yapabilir. Zekânın gelişmesinde hem genetik hem de çevresel faktörler son derece önemli rol oynarlar. Örneğin, bir çocuğun anne ve ba- bası uzun boylu ise, büyük bir olasılıkla çocuk da uzun boylu olacaktır; ancak ne kadar uzun boylu olacağını belirleyen faktörler beslenme ve hastalıklarla ilgilidir. Mantıksı(critical)zekâ,düşünceli (caring/emotional)zekâve kıvrak/buluşçu(creative)zekâ... Bunlardanhangisiinsanyaşamını başarılı,mutluveseçkinkılabilir?
  • 22. 20 İnsanlar deneyimlerinden öğrenme, soyut akıl yürüterek karmaşık fikirleri anlama, farklı düşünce biçimlerini kullanarak sorunların üs- tesinden gelme ve çevrelerine uyum sağlama yetenekleri bütünüyle diğer canlılardan ay- rılırlar. Bu zihinsel yetenekler bütününü zekâ olarak tanımlayarak başlayalım. Bu zihinsel yeteneklerde bireyler arasında önemli farklar gözlemlendiği düşünülürse, daha zeki olma- nın bireyleri ve dolayısıyla toplumları yarışta bir adım öne geçireceğine dair güçlü inancın sebebini daha iyi anlayabiliriz. Psikoloji yazınında zekânın psikometrik ölçümü üzerine çok sayıda araştırma vardır. Birçoğumuz IQ (intelligence quotient) olarak kısaltılan zekâ kat sayısını erken yaşlarda çeşit- li sebeplerle duymuşuzdur. Bundan yaklaşık bir asır kadar önce filizlenen insan zekâsına bir rakam atfedebilme arzusu, günümüzde insanın akademik, iş ve sosyal hayatındaki başarısını (ve hatta ne kadar sağlıklı ve uzun yaşayacağını) oldukça etkili biçimde tahmin Birrakamlaözetlenebilenzekânınhembireyselhem toplumsalölçektebudenlitahmingücüolması,önemli birbilimselbaşarıyaişareteder.Buözetlemegücü,aynı zamandatüketicilerinzekâyıkavramsalolarakbasite indirgemeriskinideberaberindegetirir. Zekitüketicilerin kötütercihleri Yrd.Doç.Dr.BalerBilgin • İktisadiveİdariBilimlerFakültesi
  • 23. 21 edebilen zekâ ölçüm araçlarının geliştirilme- sine vesile olmuştur. Bu ölçüm araçlarının Batı’da icat edilmiş ve Batı’nın başarı ölçütle- riyle doğrulanmakta olmaları genellenebilir- liklerini kısıtlamaktadır. Bu tarz kısıtlamalarına rağmen bu testler, özellikle soyut düşünmeyi ve mekânsal yetenekleri ölçmede elimizdeki en iyi aletlerdir. Buna göre, IQ’su 130 olan biri karmaşık bir matematiksel kavramı anlamakta çok zorluk çekmeyecekken, IQ’su 100 olan birinin aynı kavramı anlamak için fazlaca motivasyona ihtiyacı olacaktır. IQ’su 70 olan biri bu kavramı belki hiçbir zaman anlayama- yacaktır. İlginç bir bulgu olarak, bir ülkenin ortalama IQ’sundaki bir puanlık artışın, kişi başına gelirde 229 dolarlık bir artışa denk geldiği saptanmıştır. Araştırmacılar, özellikle bir ülkedeki en zeki %5’lik kesimdeki bir puan- lık IQ artışının, kişi başına gelirde 468 dolarlık bir katkıya eşdeğer olduğunu göstermişlerdir (Rindermann ve Thompson, 2011). Mozart etkisi? Bir rakamla özetlenebilen zekânın hem birey- sel hem toplumsal ölçekte bu denli tahmin gücü olması önemli bir bilimsel başarıya işaret etmektedir. Fakat bu özetleme gücü, aynı zamanda tüketicilerin zekâyı kavramsal olarak basite indirgeme riskini beraberinde getirmektedir. IQ artırma sözüyle pazarlanan fakat bilimsel hiçbir temeli olmayan ürünlerin, tüketicilere inandırıcı ve cazip gelmesinin bir sebebi belki de budur. Birkaç örnek bu konuda açıklayıcı olacaktır. 1993 yılında prestijli Nature dergisinde yayımlanan bir makale, 10 dakika boyunca Mozart’ın piyano sonatosunu dinleyen üniversite öğrencilerinin, mekânsal yetenek- leri ölçen bir origami testinde, bu sonatoyu dinlemeyen öğrencilere oranla daha başarılı olduklarını göstermiştir (Rauscher, Shaw ve Ky, 1993). Araştırmacılar, bu başarının 8-9 puanlık bir IQ artışına denk geldiğini hesaplamışlardır. Mozart etkisi olarak bilinen popüler inanışa ilham veren bu bulgunun ne kalıcı bir IQ artışı iddiası olmuştur, ne de bu deneyler bebekler veya çocuklar üzerinde yapılmıştır. Hatta sonraki araştırmalar, kısa süreli bu IQ artışının, geçici bir uyarılma etkisi kaynaklı olabileceği- ni göstermişlerdir. Fırsatı paraya çevirmek Tüm bunlara rağmen, şirketler ve girişimciler bu fırsatı paraya çevirmeye niyetlenmişlerdir. Bu bulgunun bebeklerde de gözlemlene- bileceği spekülasyonuyla, Mozart etkisi CD’leri, video kasetleri ve oyuncakları ardı ardına pazara sunulmuştur. Bu yalanı en iyi pazarlayanlardan Don Campbell’in CD’lerini, insan zekâsını kalıcı artırmanın bu kadar kolay olacağına inanmak isteyen iki milyondan fazla tüketici satın almıştır. Bugün bile, Amazon’da sadece “Baby Mozart” aramasıyla üzerlerinde bebek ve çocuk resimleri olan 3.000’e yakın ürün bulabilirsiniz. Vurgulamak gerekir ki bu- radaki sorun çocuklara (fetüsü hariç tutarak) Mozart dinletmek değil, bu ürünlerin açıkça bir yalan üzerinden pazarlanmaya devam edilmesidir. “Süper bebekler” Benzer şekilde yine Amazon’da “Baby ZekâölçümaraçlarınınBatı’daicatedilmişveBatı’nınbaşarıölçütleriyle doğrulanıyorolmalarıgenellenebilirliklerinikısıtlasadabunlarsoyut düşünmevemekânsalyetenekleriölçmedeelimizdekieniyialetlerdir. Yrd. Doç. Dr. Baler Bilgin
  • 24. 22 Einstein” araması yaklaşık 4.000 ürünle karşılığını buluyor. Üç ay ile üç yaş arasındaki bebeklerin zekâsını yükseltme iddiasıyla oyuncak ve videolar üreten bu markanın tahmin edeceğiniz gibi ne Einstein ile ne de onun herhangi bir çalışmasıyla ilgisi vardır. Amaç, bu adı kullanarak tüketicilerin gerekli çıkarımları yapmalarını sağlamaktır. Markanın 100 milyon doları aşan satış rakamları için tehlike oluşturmadığı sürece, tüketicilerin bu çıkarımlarının doğruluğunun önemi azdır. Örneğin araştırmacılar, Baby Einstein tarzı videoları izlemeye ayrılan vaktin aktif olarak oyun oynamaya ayrılmasının, bu ürünlerin hedeflediği yaşlardaki çocuklara daha faydalı olabileceğini öne sürmüşlerdir (Anderson ve Pempek, 2005). 1980’lerde buna benzer bir akımda “süper bebekler” yaratabileceklerine inandırılan ebeveynler, yeni doğan çocukla- rını yabancı bir dil ve ileri matematikle tanış- tırmışlardır. Fakat bu yaşlardaki çocuklar bu zorlu beceriler için gerekli bilişsel gelişi- min çok uzağında olduklarından, ancak maliyetleriyle kendilerine konulan ada layık olabilmişlerdir. Yüzde 10 masalı IQ’nun bu tarz ürünlerle kolayca artırılabile- ceği sanısını kuvvetlendiren bir diğer inanış da beynimizin sadece %10’unu kullandığımız hikayesi. Bu masalı hicveden Şahan Gökbakar, ağrıyan beyninin %99’unu aldıran bir hastayı canlandırdığı skecinde, beynimizin %10’unu kullandığımızı bir bilimsel gerçek olarak suna- rak Türk tıbbının duayeni bir doktoru ameliyat için ikna ettiğini anlatmaktadır. İnsanların po- tansiyelinin neredeyse sınırsız olduğunu ima eden ve popüler kültürde çokça karşılık ve destek bulan bu masal, özellikle Amerika’da birçok ürün reklamında bilimsel bir gerçekmiş gibi kullanılmaya devam etmektedir. Bu ma- sal kulağa hoş gelmektedir; çünkü beynimizin kullanılmayan %90’ını kullanabilecek sırlara ulaşabilmek, bu sırlardan bihaber olanların önlerine kolayca geçeceğimiz anlamına gelecektir. Ve her inanmak isteyen tüketici için inandırmaya hazır bir satıcı bulunacaktır. Özellikle New Age adıyla anılan “manevi” akımın pazarlayıcıları, beynin kullanılmayan %90’lık kısmına hükmedebilenlerin, psiko- kinezi (düşünme gücüyle olayları kontrol edebilme) ve duyu ötesi algı yeteneklerine kavuşacaklarını vaat etmektedirler. Bu yalana inanmamak için elimizde onlarca bilimsel sebep vardır. Eğer 10%’dan kasıt fiziki olarak beynin %90’ının kullanılmadığıysa, gelişen görüntüleme teknolojileri kullanılarak yapılan araştırmalarda beyinde herhangi ses- siz veya atıl bir bölgeye rastlanmamıştır. Ayrı- ca, kazalarda veya inmelerde beynin 90%’dan çok daha ufak bir kısmını kaybetmenin yıkıcı sonuçları olduğu bilinmektedir. Bu ve bunlar gibi birçok sebep, %10 masalının farklı yorum- larının bilimsel bir temelden yoksun olduğu- nun ortaya konulmasına rağmen, bu masala inanmaya devam eden birçok kişinin olması düşündürücü ama şaşırtıcı değildir. Akıllı mı zeki mi? Bu bağlamda, son olarak günlük dilde zekâ ile akıl arasındakine benzer bir ayrım üzerinden IQ ile yeni geliştirilmekte olan RQ (rationality quotient) arasındaki önemli gördüğüm bir farktan bahsetmek istiyorum. Zeki olduğu- nu düşündüğümüz birçok insanın pek de RQ’su(rationalityquotient)yüksekolankişiler,bilişselkısayollarınkararları üzerindekietkilerininfarkındaolduklarındandahaakılcıkararlarverebilirler.
  • 25. 23 akıllı davranmadıkları durumlara sıkça şahit oluruz. Bunun tersine de, belki daha seyrek de olsa, rast gelmişizdir. RQ, çelişiyormuş gibi görünen bu gözlemleri açıklamakta bizlere yardımcı olacak bir ölçümdür. RQ, kişinin kendi düşünsel süreçlerinin ne kadar farkında olduğunu ölçmeyi amaçlamaktadır. RQ’su yüksek olan kişilerin bu farkındalıklarının yük- sek olması, karar mekanizmalarına hükmeden bilişsel kısa yolların kararlar üzerindeki etki- lerini azaltmaya yardımcı olmaktadır. Bunun daha akıllı kararlar alınmasını kolaylaştıracağı tahmin edilmektedir. Yani IQ’su yüksek olan bir kişinin RQ’sunun düşük olması, kişinin zeki bile olsa akıllı kararlar vermede zorlanabilece- ği ihtimalini doğurmaktadır. Basit bir örnekle, onaylama önyargısı, kişilerin kendi beklentilerini doğrulayan bilgiye yoğunlaşıp bu bilgiye kolayca inanırken, bu beklentileri doğrulamayan bilgiyi göz ardı etme veya kuşkuyla bakma durumunu açıklar. Bu içselleşmiş bilişsel eğilimin farkında olan yüksek RQ’lu kişi, bilgiyi beklentisinden ola- bildiğince bağımsız değerlendirerek objektif veriye dayalı daha akılcı kararlar verebilir. He- nüz anlamlı bir kıyaslama yapabilecek kadar insan RQ testini yapmadığı için, IQ puanı gibi bir RQ puanı belirlenememektedir. Bu gerçek- leşirse, bebeklerin RQ’sunu yükseltme iddiası taşıyan ürünlerin reklamlarını sıkça görmeye hazır olun. Kişinin kendi düşünsel süreçlerine iç görüsü öğrenilebilir yöntemlerle artırılabile- ceğinden, RQ puanını yükseltmek IQ’ya göre daha kolay olabilecektir. Ve eğer bu ürünler RQ’yu yükseltmekte gerçekten işe yararlarsa bu, geleceğin tüketicilerinin çok daha akıllı tercihler yapabileceklerini müjdeleyecektir. Kaynakça: Anderson, D. R. ve Pempek, T.A. (2005). Television and Very Young Children. American Behavioral Scientist, 48, 505-522. Rauscher, F. M., Shaw, G. L., ve Ky, C. N. (1993). Music and spatial task performance. Nature, 365, 611. Rindermann, H. ve Thompson J. (2011). Cognitive Capita- lism: The impact of ability, mediated through science and economic freedom, on wealth. Psychological Science, 22, 754-763. BirülkeninortalamaIQ’sundakibir puanlıkartışın,kişibaşınagelirde 229dolarlıkartışadenkgeldiği saptanmıştır.
  • 26. 24 Günümüzde şirketler gelişen teknolojinin de yardımıyla müşterileri, tedarikçileri ve iş süreç- leriyle ilgili her türlü veriye sahip. Bu verilerin yorumlanarak anlam kazanmasıyla ulaştığı- mız bilgiler ise yöneticilere belli aksiyonların- da ışık tutarak onların İş Zekâsı (BI) dediğimiz çözümleri üretmesini sağlıyor. Kavrama ilişkin olarak, “Sezgisel olduğu düşünülebilir ancak iş zekâsı; veriyi özetleyen, betimleyen ya da öngörü yönelimli olarak kullanma pratiğine döken sistematik bir kavram olarak karşımıza çıkıyor” diyen Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Özden Gür Ali sorularımızı yanıtladı. İşletme pratiğinde iş zekâsı kavramı olduk- ça sık kullanılıyor. Teknolojinin gelişme- sine paralel olarak, literatüre giren bu kavramı tanımlayabilir misiniz? Öncelikle şunu belirtebiliriz. İş zekâsı dedi- ğimizde sezgisel bir yorumlamadan bahset- tiğimiz düşünülebilir; ancak kavram, veriyi kullanarak yorumlamaya dayanan bir süreci anlatıyor. Veriyi bilgiye dönüştürme işini yapan unsurun zekâ olduğunu söyleyerek kavramın bu alan açısından yorumunu bu şekilde yapabiliriz. Örneklerle anlatmak gere- kirse mahallenizdeki pastaneyi düşünün. Pas- tanenin sahibi her zaman işinin başındadır. Müşterilerini tanır, onlarla sıcak ilişkiler kurar, onlara ne gibi ürünler önermesi gerektiğini bilir. Zaman içinde onları tanıyarak neyi alıp almadığını, ne zaman aldığını, ne kadar aldığı- nı aklında depolar. Bir müşterinin alışkanlıkla- rının diğerine benzerliğinden hareket ederek bir takım örüntüleri fark etmeye başlar. Buna göre sorular sorar ve kararlar alır. Hangi ürün- den kaç adet almalıyım veya üretmeliyim ki, müşteri geldiğinde elimde yeterince bulun- Yrd.Doç.Dr.ÖzdenGürAli • İktisadiveİdariBilimlerFakültesi Doğrukararagidenyol işzekâsındangeçer Gelişenteknolojibüyükbirveripatlamasıyaratırkenbu verilerinküflenmekyerineişeyaramasınısağlayan,yani veriyibilgiyedönüştüren,küçükbüyüktümişletmelerin kaderinibelirleyenkilitkavram:İşzekâsı
  • 27. 25 sun! Aynı zamanda çok fazla da birikmesin. Ne gibi ürünler sunalım ki, mevcut müşteri kitlesinin ilgisini çekebilelim? Pastaneme bir süredir uğramayan müşterim başka bir yere mi taşındı, yoksa benden alışveriş yapmayı mı bıraktı? İşte bunlar küçük çapta, tek kişilik bir işletmenin dahi karşı karşıya kaldığı sorular. Veriyi yani bilgiyi düşünüp aldığı kararlar… Eğer bir perakende zincirini ele alırsak, onun da aynı kararları vermesi gerekiyor. Ancak bunu kişisel hafızayla gerçekleştirmek mümkün değil. Elinizde birçok veri var. Her müşteri her alışverişinde ne almış, ne kadar almış? Ya da biz ne zaman alıp ne zaman ödemişiz; hangi kanaldan almışız? Bütün bu veriler toplanarak kurumun hafızasını oluşturuyor. Veriler topar- lanıyor ve modelleniyor. Örneğin, bugün Koç Üniversitesi içindeki bir mağazadan, akşam Sarıyer’den, hafta sonu Kadıköy’den ya da Internet’ten alışveriş yapmışsınız; ama siz hep aynı müşterisiniz. Bunların hepsinin bir araya getirilmesinin ardında bir zekâ söz konusu. Yani, bu bilgilerin küflenmesi yerine bir işe yaramasını sağlayan şeye iş zekâsı diyoruz. Sizin de söylediğiniz gibi küçük büyük her işletme, bahsettiğimiz veriyi yorumlama sürecini gerçekleştiriyor. Peki, bu süreç işletmelere uzun vadede neler sağlıyor? İş zekâsı BI (Business Intelligence), organizas- yonun en küçük parçalarına kadar görülebil- mesini sağlayarak farklı yönlerinin birbir- leriyle ilişkilendirilmesine yardımcı olur. İş sahibinin ya da yöneticinin durumu hakkında belirsizliği azaltmasını mümkün kılar. Yani kaç müşterim var, bu ürünü alanlar başka ne alıyorlar, yarın ya da bir sene sonra bu ürün gamı hâlâ işe yarayacak mı; indirimler satışa ne kadar katkıda bulunuyor? İşletmelerin bu sorulara cevap verebilmesini sağlar. Peki, ne gibi veriler kullanılıyor? Alışveriş kayıtlarından söz ettim; ama cep telefonlarıyla yaptığımız her görüşme nerede olduğumuzu, o anda ne gibi aplikasyonlar kullandığımızı, kimlerle görüştüğümüzü anlatan verilerdir. Bunların hepsi telekomünikasyon sektöründeki şirket- lerin veri ambarlarında biriken kişisel bilgiler. Öte yandan, bu bilgilerin isimsizleştirilerek "İşzekâsıuygulamalarıkarar desteksistemleri,sorguve raporlama,çevrimiçianalitik işleme,istatistikselanaliz, tahminyürütmeveveri madenciliğifaaliyetleriniiçerir." Yrd. Doç. Dr. Özden Gür Ali
  • 28. 26 de olsa işlenmesi gizliliğin korunması ile ilgili endişeleri de beraberinde getiriyor. Bu durumda işletmelerin veri elde etmesi açısından Internet’in de büyük bir önemi var… Internet kendi başına bir veri patlaması yarattı. Big Data önemli bir terim olarak ortaya çıktı. Son iki yılda, ondan öncesindeki bütün zamanlar kadar veri üretildi. Hepi- miz internet kullanıyoruz ve artık içerik üreticisi konumundayız. Sadece metin değil, filmler, videolar, görsel materyaller de veri patlamasına sebep oluyor. İşte tüm bunlar çok ciddi uygulama alanları açıyor. Perakendeci açısından bakarsanız önce şunu görürsünüz: “Müşteri geldi, şu ürünü aldı ve gitti.” Ama aynı zamanda birçok ürüne bakmış ve bazılarını da almamıştır. Aslında neyin neden alınmadığını anlamak, müşterinin hangi ihtiyacına cevap vereme- diğini fark etmek işletme açısından önemli. Bunu görebileceğiniz yer Internet’tir. Web sitesinde hangi ürünleri ne süreyle inceledi, sepete koydu, hangi ürünlerle karşılaştır- dı, aldı veya almadı. Hatta perakendeci müşterinin o ürünü kendisinden almayıp nereden aldığını da görebilir. Cisco’nun ABD’deki yöneticilerinden biri şu uygulama- larını anlattı: Onların nihai tüketiciyle bire bir ilişkisi yok. Nihai tüketici firma gelip onların web sitesine bakabiliyor. Baktıkları ürünü alıp almadıklarına dair ayrıca bir inceleme yapmış- lar. IP adresinin kime ait olduğunu bulmaları gerekiyor. Hangi firma benim ürünlerime bakmış, kaç kere bakmış. Neden satış yapa- madık? Bunun üzerine araştırma yapmışlar ve nedenini sormuşlar. Bu şekilde birçok kaybı geri çevirmişler. Sosyal medyada yazılanlar, arama motoru kelimeleri de analiz edilen büyük bir veri kaynağı. Şirketim hakkında kim, neden, ne yazıyor? Tavsiye mi ediyor; yoksa şikâyet mi ediyor? Buna hemen müdahale edilmezse, durum çok büyük bir halkla ilişkiler faciası- na dönüşebilir. Şirketler hem duygu hem de içerik açısından otomatik metin analizi yaparak şirket hakkında neler söylendiğini araştırıyor. Bunu özetleyecek sistemler ve “Internetkendibaşınabirveripatlamasıyarattı.BigDataönemli birterimolarakortayaçıktı.Sonikiyılda,ondanöncesindekibütün zamanlarkadarveriüretildi.”
  • 29. 27 bulgulara göre hemen şirket adına gerekli halkla ilişkiler/ müşteri ilişkileri aksiyonla- rını alan elemanlar var. Internet’te metin analizi ile elde edilen bilgilerin talep ve satış tahminlerine katkı yapar hale getirilmesi de çok önemli. Örnek verecek olursak, tekstilde yeni akımların tespiti, hedef kitlenin yorum- ları, tepkisi ürün seçimi ve talep tahmini için değerlendirilebilir. Toplanan verilerden ede edilen sonuçlar nasıl hayata geçiriliyor? “Bu soruya da örnekler üzerinden cevap vermek daha açıklayıcı olacak: Çok yaygın olarak kullanı- lanyemeksiparişsitesiyemeksepeti.com üzerinden gelen verilerin toplanmasını ele alalım. Bu site içerisinde hizmet veren yüzler- ce işletme var. Bu işletmelerin her biri farklı ürün çeşitleriyle çok geniş bir tüketici kitlesine hitap ediyor. Artık bu gibi büyük organizas- yonlar, müşterilerinin tüketim alışkanlıklarını ve tercihlerini gelişen teknolojinin de yardı- mıyla depolayıp bir veri tabanı oluşturuyorlar. Bu verilerden genel bazı çıkarımlarda bulu- nabilmelerinin yanı sıra kişilere özel sonuçlar da elde edebiliyorlar. Burada da esas dikkat edilen nokta müşterilerin kişisel özelliklerin- den daha çok davranışları. Ne gibi ürünler almış? Hangi sıklıkla sipariş veriyor? Elde ettikleri bu envanterle kişilere özel satış ve pazarlama yapabilme yeteneğini elde etmiş oluyorlar. Her müşteriye aynı promosyonu önerip, e-postalarını birçok mesajla doldurup, spam olarak algılanmak yerine az sayıda fakat o kişinin ilgilenme olasılığı yüksek teklifler gönderildiğinde kazan-kazana dayalı uzun vadeli olabilecek bir ilişki oluşturma şansı ortaya çıkıyor. Bu yoğun rekabet ortamında kişisel hakların ihmaline kadar uzayabiliyor. Bu açıdan bu ve- riler toplanırken ve kullanılırken izinlerin alın- ması çok önemli. Özellikle cep telefonları çok kapsamlı bir bilgi veriyor, fakat biz tüketiciler özel bilgilerimizin kullanılmasını istemeyiz. Zaten ülkemizde ve dünyada bu konuyla ilgi bazı yasal kısıtlamalar getirildi, getiriliyor. Bu noktada kişi haklarının korunması çok önemli bir unsur olarak ortaya çıkıyor. "İş zekâsı, gerçek veriye dayanan doğru kararların alınmasına yardımcı olur."
  • 30. 28 Nörobilim, nöroanatomi, sinir stimulasyonu, girişimsel olmayan beyin stimulasyonu ve medikal cihaz inovasyonu üzerine araştırma- lar yürüten Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Ana- tomi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi Doç. Dr. Yusuf Özgür Çakmak Kule’nin sorularını yanıtladı. Bilgiye ulaşma, yani veriyi yorumlama yetisini kullanmamızı sağlayan zekâ, sadece bilişsel ve kalıtımsal olarak tanım- layabileceğimiz bir kavram mıdır? Sizce kültürel, çevresel ve tarihsel olarak bu tanım nasıl değişebilir? Çok net bir şekilde çevresel, kültürel ve tarihsel şekillendirmeden bahsedebiliriz. Yakın zamanda yapılan bir araştırmada ABD üniversitelerinde öğrenim gören Batı ve Uzak Doğu kökenli öğrencilere gösterilen bir vi- deoda bu öğrenci gruplarının verdikleri geri bildirimler arasında çok net bir farklılık göze çarptı. Batı kültürlü öğrenciler aynı videodaki büyük balıktan bahsederken arka plandaki oluşumlara ait hiç geri bildirim yapmadılar, Uzak Doğu kültürü almış öğrenciler ise arka plandaki yosunlardan, bitkilerden, mercan- lardan bahsettiler. Bu çalışmanın sonuçlarının da açıkça gösterdiği gibi kültürel farklılıklar aynı uyaranı bambaşka açıdan algılamamızı sağlıyor. Uzakdoğu kültürleri bütünsel ve tüm çerçeveyi eşit algılarken, Batı kültürü büyük balığı görmemizi istiyor. Her iki bakış açısının da hayatta kalmamızı sağladığı farklı şartlarla karşılaşmamız mümkün, dolayısıy- la doğru ortamda, doğru algı bakış açısını kullanmadan hep aynı tür algı yetisiyle biçimlenmiş zekânın farklı şartlarda başarısız olması mümkün. Zekâ üzerine söylenmiş ve sizi etkilemiş bir söz var mı? “Zekânın seviyesini, değişebilme yeteneği belirler.” - Albert Einstein Zekâsıyla sizi etkileyen herhangi biri varsa, kim olduğunu söyleyerek nedenini kısaca açıklayabilir misiniz? Değişen yeni şartlara yönelik yaratıcı adap- tasyonu ve stratejileriyle kesinlikle Mustafa Kemal Atatürk. Fikir, yaratıcılık gibi kavramların ve başa- rının zeki olmakla ilişkisi sizce nedir? Beyin ağları (network’leri) zaman içerisinde KoçÜniversitesiTıpFakültesiÖğretimÜyesiDoç.Dr.YusufÖzgürÇakmakKule’ninsorularınıyanıtladı. Zekiolmakmı zekicedavranabilmekmi? Doç.Dr.YusufÖzgürÇakmak•TıpFakültesi Doç. Dr.Yusuf Özgür Çakmak
  • 31. 29 tekrarlanan uyaranlarla kurgulanmaktadır. Benzeryadailintilikavramlar,varolannetwork’ler- de kendilerine yeni dallar olarak yer bula- bilirler. Birbirinden bağımsız gibi gözüken iki farklı beyin ağı arasındaki benzerlikleri kurgulamaya yönelik içsel algının kavra- nılmasıyla yeni bakış açıları da kazanılması mümkün olmaktadır. Bu bakış açısı farklı network benzerlikleri ile daha büyük network’lerin kurgulanmasını beraberinde getirdiği gibi kompleks gibi gözüken kavram- lara çok basit çözümlemeler de kazandıra- bilmektedir. Bütün bu yaklaşımlar sıklıkla analitik çözümlemeler, yaratıcılıklar ve fikirler için yeterli olabilirse de sanatsal yaratıcılık için mevcut analitik network’leri anlık ya da kısa süreliğine kapatmamız gerekir; çünkü bu analitik network'ler beynin sanatsal yaratıcılı- ğını oluşturan network'ler üzerinde baskılayıcı nitelik taşımaktadırlar. Duygusal zekâ kavramının, başarı ve mutlulukla ilişkisi üzerine neler söylemek istersiniz? Duygusal zekâ dediğimiz kavram, içerisinde empatiyi ve sosyal konum algısını barındırır ki, bu sayede analiz edilen algıya sadece algı ve kişisel tepki refleksi olarak değil, toplum- sal ve karşımızdaki kişinin penceresinden bakarak yaklaşmamızı sağlar. Bu tip bir tepki beraberinde güçlü sosyal ilişkiyi getirecektir ki, kitleleri peşinden sürükleyen birçok lider zekânın en önemli bileşenlerinden biri olan empati yetilerini üst düzeye taşıyabilmişler- dir. Empati kuramadığımız durumlarda doğru analiz edilen algılarımız olsa dahi, reaksiyon- larımızın sonuçları başarı ve mutluluk bek- lentisini karşılayamayacaktır. Dostoyevski’nin dediği gibi, “Zeki davranabilmek, zeki olmak- tan çok daha ileri bir olgudur.” Zekâ geliştirilebilir midir? Bu soruya çocuk ve yetişkin olarak ayırarak başlamak doğru bir yaklaşım olacaktır. İnsan beyni 22-24 yaşlarına kadar gelişimini devam ettirmektedir. Bu süre zarfında bu gelişimi hızlandırmak mümkündür. En yaygın bilinen uygulamalardan örnek vermek gerekirse, ilkokul 1. sınıfa giden bir çocuğa altı ay boyunca verilen balık yağının bu gelişimi 1-1,5 sene hızlandırdığı gösterilmiştir. Gelişimini tamam- lamış bir beyin için ise farklı teknikler uygulana- bilir. Bu tekniklerden bahsetmeden önce zekâ kavramının içerisinde dikkat, analiz, algı, gibi birçok kavram olduğunun altını çizmekte fayda görüyorum. Bu saydığımız kavramlardan her biri tek tek geliştirilebilir niteliktedirler. Örneğin, beynin dikkat yeteneği bugün nörobiyolojik geri besleme teknikleriyle geliştirilebilir bir zekâ bileşeni haline gelmiştir. Dikkat eksikliği yaşa- yan çocuklarda ve hatta uçağı indiriş anında dikkat problemi çeken bir pilotun da NASA’nın geliştirip uygulamaya soktuğu nörobiyolojik geri besleme teknikleriyle dikkat performans- larını artırabildikleri araştırmalarla net olarak gösterilmiş ve günümüzde rutin uygulama alanı bulabilmiştir. Zekânın algı bileşeni de hedefe yönelik olarak yapılan bir beyin eğitimi sayesindegeliştirilebilmektedir.Tümbueğitim- lereekolarakkişininpasifolduğuamadışarıdan verilenuyarılarlabeyineğitimininaktifolduğu uygulamalardabulunmaktadır.Bütünbubilgiler ışığındazekâkavramınınbirçokbileşeninintek tekyadabirkaçınınbirliktekişininfarkındalığın- dayadahaberiolmaksızınaktifvepasifbeyin eğitimleriylegeliştirilerekzekâkapasitesinin artırılabilmesimümkündür. Sizce zeki insan… Bence zeki insan değişen koşullara adapte olabilmeyi başarabilendir. Zekâkavramınınbirçokbileşeninin tektekyadabirkaçınınbirlikte kişininfarkındalığındayada haberiolmaksızınaktifvepasif beyineğitimleriylegeliştirilerek zekâkapasitesininartırılabilmesi mümkündür.
  • 32. 30 Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi Oğuzhan Özcan, 2011 yılından bu yana “designLab” Araştırma Birimi ve Koç Üniversitesi Tasarım, Teknoloji ve Toplum Doktora Programı’nın koordina- törlüğünü üstleniyor. Genel olarak tasarım düşünmesi ve yaratıcı fikir üretimi sürecinde, ilham kaynakları üzerine uzmanlaşan Özcan ile yaratıcılığın zekâ ile ilişkisi üzerinden yola çıkarak gerçekleştirdiğimiz sohbeti keyifle okuyacaksınız. Zekâ ve yaratıcı fikir üretimi arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? Üretim süre- cinde kişiyi öne çıkaran nedir sizce? Öncelikle ben zekâ alanında çalışan bir bilim insanı değilim. Bizim alanımızda bilgi üretiminin “ezber bozan” bir yapısı var ve bu anlamda üretimin zekâ ile bağlantısı ilginç olabilir. Ancak zeki bir insanın ezber bozabi- leceğini düşünebiliriz. Yaratıcılık sürecinin, özellikle tasarım alanında sistematik ve formüle edilebilir olduğunu söylemek çok zordur. Bazıları sistematik bir yoldan gider ama bazılarında yaratıcılık rastlan- tısal bir sürece dayanır. Özellikle sanatçıların MedyaveGörselSanatlarBölümüÖğretimÜyesi OğuzhanÖzcanilezekâüzerine… Tasarımınpenceresinden Prof.Dr.OğuzhanÖzcan•İnsaniBilimlerveEdebiyatFakültesi
  • 33. 31 rastlantısallığı yani gördükleri, dokunduk- ları, hissettikleri çok önemlidir. Örneğin, bir bestecinin bir anda içine girdiği duygu seliyle yarattığı ve yıllarca kimsenin dilinden düşür- mediği şarkıları vardır. Ben daha çok ilham alma üzerine çalışıyo- rum. İnsanın her şeyden ilham alarak üretim yapabileceği fikrine sahibim. Aslında gele- neksel sanatçıların yaptığı budur. Tasarımda ilham alma fikrinin zekâyla olan bağlantısı tamamen neden sonuç ilişkisine dayalı. Değişik sanat eserlerinden bir süpür- geye ya da bir ana bakan bir tasarımcı oradan kimsenin göremediği bir bağlam çıkartıp fikir üretir. Bu tabii ki belli bir zekâyı gerektiriyor. Sıradan anlamıyla zekâyı ölçülebilir, sayısal veriye dökülebilir bir şey olarak algılıyoruz. İnsanın neden sonuç ilişkisini kurarak, oradan bir fayda çıkarabilme yeteneğine sahip olma- sını da bir zekâ örneği olarak düşünebiliriz. Peki,yaratıcılığıtetikleyenanlıkfikirlermidir? Bu konuda iki farklı ekol var. Birinde kulla- nıcının talepleri ve ihtiyacı doğrultusunda yapılan tasarımlar söz konusu. Örneğin, gelen talepleri dikkate alarak, kullanıcının bir fincanın her şeyini tasarlayacak veriyi verme- si ve tasarımcının da onu vücuda getirmesi söz konusu. Bunu eleştiren diğer okullar ise şunu düşünüyor: Kullanıcı daha başka ne gibi zenginliklerin olabileceğini algılayamayabilir? Bu nedenle yeni oluşturulacak bir form, araç ya da obje için tasarımcının öncülük rolü üstlenmesi gerekir. Ben ikinci tarafla daha çok ilgiliyim. Bu bağlamda bu işin anlık olup olmadığı sorusunun tanımını yapmak zor; çünkü bazı insanlara baktığımızda yaratıcılık onun içinde bulunduğu koşullardan ba- ğımsız, içten ve kendisinde var olan yetilere dayanıyor. Diğer yandan bir şeyi vücuda getirebilmek için kişinin birikimi olmalı. Onun eğitimini, yaşadıklarını görmezsek, yaratıcılı- ğın anlık olduğunu düşünebiliriz; ama tetikle- me denilen bir sistem var. Sizce zekânın tanımı nedir? Kendi alanımdan baktığımda zeki kişi, beklenmedik bir anda karşılaştığı bir soruna, alışılmadık biçimde ama faydalı çözüm üreten ve bunu da kabul edilebilir bir zaman dilimi içinde yapan kişidir. Bu anlık da olabilir, makul sürede problemin üzerinde düşüne- rek de... Biz görsel tasarımda yokluk üzerine üretim yapan kişinin zeki olabileceğini varsayıyoruz. Engeller ve sınırlamaların yara- tıcılığı artıran koşullar olduğu kabul ediliyor. O pencereden baktığımızda bir insanın en son teknolojiyle donatılmış bir stüdyoda animasyon yapması da mümkün; sadece kâğıt ve kalemin olduğu bir ortamda motion capture (hareket yakalama tekniği) yapması da. İkincisinde kişinin daha zekice bir üretim yaptığı düşünülebilir. Tabii bunun zekâ ile uğraşan bilim insanları açısından geçerliliği var mıdır bilemiyorum. Yaratım sürecinde karşılaşılan engeller ya da eldeki olanaklar açısından Türkiye ile Batı arasında bir ayrım var mı sizce? Bundan 20 yıl önce sorsaydınız var oldu- ğunu söyleyebilirdim. O dönemde doktora öğrencileri yurtdışından Türkiye’ye bavullarla kitap taşırdı. Ama küreselleşen dünyada eldeki olanaklar açısından bir dezavantaj söz konusu değil. Yalnız araştırma kültürü açısından öğreneceğimiz çok şey var. Bence “Kendialanımdanbaktığımdazekikişi,beklenmedikbir andakarşılaştığıbirsoruna,alışılmadıkbiçimdeama faydalıçözümüretenvebunudakabuledilebilirbirzaman dilimiiçindeyapankişidir.”Prof. Dr. Oğuzhan Özcan
  • 34. 32 Türkiye’deki en ciddi sıkıntı rekabette yaşa- nıyor. Batı’da eğer rekabet içinde yoksanız siz de yoksunuz. Ama Türkiye’de aile devreye giriyor. Koruma ve kollama var. Çoğu kişide “Çok donanımlı olmalıyım ve üretim yapmalı- yım ki, sektörde belli bir yere gelebilmeliyim” düşüncesi yok. Bu anlamda zekâmızı, yaratıcılığımızı ya da olanaklarımızı yeterince kullanamadı- ğımızı söyleyebilir miyiz? Evet, bu nedenle Türkiye’de pasifize olan birinin eğer potansiyeli varsa, Batı’da çok iyi işler ortaya koyduğunu görebilirsiniz. Çünkü orada kişi rekabete dahil olmak zorunda kalıyor. Sizin ilham kaynaklarınız, itici gücünüz neydi? Benim alanım mimarlıktı ve 10 yıla yakın bu alanda akademisyenlik yaptım. 80’li yıllarda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Mark Butler ile tanışmam bir şans oldu. O benim aslında bir görsel ile- tişimci olduğumu düşünmüştü. İşte o 10 yılın ardından görsel iletişim alanına geçtiğimde kendi yerimi de bulmuş oldum. İnsanlar kendi yerlerini bulduğunda öngörüleri çok kuvvetli oluyor. İddialı bir söylem olsa da Türkiye’de ileride ulaşılması gereken noktayı görerek, onu öne çekebildim. Bu sayede gün- cel kalarak dünyayla olan rekabetin içinde var olabildim. Öngörünün kaynağı ne olabilir sizce? Birikimleriniz ya da zekânız… Zekâ ve birikim bir arada… Ben gerçekten çok zeki ama zekâsını kullanamayan insanlar görüyorum. Belki de akıl ve zekâ ayrımı söz konusu burada ya da zekâyı akıllıca kullana- bilmek yani akıl edebilmek… Çok zeki olup da çok başarısız olan insanlar tanıyorum. O kadar zeki ve sıra dışı olmayı göze alabilmek de önemli. Müthiş bir birikiminiz, yani yaşadıkları- nız, yapıp ettikleriniz, ürettikleriniz var. Yeni bir durumla karşı karşıya kaldığınızda birikiminizi zekânızla birleştirmeniz gerekiyor. Bu anlam- da zekâ birikimi yaratıyor, birikim de zekâyı kullanarak bir adım öteye gitmenizi yani fayda yaratmanızı sağlıyor. Ticari anlamda değil; ama faydacı olmayan hiçbir şeyin anlamı yok. Kendi içinde yenilik, yeni bir bakış getirmek önemli. Öğrencilerinize bir mesajınız var mı? Mücadele ve rekabet etme yetilerini kullan- mayı öğrenmeliler. Emek kavramını anlama- ları gerekiyor. Yavaş yavaş, deminde yapılan bir çay ile üzerine kaynar suyu bir anda döktüğünüz çayın tadı nasıl farklı olursa, emek verilerek yapılan işin değeri de başka olur. Eskiden tasarım öğrencilerinin ulaşabil- diği birkaç dergi vardı. Artık araştırma yapma olanaklarımız sınırsız ve bu mecra bir şeyleri hazır beklemek yerine daha çok araştırma için tetikleyici olmalı. “Görseltasarımdayokluk üzerineüretimyapankişininzeki olabileceğinivarsayıyoruz.Engeller vesınırlamalarınyaratıcılığıartıran koşullarolduğukabulediliyor.” Deformearayüzanalizleri/Tasarım:AhmetGüzererler,DesignLabdoktoraöğrencisi
  • 35. 33 Charles Darwin, “Türlerden en güçlü ya da en zeki olanı hayatta kalan değildir, değişime en yatkın olanıdır” der. Bence gerçek zekâ da budur. Bazen yetenek yarışmaların- da görürüz, hesap makinesi kullanmadan bütün işlemleri aklından yapabilen çocuklar vardır ya da yıllar önce hangi gün ne yaptığını detaylarıyla hatırlayan insanlar… Bu tarz bir zekâ örneğinin nadir bulunmakla beraber, kişilere sos- yal ve profesyonel hayatta çok yardımı dokunmaz, ama içinde bulunduğu ortamın şartlarını iyi anlayan ve doğru değerlendiren birinin daha başarılı olması kaçınılmazdır. Toplumların dinamikleri de yıllar boyunca hep değiştiği- ne göre insan zekâsının da bu doğrultuda evrimleştiğini söyleyebiliriz. Bence zekâ, matematiksel zekâ, duygusal zekâ ve adapte olabilme özelliğinin en doğru biçimde har- manlanmasıdır. Duygusal zekânın mutluluk ile ilişkisi söz konusu olduğunda mutluluğun bir seçim olduğu söyle- nebilir. Kendini nelerin mutlu ettiğini bilen biri, zamanını ve yeteneklerini bu etkenlere ya da bunları elde etmeye çalışmaya harcarsa mutlu olmayı seçmiş demektir. Zekâ konusunda Einstein’ın hiç aklımdan çıkarmadığım bir sözü var: “Zeki insanlar sorunları çözerler, dahiler ise sorunların oluşmasını engeller.” Koç Üniversitesi’nde çıktığımız kısa turda, Hemşirelik Yüksekokulu’ndan Yrd. Doç. Dr. Ayşecan Terzioğlu'na ve fizik bölümünde doktora çalışmalarını sürdüren Güneş Aydındoğan'a zekâ konusunda ne düşündüklerini sorduk. Zekâturu "Mizah zekânın gülümsemesidir" Eski Yunan felsefecilerinden bugüne, düşünürler insanın farklı özelliklerini doğa ve kültürün ne ölçüde biçimlendirdiğini tartıştılar. Yapılan genetik, anatomi, fizyoloji, insan ilişkileri, sosyalizasyon, cinsel kimlik, çocuk yetiştirme pratikleri konusundaki araştırmalar da bize insanın farklı özelliklerini oluşturmada doğa ve kültürün ne derece iç içe geçtiğini gösterdi. Zekâ da doğa ve kültürün, yani kalıtımsal yapımızla, çevremizin bizden beklentilerinin ve yetiştirilmemizin oldukça karmaşık bir şekilde iç içe geçtiği konulardan biri. Önyargılar ve yerleşik kültürel kalıplar da zekâ konusundaki algılarımızı oldukça etkiledi. Örneğin, çok yakın zamanlara kadar kadınların daha çok annelik vasfıyla özdeşleştirilen duygusal zekâya sahip olduğu; zekânın mantıklı, çok boyutlu, soğukkanlı düşünme ve analiz etmeye yönelik boyutunun kadınlarda eksik olduğu düşüncesiyle birçok kız çocuğu eğitimde pozitif bilimler, tıp ve mühendislik gibi dallardan uzak tu- tuldu. Bu dallarda başarılı olan kadınlara birer istisna gözüyle bakıldı. Bugün dünyada ve ülkemizde bu önyargının önemli ölçüde kırılmaya başladığını görmek çok güzel! Ben zekâyı çok boyutlu, karmaşık ve her zaman gelişmeye açık olarak görüyorum. Bana göre kişinin kendini sorgulayabilmesi, geçmişini ve bugününü değerlendirip bu değerlendirme ışığında yarınını planla- yabilmesi ve farklı koşullara kolayca uyum sağlayabilmesi önemli zekâ göstergeleri ve zekâyı geliştirip, başarılı olma kriterleri. Bütün bunları yaparken, mutlu olmak için de zekânın mizah boyutunu da unutma- mak gerekiyor tabii. Bir Fransız atasözü, “Mizah zekânın gülümsemesi- dir” der ve bence de bir insanın zekâsı en bariz olarak yaptığı espriden belli olur. Mizah aynı zamanda bizim zorluklarla da başa çıkmamızı sağlayan önemli bir zekâ özelliğidir. Yrd.Doç.Dr.AyşecanTerzioğlu,HemşirelikYüksekokulu GüneşAydındoğan,FizikBölümüDoktoraÖğrencisi "Zeki insanlar sorunları çözerler, dahiler ise sorunların oluşmasını engeller"
  • 36. 34 Türkiye’nin ilk kadın siyaset bilimcisi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin ilk kadın asistanı, ilk kadın doçenti, ilk kadın profesörü ve ilk kadın kürsü kurucusu… Uluslararası göç ve kadın çalışmaları konusunda ülkemizde akla gelen isimlerin en başında, makaleleri ve kitapları yabancı dillere çevrilen, dünyanın her köşesinde seminerler veren, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki çalışmalarını halen sürdüren Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, 5 Mart’ta Koç Üniversitesi’ndeydi. Kendisiyle Tıp Semineri kapsamında verdiği “Yirminci Yüzyılda Tıptaki Gelişmelerin Kadının Statü- süne ve Toplumsal Değerlere Etkisi” başlıklı konferans öncesinde Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı Prof. Dr. Şevket Ruacan’ın ofisinde buluştuk. Koç Üniversitesi kuruluşundan bu yana uluslararası bir üniversite olarak bilime katkı sağlama hedefiyle çalışmalarını sürdürüyor. Bir araştırma üniversitesi olma misyonuyla hareket ediyor. Siz Koç Üniversitesi’nin bu çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Üniversitenin hem araştırma hem öğreti- mi birleştirmesi çok önemli. Üniversitenin böyle bir kurum olarak inşa edilmesi fikrini ortaya atan ve Berlin Üniversitesi’ni bu Hocaların hocası Koç Üniversitesi’ndeydi Türkiye’de bir kadın olarak bilimsel alanda gerçekleştirdiği pek çok ilkle herkese ilham veren Prof. Dr. Nermin Abadan Unat Türkiye’de sosyal bilimler ve Koç Üniversitesi üzerine sorularımızı yanıtladı. RÖPORTAJ
  • 37. 35 modele göre yaratan Alman filozof Wilhelm von Humboldt’dur. Bilim insanı için iki şart gerekir: Birincisi öz- gürlüktür, yani bugünkü anlamda özerklik. Hiçbir baskı altında kalmadan araştırma yapabilmelidir. Bu, tıp alanında maddi ola- naklara da bağlıdır; ama bilim insanı bunu gerçekleştirebilmeli. İkincisi de yalnızlık (Einsamkeit) yani kendini birtakım mükelle- fiyetlerden tecrit edip, arınabilmesidir. Almanya’da daha evvel kurulan Göttingen ve Heidelberg gibi kurumlar bu yörünge- ye oturdular ve gerek tıpta gerek fizikte gerekse kimyada çok önemli başarılara imza attılar. Tabii yapılan çalışmalar her zaman in- sanlığın yararına olmadı; atom bombası da Alman araştırma merkezlerinin bir çocuğu- dur. Diğer yandan pozitif tarafları, endüstri- yel gelişmelere katkıları büyük olmuştur. Şimdi Almanya'da, bütün devlet üniver- siteleri OECD Eğitim Direktörlüğü Ulusla- rarası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) modelini uygulamak zorundadır. Bu modelde lisans eğitimi üç senede tamam- lanıyor ve araştırma fonksiyonu üniversite- lerden, çeşitli merkezlere devrediliyor. Bu araştırma merkezlerinin en önemlilerinden bazıları Max-Planck Vakfı'na ait enstitüler- dir. Toplam 22 araştırma merkezi var ve her birinin uzmanlık alanı farklı. Çoğu tıbbı da kapsayan fen alanından başka Heidelberg ve Göttingen’de de sosyal bilimler alanın- da merkezler faaliyet gösteriyor. Yani artık son yıllarda Almanya’da bir araştırma alanı arayacaksak bunu üniversitelerde değil, an- cak araştırma merkezlerinde bulabiliyoruz. Amaç bir taraftan yüksek sayıda gence üni- versite öğrenimi sağlamak, öte taraftan en yüksek vasıflı araştırmalara olanak tanımak. Bütün bunların ışığı altında Koç Üniversitesi’nin benim şahsen çok önemli bulduğum Humboldt modelinin çağdaşını, Amerikan versiyonunu, benimsemiş olması çok pozitif sonuçlar getirecek. Belki de bu sayede tüm dünyaya ışık tutacak yeni şeyler ortaya çıkacak. Sizce Türkiye’de akademik camianın ge- lişimi önündeki engeller ve gelişim için kilit rol oynayacak değerler neler? Engellerin başında siyaset geliyor. İlerle- me için tek reçete, üniversitenin tek ilacı özerkliktir. Koç Üniversitesi’nin kadın çalışmaları alanındaki faaliyetlerini nasıl değerlen- diriyorsunuz? Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KOÇ-KAM)’nin kurulmuş olması çok önemli bir adımdı. Bunu Prof. Dr. Çiğ- dem Kağıtçıbaşı’nın çok önemli bir atılımı olarak görüyorum. Kendisi çok üretken, çok verimli, çok yönlü ve uluslararası üne sahip bir bilim insanımız. Biz bu yola beraber çıkmıştık. 1975’te tanıştık. O dönemde Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin başkanıydım ve kadın çalışmaları konusunda bir konferans için Amerika’ya davet edilmiştim. Döndü- ğümde Türkiye’de de kadının toplumsal durumunu tespit etmeye yönelik bir konfe- rans düzenlemeye giriştim. ABD'deki Nüfus Konseyi’nden bir miktar destek alabildik ve Yeniköy’deki Sait Halim Paşa Yalısı’nda yabancı katılımcıların da yer aldığı bir konfe- rans yaptık. Özelliği ekonomi, siyaset, edebi- yattan tıbba kadar tüm katılımcıların kadın olmasıydı. Ardından iki baskı yapan bir kitap hazırladık ve kitabın İngilizcesi Hollanda’da yayımlandı. Şimdi o kitap hâlâ okunabilir; ama sadece tarihi gelişim aşamasını görmek üzere. Son 20 yılda katedilen mesafe başka yapıtlarda yer alıyor. Bizim vaktiyle düzen- lediğimiz konferansı tekrar edebilsek çok yararlı yeni veriler elde edilebilir. Eğer gün 24 değil 96 saat olsaydı ben bu işe yeniden girişebilirdim. Ancak vaktim az olduğu için en önemli işlere kendimi veriyorum. Dolayısıyla gençlerin bu işe girmesini arzu ediyorum. Birazdan vereceğiniz "Yirminci Yüzyılda Tıptaki Gelişmelerin Kadının Statüsüne ve Toplumsal Değerlere Etkisi" başlık- lı konferansı izleyeceğiz. Öncesinde Kule’nin genç okurları için bize kısa bir değerlendirme yapabilir misiniz? Her şeyden evvel şunu söylemek istiyorum. Eğer Amerika hali hazırda dünya politikasın- da bir süper güç ise ve bu ülkenin cumhur- başkanı ikinci kez seçildikten sonraki ilk ko- nuşmasında, geleceğimiz için beyin üzerine araştırmaları desteklememiz gerek ve buna 20 milyar dolar kaynak ayırıyoruz diyorsa, soru cevaplanmış oluyor. Geleceğin şekil- lenmesini yine tıbba borçlu olacağız. Nasıl ki, insanoğlunun genetik kodu keşfedildiyse şimdi de beynin DNA’sı aranıyor. Ben bunları bir okuyucu olarak anlayabiliyorum sadece. Şimdi aranan beyindeki tepkilerin duygular- la nasıl ilişki kurduğunu öğrenmek mümkün müdür? Bu soruya cevap verebilirsek, sizinle konuşurken hakikate aykırı bir şey söyleyip söylemeyeceğinizi de anlayabileceğim. Biliminsanıiçinikişartgerekir: Birincisiözgürlüktür, yanibugünkü anlamdaözerklik;ikincisidekendini birtakımmükellefiyetlerdentecritedip, arınabilmesidir.
  • 38. 36 Şimdilik keşfedilen şey, beyin haritalarını çıkartarak hangi parçanın neyle ilgili reak- siyon gösterdiği… İnsanoğlunda merakı öldürmediğiniz sürece bambaşka şeylere ulaşacağız ve ilerleyeceğiz. Sosyal bilimlerin Türkiye’deki saygınlığı hakkında düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Sosyal bilimlerin toplumsal çözüm- lemeveilerlemeyekatkısıaçısındansesini duyurabilmesiiçinnelereihtiyacıvar? Sorduğunuza çok sevindim. Sosyal bilimler bence çok sağlıklı bir gelişme yaşıyor. Ben hâlâ ders veriyorum; çünkü kendi yaşımdakilerden hiçbir şey öğrenemediğim gibi içim kararıyor. Türkiye’de bir devlet üniversitesinden emekli olan kişi başka bir devlet üniversitesinde çok cüzi bir ücretle ders verir. Ama mesele bu değil; ben gençlerle beraber olmaktan zevk alıyorum. Yüksek lisans ve doktora seviye- sinde ders veriyorum, Erasmus programı sayesinde pek çok yabancı öğrencim var. Çok taze bilgilerin sunulduğu merkezler ve yayımlanan çok kaliteli dergiler var. TÜBA’nın yardımıyla dışarıya gönderilen gençlerden bir kısmı önemli çalışmalar yapıyor. Zamanında Şerif Mardin Amerika’nın teşvikiyle Türk Sosyal Bilimler Derneği’ni kurmuş. Şerif Bey derneği bıraktığında Ankara’da bulunan bazı arka- daşlarla birlikte biz bu derneği benimsedik. Ben başkan seçildim; daha sonra Kontenjan Senatörü olunca başka biri başkanlığı devral- dı. Bahsettiğim konferansı o zaman yapmıştık. Daha sonra her iki yılda bir Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi yapmaya karar verdik. Tek desteğimiz ODTÜ’nün bize verdiği toplantı salonlarıydı. Bu yıl Kasım ayında bu kongre 17. kez düzenlenecek. Her kongrede 1.200’ün üzerinde tebliğ sunuluyor. Bu dünyada kabul edilmiş bir yöntemdir. Genç araştırmacılar tebliğlerini sunar, kendini dener ve çalışmala- rını geliştirir. Bu benim diktiğim bir fidandı ve kurumadığına çok memnunum. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla bir mesajınız var mı? Bütün Ortadoğu’da modernite yüzün- den kadın erkek çarpışmasının en yoğun yaşandığı ülke Türkiye’dir. Bunun sebebi elektronik iletişim araçları ile inanç değerle- rine bağlı kalan nüfus gruplarının değerler savaşıdır. Yale Üniversitesi’nden mezun çok değerli sosyal bilimcilerimizden biri olan Yılmaz Esmer tüm dünyada değerlerin değişimi üzerine yürütülen bir araştırmanın Türkiye ayağını devam ettiriyor. Bu araştır- manın verilerinden hareketle hazırlanan ve Türkiye’de Değerler Atlası ismiyle yayınlanan kitap gösteriyor ki; Türkiye çok az değişiyor. Çok muhafazakâr bir toplum olduğumuzu daha net görmek için bu kitabı edinmek şart. Bu da demek oluyor ki, çatışma kadın aleyhine olacak şekilde devam ediyor. Kule’nin 36. sayısındaki dosya konumuz zekâ. Zekilik kavramının algılanışı ve değişimi üzerine siz ne söyleyebilirsiniz? “Zekâ Allah vergisidir” denir günlük dilde. Ama zekâ geliştirilebilir, değiştirilebilir, dumura uğratılabilir... Koç Üniversitesi öğrencilerine tavsiyele- riniz var mı? Her şeyi merak etsinler, her şeyi görmeye çalışsınlar, gençliklerinin kıymetini bilsinler, dünyayı gezsinler, hayatın en güzel tarafının sevgi olduğunu bilerek sevgiyle yaşasınlar. RÖPORTAJ Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, Prof. Dr. Şevket Ruacan