1. Reha Alemdaroğlu Anadolu Lisesi
Ocak 2011
Sayı 4
Edebiyat Dergisi
DOSYA :
Gitmek - Uzaklar
KÜF
yosunlarıyla verir bahçeyi
köpüğüyle alır
yorgun kemiklerin küfüyle
eker duvarlarını
köklerini karıncalar kovalar
Aydın Afacan
eldivenler, parmak yuvaları,
akreple çınlayan avuç Kayıklar: İnsanı ve Denizi
pürüzlenir. Birlikte Anımsamak için…
Onur Yılmaz
Onur Yılmaz Hilmi Yavuz’un Kayboluş Şiirleri:
İnsanın Arayış Yazgısı
Ömer Atmaca
Bir Yok Mekan: Hüsn ü Aşk
Kardelen Dalokay
Gece Gündüz
Deniz Dengiz
Yeraltından Notlar:
Doğur Çarp Yok Et
Didem Demir
Adım Koleksiyonu
Aslı Şahinkaya
Kedi Gözü
Deniz Özeren
Dönme Dolap
2. Sorgusuz
Aslı ŞAHİNKAYA
şişip sönen göğüs çevresinde
bir yasemin kokusudur.
tohum kadar düşer
uzar, budaklanır
üstünde
yorulurken saatler
göğün sonunu
çizgi belirler gözlerinin bitişi-
ğine
bir sonrayı
‘hiç’ten koparır
usuldur sönerken,
huzur renkli denizden bihaber
adası…
evirilip devinmeden
soluverir tam ortası.
şişip sönen göğüs çevresinde
bir yasemin kokusudur
sorgusuz durur.
3. i çindekiler
Editör’den...
Gitmek / Uzaklar Tuğba Çelik ÖZER 3
Kayıklar: İnsanı ve Denizi Birlikte
Anımsamak İçin... Aydın AFACAN 4
Bir Yok Mekan: Hüsn ü AŞK Ömer ATMACA 5
Kusursuz Bir Ülke Tankut ÖZKAN 6
Hilmi Yavuz’un Kayboluş Şiirleri:
İnsanın Arayış Yazgısı Onur YILMAZ 8
Yeraltından Notlar:
Doğur Çarp Yok Et Deniz DENGİZ 10
On The Road Mandalay Rudyard Kipling 12
Mandalay Yolunda Çev: Erkut Özkan 13
Adım Koleksiyonu Didem DEMİR 14
Dönme Dolap Deniz ÖZEREN 15
Bir Geriye Dönüş Hikayesi Kemal ÖZDEMİR 16
Ev Batıhan AKGÜN 18
Gece Gündüz Kardelen Dalokay 19
Hag Harun CÜCEOĞLU 20
Kedi Gözü Aslı ŞAHİNKAYA 22
Heba Yavuzhan AKDURAN 24
Kör Kelebek Ömer ATMACA 25
Kuyu Merve AKBAYDOĞAN 26
Tek Kişilik Yalnızlık Mert TARHAN 28
Hayal Meyal Merve AKBAYDOĞAN 31
Şehir Desen Yalım YAMAN 32
Reha Alemdaroğlu İletişim
Anadolu Lisesi Reha Alemdaroğlu Anadolu Lisesi
Birlik Mahallesi 9. Cadde Nu:36
Tasarım- Baskı:
EPAMAT
Adına İmtiyaz Sahibi Çankaya/Ankara İvedik Organize Sanayi Bölgesi,
Mehmet Sinan İNAN Tel: 0312 495 27 16 Merkez Sanayi Sitesi
Belgegeçer: 0312 495 89 64 1344 (538) Sk. No: 35
Editör E mail: info@rehaandl.k12.tr Yenimahalle / Ankara
Tuğba ÇELİK ÖZER Tel: 0312 4952716 Tel: (0312) 394 48 63
Fax: 0312 495 89 64 Faks: (0312) 394 48 65
Kapak Çizimi: Gökhan Yarar
Çizimler: Gökhan Yarar http://sahafdergisi.blogspot.com
Fotoğraflar: Didem Demir, Yaprak Ece www.sahafdergisi.com
Toktaş, Gökçe Bağcı
1
4. siyah, gri, kare ve halka
Kardelen DALOKAY
siyah,gri,kare,halka…
birbiri içinde.
saatler geceye ulaştıkça
siyah daha esnek,
gri daha uzak,
şekiller daha yayılgan.
kadınsa kendi yörüngesinde,hiç aranmayanın peşinde.
siyah,gri,kare ve halka ile.
2
5. e d i t ö r ’den..
GİTMEK / UZAKLAR
Tuğba Çelik ÖZER
S
ahaf’ın Ocak 2011 sayısı- madığımız kalabalık kentlere, dağ Gittiğimiz yerlerde kalamayışla-
nın dosya konusu: Git- başlarına, deniz kıyılarına, balta gir- rımız, yerleştiğimiz yerleri benim-
mek/Uzaklar… memiş ormanlara varmak için yol- semeyişlerimiz de var elbette.
Adsız Sansız Bir Jude romanının lara düşmek isteriz zaman zaman.
Odysseus’un çileli dönüş yolunu
kahramanı genç Jude Fawley’in sa- Yaralarımıza şifa bulmak için geç-
mişi geride bırakıp ışıltılı bir gele- yürüyenlerimiz; Kürk Mantolu Ma-
nata ve bilime duyduğu aşk onu ya-
şadığı kasabadan her yıl biraz daha ceğe kavuşmak için bilmediğimiz donna’ya aşık Raif Bey’in Berlin
uzaklaştırır; bu aşk sonunda genç yerlere taşınmak, tanımadığımız de- özlemine benzer özlemleri içinde ta-
adamı kasabasından çıkarıp Mr. nizlerde yüzmek isteriz. şıyanlarımız; Ahmet Cemil’in Ya-
Phillotson’un peşinden Christmins- Ülkü Tamer “Uyku” şiirinde ban’daki İstanbul arayışları gibi
ter yollarına düşürür. Tutunamayan- çok uzaklara giderek iyileşmeyi
yalnızlıklarımız; Uyuyan Adam’ın
lar’ın Turgut Özben’i ise bildiği her umut eder:
yaşadığı kentte kendini yitirmesi
şeyden vazgeçip yeni bir ben bul- “Bana çiçek gönderme / Bir kuş
mak için arabasının bagajına kitap- ağacı gönder / Dallarında gezinsin / gibi kendimizi yitirmelerimiz var,
larını yükleyip yola çıkar. Arayışlar, Kül rengi güvercinler / Konsunlar bir de Oblomov gibi gitmenin hiç-
tutkular ve endişeler taşınmaları, ka- yastığıma / Uyutmak için beni / Sırt- bir yarar getirmeyeceğini düşünen-
çışları doğurmuştur romanlarda, öy- larında kuş tüyü / Gagalarında ninni lerimiz…
külerde, gerçeğin izini sürdüğümüz / Kaldırıp yatağımı / Uçursunlar
Sözün özü, insan çoğu kez git-
yaşamlarımızda. göklere / Kendimi yıldızlarda bula-
yım / Bana çiçek gönderme / Bir kuş mekle kalmak arasında, başka yer-
Gitmek ya da uzaklaşmak ar-
zusu ansızın yakalar ruhumuzu. Ki- ağacı gönder / Alnıma dokunanlar / lerde yaşamak düşüyle güvenli
milerimiz bu arzuya çabucak boyun İyileşsin desinler” topraklarından ayrılmak istememek
eğer, kapıyı açıp gidiveririz. Kimi- Süreyya Berfe ise gidemeyen- arasında yaşayıp gidiyor. Sahaf bu
lerimiz bir ömür boyu uzaklara git- lere sitem eder: sayısında denemeleri, eleştirileri ve
meyi kafasında kurar, en sonunda “Eski yıllar gibi/bile olamıyoruz öyküleriyle insanın bu arada kal-
bir Tolstoy gecikmesiyle kalakalır. / Arkamıza bakmadan / çekip gide-
mışlığını etraflıca düşünmek, dü-
Kaçış, uzaklaşmak, taşınmak, miyoruz”
şündürtmek istiyor.
gitmek… Ne derseniz deyin; yeni- Şair sitem duygusunu aslında
den dirilmek, yeni bir öze kavuşmak önce kendinde dener gibidir: çekip Yeni bir sayıda görüşmek dile-
için pılımızı pırtımızı toplayıp tanı- gidemiyoruz. ğiyle.
3
6. KAYIKLAR :
İnsanı ve Denizi Birlikte Anımsamak İçin...
Aydın AFACAN
K
ayık, biçimleri, işlevleri, ad- masallar örülmüş bir ‘nesne’dir söz kısmında insan bulunmaktadır. Bu
ları ve öyküleriyle ilginç bir konusu olan. açıdan da ‘kayıklar’ öndedir. Gö-
nesne… Farklı biçimleriyle, Mehmet Arslan Güven’in ‘Ka- rüntülerin seçiminden fotoğraf adla-
‘ilkel’ zamanlardan beri suyla olan yıklar’ albümü, kültürün dayandığı rına Güven’in bir tavrı dikkat
serüveninde insana yoldaşlık etmiş- ‘sözel’ birikimden doğanın ‘sessiz çekiyor; fotoğrafın yorumunu izle-
tir. Yaşamımızdaki yeri bir araç ol- şiir’ine yayılan geniş bir alana iliş- yici/okura bırakıyor. Başka bir de-
masıyla sınırlı değildir; insana onca kin çağrışımlara yol açıyor. Evet, yişle, kendi yorumunu zorunlu
yakınlığından ötürü onun da çevre- çağrışımlar üretiyor; çünkü Güven, kılmıyor.
sinde yığınla mitos, efsane ve öykü fotoğraflarını adlandırmak dışında, Güven’in ‘Kayıklar’ı, kimi
üretilmiştir. Akarsu, göl ya da deniz bazı albümlerde yapıldığı gibi izle- yerde doğaya kimi yerde kültüre
görüntüleriyle bir şekilde tanışık yici ile fotoğraf arasına girebilecek ilişkin bir bellek tadı sunuyor. Gör-
olan herkesin imgeleminde karşılığı herhangi bir ‘bilgi’ eklemiyor. düğümüz bildiğimiz içinde yaşadı-
bulunan bir nesnedir kayık. Kimi Çünkü izleyiciye yol göstermeyi ğımız dünyayı, söz yerindeyse
zaman güzel bir manzaraya katıla- amaçlayan bu tür ‘açıklama’ veya yeniden duyuruyor bize. Sunduğu
rak kimi zaman da sevimsiz bir anı- ‘bilgiler’, genellikle onun hayâl uf- görüntüleri, ‘içindekilerle’ çevresin-
nın bir parçası olarak yer alır kunu sınırlar. Bu tür yaklaşım sa- dekilerle birlikte yeniden görme-
belleklerde. natsal bir çabayı, doğasına aykırı mizi sağlıyor. Bu çabanın estetik bir
Evet, ‘ilkten’ bir yeri vardır ka- biçimde bir tür ‘belgesel’ durumuna kaygıyla biçimlenmiş olması, gö-
yığın, Mezopotamya’dan Ama- indirgeme tehlikesi barındırmakta- rüntüleri, hayal gücünü kolaylıkla
zon’a Akdeniz’den Çin’in ‘sarı’ dır. John Berger’dan esinlenerek harekete geçirebilecek yoğun bir
sularına, kendisinin ve bir öyküsü- söylersek, bu tür bir indirgemede iki arka plana dayandırıyor. Bazısında
nün bulunmadığı bir yer olmasa ge- ayrı alana özgü dillerin birbirini ge- yakamozun şenlendirdiği görüntü-
rektir. Mezopotamya mitoslarında, çersiz kılması da söz konusudur. Bu ler, bazısında nerdeyse bir eriyik
Utanapişti’nin ünlü tufan gemisinin açıdan bakıldığında, Güven’in de gibi görünen deniz, bazısında deni-
yapımında büyük emeği geçen benimsediği yaklaşımın estetik zin o olağanüstü renklerini uzaktan
Puzur Amurru’dan, ölümsüzlük kaygı açısından daha değerli olduğu izleyen bir kayık ‘eskisi’… Kimi
otunu arayan Gılgameş’e ‘ölümcül- vurgulanmalıdır. görüntülerin taşıdığı yaşama sevinci
su’yu geçmesi için yardım eden Ur- Kayıklar genellikle ‘manzaranın bile anılarla karışınca tuhaf bir
şanabi’ye kadar bir yığın kayıkçı bir parçası’ olarak yer alır fotoğraf- hüzün yayıyor. Belki de biz öyle an-
marifetinden söz edilir. Odys- larda. Ama Mehmet Arslan Gü- lıyoruz; o büyük şairin dediği gibi,
seus’un çağından ‘Adalar Deni- ven’in ‘Kayıklar’ında nesnenin “hüzün ki en çok yakışandır bize /
zi’nin çeşitli zamanlarına ait kendisi ön plana çıkmıştır. Bir tür belki de en çok anladığımız”…
olanlarına, Amazon bölgesine özgü kişileştirme mi söz konusudur? Ka- Biraz da bundandır, Güven’in bazı-
olanlarından İstanbul Boğazı’na ait yıkların kendileri de dahil olmak larına verdiği adlardaki gibi, ‘yazgı-
olanlarına, filikadan ‘Hünkâr Kayı- üzere görüntülerde insan izleri ol- sına âşık’ bir yerden ‘bize bakan’
ğı’na, çevresinde çeşitli efsaneler, makla birlikte, fotoğrafların az bir kayıkların onca güzel oluşu…
4
7. BİR YOK MEKAN:
HÜSN Ü AŞK
G
Ömer ATMACA
itmek istenilen ya da olun- tebine giderler ve birbirlerine karşı yenin anlamını, hikayedeki yok
mak istenilen yerler yanı besleyecekleri sonsuz sevgi burada mekanlar yoluyla bulabiliyorsak;
başımızdadır. Gerek duyul- filizlenir. Sevgileri büyüdükçe kabile yokluk, yokluk özelliğini ne kadar
duğunda kafamızın bir köşesinde içinde “Hayret” adı verilen biri huy- gösterebilir ki? Bir yok mekanda
uzanan düşsel bir mekâna çıkarıve- suzlanır ve onları ayırmaya çalışır. kurgulanan Hüsn ü Aşk’ı okuma sü-
ririz yolumuzu. Yok mekanlar en “Aşk” “Hüsn”ü istemeye geldiğinde recinde doğru bildiklerimizin pusu-
tatlı dileklerimizin sere serpe dolaş- ona sevdiğini hemen veremeyecek- lası şaşar. Yapıtın sonunda kendi
tığı, istemediğimiz hiçbir şeyin gi- lerini söylerler ve sevdiğini alması gerçeğimizin algılayabildiği kada-
remediği yerlerdir. için “Kalb” mektebinden “Kimya”yı rıyla, daha önce tanışmadığınız yok
Romanlar, öyküler, destanlar, getirmesini isterler. Bu yol, acılarla mekanlarda doğan yabancı duygu-
edebiyatın doğasına uygun biçimde doludur. “Aşk”, “Kalb” kalasına gel- lar ve algılayışlarla kendimize yeni
okuyucusunu gerçek dünyanın çok diğinde “Hüsn”ü bulur ve onlar için doğrular bulmaya çalışırız. Bu yok-
ötesine davet eder. Her edebiyat ya- “Gayb” perdeleri açılır. luk yeni bir gerçekliği doğuran bir
pıtı bir yok mekan vaat eder diyebi- yokluktur öyleyse. Bu yokluk, yeni
Buldı bu mahalde kıssa pâyân bir kavrayış içeren, kendi gerçeği-
lir miyiz? Bu yazı, yok mekanların
Bundan ötesi değil nümâyan mizi açımlayan bir yokluktur.
tamamından değil yalnızca içinde
olmak istenilen yok mekanlardan Şeyh Galib’in bu yapıtta kullan- Min ba’d olayım sükuta mu’tad
söz etmek üzere kurgulandı. (Her dığı mekânların birer yok mekan ol- Ölsem dahi nâmın etmeyeyim yâd
okuduğumuz mekanda olmayı iste- duğunu söylersek yanlışa düşmüş
meyiz. Örneğin kim Şato romanın- olmayız. Çünkü hikayenin geçtiği Hey bu ne sitemdir Allah Allah
daki K’nın yürüdüğü karanlık, karlı coğrafyalar aslında dünyada olma- Hem ateşe yan hem etme eyvah
yollarda yürümek ya da kim 1984 yan coğrafyalardır.
romanındaki Winston’ın yaşadığı Yazının başında söylediğimiz gibi
Şeyh Galib’in bu yapıtında iki in- yok mekanlarımızı gerçek yaşamı-
kentte yaşamak ister?) Bazı edebi-
sanın birbirine duyduğu aşktan çok, mızdan uzak biçimde oluşturuyoruz.
yat yapıtları bize öylesi kusursuz ül-
keler, kentler sunar ki biz okurlar başlı başına aşk olgusu ele alınır. Dışarıda olan hiçbir şeyin içeri gir-
böylesi masalsı, büyüleyici yok me- Şair, aşkın nasıl bir şey olduğunu mesine izin vermiyoruz. Fakat bir iç
kanlarda yaşamış olmayı düşleriz. yani “Aşk” olmayı önemsemiştir. nasıl dışından tümüyle farklı olabilir
Belki de bu yüzden kurgusunda ger- ki? Bir yok mekan gerçekten dış dün-
Türk edebiyatında yok mekanla- çek bir mekan yerine bir yok mekan yadan farklıdır ama o içimizde doğan
rın kullanıldığı çok sayıda baş yapıt kullanmayı tercih etmiştir. yok mekan aslında dışımızdaki ger-
üretilmiştir. Bu baş yapıtlardan biri çeklikte oluşmamış mıdır? Yok me-
Hüsn ü Aşk’tır. Şeyh Galib’in yaz- Envâr-ı cemâlı olmaz idrak kanın hamuru dış dünyanın hamuru
dığı Hüsn ü Aşk hikayesi insan ve Horşid yanında bir avuç hak ile aynı değil midir? Düşle gerçeği
onun aşkını anlatır: ayırmamak; aralarındaki farkı bilerek
“Sevgioğulları” adıyla anılan bir Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk’ta aşka onları birlikte anlamak gerekir öy-
kabile vardır. Bu kabilenin yaşadık- can vermiştir. Hatta Aşk’ı Hüsn’e âşık leyse. Düş de gerçek de ayrı ayrı
ları hayat bela üzerinedir; iyi olan etmiştir. Aşk’ın aşka âşık olması… Ne değer kazanmalıdır belleğimizde.
şeyleri hiç bilmezler. Kabilenin ulu- kadar ağır bir duygu! Aşka aşktan baş- Hüsn ve Aşk’ın birbirinden ayrılma-
larından ikisinin aynı gece birer ço- kasının kalmaması, daha doğrusu ması gerektiği gibi düşlerimiz de ger-
cuğu doğar. Bu iki çocuktan kız bizim için başka aşk kalmaması… çeklerimizden ayrı olmamalıdır.
olanına “Hüsn”, erkek olanına “Aşk” Yapıttaki yok mekanlar gerçek Öyleyse gerçeğimizden doğan, ger-
adı verilir. Aynı gece doğdukları için anlamıyla aşkın bulunduğu yerler- çeğinize dönen sayısız yok mekanlar
kabile uluları bu iki çocuğu birbirle- dir. Bu durumda bir soru akla gel- kurmaya devam edelim. Düşlerimiz
rine nişanlarlar. Bu iki kibarzade mektedir: Hüsn ü Aşk hikayesi bir gereçeğe karışsın, gerçeklerimiz bize
okuma çağına gelince “Edeb” mek- yok mekanda gerçekleşiyorsa; hika- yeni düşler kurdursun diye…
5
8. KUSURSUZ BİR ÜLKE
Tankut ÖZKAN
Imagine there's no countries
It isn't hard to do
Nothing to kill or die for
And no religion too
Imagine all the people
Living life in peace
Ü
topyanın bir tasarıyı içeriyor pında tek bir bilincin var olduğu ve lerinin ve kendilerinin haklarını gö-
olması onu düş olmanın çok her unsurun genel bilince katkıda zetirler
ötesine taşır. bulunduğu bir gezegen – insanlar 3-Ütopyalar yasa kavramına
Ütopya düşüncesi, insanın ku- için son bir kurtuluş yolu olarak or- başka türlü bakar. Örneğin Ütopya
sursuz bir dünyaya duyduğu özlem- taya çıkması ütopya düşüncesinin Adası’nda halkı yöneten yasalar
den doğar. Yolunda gitmeyen düzeni sanata aktarılmasına örnek verilebi- bugün kullandıklarımızdan farklı
yola getirmeyi, göz ardı edilen ger- lir ya da Ursula K.Le Guen’in olarak basit ve yüzeyseldir. Bunun
çekleri ortaya çıkarmayı önceleyen Mülksüzler romanı… temel nedeni ütopya insanlarının
tasarılardır ütopyalar. Bir düzen Ütopya düşüncesinin sanata ak- barış içinde yaşayabilmek için yasa
duygusunu çağrıştırdığından aslında tarımı çok eskilere dayanır. Yine de kısıtlamalarına gerek duymuyor ol-
siyasal önerilerdir. Siyaset erk odak- ütopyanın sanata aktarımı denilince malarıdır.
ları arasında yürüdüğünden, ütopya- akla gelen ilk üç yapıt Ütopya, Yeni Ütopyalarda betimlenen toplum-
lar ise erkten öte herkes için Atlantis ve Güneş Ülkesi’dir. sal bilinç düzeyine erişmek bizim
mutluluk vurgusu yaptığından siya- Çok sayıda toplumsal sorunu için henüz olası mıdır?
sal erk sahipleri genellikle ütopya- gözlemlemiş olan bir adam, 1515’te Bu soru aklımıza John Lennon’
ları erk kaybına yol açan tehlike bu sorunlara çözüm getirmek üzere un Imagine şarkısını getiriyor:
kaynakları olarak algılar. kusursuz bir devlet modeli yarat- “No need for greed or hunger.”
Sanat özgürlükten yanadır, siya- mayı dener. Thomas More’un
setin egemenlik korkularını içinde Ütopya adını taşıyan bu denemesi Aç gözlülük ya da hırs sanat ya-
taşımaz. Ütopya düşüncesinin sa- ütopya yazını için bir temeli oluştu- pıtlarında tasarlanan ütopya top-
nata yansıması, sanat tarafından rur. Ütopya1 adasının halkı sade ve lumlarının bilinç düzeyine
yoğrulması aslında acı bir ilaç olan rahat giysiler giyer; gösterişli giyi- erişmemizi yüzyıllardır engelledi ve
ütopyanın şekere bulanarak daha nen insanlar yadırganır, takdir gör- daha da engelleyecek gibi görünü-
kolay gerçekleşebilir olduğu sanrı- mezler. Oysa yine 16. yüzyılda yor. Yeni arabalar, evler hatta yeni
sını yaratır. Bunu sembiyotik bir Francis Bacon tarafından ütopya topraklar, petrol yatakları dahası hep
yaşam gibi düşünebiliriz. Ütopya devleti tasarısı biçiminde kaleme herkesten çok güçlü olmayı iste-
düşüncesinin etrafında çok etkile- meyi sürdüreceğiz çünkü. Campa-
alınan Yeni Atlantis2’te Bensalem
yici yapıtların oluşturulabilmesi, su- nella’nın Güneş Ülkesi’nde ütopya
halkı şık giyinen bir halk olarak be-
nulan yapıtlar yoluyla ütopya halkı bu gibi istekleri mutluluğun
timlenir. Bu örnekten anlaşılacağı
düşüncesinin daha iyi anlaşılabil- önündeki engelleri oluşturan haz
gibi ütopyalar özgündür, kişisel ta-
mesi, hatta ütopya düşüncesinin bu kaynakları olarak adlandırır. Onlar
sarımlardır.
yapıtlarda daha ayrıntılı biçimde ge- için gerçek haz doğayla uyum
Özgünlüklerinin yanı sıra içinde yaşamak, doğanın sırlarına
liştirilebilmesi mümkün olabiliyor.
ütopya devletlerinin birbirlerine olabildiğince erişmektir.3
Isaac Asimov’un Vakıf dizisinde,
benzer oldukları da doğrudur:
uzaya yayılan insanoğlunun bin- Ütopyalarda yer alan toplumsal
lerce gezegene yayılıp sonunda yok 1-Tüm ütopyalar sınıf ayrımını ve bireysel bilince erişmemiz kimi-
olmanın eşiğine gelerek ütopik bir ortadan kaldırır ve eşitliği vurgular. lerimizce olasıdır kimilerimizce de-
gezegen olan “Gaia”nın – canlı ve 2-Ütopya devleti insanlarının ğildir. İçinde bulunduğumuz
cansız tüm varlıkları ile gezegen ça- toplumsal bilinci yüksektir; birbir- zamanda insanoğlu geçmişe göre bi-
6
9. reysel ve toplumsal bilinç elde et-
mede ilerleme kaydetmiştir. Bu iler-
lemeleri tümüyle topluma mal
edememiş olsak da olumlu ilerle-
meleri bütünüyle inkar etmek doğru
olmayacaktır. Her birey kendi
içinde bireysel dönüşümünü ger-
çekleştirirse toplumsal bilincin iler-
lemesi olanaksız değildir.
Ulaşmamızın olası olup olma-
dığı belirsiz ütopyalara bu çağda
hala gereksinmemiz var mıdır? İşte
birkaç görüş:
Hiçbir zaman var olmamış, ol-
mayacak, olacağını da ummayaca-
ğımız bir şeyle uğraşmak
yararsızdır. Suç nedir bilinmeyen bir
ortak yaşama bilinci olacak şey de-
ğildir. Böylesi bir ülkenin tasarı-
mına boşu boşuna kafa yorup
durmuşuz. Lukianos’un Platon’un
Devlet’ine karşı yaptığı yorum bu
yöndedir... Ütopya en azından ya-
zıldığı dönem insanlarına nerede ol-
duklarını, nereye ulaşmaları
gerektiğini gösterir ve onlara bir
hedef oluşturur. Bu durum bile
ütopyaların gereksiz olmadığını
bize söyletebilir… Ütopya devletle-
rini işe koşmayı kimse denemiş de-
ğildir. Dolayısıyla ütopya
devletlerinin işe yarayacağına iliş-
kin hiçbir kanıtımız yoktur. Riske
girmeye değmez... Çağdaş ve özgür
insan Ütopya, Yeni Atlantis ve
Güneş Ülkesi’nde olduğu gibi katı
yasaların, eğitimcilerin vasiliğinde
yaşamak istemez. Böylesi bir devlet
düzenini önce kendi yurttaşları yı- madan nasıl ilerlenecektir? Bu soru- yabileceği endişesi daha çok canı-
karlar… lara verilebilecek en basit yanıt mızı yakıyor.
Yukarıda dile getirilen birbirin- şudur: Ütopik toplum insanlarının Adaletsizliklerin, eşitsizliklerin
den farklı görüşlerin bir gün uzlaşıp bilinç düzeyleri o kadar yüksek ola- hüküm sürdüğü bu dünyada bir gün
uzlaşamayacağını şimdilik bilemi- caktır ki – biz bile bugünkü aklı- her şeyin yoluna gireceğine duydu-
yoruz. mızla bunu algılayamıyor olabiliriz- ğumuz insanca umut bizi ütopyalara
Günümüz insanının olası ütopik bu tür lokomotiflerin herhangi bir karşı hala ilgili kılıyor. Siyaset or-
dünya düşü esasında bir endişe ile gereği olmayacaktır. Gereksinme tamları ütopyalara şimdilik şans ta-
duyulan ilerleme dürtüsü ütopik nımıyor gibi görünse de sanatta
zorlanmaktadır: Günümüz toplu-
toplum insanlarının genlerinde ütopyalara daha çok yer ayrılmalı ki
munda ilerlemelerin lokomotifini
zaten var olacaktır. Bu yanıtın ol- bizim ütopyaların gerçek olacağına
oluşturan rekabetin yerini ütopya
dukça basit ve pek de doğru olma- olan inancımız güçlensin.
devletinde ne alacaktır? Rekabet ol-
1 More, Thomas (2009). Ütopya.Kabalcı Yayınları.İstanbul.
2 Bacon, Francis (2004). Yeni Atlantis. Bordo-Siyah. İstanbul.
3 Campanella, Tomasso (2008). Güneş Ülkesi. Sosyal Yayınları. İstanbul.
7
10. HİLMİ YAVUZ’UN KAYBOLUŞ ŞİİRLERİ:
İNSANIN ARAYIŞ YAZGISI
Onur YILMAZ
“Birçok nedenlerden dolayı yaşamın buyurduklarını yapar dururuz,
bu nedenlerin birincisi de alışkanlıktır.”
İ
Albert Camus
nsan, yaşamı ile içinde bunlun- ettiği gerçekleri nerede inşa edecek- ve dilin, birbirine soluk veren içi içe
duğu kültürü bir tutar. Değerle- tir? geçen iki olgunun tanımıdır. Kitap-
rini kültür hamurunda mayalar. Kayboluş Şiirleri, Heraklitos’un taki bütün şiirlerin bu dizelerle baş-
Bu beceri doğumdan itibaren do- “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz,” lamasının nedeni, anlam
laylı öğrenilir. sözünün sınırlarını yoklar. Akan atmosferinin çizilmesi amacını
Hayal evrenini beslemek için kültürü paylaşanların sularına “kül- güder. “sözlerin üstünde akrepler
gerçeklerden yola çıkanlar kültür- tür hormonları” katıldığını, şairin bu ürüyor; / bir elmas parçasına dönü-
den kopuşun dengesini kurmak için kültürdeki kayboluşuyla açıklaması, yor cesed, / başsız, ayaksız... / yürü-
çabalar. Bu çaba alışkanlıkları ha- kitabın öncü izleklerindendir. yor...” sözlerin kalıp halini alarak,
yale dönüştürme uğraşıdır. sabit kalmasıyla yıllandığını ve
“ bir insana bırakılmış olan
elmas imgesiyle ölü birer nesneye
Hilmi Yavuz’un “Kayboluş Şiir- keder / ve kelimelerin kalbi...”
dönüştüğünü, ancak sürünerek
leri” kitabı, kültür ekseninde, arada Keder duygusunun sorumluluğunun
kalma durumunun yansımasıdır. Ne yüklenilmesi, kederin yaşam biçimi kendi devinimini sağladığı “ akrep”
kültürden kopuş ne de hayale almaya başlamasının göstergesi ol- görüntüsüyle doğa – şiir – söz üç-
geçiş... Hangisini yaşayacaktır şair? makla beraber, kelimelerin insan geni ardıllanır.
Hangi yaşamın buyurduklarını alış- vücuduyla özdeşleştirilip, hayat da- “Kayboluş ve dil” şiirinde “sen
kanlıklarıyla örtüştürecek ve kabul marlarının kalpte bulunması, kültür onların hangisi gibi / örselendin? /
sahi hangi kelimesin sen ?” şair “ke-
lime” odağında insanın değerlerinin
hırpalandığını ve canlılığın estetik
yargıda yitimini “senden olan ne
varsa hepsine / ve onların kalbine /
cebren ve hile ile / girildi birer
birer;...” dizeleriyle sergiliyor. Ar-
dından şu çıkarımda bulunularak
“üzerinde ‘hüzün’ yazılı her şey / si-
lindi... / tutup yoldan çevirdiğin
kendimdi; şiirim miydi? şiirimdi, /
dönüştü / dile bile... ” şiirin dönüşü-
münde “benlik bunalımı”nın neden-
lerinden biri savlanıyor.
Şair, “nehirde” bulunan insanla-
rın yarattıkları kültüre alışamadı-
ğından burada bulunmayı istemez.
Keder: istemediklerimize karşı sus-
kun kalan isteklerimizdir. Kederin
çoğalması ve bütün kavramların üs-
tünü gölgelemesi yabancılaşmanın
şiirde belirmesiyle görünür. “.../ ne
8
11. aşklar topladım, ne kederler tüket- adım: hayattır en ağır hüküm !” ‘ masız yerlerden çatlayan duvarlar
tim; hepsini birden bir veri / olarak Kayboluş ve varoluş’taki dizeler, gayb-oluşa ket vurur. Şair yalnızlı-
kullandım, kimdim sen? / -clochard, özeleştiri sarkacına asar yalnızlığı. ğıyla yaşam ise ona alışılmasını
ya derviş / yahut ki, serseri? / ben “ varlık şarına girdin de / varlık’ı
beklemesiyle iki ayrı bütün olarak
hep kederdim kendimi bildim bi- nasıl bildin? / kaç kere ateşe yaklaş-
leli...” tın, amberlendin kaç kere? / başını belirir. “bir insana bırakılmış olan
Kayboluş, kendinin ne olmadı- oynadın mıydı? / mülk benimdir di- keder / ve kelimelerin kalbi... / kim-
ğını hatırlamaktır. Aynalarda gördü- yene? / kul olanın kulu musun, / leri sordumdu, ordalar mıydı? var-
ğümüz nedir? Unuttuklarımız, altın olanın pulu mu? / yalnızlığın lar! / yok’lar nerede? ben ki / senden
hayallerimiz, aynanın karşınsında seni yok mu görüyor ? –yok görür , özge âşinâlar / aradım, her yanı sır-
gizleyemediklerimiz... “ ah, benim / böyle diyor...” lar ve kederlerle kaplı bir oda / gibi
güzel ‘belki’lim! / o ‘belki’, belki de Gayb olmak “ne olmadığı” so- ve orda / aynalara bata bata yaşa-
benim; / ki öyle karardı aynalar, / rusunun cevabına ayak uydurur. Öz
çoktan yitirdik hayali... ” Aynanın dım / ve hiç âşinâ olmadım hayata...
aynasına kalemini fırlatır, parçalar
kararması, yaşamın içinde kendi- hem aynayı hem kalemini. “Kaybo- / dahası, sanki ben âdetâ / yırtık bir
mizi unutarak, kaybetmemizdir. luş ve özlem” yazarı bir adım öne yalnızlık / gibi dolaştım / kimlerdim
Kayboluş bölümünün son şiiri getirir. Duygunun ortak alan sını- ve onlara / nasıl yağmıştım, kıştım;
“Kayboluş ve ifşa” gayb-oluşa ha- rında okurla çember çizer. “... insan / alışır mıydım, elbette alıştım; / yo-
zırlıktır: “ Gayb ve hüzün olarak / kendini özler mi? / özler! bizler ili- luma birikti karlar... / âh,nerde şimdi
okuduk kendimizi / sakladık / gö- nekleriz, / bizler, yol sefilleriyiz.../
o eski / intihar süsü verilmiş intihar-
rünmez kıldığımız her şey gibi: / iyi uzakta, kendimin hayâli, / bölük
odalarda yara izi...” ‘gayb’, “ gizli, lar? ”
pörçük ve paramparça; / bir daha
görünmeyen, göz önünde olmayan” görse miydim? / kendine akıyor de- Nereye varır Kayboluş Şiirleri?
demektir. nizler..” Şiirin anlam boyutlarından Nerede durur? Şair kelimelerini
Gizliliği anlamanın, gösterme- bir diğeri ise “özlenen ben”in henüz örter mi? Kelimelerle mi kaybola-
nin yolu, onu saklandığı yerden var olmadığıdır. Ortega y Gasset’in
caktır var olanlar? Var edebilmiş
bulup çıkartmak değil, gizli olana “İnsanların çoğu olmayı beklediği o
kendi kendisi’ne durmadan ihanet midir ‘şey’i? Hangi araçla ? – Keli-
karşı körleşeni şiirle gizli olana yö-
neltmektir. eder,” çıkarımı özlem duygusunu melerle “ağaçlar vardı hani kayın,
canlı tutar. “insan kendini özler mi? meşe ve köknar; / ve niçin biz on-
Kayboluşta parçalanan söz di-
zimleri Gayb-oluş’ta büyük resmi / özler! nerdesin ben? / bulsam da lara ad verdik diye varlar ?”
görme çabasına iter okuru. Okurun bir mühür gibi / hayatımın eski def-
Hilmi Yavuz sözünü ata bindirip
önünde yürüyen şair, burada iki terinin / soluk,lekeli,özürlü,, / çizgili
ve saman / kâğıdına geçirsem... / ‘ kılıç oynatmaz, kelimelerle var et-
adım geriler ve kulağımıza fısıldar
benim sanki ben şimdi ne değil- tiği düzlemde aynı merkezden çem-
şiirini. İvmesini sabitler, mesafesini
korur. “ deniz bir oluş, köpük kay- sem...’ ” ber yuvarlar. Gayb-oluş’un son şiiri
boluş; / ben Gayb-oluş’a bağlandım; Keder, yıkıntılarla yamalı oda- okurun anlamlandırma eylemini ce-
/ kayboluştan Gayb-Oluş’a adım mızı inşa etmek için yeterli mi? Ya- vaplar.
“sözlerime yoksulluk taşıyan varsıl bir dil oldum kendim.
o kadar çok ben’ dendim ki...
velhâsıl:
anladım mıydı?
anlamak?
nasıl?
nasılsa geçmiyor bu son fasıl!”
9
12. YERALTINDAN NOTLAR:
DOĞUR ÇARP YOK ET
Deniz DENGİZ
“B
aylar, yemin ederim ki, bencilliğiyle ünlü olduğunu hatırlat- sunulan popüler kültürü ortaya çı-
her şeyi fazlasıyla anla- madan geçmek felsefe tarihine kardı. Bazı ilkçağ düşünürlerini
mak bir hastalıktır; ger- büyük bir leke sürmektir- başlayan seven insanlar, popüler kültüre söv-
çek, tam manasıyla bir hastalık,”* ademoğulları yavaş yavaş ideoloji- güler dizdiler ama onlar da bili-
diyerek bir haşere bile olamadığını lerin yarattığı daha somut gerçek- yordu bir gün kaybolunabileceğini.
açıklıyordu Mihayloviç Dosto- lere tutundu: makam, para, unvan, Nitekim çoğu zaman tavizler ver-
yevski. soylu kadınlar, soylu kadınların mek zorunda kaldılar. Sürekli bir
Ademoğlunun dünyaya el attığı, soylu çocukları, estetik değeri yük- şeyleri talep etmek zorundaydı
daha doğrusu yeryüzüne atıldığı sek tuvaller, dünyada eşi benzeri bu- insan ve bu talep hırsı, M.Dosto-
andan beri hiçleşmenin başkalaşı- lunmayan kitaplar… yevski’nin dillendirdiği gibi “insa-
mın başlangıcı oldu “her şey” kav- Yavaş yavaş, madde bencilliği, nın kasten, şuurlu olarak zararlı,
ramı. İnsanlar önce materyal algı ve duygu bencillikleri yerini manasız hatta son derece budalaca
topladılar, sonra onları işleyerek aldı insan zihninde; önce aile kav- bir arzuya kapıldığı bir durum, tek
maddeler yaratma daha sonra yara- ramı ortaya atıldı ve çağdaş toplum bir durum vardır: Yalnız akla uygun
tılan maddeler üzerine felsefeler başlığı altında bu kavram bir güzel şeyler istemek zorunda kalmayıp,
kurma, felsefenin biriktirilmesiyle silindi, yerini dostluklar aldı. ne kadar manasız olursa olsun iste-
düşünceler doğurma derken akım- M.Dostoyevski’ye bu noktada tek- mek hakkına sahip olmak…”
lar, ideolojiler, kurgular, metinler, rar dönüş yaparsak onun kelimele- Doğru ya da yanlış insanların is-
resimler, fotoğraflar… Ademoğlu- riyle “kesin olarak verilen kararlarla temleriyle doğdu: Savaşlar, barışlar,
nun yarattığı hatta yaratırken çoğu hemen ardından duyulan pişmanlık- aşklar, nefretler, iyi ve kötü gözüyle
zaman Tanrı’yla büyük münakaşa- lar arasındaki hummalı duraksama- bakılan tüm hisler ya da birçok kez
lara giriştiği materyal dünyası… lar,” oldu dostluklarımız. utanmamıza ya da bayağı olduğuna
Akımlar doğurdular, ademoğlu İşin içine hormonların da girme- ant içebileceğimiz popüler kültür…
bencilliğini kelimelerin ötesine giz- siyle soyut kimliği altında somut- Ademoğlunun dünyaya atılı-
ledi. İdeolojiler yaratıldı, ademoğlu lanmış olan “aşk” girdi; ademoğlu mıyla başladı, yaratma, çarpıtma ve
yine sinsice kelime arkasında bek- şiiri doğurdu, resmi çoğalttı, müziği yok etme arzusu. Kimi zaman cılız
leyip paragraf bitiminde cebini dol- yarattı, zihindeki materyal ve duy- bir gülümsemenin altına gizlendi
durmayı düşledi, ilk çağda zihnini gulardan çalma hırsı aşka yansıttı, kimi zamanda fazla cesur insanların
doldurmakla – ki birçok filozofun yine çağdaş sıfatıyla sofralarımıza bıçak darbelerine. Her ne mekan,
Umursama
Kardelen DALOKAY
zehir dilin kusuruysa
büyük büyük yutkunmak lazım.
hatta kesiklerden içeri öğütmek, yormak…
günün doğuşundan da batışından da daha yabancıdır dil,
hem doğuyu hem batıyı zehirler.
10
13. zaman, boyut değişimi olursa olsun
tek yönlüydü insanların yararı ve za- ihtiyar
rarı: Bilgilerin eşit oranda bilinebile-
ceği gerçeği. İşte bu noktada “ her Merve Akbaydoğan
şeyi anlamak, hastalıktır,” sözü tekrar
düşüyor kağıt üzerine ya da birçoğu-
muzun bir film sahnesinden hatırla-
yabileceği şu replik: Ignorance is
bliss. **
Yarattığı dünyada yok oluyordu
insan tıpkı bildiklerinin yanında bo-
ğulduğu gibi. Çok fazla his tattırılı-
yordu kendisine; çok fazla kapıyı aralık bırakan
düşünüyordu; düşündüğü oranda so-
rular soruluyordu ona; sorulan soru- ben değilim.
lar yerini sorgulamalara bırakıyordu; her şeyin gaipten
sonunda insan yargılanıyordu; bir gün -sanrıdan
bir bıçak darbesiyle, bir kurşunla ya
da en ağır olabilecek birkaç cümle fır- ibaret olduğu
latılıyordu insanın üzerine… tek çizgi bir ürkü bu.
O gün ölüyordu insan. Yaratma-
dığı, çarpıtmadığı belki de yok etmek
kötücül düşleri gerçek,
istemediği – sadece devamlılık yok-
lamasını tamamlamak istediği- dün- iyisiz devinen yaşam.
yada diğerlerinden daha çok cümle seni,
kuruyor, ya da duyuyor diye öldürü-
tam da burada buldumdu ihtiyar
lüyordu.
İşte o zaman kağıt üzerine bırakı- gözlerindeki kumu dök biraz.
lan birkaç kelime, yerini mürekkebin yavaşla.
sıvısının donukluğuna bırakıyordu, çoğu kez eşikte kalmak
Bir insan ölüyordu cümleleri, ke- yeni bir adımdan yeğ.
limeleri belki de yapacaklarıyla…
geriye doğru,
Bir insan ölüyordu büyük ihtimal
ona ‘deli’ diyorlardı. geçmişe
Ölen insanların sayısı günden çağla
güne artıyordu. çağla
Ve yaratan, çarpıtan, yok eden çağla!
ademoğlu affını doğaya bırakıyordu.
bununla oyalan.
Asırlardır yok oluşa bırakılan
doğa konuşuyordu şimdiyse. adımları sar başa
Vazgeçer insan. Bulamayınca az az…
vazgeçer. Bırakır. İşte o zaman kendi
yapamadığı çağrıyı doğaya bırakır.
“Yok et beni! Çünkü, cehaletin
maskesini takmak daha az acıtıyor,
kelimeleri. ”
*Dostoyevski – Yeraltından Notlar
** The Matrix
11
14. On The Road Mandalay
Rudyard Kipling
By the old Moulmein Pagoda, lookin’ lazy at the sea
There’s a Burma girl a-settin’, and I know she thinks of me
For the wind is in the palm-trees, and the temple-bells they say
“Come you back, you British Soldier, come you back to Mandalay.”
Come you back to Mandalay, where the old Flotilla lay
On the road to Mandalay, where the flying-fishes play
An’ the dawn comes up like thunder outer China ‘crost the Bay.
Ship me somewhere East of Suez, where the best is like the worst
Where there aren’t no Ten Commandments an’ a man can raise a thirst
For the temple-bells are callin’, an’ it’s there that I would be
By the old Moulmein Pagoda, lookin’ lazy at the sea
On the road to Mandalay, where the old Flotilla lay
With our sick beneath the awnings when we went to Mandalay
O the road to Mandalay, where the flyin’-fishes play
An’ the dawn comes up like thunder outer China ‘crost the Bay.
12
15. Mandalay Yolunda
Rudyard Kipling /Çeviren: Erkut Özkan
Yaşlı Moulmein Pagoda’da tembel görünen denizde
Bir Burma kızı oturur ve biliyorum beni düşünür
Palmiye ağaçlarındaki rüzgârlara karşı tapınağın çanları der ki:
“Geri gelin, siz İngiliz askerleri, Mandalay’a geri gelin.”
Mandalay’a geri gelin, eski küçük filonun gittiği yere
Kısa ve güçlü küreklerini duymuyor musunuz Rangoon’dan Mandalay’a.
Mandalay yolunda, uçan balıkların oynadığı yerde
Ve gök gürler gibi tan vakti erişir Çin’in karşısındaki koyda.
(…)
Suez’in doğusunda bir yere gönder beni, en iyinin en kötü olduğu
On Emir’in olmadığı yere ve bir adamın susuzluğu kaldırabildiği
Tapınağın çanlarının çağrısına karşı ve orada ben de olabilirdim
Yaşlı Moulmein Pagoda’da, tembel görünen denizde
Mandalay yolunda, eski küçük filonun gittiği yerde
Hastalıklarımızla birlikte tentenin altında, Mandalay’a gittiğimizde
Oh Mandalay yolunda, uçan balıkların oynadığı yerde
Ve gök gürler gibi tan vakti erişir Çin’in karşısındaki koyda.
13
16. ADIM KOLEKSİYONU
Didem DEMİR
- Ne kadar zamandır bu eşyaları çekmecesine boy sırasıyla yerleşti- tirdi; gri renk kumaş pantolon, pa-
‘topluyorsunuz’? rilmiştir. Sıradaki koleksiyon… muklu çoraplar, biraz yıpranmış
- Epey zaman oldu sanırım. Ben Her yer dolu; balkon, salon, ama hala temiz bir çift çamaşır, iki
diyeyim on iki yıl, sen de kırk yüklük, banyo, mutfak… Herkesin, farklı renkte gömlek. Bavul toplan-
sekiz… her şeyin bir yeri var, değiştirilmesi mıştı.
“Topluyormuşum! Ne topla- imkânsız! Bir koleksiyoncunun yıl- Veda kelimeleri yazamadı ama
ması, çöpçüler toplar! Ben çöpçü larca düzenli veya düzensiz ama en bir veda turu yaptı. Tek tek gülüm-
müyüm? Ben onları biriktiriyorum.” çok özenle biriktirdiği – en ufak sedi her birine, fötr şapkasıyla se-
Bir saati aşkın zamandır karşı- parçalardan oluşmuş olsa bile- her- lamladı onları. Birkaç tanesinin –
sındaki genç kadınla konuşuyordu. hangi bir koleksiyonunu yok etme- belki de ona en çok yarenlik eden-
Dörde katlamış zamanlardır biri- sini, çöpe atmasını isteyemezsiniz. lerinin- ilklerini aldı ve sokağı gören
siyle bu kadar uzun ömürlü bir ko- O da istetmedi. Mahalle ahalisi ise pencerenin pervazına özenle yerleş-
nuşma yapmadığı için karşısındaki bir değil tüm koleksiyonlarını çöpe tirdi. Orası dolduğunda son bir kez
hanımı, oturduğu koltuğu bile ya- buyur etti. Komşular imza topladı, salona baktı. Bavulunu aldı dışarı
dırgıyordu haliyle. Karşı taraf da davalar açıldı. Adalet yerini buldu- çıktı. Akşamüstü hava ne de güzel
pek yardımcı olmuyordu. Sorduğu bulmadı. “Çöp ev burası, çevrenin serindi. Sokağa çıktığında yüzünde
her sorudan sonra attığı küçümse- sağlık koşullarını tehlikeye atıyor,” hala bir gülümseme taşıyordu hatta
yici bakışlar yaşlı adamın ağzının denildi ve elbet yaşlı adamın evden çocukça bir sırıtma. Sokağın tam or-
kenarından atlamayı bekleyen tüm gitmesi istendi. O evden çıkarsa ev tasına geçti. Gizli balkon bekçileri
kelimeleri kurtarıyordu içeriye rahatça temizlenirdi. şimdi açık seçik, galibiyetin cesare-
doğru. Elbet atlamayı bekleyen ke- “Yapacak bir şey kalmadı. Ka- tiyle yaşlı adama bakıyorlardı. O da
limeler de küçümseyen bakışlar da rımı vedasız bıraktım en azından onları gördü. Bir selam da onlara
yorulacak, biteceklerdi. onlara bir mektup bırakmalıyım. bağışladı. Kendi penceresine döndü
Usulen hanımefendi merdiven- Kalıcı bir veda.” el sallamaya başladı. Komşular deli
lerde gözden kaybolana kadar ka- Sevgili biblolarım, gazetelerim, olduğuna kanaat getirdikleri adamı
pıda bekledi. Aklına getirilen son çay kaşıklarım, sabunlarım, ayak- dikkatle takip ettiler, çekirdek me-
çarenin de bir işe yaramayacağını kabı çekeceklerim, masa lambala- zesi yapacak yeni konuyu bulmanın
anladı o vakit. Peki, şimdi veda rım, kapı önü paspaslarım, iştahıyla. Arkasını döndü yürümeye
etme vakti miydi? Veda etmek kolay kurutulmuş kaktüslerim… koyuldu arada bir duralayarak.
mıydı zor muydu? En son karısına “Yok, olmadı böyle. Benim “Vazgeçtiğimi sanmayınız! Yeni
veda etmiş olmalıydı. Yani öyle ge- küçük veda mektubu bu gidişle bir koleksiyonum bu! Adım bir, adım
rekirdi, ölene veda edilirdi. Yatak- destan olacak. Üstelik ya onlardan iki… Adımlarımın koleksiyonu.”
taki boş taraf, o neydi peki? Demek birinin ismini unutursam? Olur mu
ki veda etmemişti. olur, yaşlılık eninde sonunda. Peki,
1 Ocak 1960, 1 Şubat 1960, … , şöyle olsa…”
1Aralık 1960 tarihleriyle devam Yıllar yılı bana destek olan ‘tüm
eden sadece ayın ilk gününe denk koleksiyonlarım…
gelen gazeteler salonda güneş alma-
yan köşede en eski tarihten en son “Olmaz, olamaz. Onca yılın bi-
eklenen tarihe doğru dizilir. Karpuz rikimini iki kelimeye sığdırmak,
kollu balo elbiseleri giyinmiş zarif öyle mi? Tüm koleksiyonlarım. Bu
hanım bibloları eski maun tuvalet iki kelime onları taşıyamaz.”
masası üzerinde olmalıdır. Kokuları Birkaç sayfa daha buruşturdu.
da renkleri kadar çeşitli, şekilli sa- Zaman ilerledikçe bir insan için pes
bunlar –sabunun ait olduğu yerde- etmek kolaylaşıyordu, daha tatlı gö-
banyodaki dolaptadır. (Kullanılma- rünüyordu. Beyazı sarıya çalmış
yan gözde tabii…) Her birinin üze- gardırobun üstündeki bavulunu aldı.
rindeki işlemenin elbette ki farklı Eliyle tozunu sildi. Açıp ilk olarak
olduğu kaşıklar, salondaki vitrin içine gri kruvaze ceketini yerleş-
14
17. DÖNME DOLAP
Deniz ÖZEREN
Bir şehri bırakıp gitmek ne şakaklarımda attığını duyumsuyo- “Hadi oğlum! Hadi kocaman
kadar zor olabilirdi? Yeşil pencere- rum. Tık tık tık… Ritmini hiç yitir- kamyona binelim ve yeni evimize
leri, Arnavut kaldırımları ve hüznün meyen atışlar arasında, onun mavi gidelim.” Küçük çocuk elleriyle ku-
bütün çatlaklarından sızan pırıl pırıl gözlerini yakalıyorum. Bu çok nadir laklarını kapadı.
güneşi ile bana tüm kapılarını açmış oluyor. Gözlerini görebilmek, bir an Bir çocuk için bir şehri bırakıp
yepyeni bir şehir bulmak ne kadar olsun annesi olduğumu bildiğini gitmek ne kadar zor olabilirdi?
zor olabilirdi? Ah evet! Artık yal- hissedebilmek… Ah o kadar nadir Kır saçlı adam ve genç kadın ço-
nızca ben değilim bu yeni şehrin öz- oluyor ki! cuğa yaklaştılar. Arun kulaklarını,
lemini iliklerinde duyumsayan. Bir Arun, kollarını iki yana açıp gözlerini yaşamakta olduğu gerçek-
de sen varsın oğlum. koşmaya başladı. Çocuğun çığlık- liğe tamamen kapatmış, kendi dün-
Bembeyaz, minik ellerini kendi ları arasında bir iki kelime yakala- yasına çekilmişti.
elleri içinde sıktı. Dudaklarına gö- yabilmek için kadın dikkat kesildi. Dünyasının neye benzediğini
türüp öptü. Ne söylemeye çalışıyorsun merak ediyorum. Etrafta elleri olan
Seni kucağıma aldığımda küçü- Arun? Bu gürültü hiç bitmeyecek mavi kelebeklerin uçtuğu, insan bo-
cüktün. Şimdi ise bu şehri ardında öyle değil mi? Sen asla “anne” di- yunda çiçeklerin tarlalara kurulduğu,
bırakamayacak kadar büyümüş yü- yemeyeceksin. Konuşmanın, keli- kimsenin konuşmadığı yalnızca çığ-
reğinle yanımda duruyorsun. Sahip- melerle dans etmenin keyfine asla lık attığı o garip dünyasında evini ne-
lenmek sana göre değildi. Bir varamayacaksın. İşte bunu bilmek reye sığdırmıştı? “Benim” dememişti
oyuncaktan diğerine geçerken bak- beni parça parça ediyor. hiç. Ya da demişti fakat ben duyamı-
mazdın geride neyi bıraktığına. Ye- yordum.
Taşıma kamyonu tam vaktinde
niye olan açlığın bitmezdi. “Oğlum konuş benimle!”
evin önünde durdu. Çoktan paket-
Küçük çocuk, pencere demirle- lenmiş eşyalar, oyuncaklarla dolu Beş yaşına geldin. Hala tek ke-
rine gözlerini dikmiş, öylece duru- karton kutular kamyona yerleşirken lime duyamadım senden. Biliyorum
yordu kaldırımda. çocuk susmuştu. Parmaklarını birbi- farklılığının getirdiği bir şey bu ke-
Saatlerdir artık senin olmayan rine kenetlemiş, iki yana sallanı- limesizliğin. Sesini duyabildiğim
bu beton yığınını izliyorsun. Ne yordu. için şükrediyorum her gün. Daha
zaman gözlerini ayıracaksın ondan? fazlasını beklediğim için utanmalı
Normal bir ebeveyn olmanın mıyım? Hayır!
Ne zaman benim burada olduğu- neye benzeyeceğini düşünmeden
mun, seni beklediğimin farkına va- edemiyorum. Oğlumla yeni bir Adam ve kadın, çocuğun kollarını
racaksın? Senin dünyana dahil şehre adım atmanın heyecanını, so- sıkıca tuttular. Arun’un bağırışları kal-
olabilmek için ne gerekiyorsa yap- kaklarını tek tek gezip, gelip geçen dırım taşlarından, cadde isimlerinin
tım değil mi? yazılı olduğu tabelalardan aşağı aktı ta
insanların yüzlerindeki anlamlardan
Genç kadın, kapı önünde onları şehrin batısına kadar. Adam ve kadın
hayat hikâyeleri yazmanın keyfini
bekleyen adama işaret etti. Kır saçlı anne ve baba olmayı başaramadıkları
yaşamayı istiyorum. Kendimden
adam kaldırım taşlarının çizgilerine hissine kapıldılar bir an için. Sadece
utanmalı mıyım? adam ve kadın olabilmenin özlemini
basmamaya özen göstererek yanla-
rına geldi. “Gitme vakti Arun.” duyumsadılar en derinlerinde.
Kendimle vakit geçirmeyeli ne Lütfen bağırma! Sus artık!
çok oldu! Bir kitabın sayfalarında Çocuğu arabanın arka koltuğuna
zamanı ufalamayı, dışarıda yemek yerleştirdiler. Kapıları kilitlediler.
yemeyi, yüzmeyi, pencereden so- Kamyon hareket etti. Yeşil pencere-
kağı izlemeyi ne çok özledim! Yeni leri ve gülümseyen insanları olan
bir şehrin vaat ettiği onca bilinme- şehre doğru yola çıktılar.
yeni hiç keşfedemeyeceğimi düşün- Bir şehri bırakıp gitmek ne
dükçe öfkeleniyorum. Öfkenin kadar zor olabilirdi?
15
18. BİR GERİYE DÖNÜŞ HİKAYESİ
Kemal ÖZDEMİR
U
ykuda alınan düzenli ne- birçoğu. Biz de bindik az sonra bi- Nedir bu. Kahkaha attı şöyle bir,
feslerden, yorgan saatler- rine. Muharrem bir kâğıt verdi şo- ‘İlahi Meryem abla parfüm bu
dir aynı hareketi före. İçimden dedim Herhalde şimdi ayol. ‘Lacoste’. Beğendinse al
yapıyordu Hasan’ımın üstünde. gidiyoruz amcaoğluna. Öyle demişti senin olsun.’ ‘Benim olmayanı is-
Heyecanlıydım elbet. İlk kez bir muharrem. ‘Bir zaman amcaoğlum temem ben. Hem o ne öyle. Yok,
gece bu kadar önemliydi benim Halit’te kalacağız sonra kendimize yok iyiyim böyle ben!’ dedim.
için. Umudumu kaybedecek gibi bir yer tutarız.’ ‘İyi’ dedim. Ne di- Salon bizim kümesten az daha bü-
olsam da bir ara, bekledim. Gelip yecektim ya başka. Yolda bir sürü yüktü. Ama televizyonları koca-
bu ızdıraba bir son vereceğini bili- araba vardı. Binalar, koca koca gök- mandı. İncecikti. Duvarda öylece
yordum. Geldi. Usulca doğruldum delenler… Meğer ne büyük yermiş duruyordu. Dedim herhalde inşa-
Hasan’ımın yanından. Uyanmasın bura dedim. Kadınlar pek farklıydı. atken koydular buraya arkasını da
dedim. Gidemem yoksa. Açtım Adamların çoğu bizim köyün muh- duvara gömdüler. İçime söylüyo-
tahta kapıyı çıktım evden. Muhar- tarı gibi giyinmişti. Dedim burada rum sanıyordum ya, meğer ağzım-
rem’im tam karşıda odamın pen- ne çok muhtar varmış. Eh tabii bura dan düşünmüşüm. Bir daha güldü,
ceresine bakan kaldırımda bizim gibi kaç eder... bu kez daha kuvvetlice. ‘Âlem ka-
bekliyordu. Koştum... Az sonra bir ara sokakta dur- dınsın Meryem abla. LCD televiz-
Gece yarsı köyün sokaklarında duk. Muharrem para verdi adama yon o ayol.’ He bildim dedim.
ilk kez dolaşıyordum. Gündüzden indik. Bir binanın girişine geldik. Sussun diye. Nereden bileceğim
farklıydı. Korkuyordum ama ’ya- Düğmeler vardı bir sürü. Yazılar ya, köyde ne arar ‘elidi’ midir her
nında Muharrem var ya Meryem yazıyordu. O zaman bilmiyordum neyse. ‘Söylemesi de pek zor val-
korkma’ diye geçirdim içimden. Az okumayı. Seçemiyordum. Nedir lahi. Nereden buldunuz siz bu
sonra gara geldik. Bir geceleyin bir bunlar diye düşünürken muharrem isimleri.’ Dedim. Güldü yine. Ne
de gündüz Ankara’ya İstanbul’a ‘ Zil bu Meryem. Buradan basınca dedimse gülünecek. Soğumaya
Konya’ya otobüs giderdi bizim bu- yukardan kapı çalınıyor.’ Dedi. Bir başladım ondan. Pek havalı gel-
radan. ‘ Ankara ’ derlerdi. ‘Büyük vakit yine gelmişti buraya. Meğer meye başlamıştı. Biran önce
şehir. Yutar adamı’. Muharrem bir ne çok biliyormuş beyim dedim. dedim, gitsek, kendi evimiz olsa…
hafta kadar önce, Ankara’ya gidece- Açıldı kapı çıktık yukarı. Bir ka- Hayallerimin hemen hemen
ğiz Hazırla bohçanı demişti. Şimdi dınla beraber karşıladı bizi Halit. yarım yıl sonra gerçekleşmesi beni
otobüsteydik... Sevdiceğiymiş. Güzelce bir ka- hayli bezdirmişti buradan. Artık da-
Uyuyakalmıştım karanlığı izler- dındı. Yaşı en çok yirmidir dedim. yanamıyordum ben onlarla yaşa-
ken. Sabah gözlerimi açtım ki dur- Daha büyük değildir. Pek güler maya. Sanırım onlarda bana… Pek
muş otobüs yanımda yok yüzlüydü ikisi de. Kanım kaynadı farklıydık. Meğer şehirliymiş onlar.
Muharrem’im. Kafamı kaldırdım hemencecik. Kızın gözlerinin ye- Biz köylüymüşüz…
şöyle bir, gördüm onu. Şoförle ko- şili köydeki gölün kenarındaki yo- Beş altı ay kadar geçirdik sıkıla
nuşuyordu. Kafasını salladı benim sunların yeşili gibiydi. Koyu… sıkıla. Her işi ben ediyordum. Arka-
ki ‘tamam anladım’ der gibi. Sonra Saçlarına nasıl bir kına yaktıysa daşlarını eve getiriyor yiyip içip gi-
gittim yanına. ‘Ankara’ dedi. ‘Gel- maviydi. Sonradan öğrendim bo- diyorlardı. Sıra iş yapmaya gelince
dik... Burası Ankara Meryem.’ yaları varmış bunların. Küçük- hep başka işleri çıkıyordu. Gelin
Böyle büyükçe bir ev gibiydi bura. çeydi evleri. Bir hoş kokuyordu hasta kız kötürüm. Gelin gelin bizde
Hiç bu kadar adamı bu kadar betonu ama. Anlayamadım ne sürmüşler oturun. Oh ne âlâ. Sefasını onlar ce-
bir arada görmemiştim. Hızlı hızlı böyle. Gül suyu desem değil ko- fasını Muharremimle ben çekiyor-
yürüyordum Muharremin arkasın- lonya desem değil. Kız geldi mi duk. Gece gündüz çalışıyordu ayrı
dan. Herkes bir yerlere koşuşturu- yanıma daha bir fazla geliyordu eve çıkabilmek için. Bu sıkıntıya
yordu. Sarı sarı arabalara biniyordu koku. Dayanamadım sordum. biraz daha katlandık ve ikimizde so-
16
19. nunda hak ettiğimizi aldık. Evimiz harrem’im donuyorum diyordu.
olmuştu bizim de. Bir kapıcı daire- Birkaç saat ne yapacağımı bileme-
siydi. Ama olsun. Bir yerden başla- dim. Gittikçe kötü oluyordu. En
mak gerekirdi. İlerde daha iyilerine sonunda üst komşuya haber ver-
erişebileceğimizi umut ediyorduk. meyi düşündüm. Gecenin bir vak-
Feza
Muharrem geceleri taksiye çıkıyor tiydi ama durum çok kötüydü.
gündüz karşı mahalledeki iki bina- Dayanamadım çıktım, durumu an-
nın kapıcılığını yapıyordu. Bense lattım. İyi insanlarmış gerçekten.
bizim kaldığımız binada yapıyor- Gece demediler uyku demediler Aslı ŞAHİNKAYA
dum aynı işi. Bir gün daha büyük hemen geldiler. Arabaları vardı.
bir eve çıkacağız. O zaman Ha- Hastaneye götürdük Muharrem’i.
san’ımı da alırım yanıma. Köydeki- Bir zamandır nezle gripti zaten.
lere haber eder bakın biz nerelere Öksürüyordu da ‘bir şey olmaz
geldik der kendimizi de affettirirdik mevsimden’ deyip geçiştiriyordu.
hem. Zaman böyle hayallerle geçip Zatürre olmuş meğer. İlaç verdiler.
gidiyordu. Dikkat etmesini tembihleyip, isti-
Yeni eve çıktığımız günden bu rahat etmesi gerektiğini de vurgu-
yana 5 ay geçmişti. Bu sıralarda layıp eve yolladılar.
başım dönüyor ara ara kusuyor- İki gün. Tam iki gün yattı. Azı- umarsız gelip tüner
dum. Annem genç kızlık döne- cık ayaklanır ayaklanmaz tutturdu saçlarım arasına…
mimde söylemişti. Bunun ne işe gideceğim diye. Yapma dedim.
demek olduğunu biraz anlat- akar mor şebnem
Daha iyileşmedin Muharrem boş
mıştı… Belirtiler hamile oldu- yığılır topraklarımda.
ver işi sağlığından önemli mi
ğumu gösteriyordu. Bir gece vakti
dedim. Olmaz dedi. Doğacak ço-
söyledim Muharrem’e. Sevindi.
cuğumuz var dedi. Gitti. Gece- baş verir
Sevindi ya sonra düşündü. Ne ya-
sinde eve daha beter geldi. İşler
pacağız biz? Nasıl karşılayacağız omzumdan yukarıya
çok kötüye gidiyordu hissedebili-
bunca masrafı?.. Hem seni şimdi uzun uzadıya
yordum. Hastaneye yatmak zo-
çalıştırmam ben. Çocuk olunca da
runda kaldı. Bende yanında akar…
çalışamazsın. Neyse... Ben halle-
kalıyordum. Dört gün hastane oda-
derim. Daha çok çalışırım. Daha
çok… Dedi. Daha çok çalıştı… larında geçti. Dördüncü günün ge-
cesinde bir şeyler oldu. Bayılmıştı. doldurur bir bahçeyi
Çalıştı…
Hemen doktorlara haber verdim. dokununca tüm budaklara…
Çok yoruluyordu. Geceleri tak-
Beni Muharremi’n yanından çıkar- yayılır
siye çıkmadan önce bir barda bar-
dılar. Bir dolu doktor üşüştü ba-
menlik mi ne yapıyordu(İçki servis noktasız kalır
şına. Yoğun bakım odasına
ediyormuş işte.). Gündüz baktığı ardında bıraktığı sonlar.
götürdüler. İki saat kadar sonra ha-
binaların sayısını üçe çıkardı. Kış
beri verdiler. Artık iki canlı bir yal-
vaktiydi. Üzerine giyecek kalın bir
nızdım. Elim bağrımda kaldı.
şeyi yoktu. Hastalanacak diye yanar mor şebnem
ödüm kopuyordu. Evden çıkmama Gerisi mi? Cahil bir kadının ba-
benim topraklarımda
izin vermiyordu. Çalıştırmıyordu şında ağası eri olmadan nerelere
beni hamileyim diye. Bir gece eve gider nasıl yaşar? Başa sardı hika- bu bir hezimettir.
erken geldi. Ölüyor sandım. Göz- yem; köye döndüm… Köydeki evi- yol olur
leri kan çanağı haline gelmişti. Ök- mize geldiğimde babam önce bir elemden fezaya…
sürüyordu. Hem de aralıksız. istemedi beni. Annemin “ Koca-
Konuşmasına bile fırsat vermi- sıyla kaçtı, başkasıyla değil ya,” de-
yordu ciğerleri. Hemen içeri girdi. mesiyle bir zaman sonra sarıldı
Bir battaniye getirdim. Bir oda bir babam bana. Beni eve kabul etti
salon evimiz de soba yetiyordu çok şükür. Yoksa cahil bir kadın,
içeriyi ısıtmaya. Hemen yaktım. başında ağası, eri olmadan nerelere
İçerisi çok sıcak olmuştu ama Mu- gider nasıl yaşar?
17
20. EV
Batıhan AKGÜN
U
zun uzadıya düşünmeye yığınlarıyla dolu halde bomboş. Mutfak bizimkinin küçük bir
gerek yok, dedim. Gün bo- Dündar’ı zamanında bu işten dön- kopyası sayılırdı, aynı düzeni kur-
yunca evlere bakıp durma- dürmeliydim. Çok çabuk teslim mak için uygun. Odalar da daha
nın verdiği bıkkınlıktan olacak artık oldum. geniş, planladığım çalışma odasını
devam etmek istemediğime emin- “Tabii yine de geniş,” dedi bal- burada oluşturabilirdim. Çok ama
dim. Tam hatırlayamıyorum kaç kon için “çiçekleri de getirebiliriz.” çok emek isteyecek gibi bu ev. Ya-
tane eve baktığımızı. Bu gittiğimiz pılacak binlerce şey var. Elbette
dördüncü semtti. “ Haklısın.” önce iş bulmayı atlamamak gerek.
Sesimin boş dairedeki yankısı Canım çiçeklerimi çoktan göz- Dündar’ın başarısı beni işsiz bıraktı.
Dündar’ın ayakkabılarının gıcırtı- den çıkarmış olsam da onları da ya- Hayatımda ilk defa dün gece
sıyla birleştiğinde hepten rahatsız nımızda getirme fikri bir nebze iyi geldiğim şehirde sabahtan beri daire
olmuştum. gelmişti. daire gezmek beni cidden bıktır-
“Burası bize uyar gibi.” Bizi dinlemediğini belli etmek mıştı. Ayrıca bütün bu düşünceler…
“Balkonu caddeye bakıyor için cep telefonuyla uğraşan em- En iyisi her şeye bir an önce başla-
ama?” lakçi tok sesiyle söze karıştı. mak olacak. Kabullenmek durumu
“Buranın şanslı yanı, çok yakı- daha acısız hâle getirir.
Evet balkon… Yüzlerce kilo-
metre uzakta bıraktığımız evimizin nında bir piknik alanının olması…” Bakışlarımız kesiştiğinde tamam
balkonu ıssız bucaksız çatılar deni- Laf laf laf. Duymak istemiyo- demem yetti. Daha fazla söze gerek
zinin üzerinden doğan güneşi gö- rum. Emlakçi önde biz arkada diğer yoktu. Dündar da emlakçiye döndü.
rürdü, buradaysa sadece otobüs odalara bakmaya geçtik. Ayakkabı- “Tutuyoruz.”
durağı ve dükkânlar var. Pazar sa- ların yankı korosu sazı devraldı, sa- Emlakçinin yüzünde enli bir gü-
bahları “huzur kahvaltısı” alışkanlı- atlerdir aynı müziği dinliyorum. lümseme vardı.
ğımızdan vazgeçmek zorunda
kalacaktık. Gerçi geride kalanların
yanında bu bir şey değil. Müdavimi
olduğumuz balıkçı, annemler, onun
annesi, Lale, Ceyda, Sonay, Tolga,
ikinci iş yerim hâline gelen kütüp-
hane, Binnur, Ayten Hanım, Yalçın
Amca, dostlar, komşular, her şey…
Sanırım öylesine çocukça bir he-
vesle bütün duvarlarını aynayla kap-
lattığımız oturma odasını da çok
özlerim.
Evliliğimizin on bir yıllık tanığı,
her santimetrekaresi bizden olan yu-
vayı ve yaşamlarımızın neredeyse
tamamını geçirdiğimiz şehri bırak,
kariyer peşinde buralara gel! Şimdi
o ev peşimize takılmaya hazır koli
18
21. GECE GÜNDÜZ
Kardelen DALOKAY
Bütün ışıklar sönsün istiyorum. ruyorum artık,önümde kağıtlar. rımla (onlar başkalarının da olsa)
Yarattığım geceyi sonuna kadar ya- Artık ellerim işliyor durmadan. yaşıyorum. Kendime en yakın oldu-
şamak için. Devamlılığı sağlamanın Kapı çalıyor ya da telefon. Ben yaz- ğum an, işte o an. Annem hep derdi:
yolu gecede… Onu öyle tasarladım. dıkça insanlar bekledikleri gün için ‘geceyi yazan hem kendini hem
Herkes için en verimlisi,en güven- uyuyorlar. Ben de onlar için yıldız- uyuyanı sevindirir.’
lisi olmalıydı. Tahmin ediyorum ki ları söküyorum birer birer. Yavaş
öyle de oldu. Kiminle konuştuysam Bir iki köpek ağlaşıyor dışarıda.
yavaş gündüz oluyor. Yorulmuyor
halinden memnun. Şimdi her şey- muyum? Yoruluyorum. Günün ilk ışıklarını yazdığımı göre
den önce geceye güvenmeyi öğren- üşümüş köpeklere armağan ediyo-
Uykusuzluğuma da kızmıyo-
dim; gündüzün varlığı için. rum onları. Belki zamanın birinde
rum, hayır. Hiç sevmediğim insan-
Aralarındaki dengeyi, uyumu kav- dokunmuşluğum olan köpeğin biri
rayıp sıvadım kolları. Şuan işe ko- lar bile uykusuzluğumdan hoşnut.
Bir tek babam sevmezdi; ama o beni de üşüyor, üşümesin. Bu durumda
yulma vaktidir. El yordamıyla
de sevmezdi ki. Annemi severdi en acele etmek şart oldu. Zaten bitir-
buluyorum masa lambasını yakıyo-
rum. Önce masa sonra oda aydın- çok. Onun gündüzlerini severdi. mek üzere olduğum geceyi tamam-
landı, gölgelendi. Duvarda güzel bir Yazdığı kağıdı bile severdi. An- lıyorum. Yazıyla beraber bitiveriyor.
kızın fotoğrafı belirgin. Her gün ol- nemse beni severdi. Ben ikisini de
Kalktım masadan. Hemen ya-
duğu gibi bugün de dalıyor gözlerim sevmezdim. Kendime kızmıyorum
nındaki bavulu aldım. Odanın son
ona uzun uzun. Ona içerlemiyorum, tabii.
aydınlığında güzel kıza bakıyorum
hayır. Hak bile veriyorum. Kendine Ama yazdıklarımın böyle çabuk
yeniden. Annemin, köpeklerin,
bile dayanamazdı ki bana dayansın. tükenişine, gecenin gidişine kızıyo-
Yine de yıllar sonra güneşi de ayı da rum. Gitmekle kalmıyor,beni ora- güzel kızın işimden memnun olup
onun için yazıyorum. Bazen yağmur dan oraya sürüklüyor. Düzenleri de olmadığını tek tek göreceğim. Yere
bazen de kar. Sıkılmasın diye. Ben yaşamları da fark edemiyorum. düşmüş kağıtları da toparlayıp çık-
de sıkılmamak için sandalyeme otu- Oysa geceyi yazarken onu insanla- tım evden. Yine batıya doğru…
Beyaz Ölüm
Onur YILMAZ
yüksek surların etrafında
nasırlı sandalyeler
rüzgârın aksisedasıyla uçan topuklar
acuzelerin afili ağrısı
…
beyaz ölümün geçmiş çağrısı ;
yarının kıyısında demlenir.
19
22. HAG
Harun CÜCEOĞLU
Çölün ortasında küçük bir kuyu- verir ve emirlerini en iyi biçimde hazırlanıyordu. Bir çılgınlık yaptım
nun etrafına kurulu bir kabile kö- yerine getireni kendinden sonraki ve herkesin ortasında Hag’ın karşı-
yünde yaşıyordum. Kabile üyeleri tanrı yani oğlu ilan eder. Hag’ın yaş- sına geçip ona bir soru sordum:
gibi isimsizdi köyüm. Sadece lanmadığını halka kanıtlaması için “Yüce tanrı Hag! Bize hem
Hag’ın ismi vardı, tanrı Hag’ın… her ay kabilenin etrafında iki tur yü- başka kabilelerin tanrılarıyla savaş-
Hag, herkesin babası ve hepimi- rümesi gerekir. Eğer yürüyemezse tığınızı söylüyorsunuz hem de tek
zin yaratıcısı olduğunu söylüyordu. onun tanrılık süresi dolmuş demek- su kaynağının kabilemize ait oldu-
Hag’ın babasının da büyük babası- tir. Bu durumda tanrılık onun seçe- ğunu, başka yerde su olmadığını
nın da onun büyük babasının adı da ceği yardımcıya geçer. Diğer söylüyorsunuz. Peki diğer kabilele-
Hag’mış. Bu kabilede tanrılık baba- yardımcıların da kellesi kesilir, on- rin insanları suyu nereden buluyor-
dan oğla geçiyor. Her ne kadar öz ların yerine beş yeni yardımcı seçi- lar?”
oğlu olmasa da oğlu sayılıyor sıra- lir. Bu böyle sürüp gider. İşin ilginç
Hag dik dik baktı bana ama
daki tanrı. Hag’ın yedi ceddi ya- yanı, halk bu sistemin ortadan kalk-
yanıt vermekte çok gecikmedi:
lancı, kendisi gibi... ması için kılını bile kıpırdatmaz.
“Onlar su içmeyen vahşi yara-
Bizim kabilenin akıllara zarar Ben Hag’a inanmıyorum. Onun
tıklardır.”
adetleri, kuralları vardır. Bunlardan söylediği, yaptığı her şey aldatmaca.
en korkunç olanı her kabile üyesinin O usta bir yalancı. Bu çok açık ama Usta bir yalancıydı o. Başka bir
on yaşından itibaren yılda bir par- kabilede kimse bu gerçeği göremi- şey söylemeden uzaklaştım yanın-
mağının kesilmesidir. Yirminci par- yor. Ben ne parmaklarımı ne de kel- dan.
mağı kesilen kişinin sonraki sene lemi o ihtiyar için kestirmeyeceğim. Hag bir yere gidince yardımcı-
kellesi kesilir. Hag bunu kendisi gibi Bazen kaçmayı düşünüyorum bu ları tanrı kesilirdi, oraya buraya
parmaksız kalmamız için yapıyor. kabileden ama Hag buradan kaçar- emirler yağdırırlardı. Öyle de oldu,
Hag’ın yirmi parmağının yirmisi de sak su bulamayıp öleceğimizi söy- yapmaları gereken işleri bize yaptır-
kesilmiş, bilmediğimiz bir nedenle. lüyor. Onun ne dediği umurumda dılar.
Kabile’de Hag’dan yaşlısı yok; bu olmasa da kaçarsam su bulamamak- Sabah yola çıkan Hag akşama
yüzden parmaklarının neden kesil- tan içten içe çok korkuyorum. doğru döndü. Üstü başı kan için-
diğini hiçbir zaman öğrenemedik.
On yaşıma, kesim gününe on deydi. Anlayamıyordum. Hiç par-
Ortada dolaşan söylentiler olsa da
yedi gün vardı. Günüm gelmeden mağı olmayan bir adam nasıl olur da
kimse Hag’ın parmaksız oluşunun
bir çözüm bulup parmağımı kestir- amansız canavarlarla baş edebilirdi?
asıl nedenini artık merak etmiyor.
mekten kurtulmalıydım. Hag, gelir gelmez kabileyi mey-
Bildiğimiz tek şey, Hag parmak ve
kellelerin kendisine kurban edilmesi Hag her hafta tek başına çölün dana topladı ve halka seslendi:
gerektiğini söylüyor. Hag kambur, derinliklerine gider ve üstü başı kan “Benim sadık halkım! Bugün
sahtekâr, aptal ihtiyarın teki. As- içinde geri dönerdi. Çölün en ıssız, yine sizler için çölün en ıssız, en
lında aptal değil; aksine çok akıllı. en sıcak yerinde diğer tanrılarla sa- sıcak yerinde düşman kabilelerden
Yalanlarıyla kabiledekileri kandırıp vaştığını söylerdi. Kimseyle savaş- birinin tanrısıyla savaştım. Çok bü-
kendine hizmet ettiriyor. mıyordu, biliyordum. Yalan yüktü, olağanüstü güçleri vardı ama
Hag’ın beş yardımcısı olur. On- söylüyordu. Merak ettiğim tek şey o ona dersini verdim. Bir daha ne
ların ne parmakları ne de kelleleri üzerindeki kanların üzerine nereden bana ne de kabilemize yaklaşamaz.
kesilir. Onlar sağlam olmalıdırlar bulaştığıydı. EN BÜYÜK TANRI BENİM! EN
çünkü kabilenin ve Hag’ın sayısız Hag her hafta yaptığı 2tanrılarla BÜYÜK KABİLE BİZİM KABİ-
işine onlar bakar. Hag onlara emirler savaş’ saçmalığı gerçekleştirmeye LEMİZ!”
20
23. Halkı onun önünde eğildi. diğim, nefret ettiğim, korktuğum, Sabah çıktığım yolda akşam olu-
Hag’ın konuşması bittikten sonra korkuttuğum, her şeyin bir arada ol- yordu. Köyüm ufukta görünmeye
kabilenin ağılından getirilen üç tane duğu köyümü özlüyordum. Sevdi- başladı. Sıra dışı bir şey olmuyordu
deve kesilip halka dağıtıldı. ğim herkes oradaydı. Tek doğrusu. Her şey yolunda görünü-
Kabilenin hayvanlarını Hag üç başınalığım canımı sıktı. Geri dön- yordu. Ne olacaksa şimdi birazdan
gün arayla bir yere götürüp getiri- meliydim. Belki bu uzun yürüyüş olacaktı.
yordu. “Onları çölü denetlemek için belki bunca heyecan beni önce ağ- Köyüme vardım. Heyecan, mut-
kullanıyorum. Hayvanlar düşmanı latmış, ardından da uyuyakalmama luluk, öfke hepsi bir arada yaşanı-
bizden daha iyi sezer,” diyordu. neden olmuştu. yordu içimde. Bağırmaya başladım:
Yalan söylediğini biliyordum. Deve- Uyandığımda her yer aydınlıktı. “Hag! Çık dışarı!! Yalancı ihti-
leri kuyunun etrafında büyüyen Karşımdaki su birikintisi güneşten yar!”
küçük çalıları yerken görmüştüm. parlıyordu. Yüzümü yıkadım ber- Belli ki Hag uyuyordu. Ama ba-
Otla besleniyorlardı ve Hag onları rak, tertemiz suda. ğırıp çağırmalarımla herkesi mey-
besbelli ki daha geniş arazilerde ot- Gece vakti göremediğim bir dana toplamayı başarmıştım.
latmaya götürüyordu. Suyun olduğu dolu ayrıntı sarmıştı her yanımı. Onlara Hag’ın bir yalancı oldu-
yerde ot olur. Demek ki Hag’ın git- Çöldeki kaktüslere benzeyen ama ğunu söyledim. Su bulduğumu, çöl-
tiği yerde su vardı. Plan yapmıştım. onlardan oldukça farklı bitkiler den başka bir yaşam alanı olduğunu
Hag’ın gittiği yöne doğru gidecek- vardı karşımda; sonraları onların söyledim. Kan rengi meyveleri on-
tim. Bir şey bulamazsam geri döner- ağaç olduğunu öğrendim. Çiçek- lara gösterdim ve birkaç tanesini
dim, kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. lerle, türlü renkte yapraklarla, ezip üzerime sürdüm.
Gece olunca yola koyuldum. uzunlu kısalı çalılarla, otlarla do- “Bakın Hag yalan söyledi. Kan
Beni görenler oldu ama gidişimi luydu bu tanımadığım yer. değil bu. Kandırdı bizi.’’
umursamadılar. Hiçbir merakı yoktu Bir ağacın dallarından sarkan Bu güzel meyvelerin tadına bak-
bu halkın, diye söylenmiştim yürür- sarı meyveler aklımı çeldi. Merak malarını söyledim.
ken. Bir süre sonra her adımımda ettim tadını ve meyvelerden birini
bastığım yerden gelen yumuşak hı- Bana hak verdiler. Hag’ın bir yalancı
dalından kopardım. Kabuklarını
şırtının yerini tok ve katı ayak ses- olduğunu anladılar nihayet. Herkes Hag’ı
soyup yedim. Tadı çok güzeldi. Kaç
leri aldı. Ayağımın altında kum Hag’ın deve postundan yapılmış çadırına
tane yediğimi hatırlamıyorum ama
yoktu artık, toprak vardı, ot vardı. koştu. Hag yoktu. Uzaklara baktı gözleri-
karnım doymuştu ilk kez. miz. Hag, kaçıyordu. Kimse Hag’ın pe-
Hag’ın yalan söylediğine emin ol-
Başka bir ağaç daha gördüm. şinden gitmedi. İntikam gereksizdi. Hem
muştum. Keyfime diyecek yoktu
Onun da meyvesinin tadına baktım. parmaksız yalancı bir tanrı kulları olma-
artık. Su yalnız bizim yaşadığımız
Eşsiz bir lezzetteydi. Memnun ol- dan ne kadar yaşayabilirdi ki?
yerde değil başka yerlerde de vardı.
madığım tek şey elimin kanama- Kabile toplandı. Zaman yitirme-
Sıra suyu bulmaya gelmişti. sıydı. Kesik yoktu elimde. den göç etmeye karar verdik. Onlara
Biraz daha yürüdükten sonra kar- Kanıyordu elim ama acımıyordu. anlattığım o güzel topraklara, belki
şıma koca bir su birikintisi çıktı. Şimdi anlıyordum Hag’ın elbisele- çok daha güzel yerleri bulmak üzere
Bulmuştum işte. Suyu bulmuştum. rine kanın nerden bulaştığını! Ne yola çıktık
Bağırmaya başladım: büyük bir oyun. Ne büyük bir ya-
Ya Hag’a ben de inansaydım.
“Hag! Yalancı Hag! Hani su nılgı! Hag bu güzellikleri bildiği
Ben de kabiledeki tüm insanlar gibi
yoktu? İşte su!” halde bizi çölde yaşatıyordu. Bize
teslim olsaydım Hag’a… Kaçma-
Gecenin bir yarısı tek başıma bu anlatmıyordu buraları. Ne zalimlik!
saydım, gitmeseydim kabilemden
ıssız yerde bağırıp duruyordum. Ta- Bu tadına doyulmaz meyveleri uzaklara; daha kaç parmak, kaç
rifsiz bir mutluluk vardı içimde. yerken birden aynı şey oldu. Kabi- kelle kesilecekti uyanık bir tanrı uğ-
Kısa süren sevincimin ardından lemi özledim. runa? İyi ki kaçmışım. İyi ki öğren-
hiç yaşamadığım bir duygu kapladı Karar verdim. Kabileme dönüp mişim özlemeyi…
içimi. Korkuyor gibiydim ama anlatacaktım onlara buraların ne be- Bazen özlüyorum o küçük ku-
korkmuyordum, üzülüyor gibiydim reketli ne yaşanası bir yer olduğunu. yunun etrafına kurulu köyümü.
ama üzülmüyordum, seviniyor gi- Onlara Hag’ın yalancının biri oldu- İnanmayacaksınız belki ama bazen
biydim ama sevinmiyordum, hasta ğunu söyleyecektim. Yanıma bir Hag’ı da özlüyorum. Ne yalan söy-
gibiydim ama o da değildi. Özlü- miktar kan rengi meyvelerden alıp lemeli? İnsanın neyi özleyeceği hiç
yordum. İlk kez özlüyordum. Sev- yola koyuldum. belli olmuyor.
21
24. KEDİ GÖZÜ
Aslı ŞAHİNKAYA
B
ak şimdi gerçekten sana yeniden kanıma girmene. Hayır, sen yine yanımdan aynı kurumla
benzedim ne dersin? Bem- doğru değil bu sana özenmiyo- aynı edayla geçtin. Eğilmedin. Tek
beyazım hani seni kıskanır- rum… Özenmek mi, bu da nerden bana değil kimseye eğilmedin. Ne
dım ya! Kıskanmak değil canım çıktı? Eh, sen söyledin ya demin… zaman kızmaya kalksam, yasaklar
nerden çıkarıyorsun bunları? Yüz Sus tamam içimdeki sese rahat ver. koymaya çalışsam sana; punduna
ifadenin o ekmek beyazı renkte eğ- Düşünüyorum da bu zamana kadar getirdin kandırdın yine beni.
reti durmayışına, bütün yüz hatla- niye ensenden tutup atmadım ben Ve en çok içime dokunanda ne
rınla beyazın masumiyetinin seni dışarı? Neden kahrını çektim? biliyor musun? Biliyor gibi bakma
hakkını verişine duyduğum şaşkın- Nasıl seni her izleyişimde çileden yüzüme bilmediğini ikimizde bili-
lığın kıskançlıkla ne ilgisi olabilir çıkarmana tahammül edebildim? yoruz. Evet, babam senin özgürlü-
ki? Biliyorsun işte anlattırma sil Uzaktın hep kendi isteğinle so- ğünü onayladı. Çünkü onaylamak
baştan. Benzedik diyorum, kandırı- kulmadın hiç bana. Bense bu uka- zorundaydı. Bu senin yaşamındı ve
yorum yine kendimi. Nasılda son- lalığından dolayı sana tavır onun tek sahibi sendin. Ben, sen
radan oturtma duruyor başım, bu almaktansa daha çok yanaştım olamadım. Babam da sana duy-
beyazın üstünde. sana, seninle daha çok ilgilendim. duğu saygıyı hiç duymadı bana.
Şuna bak hele hiç umursuyor Su kabını döktün, utanmadın. Sak- Senin kararların vardı benimse
mu? Sahi umursadın mı hiç beni? sıları devirdin akıllanmadın, devir- yapmam gerekenler. Sen yolunu
Şu beraber geçirdiğimiz zaman- meye devam ettin. Koltukları kendin belirliyordun benim gemi-
larda bir kere olsun? Şimdi böyle parçaladın, çıktın yine tepesinde min dümeniyse babamdaydı.
diyince de haksızlık etmiş gibi olu- uyudun. Bense ölüyor olsam bile Biliyorum bizim şefkatimize
yorum. Hayır olmuyorum! Evet aksatmadım vitamin saatlerini. hiç ihtiyacın yoktu ama şöyle boy-
oluyorum. Hayır! Evet, dedim. Sen Tüm bu fedakarlıklarıma rağmen nunu okşayıversem hemen yumu-
sus ben konuşuyorum. Kolaysa
içimdeki sesle değil gerçeğiyle kur
iletişimini. Bir yapamadığın o mu
yoksa? Anlamıyorum nasıl bu
kadar ilgisiz olup da bütün ilgileri
toparlayabiliyorsun üstünde? Bak-
sana yaptığın kalpsizlikleri anlatır-
ken bile rahatsız oluyorum; seni
üzmekten çekiniyorum. Üzülmen
söz konusu olmuyor tabii pek. Piş-
kin de değilsin. Kendine çok güve-
niyorsun desem o da değil. Belki
yaşam seni zorluyor böyle olmaya.
Umarsız, içe dönük, zincirsiz…
Devirdin yine kafanı. Ne zaman
pes etsem bir boyun eğmen yetiyor
22