(Bu yazı 1982 kasımında Atattürkçülüğün ciddi bir hayal kırıklığı yarattığı bir dönemde yazıldı. Bu gün, Atatürk felsefesini kavramış ve yorumlamış, toplumu düşünceleri, görüşleri, bilgi ve bilgeliği ile aydınlatan sayısız düşünürün varlığını söyleyebilmekten mutluluk duyuyorum. K. MERİH)
1. ATATÜRK : RADİKAL, HÜMANİST, POZİTİVİST
Atatürk Felsefesi Bir
İdeoloji'midir?
Doç.Dr. Kutlu MERİH
YENİ İŞ DÜNYASI DERGİSİ- FİLOZOF-ÖNDER ATATÜRK ÖZEL SAYISI,
KASIM,1982
I.GİRİŞ
Tarih misyonu sona ermiş ve politik iradesini yitirerek, Türk toplumunu 1920'lerde yok
olma çıkmazına sürüklemiş bir imparatorluğu, mucize bir Kurtuluş Savaşı ile tasfiye
ederek Cumhuriyet Türkiye'sini kuran, toplumu çağdışı kalmış kurumlardan arındırarak,
çağdaş kurumlarla yeniden örgütleyen, bu kurumlara özgürlük sevgisi ve ileri bir insanlık
ideali aşılayan, Türk devrimine özgü ve tarihte örneği görülmemiş bir kalkınma modeli
oluşturan ve uygulayan Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz ki, bütün bunları bir tarih ve
insan felsefesinden ve insanlık idealinden esinlenerek başardı. Yakın tarihte ortaya çıkan
ideolojilerin insanları sürükleme ve tarihi şekillendirme potansiyellerine bakarak
Atatürkçülüğün de bir İdeoloji olduğu ve bilimsel ve pragmatik olması nedeni ile diğer
ideolojilerden üstün olduğu tezinin sık olarak ileri sürdüğü gözlenmektedir.
Bu eğilim da, başka ideolojileri benimseyen ve hem kendilerini hem de Türkiye'yi çıkmaza
sürükleyen, Türk devrimini ve onun başarılarını kavrayamamış, genellikle okumuşlardan
oluşan kütleleri tekrar Atatürkçülük bayrağı altına toplamak ve onları daha aydınlık, daha
mutlu bir Türkiye hedefine yöneltmek isteğinin bulunduğu kuşkusuzdur. Bununla beraber
her tarih ve insan felsefesinin ideoloji olarak adlandırılmasının doğru olduğu, ideolojilerle
kütleler üzerindeki sürükleyici etkisinin aslında istenir bir etki olduğu ve insanı kendine ve
tarihe yabancılaştıran bir tür dış telkin olan ideolojilerin Atatürkçülüğün insan ve tarih
anlayışı ile uygun düştüğü kuşkuludur. Örneğin Marksizm, toplumun bir azınlığı ve
özellikle okumuşları tarafından coşku ile izlenen bir ideolojidir. İslamcılık da benzer
özellikleri olan bir ideolojidir. Atatürkçülük değildir. Bu Atatürkçülüğün lehine bir üstünlük
olarak yorumlanmalıdır. Bu üstünlüğün kavranabilir hale gelmesi için ideolojilerin
sosyolojik anlamı ve görünümü üzerinde durmak yararlı olabilir.
II. İDEOLOJİK SÜREÇLERİN TEMEL KARAKTERİSTİKLERİ
"İdeoloji" sözcüğü, "sosyoloji" sözcüğü gibi Fransa'da doğdu (18. y.y.); Başlangıçta
düşünce sistemlerinin bitimi anlamına gelmektedir. Bu sözcük, uluslararası sahada
kullanılmaya başlandığında anlamı giderek değişti. Bu sözcüğü Karl Marks, "Sosyal
olarak yanlı, görüş tarzları" anlamında kullandı. Bundan sonra sözcüğün giderek daha
yaygınlık ve karizma kazanması üzerine, "Belirgin ve etkili bir sosyopolitik düşünce
sistemi" anlamına sahip oldu ve Marksizmin kendisi bile, Marks'ın yaklaşımının aksine
ideoloji olarak adlandırılmaya başlandı.
İdeolojiler temelde düşünsel süreçlerdir, fakat, her düşünsel süreç bir ideoloji değildir.
Bunun için bazı sosyokültürel şartların gerçeklenmesi gerekmektedir. Düşünme süreçleri
2. artan bir yoğunluğa göre, sınıflandırırsak bunları; görüş açısı, fikir hareketi, düşünce
sistemi, inanç sistemi ve ideoloji olarak belirleyebiliriz. Bir sonraki süreç bir önceki
süreçten daha kapsamlı ve daha bütünleşmiş ve daha militan bir durumdadır. Bunlar,
aşağıdaki faktörlerin gözlenip gözlenmediği veya hangi yoğunlukta gözlendiğine göre
birbirlerinden ayrılırlar (SHILS).
a) İnsan, toplum,tarih ve insanlık ile ilişkili tezlerde evrensellik vs dogmatik
yargı kesinliği.
b) Bir ahlak ve ortaklaşa bilinç ekseni etrafında bütünleşme eğilimi.
c) Yeniliğe, çeşitliliğe ve karşıt tezlere kapalılık ve direniş.
d) Katılımcıların davranışlarını etkileme ve biçimlendirmede otorite ve etkinlik.
e) İçinde varolunan sosyal çevre üzerinde etkili olma derecesi.
f) Politik tutum ve davranışlarda, otoriter ve militan eğilimler.
g) Katılımcılardan beklenen ve istenen fikir birliği.
h) Savunulan tezleri destekleyen otoritelerin kapsamı ve gücü.
ı) Tezleri gerçekleştirmeyi ve yaymayı yüklenmiş bir politik kurumun varlığı ve
etkinliği.
İdeolojik süreçler, bu özelliklerin yoğun bir şekilde gözlendiği sosyal olgulardır. Örneğin
inanç sistemleri; birleştirici bir politik otoriteye sahip olup olmadıklarına göre, ideolojiye
yaklaşır veya uzaklaşırlar., Buna göre Katolik düşünce bir ideoloji olduğu halde Budizm
değildir.
Bir ideolojik süreç bu kriterler açısından incelendiğinde aşağıdaki karakteristikler
belirginleşir.
a) İnsanın, evrendeki varoluşu ve anlamı ve tarihteki misyonu konusunda diğer
ideolojilerden farklı bir dogma (Ontoloji).
b) Tarihin anlamı, gelişimi ve özellikle gelecekte alacağı son şekil. (Ütopya) üzerine bir bir
felsefe. Genellikle bu felsefe, tarihin insanlığı ideal bir düzene ulaştıracağı bir gelişim
gösterdiğini vurgular (Eskatoloji). Bütün ideolojiler kendilerine özgün bir tarih anlayışına
sahiptir. Bu felsefe doğrultunda izleyicilere cennet görünümünde bir gelecek (Ütopya)
vadedilir. Ütopyasız bir ideoloji teknik olarak mümkün değildir.
c) Ütopyaya ulaşmak disiplinsiz ve koordinasyonsuz mümkün olamayacağından her
ideoloji entellektüel - politik disiplini sâğlayacak ve yoldan sapanları cezalandıracak,
kahramanları ödüllendirecek bir merkez kuruma sahiptir. Bu kurum formel veya informal
bir şekilde örgütlenmiş olabilir. Her iki durumda da ideolojik önderlerin ve bir ideolojik
kültürün varlığını gerektirir.
d) Farklı ideolojiler farklı ütopyalara sahip olduklarından ve bunların gerçekleştirilmeye
çalışılması sosyal çekişmelere yol açacağından ideolojiler esas olarak politik yapıdadırlar.
İdeolojik yaklaşım, karşıt ideolojileri meşru görmediği için bu politika genellikle radikal
eğilimlidir ve şiddete başvurulması sık gözlenen bir olgudur.
3. e) Her ideoloji bir cennet ve buna ulaşmak için bir disiplin öngördüğünden ideolojiler
eğilim olarak totaliter yapıdadırlar. İdeolojik bir bilinç için tek iman, tek kilise ve tek
Ütopya mümkündür. Katolik Kilisesi ve Enkizisyon bunun en belirgin örneğidir. Dinsel
politik kurumların uzun süre egemen olduğu İtalya, Almanya, Rusya, İspanya gibi
toplumların otoriter, totaliter rejimlere kolayca kaymaları yargıyı doğrulamaktadır.
f) İdeolojilerin diğer bir belirgin özelliği egemen oldukları insan guruplarında çok inatla
savunulan, kan dökme pahasına da olsa vazgeçemeyen inançlar olarak yerleşmeleridir.
Stalin tarafından yargılanan eski Bolşeviklerin ideoloji dışı kalıp beraat etmektense
uyduruk suçları kabul edip ölüme gitmeleri bunun dramatik bir örneğidir.
g) İdeolojiler, izleyicilerin ruhlarındaki ve kafalarındaki belirsizlikleri ve boşlukları
dolduracak her şeyi kapsayan, inanç paketleri olduğundan bireylerin varoluşlarının bir
parçası haline gelirler, ,ideolojide kopukluk ve tutarsızlık bireyin kendi varlığında bir
kopukluk anlamına geldiğinden birey, gerçek ile ideoloji arasındaki çelişkileri algılayamaz.
Bu doğal bir psikolojik savunma reaksiyonudur. Bu nedenle İdeolojiler yapılarında büyük
çelişkiler taşıyabilirler. İnsanlığa, sömürüsüz ve özgür bir dünya vadederek yola çıkan
Marksizmin, tarihin ve sosyoteknik yapının gerçekleri ve gerekleri sonucunda çağın en
despot devletinin kurulmasına yol açması ve hala haklılığını ve geçerliğini öne sürebilmesi
anlamsız değildir.
h) Her ideoloji kendine özgü bir mitoloji ve kültüre sahip olur. Amaç akıldan çok duyguları
etkilemek olduğundan sistematik bir fetişleştirme süreci çalışır. Sözlüklere, kavramlara,
kişilere ve olgulara fetişleşmiş anlamlar yüklenir. Yandaşı, yandaş olmayandan
ayırabilmek için en basit davranış şekilleri bile fetişleştirilmiş blr biçime sokulur. Bu
fetişlere ters düşen yandaşlar horlanır ve hırpalanır.
ı) İdeolojiler kökende düşünsel blr olgu olduklarından toplumların entellektüel sınıfları ile
yakından ilişkilidirler. Entellektüellerin ideolojilerin oluşmasında yayılmasında ve
gelişmesinde önemli rolleri ve katkıları bulunur. Bu nedenle, her ideoloji başlangıç
amaçları ve tezleri ne olursa olsun giderek entellketüel sınıfların özlem ve kuruntularını
yansıtır hale gelir. Entellektüeller; fetişleştirme sürecine'de katkıda bulunurlar ve kendi
karizmalarını arttıracak ve kendilerine Prometan (kurtarıcı) bir görünüm sağlayacak olan
çağdaşlık, ilericilik, devrimcilik, kurtarıcılık gibi kavramların entellektüel bir görünüm
taşımalarına özel bir önem gösterirler (MARDİN).
III. ATATÜRKÇÜLÜK BİR İDEOLOJİ MİDİR?
ideolojik süreçleri karakterize eden ve burada özetlemeye çalıştığımız görünümler,
Atatürkçülüğün bir ideoloji olayı olmadığı belirlememize yardımcı olabilirler.
a) Bütün ideolojilerin temel eksenini tüm insanlığı kapsayan eskatolojik-ütopik bir tarih
felsefesi oluşturur. Atatürkçü tarih anlayışında tarihin insanlığa iyi bir gelecek yönünde bir
yükümlülüğü yoktur. Özgürlük ve mutluluk daima bir çaba sonucu; akıl ve bilim yardımı
ve insanlık sevgisi ile elde edilecektir. Atatürk'ün başta Nutuk olmak üzere bütün
düşünsel çalışmalarından gözlenen tarih felsefesi "Tarih iradelerin çatışmasıdır" olarak
belirginleşmektedir. Buna göre düşmanlık duygusu anlamsızdır ve karşıt iradeler de
saygıya layıktır. Kendilerine karşıt bir görünümde olan her türlü eğilime düşman gözü ile
bakan ideolojilerle karşılaştırıldığında bu, farklı bir görüş tarzıdır.
b) Atatürk'ün bütün yaşamı boyunca bir özgürlük misyoneri ahlakına sahip olduğu ve
çevresine ve gençliğe bu yönde telkinlerde bulunduğu gözlenmektedir. Bununla beraber,
Atatürkçülerin kendilerini çevrelerinden ayıran özgün bir ahlâk anlayışına sahip oldukları,
söylenemez. Bir ideolojinin temel fonksiyonlarından biri olan ahlâk ve bilinç birliği henüz
oluşturulabilmiş değildir. Atatürkçüler, Atatürk'ten farklı olarak sorunlara pragmatik
4. olarak yaklaşmakta ve Atatürkçü değerlerin somutlaştırıldığı ve özenle savunulduğu
gözlenememektedir.
Atatürk'ün de sorunlara pragmatik olarak yaklaştığını ileri sürmek Atatürkçülerin tipik
yanılgılarından biridir. Atatürk, bütün sosyopolitik tercihlerinde, yücelmiş bir insana özgü
üstün ahlak standartları ve yüce değerlere bağlılık göstermektedir. Türk Devrimi gibi akıl
ve mantık ötesi bir mucizeyi pragmatik ve pratik ahlaklı bir kişinin gerçekleştirebilmesi
mümkün değildir.
c) Türkiye'nin ve dünyanın sorunları karşısında Atatürkçülüğe özgü tezler ve tahminler
ileri sürülememektedir. Bir Atatürkçü perspektif oluşturulamamıştır. Atatürk'ün tutarlı bir
politik ekonomi görüşü bulunduğu halde (AFET-İNAN), Atatürkçüler somut ve değişen
şartlarla birlikte gelişen bir politik-ekonomi kuramı oluşturamamışlardır.
d) Çoğulcu demokrasinin doğal sonucu sayılabilecek dinsel kökenli politikaya gösterilen
gevşek bir reaksiyon dışında Atatürkçülüğün somut bir politik program ve tutumu mevcut
değildir.
e) C.H.P'nin "Ortanın Solu" programı ile entellüktüel radikalizminin doğrultusuna girmesi
ve bugün feshedilerek tarihe karışmış olması nedeni ile (Kasım 1982 olarak) Atatürkçülük
politik örgütünü yitirmiş durumdadır.
f) Karşıt Atatürkçü tezleri uzlaştıracak ve topluma güncel olaylar karşısındaki Atatürkçü
yorumu aktaracak bir entellektüel otorite merkezi mevcut değildir. Bir Atatürkçü kültür
oluşturulamadığı gibi toplumda görüşleri ile belirginleşmiş etkili Atatürkçü önderler
görülmemektedir. Atatürkçülüğe katkıda bulunanların kimler olduğu ve katkılarının ne
olduğu bilinmemektedir. Anayasamızda öngörülen kuruluşun bu fonksiyonu ne ölçüde
gerçekleştirilebileceği belirgin değildir. (Bu yazı 1982 kasımında Atattürkçülüğün
ciddi bir hayal kırıklığı yarattığı bir dönemde yazıldı. Bu gün, Atatürk felsefesini
kavramış ve yorumlamış, toplumu düşünceleri, görüşleri, bilgi ve bilgeliği ile
aydınlatan sayısız düşünürün varlığını söyleyebilmekten mutluluk duyuyorum.
K. MERİH)
g) Atatürkçülük, yetersizlik ve iktidarsızlık duygusuna sahip sosyal gruplara ve özellikle
entellektüellere kendilerini önemsemelerini sağlayacak misyonlar yüklememektedir. Esas
olarak, başarıya ulaşmış bir devrimden kaynaklanan bir iktidar felsefesi olduğundan,
kendinin iktidar mekanizmasından uzak gören entellektüel kütleye yabancı gelmekte
onların daha Prometan (kurtarıcı) ideolojiler aramalarına yol açmaktadır.
h) Özgürlükçü, akılcı ve bilime önem veren bir düşünce şekli olduğundan ideolojilerin en
belirgin özelliği olan fetişizme olanak vermemektedir. Bu eğilim, bilimi dahi fetişleştiren
inanca yönelik kişiliklere oldukça ters gelmektedir.
I) Türk toplumunda birkaç şekilci reaksiyon dışında Atatürkçü değerlerin haberleşildiği ve
bunların sistematik bir şekilde savunulduğu görülmemektedir. Diğer taraftan ilericilik,
çağdaşcıl, devrimcilik, vatanseverlik gibi değerleri, kendi ideolojilerine maletmeye
çalışânlar hiçbir reaksiyonla karşılaşmadan Türk devrimini, Türk halkını ve onların
değerlerini küçümseyebilmektedirler.
IV- SONUÇ :
Bir tarih gerçeği olarak Mustafa Kemâl Atatürk, onun gerçekleştirdiği Türk devrimi ve bu
devrimi gerçekleştirme şekli ortadadır. Bütün bu tarih sürecine bir özgürlük ve Türklük
sevgisinin ve daha ileri bir Türk toplumu ideailinin hükmettiği kolayca görülebilir. Fakat
buradaki tartışmanın ışığı altında bu değerlerin toplumdaki bireyler tarafından aynı
5. şekilde algılanıp benimsendiği söylenemez. Bunun önemli bir nedeni, Türk devrim
sürecinin özgün bir model olarak entellektüellerin algılama kapasitesini oldukça aşmış
olmasıdır. Entellektüeller için Türk modelini kitaplarda yazan modellere benzetmeye
çalışmak bu modeli kavrayarak onu kendi sonuçlarına ulaştırmaktan daha kolay ve geçerli
görülmektedir. Toplumumuzun belirli aralıklarla girdiği politik ve ekonomik bunalımlar ise
yaklaşımın sakıncasını açık bir şekilde ortaya koymuş bulunmaktadır.
KAYNAKLAR
1 - A.AFETİNAN: "Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları", Türk Tarihi
Kurumu, Ankara, 1969.
2 - Karl MANNHEIM: "İdeology And Utopia", Routledge And Kegan Paul, London,
1979.
3 - Şerif MARDİN: "İdeoloji",Sosyal Bilimler Derneği Yayınları, G-6, Ankara, 1979.
4 - Kutlu MERİH: " "Cybernetic Interpretation of Social Dynamics
Communication, Development and Social Change" konulu Salzburg Seminerine
Sunulan Çalışma, Eylül, 1980.
5 - John PLAZMENATZ: "İdeoloji", Pall Mall Press, London, 1970.
6 - E.SHILS: "The Concept and Function of İdeology", İnternational Encylopedia of
the Social Sciences Mac Millan Co. And Free Press, New York, 1968.