4. Kınalızâde 1510 tarihinde Isparta’da
doğmuştur. Bu
tarihde, askeri, siyasi, kültürel ve
ekonomik anlamda zirve dönemine erişmiş
Osmanlı medeniyetin üyesi olarak
dünyaya gelmiştir. Zenbilli Ali Efendi
(1525), İbn Kemal (1536), Koca Nişancı
Celâl-zâde Mustafa Bey (1567), Ebu Suud
Efendi (1574) gibi âlimlerin, Fuzulî
(1556), Bâkî (1600), Hayalî gibi şairlerin
yetişmesini sağlayan bu çağda yaşamış ve
eserlerini kaleme almıştır. Nikris hastalığı
sebebiyle 1572 günü vefat etmiştir. (62
yaş)
5. Bilge bir şahsiyet olan Kınalızâde Ali
Efendi’nin yetiştiği çevre kendisine
ilim ve ahlâkla temayüz etme
imkânını sağlamıştır. Kınalızâde
lakabı, dedesi Abdülkâdir Hamîdî’nin
sakalına kına sürmesi olarak
gösterirler. Dedenin bu âdeti
çocukları ve torunlarının Kınalızâde
adıyla anılmasına sebep olmuştur.
OKTAY, Ayşe Sıdıka, Kınalızade Ali Efendi ve Ahlâk-ı
Alâi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2005
6. Kınalızâde ilimle iştigal eden bir ailenin üyesi
olarak yetişmiştir. Kınalızâde ailesinin
bulunduğu konum gereği iyi bir eğitim görmüş,
devrinin ileri gelen âlimlerinden ders
almıştır.Genç yaşlarda eğitim için İstanbul’a
gelmiş. Kadri Efendi’nin hanesinde başlamış ve
onun terbiyesinden geçmiştir. Mahmut Paşa
Medresesi müderrisi Ma’lul Emir Efendi’den
mezun olduktan sonra Davut Paşa Medresesi
müderrisi Sinan Efendi’den ders almış; ardından
Sahn Medresesi müderrisi Kara Salih Efendi’nin
derslerine devam etmiştir. Ebu Suud Efendi
tarafından Edirne’deki Hüsam Efendi medresesi
Müderrisliğine atanmıştır.”
Fahri Unan, İdeal Cemiyet, İdeal Devlet, İdeal Hükümdar, s.XIX
7. Edirne, Bursa, Kütahya, İstanbul gibi
önemli şehirlerin medreselerinde
müderrislik yapmış ve buralarda bazı
haşiyeler, risaleler, müdevven şiirler
(“eş’âr-ı şerîfe”, “muamma”) kaleme
almıştır. Ayrıca
Şam, Kahire, Bursa, Edirne, İstanbul
gibi önemli şehirlerde kadılık
görevinde ve son olarak ise
kazaskerlik görevinde bulunmuştur.
8. Tüm bu ilmi ve idari tecrübeler
Ahlâk-ı Alâi adlı eserinin
oluşumuna katkı sağlamıştır.
Zira hem pedagojik hem de
idari bir uzman olarak
Kınalızâde eserinde birey, aile
ve devlet yapıları üzerine
felsefi, psikolojik ve politik
analizler yapmıştır.
10. Kınalızâde Ahlak-ı Alâi gibi bir eseri
yazabilecek ilmi ve idari bir deneyime
sahipti. Ahlâki donanımlara da
haizdir. Birçok kaynakta ahlâki
meziyetleriyle övülmüştür.
Kınalızâde’nin özelliklerinden birisi de
toplantılarında ilmî konuşmalar ve
şakaların yapılmasıdır. Ancak bu
toplantılarda orada olmayan kişilerin
arkasından konuşmazdı.
Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-şuarâ, II, s.678.
11. Kınalızâde’nin yumuşak ve
sakin tavrına rağmen
haksızlıklara karşı çıkmaktan ve
hakkını istemekten
çekinmeyen, bu konuda lafını
esirgemeyen, ayrıca başkasına
minnet edip kendisini
kayırmasını istemek yerine
hakkını bizzat almayı tercih
eden bir karaktere sahipti.
12. Müderris olmak için uzun zaman beklediği
halde bir netice alamayan Kınalızâde,
Ebussuûd Efendi’nin huzuruna çıkmış ve
arkadaşları emellerine ulaşmak için kapı kapı
dolaşıp kendilerini tayin ettirecek birisini
ararken, kendisinin kitaplarla meşgul
olduğunu, bunlardan başka kendisine şefaat
edecek kimsesi olmadığını belirterek “zaman-ı
devletinizde bir şeye nâil olamayacak isek bari
bu kapuyı kapayup başka bir kapuya
mürâcaat edelim” demiş ve yazdığı kitapları
göstermiş…
13. …Ebussuûd Efendi de Kınalızâde’nin
bu sözlerinden alınmamış aksine
yanında bulunanlara “İşte insân olan
böyle fi’len isbât-ı ehliyet sûretiyle
hakkını istishâl eder. Nâil-i emel
olmak içün şunun bunun delâletine
mürâcaat etmek insanlık değildir”
diyerek büyüklüğünü göstermiştir.
Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-şuarâ, II, s.664-665
14. Kınalızâde’nin ahlâk kitabında
tavsiye ettiklerine benzer bir hayat
yaşamaya çalıştığını, örnek alınacak
bir hayatı olduğunu görüyoruz. Bir
anlamda kendi hayatında
uygulayarak tavsiye-lerinin
geçerliliğini, yapılabileceğini, başarıla
bileceğini göstermiştir. Ayrıca
arzuladığı gibi ilmiyle amel eden âlim
konumuna da ulaşmıştır.
(5) OKTAY, Ayşe Sıdıka, Kınalızade Ali Efendi ve Ahlâk-ı Alâi, İz
Yayıncılık, İstanbul, 2005 s. 55.
16. Kuvvetli hafızasıyla bilinen
Kınalızâde’nin eserini üç dilde:
Arapça, Farsça, Türkçe şiirlerle
süslemiş. Zamanında
medreselerde okutulan bütün
ilimleri tahsil etmiş, tefsir ve hadis
ilimlerinde ihtisas sahibi olmuştur.
Dinî ilimler dışında matematik ve
astronomi ilimlerinde malumatı
olmuştur.
OKTAY, Ayşe Sıdıka, Kınalızade Ali Efendi ve Ahlâk-ı
Alâi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2005 s. 57.
18. Kınalızade’nin Ahlâk-ı Alâi adlı
eserini anlamak öncelikle bu eserin
Ġslam Ahlak DüĢüncesi’ndeki yerini
ve çizgisini belirlemekle mümkündür.
Bu noktada Ahlâk-ı Alâi’nin temel iki
kaynağı olan Nasır’uddin-i Tûsi’nin
Ahlâk-ı Nasîri’si ile Cemaleddin
Devvâni’nin Ahlâk-ı Celâli’si
önemlidir. Biz bu özet çalışmamızda
bunlara değinmeyeceğiz.
20. “Bârihâ hâtır-ıâtıra endişe ve
hâtıra olurdı ki zebân-ı Türkî-i
Rum üzere bir kitâb merkûm
olaydı ki makâsıd-ı hikmet-i
ameliyyeyi bi’t-temâm câmi’ ve
kütüb-i selaseye râbi’ olaydı.”
sözleriyle ifade eder.
Kınalızâde, Ahlâk-ı Alâi, s.38, A.Sıdıka Oktay,
a.g.e. s. 67-68
21. Kınalızâde kitabına Ahlâk-ı Alâî
adını vererek ahlâk ilminin yüksek
ve şerefli bir ilim olduğunu
vurgulamış olmakta, ayrıca
eserinin diğer ahlâk kitaplarından
daha fazla kabul görmesini ve
daha yüksek bir mevkide olmasını
ummaktadır.
Kınalızâde,Ahlâk-ı Alâi, s.38, A.Sıdıka
Oktay, a.g.e. s. 42
23. Kınalızade eserinin girişinde hikmetin tanımını
vermektedir: “mevcudat-ı hariciye nefsü’l
emrde ne halde ise ol hal üzerine
bilmektir, velakin takat-ı beşeriyye vefa ettikçe
ve kudret-i insanide mümkin olduğu mikdar”
Yani insanın gücü yettiği nispette dış varlıkları
bizzat bulundukları durumda ne halde iseler o
şekilde bilmek olarak tanımlar.Ve kendi
görüşünü destekler nitelikte Tûsî’nin hikmet
tanımına yer verir: “Hikmet eşyayı layık ne ise
eyle bilmek ve ef’ali layık nice ise eyle
kılmaktır”
Kınalızâde,Ahlâk-ı Alâi, s.38, A.Sıdıka
Oktay, a.g.e. s. 47
24. Bundan sonra Kınalızâde
hikmetin, tanımında yer
alan mevcudat-ı hariciyenin
tasnifine paralel olarak,
taksim edildiğini belirtir.
Ona göre mevcudat-ı
hariciye iki kısımdır:
Kınalızâde, Ahlâk-ı Alâi, s.38, A.Sıdıka Oktay,
a.g.e. s. 48-49
25. “Kısm-ı evvel oldur ki anın
vücudunda bizim kudret ü
iradetimizin asla medhali
yoktur, zemin ü asuman ve eşhas-ı
insan ve hayvan gibi” yani
yeryüzü, gökyüzü, şahıslar, insan
ve hayvan gibi var oluşlarında
bizim kudret ve irademizin
müdahalesi olmayan varlıklardan
bahseden kısma nazari
hikmet(teorik felsefe).
26. “Kısm-ı sani oldur ki anın vücudunda
bizim kudret ü iradetimizin medhali
mukarrer ve anlarsız vücudu na-
müyesserdir. Bizden sadır ef’al ü
harekat u a’mal gibi” yani bizden
çıkan fiil ve ameller, hareketlerimiz,
davranışlarımız gibi mevcudiyetinde
bizim kudret ve irademizin kesinlikle
müdahalesi olan kısma ameli hikmet
(pratik felsefe).
27. Daha sonra Kınalızâde bu nazari
hikmet ile ameli hikmeti de
eserinde kısımlara ayırmaktadır.
Ona göre nazari hikmet üç kısma
ayrılmaktadır:
1- İlm-i ilahi (ilm-i a’la)
2- İlm-i riyazi (ilm-i evsat)
3- İlm-i tabiî (ilm-i esfel).
Kınalızâde, Ahlâk-ı Alâi, s.38, A.Sıdıka Oktay,
a.g.e. s. 49-50
28. Kınalızade bizim kudret ve
irademizin müdahalesi ile
meydana gelen şeyler olarak
tarif ettiği ameli hikmeti de üç
kısma ayırır:
1- Ahlak ilmi
2- Aile Ahlakı
3- Devlet Ahlakı
29. 1-Ahlâk İlmi: “Ol ef’al ü a’maldir ki ademiden şahs-ı
vahid olduğu cihetten sadır olup gayr-ı şahıs
mülahaza olunmadığı zahir olur. Bu makuleden
bahs eden hikmet-i amelliye ilm-i ahlak derler”
yani bir şahıstan meydana geldiği ve başka şahsa
ait olmadığı açık olan fillerden ve amellerden
bahseden ameli hikmete ilm-i ahlak denir. Her
şahsın güzel ve çirkin ahlakından bahsedilir.
Burada o, kişinin topluluk içinde veya tek başına
olmasının önemli olmadığına dikkat çekerek
yalnızken de yumuşak huylu, cömert, iffetli olup
hiddetli, cimri ve hafif olmaması gerektiğine işaret
eder.
Kınalızade, a.g.e, s. 50, A. Sıdıka Oktay, a.g.e. s,
101
30. Ahlâk ilmi, ameli hikmetin birinci kısmı
olarak insan nefsinin fiilleri, eylemleri ve
huyları üzerine inceleme yapan bir ilimdir.
Buna göre ahlâk ilmi insanın yapması
gereken övülen ve istenilen davranışları
ile kaçınması gereken kötü ve
beğenilmeyen davranışları inceler. Hoca
Nâsırî’den naklettiği bir tarifle, insan
nefsinden güzel ve beğenilen fiillerin
meydana gelebilmesi için hangi huyların
kazanılması gerektiğini bilme ilmidir.
31. Bu durumda ahlak ilminde övülen
güzel fiiller ile beğenilmeyen kötü
fiillerin ihtiyari olarak meydana
gelmesi konusunda insanın bizzat
kendisi incelenir ve her şahsın kendi
davranış sınırları içinde yaptıklarına
itibar edilir. Ev ve ülke halkıyla olan
ilişkiler dikkate alınmaz. Bu sebeple
ahlak ilmi tekil konumundadır.
Kınalızade, a.g.e, s. 62-63, A. Sıdıka Oktay, a.g.e,
s.104
32. Kınalızâde ahlâk ilmi ile tıb ilmi arasında
bir yakınlık görüp ahlâk ilmine tıbb-ı rûhânî
adını vermiştir. Çünkü ahlâk ilmi insan
nefsinden bahseden bir ilimdir. Tıb sanatı
ile cismani bir ilim olarak bedenin sıhhatini
korumak ve devam ettirmek, hastalıkları
gidererek tekrar sağlığına kavuşturmak
mümkün olduğu gibi tıbb-ı rûhânî adı
verilen ahlâk ilmiyle de insan nefsinin
çirkin huylarını gidermek, iyi ahlâkını
devam ettirmek mümkün olur.
Kınalızade,a.g.e, s. 55, A. Sıdıka
Oktay, a.g.e, s. 104
33. Kınalızâde eserinde, huyun değiştirilip
değiştirilemeyeceği tartışmalarına yer
vermektedir. Bu konuda üç görüşün
olduğunu aktarır:
1) Hiçbir şekilde değiştirilemez,
2) Kısmen değiştirilebilir ve kısmen
değiştirilemez,
3) Değiştirilebilir.
Ona göre huy değiĢtirilebilir. Eğer
değiştirilemeseydi peygamberlerin
gönderilmesi gereksiz, ahlâk ilmi ise
faydasız olurdu.
34. Nasıl ki tabib tüm fiziki
rahatsızlıkları tedavi edemiyorsa
yahut her ilaç deva olmuyorsa,
ahlâk ilminin de tesir etmediği
insanlar mevcuttur. Fakat kısmi
bir tedavi sağlasa bile bu ahlâk
ilminin öğrenilmesinin gerekli kılan
yeterli bir sebeptir.
Kınalızade, a.g.e, s. 55-59
35. Kınalızâde insanın ontolojik özelliklerini ortaya
koymaya çalışır. Öncelikle cisimleri basit ve
mürekkep varlıklar olarak iki kısma ayırır. Basit
cisimleri dört kısma ayırır (anâsır-ı erbaa-
ümmehât): Ateş, hava, su, toprak. Mürekkep
cisimleri de: Kısa süreli bileşikler
(kar, bulut, çiğ gibi) ve Kalıcı tam bileşikler
(maden, bitki, hayvan) olarak iki kısma ayırır.
Bileşiklerin de içerdikleri unsurların itidaline ve
insicamına göre derecelendiklerini ifade eder.
Bu anlamda insan unsurlarının uyumu ve
itidali açısından varlıklar içersinde en
mükemmel olanıdır.
36. Kınalızâde, sürekli insanın
mükemmeliyetini ispata çalışır.
Amacı insanın bu üstün
yaratılışına uygun bir hayatı
yaşaması ve güzel huyları
kazanması için yeterli
donanımda yaratıldığını
göstermek ve ahlâk ilminin
gerekliliğini vurgulamaktır.
Kınalızade, a.g.e, s. 63-104
37. Ahlâk ilmi: “Beğenilen güzel fiilleri
yapıp, beğenilmeyen kötü fiillerden
kaçınmayı sağlayan nefs-i
insaniyenin fiillerinden ve
huylarından bahseden bir ilim”
olup, bu tanımdaki güzel
davranışları erdemler, kötü
davranışları reziletler olarak
açıklamıştır.
A. Sıdıka Oktay, a.g.e, 167
38. Peki, bu erdemler ve reziletler neye göre
belirlenecekti? Bu sorunun cevabı olarak:
İnsan nefsinin güçlerini taksim eder ve bu
güçlerden sadır olan eylemlerin niteliğine
göre bunların erdemli yahut rezil olduğunu
belirler. İnsanda nefs-i meleki, nefs-i seb’i,
nefs-i behimî olmak üzere üç kuvvet vardır
ve bu üç kuvvete üç nefs adı verilir. Daha
doğru ve uygun olan erdem ve rezilet
sınıflaması bu üç güce dayanmalıdır.
Bunlar:
Kınalızade, a.g.e, s. 102-103
39. Nefs-i meleki, meleki
nefs, temyiz ve idrak
gücünün kaynağıdır.
Meleki güç i’tidal
sınırında olup ifrat ve
tefritine meyletmezse o
huy hikmettir.
40. Nefs-i seb’i, yırtıcı veya
saldırgan nefs, makam,
üstünlük, tasallut, intikam ve
öfke güçleri bu nefse aittir.
Yırtıcı güç, i’tidalde olursa
bundan meydana gelen huy
şecaat ( cesaret) adını alır.
41. Nefs-i behimî, hayvani
nefs, lezzetlere
sürükleyen, yeme, içme
ve cinsel hayat gibi
isteklere yönelten bir
aracıdır. Hayvani nefsin
i’tidali iffettir.
42. Bu sınıflandırmanın sonucunda üç
asıl erdem meydana gelir.
Hikmet, iffet ve casaret.“bu üçünün
mecmu’ına adalet dirler” diyerek
adalet bu üç nefsin toplamına
denildiğini ve bu üç erdem bir şahısta
ilahi yardım ve sonsuz saadetle
toplanırsa o şahsın adil olduğunu
söyler. Adaletin zıddı cevr, zulümdür
ve bu üç faziletten birisinin yok
olmasıyla meydana gelir.
43. Bu sınıflandırmanın sonucunda üç
asıl erdem meydana gelir. Hikmet,
iffet ve casaret.“bu üçünün
mecmu’ına adalet dirler” diyerek
adalet bu üç nefsin toplamına
denildiğini ve bu üç erdem bir şahısta
ilahi yardım ve sonsuz saadetle
toplanırsa o şahsın adil olduğunu
söyler. Adaletin zıddı cevr, zulümdür
ve bu üç faziletten birisinin yok
olmasıyla meydana gelir.
44. Rezilet ve faziletlerden
bahsettikten sonra, bu
faziletlerin nasıl
korunacağına dair bilgiler
vermekte, ayrıca ahlâki
hastalıkların nasıl tedavi
edileceğine dönük reçeteler
sunmaktadır.
Kınalızade, a.g.e, s.149-351
45. İnsanın saadet ve kemale
ulaşılabilmesi için bir arada
yaşamak ve insanlarla
kaynaşmak zorunda olduğunu
da dile getirir. Çünkü insanın
mutlu olması ve yetkinliğini
kazanabilmesi için diğer
insanların yardımına ihtiyacı
vardır.
Kınalızade, a.g.e, s. 325
46. Bu bize kişinin kemal ve
saadete erişmesinde
çevresinin de etkili olduğunu
gösterir. Buradan mutluluk ve
yetkinliğin elde edilmesinin
fertten aileye, aileden topluma
doğru, genişleyen bir açılımla
mümkün olduğu ifade edilir.
A. Sıdıka Oktay, a.g.e, 313
47. 1-Aile Ahlâkı :
Kınalızâde aile ahlâkı ilminin tanımını vermekte
ve onun gerekliliğinden ve faydalarından söz
eder. Aile ahlâkı; bir ilimdir ki, onunla aile
arasındaki nizam ve intizam ve düzgün
yaşama keyfiyeti bilinir. Çünkü insan, diğer
canlılardan üstündür. Ev halkı eş ve çocuklarla
hizmetçiler ve öteki yakınlardan ibarettir.
Yukarıda zikrolunduğu gibi, bir araya gelen
kimselerin, dünyada haysiyeti ve ahirette
saadeti temin edecek metot, kaide ve
kanunlara göre hareket etmeleri gereklidir…
48. …Bu kaide ve metotlar, herkesin
sadece aklını kullanarak, elde
edilecek şekilde açık ve seçik
değildir. Çoğu nazari (teorik)’dir.
Ahlâkçılarla Filozoflar onları delil
ve kaynaklardan çıkarıp bir araya
getirmişler, bunların toplamına da
<Aile Ahlâkı> adını vermişlerdir.
Kınalızâde,
Devlet ve Aile Ahlakı, (haz. Ahmet
Kahraman), s. 11
49. Aile üyelerinin birbirlerine karşı görev
ve sorumluluklarından bahseder.
Toplumsal bir varlık olarak insanın
uzletten uzak durması gerektiğini
düşünür. İnsanın, tabiatı gereği
medeni bir varlıktır. Bu nedenle
insanın toplum içersinde
yaşayabilmesinin ve nesli devam
ettirebilmesi için en temel ihtiyacın
mesken (menzil) olduğunu belirtir.
Kınalızâde, a.g.e, s. 13-14
50. Aile ortamındaki düzenin nasıl tesis
edileceği üzerinde durarak, ailede
babanın önemine vurgu yapar. Evde
hâkim olması gereken kişi ailenin reisi
olan kocadır. Fakat erkeğin
üstünlüğünü vurgularken kadının
önemine de vurgu yapmayı ihmal
etmez. Daha sonra hangi kadınlarla
evlenilip hangi kadınlarla
evlenilmemesi gerektiği hususları
üzerinde durur.
51. Evlilik sonrasında kadın-koca ilişkisine
ve birbirlerine olan görev ve
sorumluluklarına değinir. Çok eĢliliğe
karĢı çıkar ve evde nizamın ve
adaletin tesisi adına tek evliliğin
daha evla olduğunu söyler. Çok
evlilikten kaçınmanın en önemli
gerekçesi olarak da adaletin eşler
arasında sağlanamayacağı
düşüncesidir.
Kınalızâde, a.g.e, s. 39-59
52. Evlilik kurumunun neslin idamesi için
önemine vurgu yaparak, evde
huzurun bozulması durumunda
boşanmanın gerekli olduğuna değinir.
Fakat kimi durumlarda çocukların zor
duruma düşmemesi adına sabretmek
daha evladır. Ayrıntılı bir şekilde
çocuğun yaşına göre nasıl bir
terbiyeden geçmesi gerektiği
konularına değinir.
Kınalızâde, a.g.e, s. 60-84
53. Devlet Ahlâkı’nı da anlatır.
Devlete ait konuları neden aile
konusu içersinde incelediği
önemli bir sorudur. Zira, devleti
ailenin bir uzantısı olarak
görmesi, bireysellikten topluma
doğru genişleyen bir
sosyalleĢme anlayışının bir
sonucudur.
54. Aile ahlâkı bölümünde cemiyet
düşüncesi dikkate alınmış, toplumu
meydana getiren bireyler, bunların bir
arada yaşama zorunluluğu, bu
zorunluluk sırasında sağlanılması
gereken düzen üzerinde durmuştur.
Devlet, toplumda düzeni sağlayan ve
toplumdaki insanları mutluluğa
götüren kurum, devlet başkanı ise
toplumda düzeni sağlayan kişi
konumundadır.
A. Sıdıka Oktay, a.g.e, s. 425
55. Dolayısıyla cemiyeti daha büyük ve geniş bir
aile olarak düşünmüştür. Nitekim bu büyük
ailede devlet baĢkanı, baba rolünü
oynamakta, toplumun diğer fertleri de aile
bireylerinin yerini almaktadır. Onun devlet
başkanının halka olan sevgisini “babanın
oğluna olan sevgisi”ne benzetmesi bu
anlayışın bir ürünüdür.
Dolayısıyla fertten aileye, aileden topluma
doğru gittikçe genişleyen bir ahlâk anlayışı
Kınalızâde tarafından ortaya konulmaktadır.
Kınalızâde, a.g.e, s.188, A. Sıdıka Oktay, a.g.e, s.
425
56. 3- Devlet Ahlâkı:
Bu bölümde devlet ve toplum anlayışını
yansıtmaktadır. Bireyin temeddüne ?
duyduğu ihtiyaç, bu temeddünün doğal bir
sonucu olarak Tedbir’ül Medine’ye yani
siyasete ve hükümdara duyulan
ihtiyaç, devletin psikolojik zemini
oluşturacak ve cemiyeti bir arada tutacak
muhabbete ihtiyaç, fazıl insanlar diyarı
olan Medine-i Fâzıla’nın tarifi, devletlerin
türü, hükümdar ve reayanın görev ve
sorumlulukları gibi birçok mühim konuyu
işler.
57. Kınalızâde bu konuların temeline bireyin
temeddüne duyduğu ihtiyacı koyarak meseleyi ele
alır. Ona göre insan bi’t-tâb yani tabiatı gereği
toplum içinde yaşamaya zorunludur. Bu zorunluluk
insanları bir arada yaşamaya zorlar. Bu cemiyet
yaşantısının sağlıklı bir şekilde sağlanması için ise
tedbir yani siyaset zorunludur. Çünkü insan bir
arada yaşamaya ihtiyaç duymakla beraber istediği,
arzu ettiği bir şeyi elde etme hususunda da sınırsız
bir isteğe sahip hâris bir varlıktır. Bu ise cemiyetin
huzurunu kaçırabilecek hatta onun zabtını halele
uğratacak bir durumdur. Bu durum yukarıda da
söylediğimiz gibi tedbi’ül medine’yi zorunlu
kılmaktadır.
Kınalızâde, a.g.e, s.140, F.Unan, a.g.e, s. 97
58. Bireyin temeddüne zorunluluğu ise aslında
diğer bir zorunluluğa dayanmaktadır: bireyin
ihtiyaçlarını giderme zorunluluğu. Aslında
Allah bireyleri kendi
ihtiyaçlarını giderebilme kabiliyetinde
yaratmıştır, fakat bireyleri ihtiyaçlarındaki
çeşitlilik onlara iş bölümü yapmalarını zorunlu
kılmıştır. Hal böyle olunca her birey kendisi
hangi meslek dâhilinde çalışıyorsa onu en iyi
bir şekilde yerine getirmeli ve kendi istihdam
alanını terk etmemelidir.
59. Bu toplum ve işbölümü anlayışı aynı
zamanda Osmanlı Devleti’nin temel
hususiyetlerinden biridir. Osmanlı
idaresi, cemiyeti oluşturduğu
varsayılan sosyal zümrelerin, hangi
meslekleri icra ediyorlarsa orada
istihdamları ve sınıf atlamaya
çalışmamaları – en azından nazari
planda – vazgeçilmez bir ilke olarak
görülecektir.
Fahri, İdeal Cemiyet İdeal Devlet İdeal
UNAN,
Hükümdar, Lotus Yayınevi, Ankara, 2004 s.100
60. İnsanlar ihtiyaçları gereği bir arada yaşamak
zorundadırlar. Bu zorunlu yaşamın sağlıklı bir
şekilde idamesi ancak bir hükümdarın
varlığıyla mümkündür. Yani bir tedbir–siyaset
gerekli idi. Öyle bir tedbir gereklidir ki neticede
bütün insanlar ondan faydalanmış, kötülükler
ortadan kalkmış, bir araya gelme (ictima’ ve
temeddün) layıkıyla ve arzulanan şekilde
gerçekleşmiş, herkesin müstahak olduğu şey
ile yetinmesi sağlanmış olsun. Bu tedbir orjinal
ifadesi ile “siyaset-i uzmâdur ki bununla ictima’
mümkin ve fesad mündefi’ olur”
Kınalızâde, a.g.e. s. 132, F. Unan, a.g.e, s. 100
61. Bu siyaset-i uzmâ’yı
gerçekleştirmek için
üç şeye mutlak
ihtiyacın olduğunu
belirtir. Bunlar
kısaca:
62. 1-Namus-ı Şari’:
Siyasetin vazgeçilmez aracı olan
namus-ı şari’, şeri’at-i ilahidir. Şeri’at-i
ilahi ise ihtiva ettiği emirler (evamir),
yasaklar (nevahi), engellemeler
(zavacir), hadler – sınırlar (hudûd),
hükümler(ahkam) ve siyasetten
ibarettir. Bu kuralları uygulamayı
peygamberler ve Allah’ın
yeryüzündeki gölgesi olan sultanlar
yüklenmiştir.
Kınalızâde, a.g.e. s.132-133, F.Unan,
63. 2-Hâkim-i Mâni’: Men’
edici, engelleyici, hâkim hükümdardır. O
tedbir almaya, kanunlar koymaya, bunları
uygulamaya, bunlara karşı gelenleri
engellemeye ve cezalandırmaya muktedir
bir şahsiyettir. Bu hâkim-i mâni’ cemiyetin
huzurunu sağlamak için şeri’at-i ilahiyi
(nevamis-i ilahi) uygulamak zorundadır.
Bunun yanında şeri’ate mugayir olmamak
kaydıyla kendi yasalarını (yasağ-ı
padişahî) çıkarma hakkına da sahiptir.
Kınalızâde, a.g.e. s.133, F.Unan, a.g.e. s.108
64. 3-Dinâr-ı Nâfi’:
Faydalı ya da meşru kazanç
anlamına gelen bu kavram siyasetin
üçüncü önemli unsurlarındandır.
Halkın birbirine karışması birbirleriyle
ticari ilişkileri zorunlu kılmaktaydı. Bu
ise siyasetin temel dayanağı,
olmazsa olmazı olan ekonominin
temini anlamına gelir.
F. Unan, a.g.e. s.118
65. Toplumun düzen içerisinde birliğini
sağlayan siyasi normları
sıraladıktan sonra toplumun huzur
içinde bir arada olmasının sadece
bu tarz normatif unsurlarla
sağlanamayacağını aynı zamanda
cemiyetin tüm fertleri arasında
paylaĢılan bir sevginin olması
gerektiğinden bahseder.
66. Kınalızâde’nin bilhassa Fârâbi’den etkilenerek,
devlet ahlâkı başlığında, faziletli şehrin/ devletin
(Medine-i fâzıla) tarifini yapmış ve bu şehrin
üyelerini bize tanıtmıştır. Ona göre bir şehre
(veya devlete) erdemli, ideal, model şehir
(Medine-i fâzıla) denilebilmesi için, kuruluşunun
sebeb-i hikmeti (asıl sebebi) onu ortaya çıkaran
asıl sâik iyilikler (hayrât) ve güzellikler (mesalih)
olmalıdır. Orijinal ifadesiyle:
“Medine-i fâzıla oldur ki anda olan temeddün ü
ictima’un sebebi hayrat u mesalih ola.”
Kınalızâde, a.g.e. s.175, , F.Unan, a.g.e. s.148
67. Medine-i fâzıla tarifine yer
verdikten sonra Medine-i gayr-i
fâzıla konusuna değinir. Erdemli
şehirle zıt özelliklere sahip olan bu
toplum yapısını Kınalızâde de
selefleri gibi kısımlara (Medine-i
cahile, fâsıka, dâlle gibi) ayırır.
Fakat aynı taksimi erdemli şehir
için yapmaz zira o özünde vahdeti
içermektedir.
68. Erdemli şehrin üyelerini idrak
yeteneklerine ve mesleklerine göre ayırır.
Böyle bir tasniften sonra ise erdemli şehrin
erdemli kralından (idareci) bahseder. Onun
özelliklerinin, halka karşı sorumluluklarının
ne olduğunu anlatır. Eflatun ve Farabi de
olduğu gibi bize bir filozof-kral portresi
çizer. Fakat unutulmamalıdır
ki Kınalızâde bu ideal devlet yapısını tarif
ederken hep Osmanlı Pratiğini göz
önünde bulundurmuĢtur.
69. Demek ki bütün bilim dalları
Toplum Pratiği ve Geçerliliği göz
önüne alınarak anlaşılmalıdır.
Saygılar…
Nazlım & Atalay & Gündüz
* Dr. Hasan OCAK hocamıza bize bu
fırsatı verdiği için sizlere de sabısla
dinlediğiniz için teşekkür ederiz.