SlideShare une entreprise Scribd logo
1  sur  832
Télécharger pour lire hors ligne
i—
H ü c c e t ü l i s l â m
İMAM GAZÂLÎ
K i m y â - i
(Mutluluk Hâzinesi)
BEDİR YAYINEVİ
DİKKAT NAZARLARINIZA
■ Bedir Yayınevi cehl-l sünnet ve cemaat» ölçülerine uygun neşriyat yapan, ciddi t*
prensip sahibi bir kültür mflesscseaidir.
■ Bedir Yayınevi, şimdiye kadar birçok teme) İslâm klâsiğini yayınlamıştır. Elinizdeki
KİMYÂ YI SAÂDET, bu değerli eserler listesinin ön sıralarında yer alan bir irfan
şâheseridir.
■ Bedir yayınlarını güvenle okuyabilirsiniz. Dostlarınıza, mânevi kurtuluşunu arzula*
dığtnız kimselere vereceğiniz en güzel hediye Bedir’ia neşrettiği böyle eserlerdir.
(Katalog İsteyiniz).
■ Yayınladığımız eserler taklid edilmektedir. Bedir ismine dikkat buyurmanızı İstir­
ham ederiz.
■ San yıllarda mrmleketim'zde. İlhamlarım tbn Sebeplerden, mason Afganrierden,
râfizl önderlerinden alan mCzhepsfz ve eh!-! sünnet tahripçisi şahıs ve gruplar tara­
fından neşr edilen boznk kitaplarda yıkıcı propagandalar yapılmakta; ezcümle:
Buhârii Şerifte mevzn söz bulunduğu, tasavvufun sapıklık olduğu, abdest alırken
ayakların yıkanmasının gerekmediği, Allah’ın —hâşâ— gökte oturduğu gibi hezeyan­
lar ve iftiralar yer almaktadır.. Bütün Müslümanları bu İçten çökerttd ve dejenere
edici bid’at ve snpıkbklarla fikri mücâdeleye dâvet etmeyi bir borç biliriz.
■ Çeyrek yüzyıllık faaliyeti boyunca Bedir Yayınevi İslâmî bir ekol, bir dârü’l-irfan
hâlinde çalışmış, milletimizin hizmetine yekûnu milyonları aşan ciltli ciltsiz, büyük
küçük milyonlarca faydalı kitap sunmuştur. Bedir sizindir, hizmetinizdedir.
B İ R A Ç I K L A M A
Yayınevimiz tarafından illi defa TUrkçemize kazandırılan ve MüalUman
kardeşlerimizin büyük alâkasını kazanıp nice insanların hak yola girmesine vesile
olan bu KİMYAYI SAÂDET tercümesinin birtakım taklid ve kopyaları yapılmıştır.
Bunlardan birinde, bizim eserimiz intihâl (çalma) suretiyle çalakalem asınhrken,
fâhis ve gülüne bir hataya düşülmüştür. Şöyle ki: Bizim tercümemizin bir baskı­
sında cmevkib» (» alay, kafile, topluluk) kelimesi matbaa hatâsı olarak «merkeb»
Seklinde çıkmış, bilgiç aşm alar da (aynen merkeb olarak alırsak hırsızlığımız
pjk âşikâr olur, biraz değiştirelim bari) düşüncesiyle bu kelimeyi est» şeklinde
aktarmışlardır. Bu mevzudaki hükmü muhterem okuyucularımızın vicdanlarına
havale eder, BEDİR YAYINEVl'ne gösterdikleri İlgi için bir kere daha teşekkür
ederiz.
---------------- DİP NOTLARLA ALÂKALI İZAHLAR:--------------------
1 — Kitabta' geçen âyetler, sûre isimleri, parantez içinde sûre sıra numa­
rası ve sonra da âyet numarası hâlinde gösterilmiştir.
2 — A) Hadisler için ise. sayfa 200’e kadar «el - Mu’cem el - Müfehresü
li * El fâzı l - Hadisi n - Nebevi, Leyden (Hollanda) 1936-1970» eserinden istifâde
edilmiştir.
Bu kısımda rumûzlarm ve rakamların açık şekli şudur:
H Buhârl'nin Sahih*!, sonra gelen rakam kitâb numarası, müteakib numa­
ra da hadisin bulunduğu bâb numarası.
M Müslim'in Sahih'i, kitâb numarası ve hadis numarası.
D Eoû Dâvûd'un eseri, kitâb numarası ve bâb numarası.
T Tirmizt'nin eseri, kitâb numarası ve bâb numarası.
N Ncsâl'nin eseri, kitâb numarası ve bâb numarası.
C tbn Mâce'nin eseri, kitâb numarası ve bâb numarası.
Dy Deyteml'nin eseri, kitâb numarası ve bâb numarası.
Hn Ahmed b. Hanbel'in seri, cilt numarası ve sahife numarası.
Muvatta. Mâlik’in eseri, kitâb numarası ve hadis numarası^
B) Sahife 200’den sonra ise, hadislerin yerleri için. Gazalinin Mısır 1352/
1933 senesi tab'ı dört ciltlik İhyâu Ulûm'unun cilt ve sahife numarası verilmiştir.
- - - D İ K K A T ! , - - -T -------
Doğru yol ehl i sünnet ve cemaat mezhebidir. Bu mezheb Peygamberimizin
(aleyhisselflm) ve sahabelerinin (radıyallahü anhüm) yoludur. Ehi l sünnetin
inançta (akaidde) iki imamı (önderi) vardır: İmam Msturidl İle İmam Eş’arl.
Amcit (işlemeğe ait) hükümlerde de dört hak kol vardır; Hanefilik, Mülkilik.
ŞAfiilik ve Hanbelllik. İnançta ve amelde ehl-1 sünnetten olmak şarttır. Mtlhebsis-
lik bid attir. Bütün Müslüman kardeşlerimiz» ehemmiyetli hltirlllini,
nesne
H ü ccetin - İslâm Zeynü’d - Dîn
E b û H â m i d M u h a m m e d
GAZ ÂL Î
Kimyâ-yı Saâdet
(CUtt 1 - 2 )
Farsça Aslından
Tercüme Eden:
A , FARUK MEYAN
BEDİR YAYINEVİ
C ağ alo ğ lu Y okuşu No: 6-8
C a g a lo ğ lu - İST A N B U L
T el: 0 .2 1 2 . 5 1 9 3 6 18
( &
BEDİR YAYINEVİ
Cağaloğlu Yokuşu No: 6-8
C a g a lo ğ lu - İ S T A N B U L
Te l: 0. 212. 519 36 18
Tel-Fax: 0.212. 513 06 32
ISBN: 975-8514-24-5
BEDİR YAYINEVİ, Ehl-i Sünnet ve Cemaat esaslarına uygun olarak
Islama ve müslümanlara hizmet eder. Ehl-I Sünnet Yolu nurânî ve Rahmani
bir silsiledir. Ucu Rasûllerin Seyyidi’ne (s.a.v) ulaşan korkmaz bir kurtuluş ipidir;
“hablullah" tır. Kitaba ve sünnete uygunluk; İslâmî devamlılık; Allah ve Resûlünün
rızasına muvafakat ancak Ehl-i Sünnet ile mümkün olur, işte yayınevimizin neşrettiği
eserler bu yolu gösteren klasik temel dini kitaplardır.
Ofset Takip : Ömer ÖZVEREN
Baskı : Matsan Matbaacılık
Cilt : Derya Cilt
imâmı Gazâli’nin Hayatı
Fikirleri ve Eserleri
İmâmı Gazâlt, İslâm tefekkür tari­
hinin en mümtâz simalanndandır. Ölü­
münden dokuz asır geçmiş olmasına rağ­
men eserleri ve fikirleri Müslümanların
her tabakası srasında bütün tazeliği ve
canlılığı ile hâlâ yaşamaktadır (t).
İmâmı Gazâli’nin künyesi Ebû Hâ-
mid Muhammed bin Muhammed’dir.
Lâkabları ise Hüccetü’l - İslâm ve Zey-
nü'd - Dİn’dir.
İmâmı Gazâlf. Milâdi 1058 senesin­
de Tûs şehrinde dünyaya geldi. Babası
fakir bir kimse olmakla beraber, onun
ve kardeşinin iyi yetişmeleri için, ilim öğ­
renmelerine ihtimâm etmişti. Gazâlt, ev­
velâ Tûs’ta daha sonra Cürcan’da okudu.
Cürcan'da okuduğu dersleri kayd ettiği
defterlerin, vatanına dönüşünde içinde
bulunduğu kervanı soyan haydutlar ta­
rafından gasbedilmesi hâdisesi tarihte
şöhret bulmuş olduğundan naklediyoruz:
İmâmı Gazâli, kervanı basan haydut­
ların reisine, defterlerini geri vermesini,
zirft bunların hiçbir işlerine yaramaya­
cağını söylemişti. Haydutların^ reisi, o
defterlerde ne olduğunu sorduğunda, «On­
larda yazılı bilgileri edinmek İçin, yarda­
ma terkettim ve azan müddet siren tah­
silimin semeresini onlara yazdım», dedi.
Haydutların reisi güldü ve «Nasıl «lor
da İlim tahsil etmiş oldnğnna ileri «ire­
bilirsin? Baksana defterlerin elinden ah­
unca hiç İlmin kalmıyor», dedi. Defter­
leri de geri verdirtti. Bu hâdise îmâmı
Gazâli üzerinde büyük te’sir bıraktı.
Memleketine dönüşünde ilk İşi defterler­
deki notları hafızasına nakşetmek oldu.
İmâmı Gazâli’nin hayatını ve fikri
mücâdelelerini iyice kavrayabilmek İçin,
yaşadığı devri iyi bilmek gerekir. Bu ba­
kımdan İslâm âleminin ve dünyanın, Ga­
zâli’nin yaşadığı asırdaki vaziyetini kısa­
ca tasvir ediyoruz.
♦
O zamanda, İslâm âleminde siyasi
ve fikri bakımdan büyük bir kargaşalık
(t) tbn el - Subkt «Tabakalında Ga-
zâll için şu satırları yazmaktadır: «Haz-
ret-i Muhammed’den sonra bir peyganv
ber gelecek olsaydı bu, muhakkak Gazâli
olurdu». Subki’nin bu hükmü elbette mü­
balâğalıdır. Fakat İmâmı Gazâli hak-
kındaki hissiyâta tercüman olmak cihe­
tinden câlib-i dikkattir.
e KİMYA YI SAADET
hUkQm »ürüyordu. Bağdad’da. Abbasi
halifelerinin hakimiyetleri zayıflamaya
yüz tutmuştu. Buna mukabil Büyük Sel­
çuklu Devletinin sınırları genişliyor ve nü-
fûzu artıyordu. Gazâll, bu devletin büyük
hükümdarları olan Tuğrul Bey'in, Alp­
arslan'ın ve Melikşâh’ın devirlerini id­
râk etmişti. Melikş&h’ın kıymetli veziri
Nizâmü'l • Mülk savaş meydanlarında za­
ferler kazanıyor, hem de o zaman dün­
yada mevcud en parlak ilim ocaklan
olan İslâm üniversitelerini atfyordu. Ga­
zâll 23 yaşında iken Şarkta esrârengiz
bir adam belirmişti. Bu adam ismi etra­
fında hâlâ bir esrâr hâlesi bulunan Haş-
haşln mezhebinin reisi Ş- yhü’l - Cebel
liasan İbn Sabbah idi. Garplılarca daha
ziyade nihâileriyle tanınan, İslâm âle­
minde ise bir matematikçi olarak bilinen
«neşhur Ömer Hayyam dahi İmâmı Ga-
zâlinin muftsırlarındandır.
Mısır tahtında, inhitat hâlinde bu­
lunan Şii - Fâtımt hanedanı vardır. Av­
rupa'da ise Endülüs İslâm Devleti geri­
lemeye yüz tutmuş bir vaziyette idi. Mu­
kaddes topraklan Müslümanlardan al­
mak için ilk Haçlı Seferi, Gazâll zama­
nında yapılmıştır. 40 yaşında iken An­
takya ve bir yıl sonra da Kudüs, haçlı­
lar tarafından zaptedilmişti.
Siyasi bakımdan İslâm âlemindeki bu
karışıklığı fikri bir hercümerc tamam­
lıyordu. Islâmiyetin birliğini doğrudan
doğruya kuvvetle yıkamayan iç ve dış
düşmanlar, zehirlerini halk arasında bâ­
tıl fikirler yaymak sûretiyle akıtıyorlar­
dı. İslâm'da düşünce ve iman birliği sar­
sılmıştı. Bir taraftan eski Yunan felse­
fesi ile İslâm âkidelerini te'lif etmek is­
teyen felâsife, diğer taraftan Kur’ân-ı
Kertm'in apaçık Ayetlerini karanlık ve
esrârlı tefsirlere ınevzû yapan Batınller
ve her iki zümreye karşı Ehl i Sünnet
inanışlarının müdafaasını yüklenmiş olan
Kelâm âlimleri arasındaki mücadele, bi­
tip tükeneceğe benzemiyordu.
Gazâli'nln hayatında ve eserlerinde
siyasi ve fikri panoramasını kısaca, ta­
nıttığımız bu devrin derin te'sirlerl var­
dır. Bu ciheti daima gözününde bulun­
durmak lâzımdır.
Gazâll tahsiline devam İçin Nişâ-
pur’a gitti. Zamanın en büyük âlimlerin­
den olan müetehid lmamü’l - Harameyn
Ebû'i - Maaü el • Cüveynl’nin talebesi
oldu ve müstesnâ zekâ ve çalışkanlığı ila
temayüz etti. Az zamanda ilimde ho­
cası ile hem - fiyar oldu. Hocasının ölü­
münden sonra. Nizâmü'l - Mülk tarafın­
dan Nizâmiye Medresesine, Ebû tshak
el - Şirazi’nin yerine tâyin olundu. Etra­
fına kalabalık bir talebe kitlesi toplandı.
Şöhreti gittikçe arttı. Halk tarafından
geniş bir muhabbet gördü. Fakat 488 H.
senesinde birdenbire bu parlak hayatı
terketti. Rûh âleminde büyük bir sarsın­
tı oldu. Bunu kendi tercüme-i hâli (oto­
biyografisi olan) «E! • Monkızü tnlne’d -
Dal&I» (O adlı eserinde tafsilâtıyla an­
latmaktadır.
İmâmı Gazâli'nin hayatında bir dö­
nüm noktası teşkil eden bu değişiklik,
içinde gittikçe büyüyen ve mânevt huzû-
runu kaçıran bir şüpheden ileri geliyor­
du. Dili tutulmuş, belâğat ve fcsâhatl
yok olmuştu. Üstelik bedeni bakımdan
da rahatsızlanmışlı. Bunun üzerine etra-
fmdakilerin bütün rica ve ısrarlarına
rağmen medresedeki derslerini bıraktı
ve Bağdad'dan ayrıldı. Bundan sonra
ömrünün !0 yılını uzlette geçirdi. Seya­
hatler yapıyor ve soflyâne bir hayat sü­
rüyordu. Evvelâ Şam’a gitti. 2 sene riyâ-
zet ve nefs mücâhedesi ile vakit geçir­
di, Sonra Kudüs'e gitti. Bu esnada halk­
la temas etmekten çekiniyor ve daima
bir iç murâkabesi hâlinde bulunuyordu.
«Kaal» âleminden «hâl» Alemine geçme­
nin neş esi içindeydi.
Nihayet Cenâb-ı Hakkın hidâyet güne­
şi kalbine doğdu. İlâhi bir lütûf eseri
olarak bütün şüphelerden âri. tahkiki bir
iman sahibi oldu. Bağdad'a tekrar dön-
O) Türkçeve mütenddid defalar ter­
cüme olunmuştur. Bunlardan biri. Maâ­
rif Vekâleti Şark - İslâm Klâsikleri se­
risi meyârunda basılmıştır.
HAYATI VE ESERLERİ 7
dil. En büyük eseri olan «thyâsyı okut­
maya başladı. Etrafına yine kalabalık
bir dinleyici kitlesi toplanmıştı. Fakat
yalnızbğa alışan rûhu bu hâlden sıkıldı.
Tûs*a çekildi. Orada on sene müddetle
her türlü Alâyişten uzak bir hayat geçir­
di. Bu esnada Islâm âleminde fitne art­
mıştı. Nihayet Selçuklu Veziri Fahrü'l -
Mülk’ün ricâsı ve ulemâ ile yaptığı isti­
şare sonunda, tekrar irşad ve mücadele
sahnesine çıktı (M. 1105). ömrünün so­
nuna doğru tekrar vatanı olan Tûs’a dün­
dü. Evinin civarına bir tekke, bir de
medrese inşâ ettirdi. Günleri irşâd ve
ibadetle geçiyordu. Kendisini çekemiyen-
ler Sultan Scncer’e onu. Ebû Hanife
hakkında kötü sözler söylediği iftirası ile
jurnal ettiler. Padişah’m ısrarlı dfiveti
üzerine Sencer’in huzuruna götürüldü.
Padişah Gazâll'ye büyük hürmet göster­
di. tahtından kalkıp yerine onu oturttu.
Hakikati bizzat o büyük âlimin ağan­
dan işittikten sonra, izzet ü İkrfim ile
memleketine yolladı. Gazâli burada 19
Arabk 1111 (505) tarihinde veffit etti. Al­
lah'ın Rahmeti üzerine olsun!..
(MAMI GAZALİNİN BAŞLICA
ESERLERİ
1 — thylu ‘Uliml’d-D la: GazAH’nln
en meşhûr ve en büyük eseridir. Bu ki-
tâbda Tıkıh ile tasavvuf mezcedilmiştir.
Dört kısımdır: Rub’ el-Ibâdât, Rub’ el-
Adât, Rub’ el-Mühlikât ve Rub’ el MUn-
ciyât. Her kısmı da 10 kitaba bölündüğü­
ne göre eserin tamamı 40 kitâb tutmak­
tadır. Ihyâ, yazılışından bu yana İslâm
âleminde en çok okunan bir kltâbdır.
Muhtelif şerhleri, açıklamaları, kısaltma­
ları yapılmıştır. Seyyid Muhammed el -
Murtazâ el - Zebidi nin yazdığı 10 ciltlik
şerh, en tanınmış olanıdır. (Ihyâ, yayıne­
vimiz tarafından aslına uygun şekilde ve
4 cilt hâlinde neşredilmiştir).
2 - E! - Iktlsad fi’l - İ'tikad: l'tika-
da dairdir.
3 - Tehâfülfl’l - Felislfe: Aristo fel­
sefesinin tenkididir.
4 - El - Munktzi mlne’d - Dalil v el -
Mflsll İlâ zi’l - tezi ve’l - Celâl: lmâtm
Gazftiİ, kitabında hakikate va hidâyete
nasıl eriştiğini anlatmakta ve çeşitli fır*
kalan inceleyerek tenkid etmektedir.t
5 — Makaasldü’l - Felâslfe: Felsefe­
yi tenkid etmeden önce onun bütün mes’e-
leierini açık bir şekilde bu kltâbda yat­
mıştır.
6 — El - Mnstasfa: Usûl-i fıkha dâir
bir mukaddime ile 4 fasıldan ibarettir.
7 — Klmyâ-yı Saâdet: İman, amel
ve tasavvuftan (= ahlâk) bahseder. İh-
yâ’nın Farsçaya yapılmış kısa bir tercü­
mesi mahiyetindedir.
8 - El • Kıstastı • Müstakim: Bât»*
ntlere reddiye olarak yazılmıştır.
9 - BidâyettT • Hldâye: Din ve ah­
lâk bilgilerini Öğreten ve halka hitâb
eden bir kitftbtır. Birinci kısmında zâhlrl
ibadet ve ahlâktan, ikinci kısmında kal­
bin itftat ve isyânından bahseder. Sonra
göz, kulak, dil, vücûd, cinsiyet uzuvlan,
eller ve ayaklann güzel kullanılışından
söz eder. Son faslında da kalbin haset,
iki yüzlülük ve kibir gibi kötülüklerden
temizlenmesini anlatır. Çok faydah ve
herkesin anlayabileceği seviyede yazılmış
bir din kitâbıdır.
imâmı Gazâti'nin bilinen bütün eser­
lerinin sayısı takriben 75*1 bulmaktadır.
Bunların listesi müsteşrik Brockelmaım’m
«Geschichte der Arabischen Literatür»
adlı eserinde yazılıdır. (Cilt I„ 535-46,
Suppiementband, 1,744 * 56).
ImAMI GAZALÎ’NiN FİKİR HAYATİ
Kelâm’da Gazâtt: imâmı Gazâll’nin
Kelâm sahasındaki fikirleri İslâm düşün­
ce tarihinde bir dönüm noktası teşkil
eder. Kelâm'm daha ziyâde Akaaid kıs­
mına ehemmiyet vermiş olan Gazâli, ak­
lı ön plânda tutmuştur. Mantık ve mü*
nâzara prensiplerini muvaffakiyetle kut­
lanmıştır. Kelâm ilmi kendini tatmin et­
memiştir. Zira bu ilim muârızlannın 'ka-
KİMYA-YI SAADET
bulüne bağlı birtakım mukaddimelere
dayanmaktadır. Gazâlt böylece aklın ye­
rim mükâşefeyt koymuştur.
GazlU Ehl i Sünnete muhalif fırka­
larla da mücadele etmiştir. Bilhassa
mûtezile ve bfltıniye ile çatışmıştır. O
devirde bâtıniler ortalığa fesat saçıyor­
lardı. Gazâli bunlara karşı beş. altı eser
yarmış ve onların bütün fikirlerini çü­
rütmüştür. Kendisi bizzat halife tarafın­
dan bu mezhebi redd ve ibtâl etmeye
me’mûr edilmişti.
Felsefecilerle mücadelesine gelince:
İmâmı Gazâli evvelâ felsefeyi iyice tet­
kik etti. Bütün esaslarını öğrendi. Sonra
onu tenkid etti. Bilhassa Aristo’ya ve
onun muakkibi olan İbn Sina İle Fara-
bf'ye hücum etti. Bunlar 20 mes'elede
Ehl-i Sünnetten ayrılıyorlardı ki, üçü küf­
rü mûdbti.
Gasâll ve tasavvuf: GazâUnln mem­
leketi olan Tûs, o asırda büyük bir ta­
savvuf merkezi idi. Gazâlt küçüklüğünde
ve talebeliği esnasında sofi muhitlerinde
yaşadı. Tedris hayatında ise, tasavvuf
ikinci plânda kaldı. Nihayet geçirdiği rûh
ve iman buhranından sonra tekrar tasav­
vufa döndü. Yalnız aklın İnsanı hidâyet
ve saâdete götüremiyeceğini anladı.
Gszâll'ye göre hakiki bilginin kaynağı,
ancak İlâhi âlemden parlayan bir nûr-
dur.
İMAMI GAZALİ HAKKINDA YAZILAN
EN MUFASSAL TÜRKÇE ESERLER
ŞUNLARDIR
• MEHMET ALİ AYNÎ, Htccetü’l • İs­
lâm İmâmı Gazâli, İstanbul Matbaa yı
Amire, 1327. 367 sayfa. Eserin başında
Manastırlı îsmâil Hakkı’mn bir takrizi
vardır. Müellif, eserin mukaddimesinde
Baron Carra de Vaux*nun İmâmı Gazâlt
hakkında te’lif ettiği kitâbı örnek tuttu­
ğunu ifâde etmektedir. Carra de Vaux’-
nun eseri 1902’de Paris'te basılmıştır.
• RIZÂEDDİN BİN PAHREbDİN, İmâ­
mı Gazâli, Orenburg (Rusya), Vakit ga­
zetesinin matbaası, 1910. 96 sayfa. (Meş­
hur trler serisinin 3’üıicü kitâbı). Tâbiİ
ve nâşiri: Ahmed İshak - Şark Kİtâbhâ-
nesi.
• ŞÎBLÎ NUMANÎ, Mütercim: Yusûf
Karaca, GazâH'nin Bütün Cepheleri ila
Hayatı ve Eserleri, İstanbul - özdemir
Basımevi, 1972, 250 sayfa. Nâşlr: Baytan
Kitabevi - İstanbul.
• BEDİR YAYINEVİ tarafından 4 cilt
hâlinde çıkarılan İHYÂU ’ULÛMİ’D-DtN
tercümesinin l ’inci cildinin baş tarafın­
da. UBEYDULLAH KÜÇÜK imzasiyle
İmâmı Gazâli mevzuunda 96 sahifelik ge­
niş bir önsöz neşredilmiştir.
MEHMED ŞEVKET EYGİ
B
MÜTERCİMİN ÖNSÖZÜ
Devamlı var olan. O'ndan başkası O'nunla varlıkta duran, varlığının başlangıcı
ve sonu olmayan, zâtında, sıfatlarında ve işlerinde benzeri ve ortağı bulunmayan,
yaratılmışlardan hiç birine benzemeyen; diri, bilici, işitid. görücü, dileyici, gücü yeti*
d . soyleyici ve yaratıcı olmak sıfatlarına sahip dan Allahü Teâlâ’ya, «OI> emri ile
yarattıklarının sayısı kadar hamd ü senâlar olsun!
Bütün duâlar, iyilikler 0*nun Peygamberi ve en sevdiği kulu, insanların her ba­
kımdan en güzeli, en üstünü dan Muhammed Mustafa’ya (sallâllahü aleyhi ve sellem)
ve ehl-i beytine ve ashAbma (ndvanullahi teâlâ aleyhim ecmâin) ve bunlan sevenlere
ve izlerinde gidenlere olsun.
Cenâb-ı Hak. bütün insanlara, sayılamayacak kadar çok nimet, iyilik vermiştir.
Bunların en büyüğü, en kıymetlisi olarak da. Resûtler ve Nebiler (aleyhimüsselâm)%
göndererek ebedî saâdet yolunu göstermiştir ve «Nimetlerimin kıymetini bilir, emret­
tiğim gibi kullanırsanız, onlan artırırım. Kıymetini bilmezseniz, elinizden ahr, şiddetli
azab ederim» t1), buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir hadîs i şerifte, «Ümme­
timin âlimleri. Beni İsr&H’in peygamberleri gibidir», diğer hadîs-i şerifte de «Alimler
peygamberlerin vârisleridir» (2), buyurdu. îm&m Rabbânî (kuddise sirrûh) bu ikind
hadisi şerifi açıklarken buyuruyor ki: Vâris, vârisi olduğu kimsenin her şeyinde vâ­
risidir. Peygamber Efendimizin (sallâllahü aleyh ve sellem) vârisi olanlar da. her hu­
susta, onun vârisidir. İsminden, ahlâkından, nübövvet ve velâyet kemâlâtmdan hisse­
lerini alanlardır. Yalnız Fıkıh bilgisi olana. Fıkıh âlimi; yalnız Tasavvuf bilgisi olana,
Tasavvuf âl mi denir. Yalnız Kelâm bilgisi olana. Kelâm âlimi denir. Hepsini kendinde
toplayana, âlim denir, tşte hadîs i şerifte, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) vârisleri
diye bildirilen âlimler bu âlimlerdir.
Hiç şüphe yok ki. Kur’ân-ı Kerlm’i ve Peygamber Efendimizin (sallâllahü aleyhi
ve sellem) hadts-i şeriflerini ezberleyen, derin mânâlarını, peygamberlik kandilinden
aldıkları nûr ile anlayan; ilmin, amelin, takvâmn. keremin, cömerdliğin. velâyetin ve
üılâsm sembolü olan meşhur dört^mezheb imâmı ve Hüccetü’l - İslâm İmâmı Gazâlt'
(1) 14 — İbrâhim: 7. (2) Dy. Mukaddime, 32; Hn. I. 196.
1 0 ------------------------------------ KİMYA YI SAADET
(rahmetullahl aleyhim), vâriı olan bu Alimlerin, en tada gelenleridir. Hepsi müete-
hid-l mutlaktır.
E ’ûzü - besmele okuyarak, tercümesine başladığım Kimyâ yı Saâdet kitabı, Hücce-
tü’l - İslâm Muhammed Gazâlt'nin (rahmatullahi aleyh) en meşhur kitablanndandır.
Bunu okuyan bir kimse, bir İslâm Aliminin, ilminin nasıl olduğunu anlar.
Muhammed bin Muhammed Gazâli. Hicri 450 yılında İran'ın Tûs, yâni Meşhed
şehrinde doğdu. 478 yılına kadar. yAni yirmisekiz yaşına gelinceye kadar, Tûs, Gürgân
ve Nişapur'da zâhiri ilimleri, yâni şeriat ilimlerini tahsil etti. Nişapur’da senelerce
İmamü'l JHaremeyn Ebû’l • Maalt'den ilim okudu. Hocasının sağlığında birçok kitablar
yazdı. Bunların en meşhurlan: Vaslt, Basit, İhyAu Ulûmi’d - Din, Mustasfa, Tehâfütü’l -
Felâsife, Mihekku'n - Nazar, Mi'yarü’l - ilim, Makaasıd Maznûn-ü Bih İA Gâyr-i Ehlih,
Maksadü'l - Esnâ fl Şerhi'l - Esm&ü'l - HüsnA, Mişkâtüi Envâr, Kimyâ yı Saâdet,
El - Munkızü Mine'd - DalAl ve daha pek çok eseridir. Kırk ciidlik Tefsir u Yakûti’t -
Te vil ve Cevâhirü’l - Kur'An kitablan da meşhurdur. Kardeşi imâmı Ahmed Gazâli
der ki: Muhavvel kitabını yazdığı zaman, hocası İmftmü’l - Harameyn’e takdim etti,
lmâmü’l - Harameyn, «Senin ba kitabın, benim kitablanmı örttü», buyurdu.
478 yılında, Selçuklu Devletinin pâdişâhı Melikşfth'ın veziri Nizâmü'l - Mülk ile
görüştü. Nizâmü'l ■Mülk ilim ve faziletine hayran oldu. Bu görüşme 484 yılma kadar
devam etti. Bu sene içinde, Nizâmü'l - Mülk'ûn ricası üzerine, Bağdad'daki Nizâmiye
Medresesi’nin (üniversitesinin) müderrisi (profesörü) oldu, 488 yılına kadar orada
Alimlerin en yüksek makamında bulundu. El •Munkızü Mine'd • Dalâl kitabım orada
yazdı. Bu kitabı okuyanlar, İmâmı GazAU'nin din ilmi gibi zamanın fen ilimlerinde de,
ne kadar derin olduğunu anlarlar.
Bundan sonra, tedristen ve bu makamda bulunmaktan çekilip başka bir hâl aldı.
Zühd ve dünyadan el çekme yolunu seçti. Bağdad'dan ayrıldı. Şam'a, Kudüs’e ve ora*
dan Hicâz'a gitti. Hac dönüşü bir müddet İskenderiye'de kaldı. Uzlet hayatı yaşadı. Çe­
tin riyâzetier. zor mücâhedeler yaptı. Bunların neticesinde, bir başka Gazâli olarak
göründü. Kimyâ-yı Saâdet kitabı bunu güzel bildirmektedir.
Dünyadan el çekip, en güzel ahlâka ve mertebelere kavuşmak İçin olan bu hâli,
on sene devam etti. Yâni 498 yılına kadar böyle yaşadı. Sonra vatanı olan Tûs'a geldi.
Bir sene daha uzlet hayatı yaşadı.
Tasavvuf ilimlerinde mürşidi, Sitsile-i Zeheb'in en büyük halkalarından olan,
Ebû Ali Fâremidi hazretleridir (kuddise slrrûh). Onun huzurunda kemâle geldi. ZAhirt
ilimlerde eşsiz âlim olduğu gibi, tasavvuf ilimlerinde de mürşid oldu. Her iki ilme sa­
hip olup vâris i Resûlüllah (sallâUahü aleyhi ve seilem) oldu.
Sultan Sencer'in ısrarı üzerine Nişapur'daki Nizâmiye Medresesi'nde müderris
oldu. Fakat Bağdad'daki Gazâli başka, Nişapur’daki Gazâlt ise daha başka idi. Nişa­
pur'daki Gazâli. on bir sene riyâzet ve mücâhede potasında eriyen, arınan ve dünya
isteklernden tamamen uzak olan Gazâli idi. Mükâşefe, müşâhede. velâyet sırlarına,
ilim nârlarına dalmış Gazâli idi.
Nişapur’da bir sene müderrislik yapp daha yüksek derecelere, mânevi kemâllere
kavuşmak arzusu ile yine vatanı olan Tûs şehrine döndü. Bir medrese ile, bir hanekâh
yaptırıp, vaktinin bir kısmını ilim öğretmekle, diğer kısmını da tasavvuf yolunda on­
lara feyz ve nûr sunmakla geçirdi. 505 yılında Cümâde'l-Ahirt ayının ondördüncü günü
vefat eyledi.
îmâmı GazAH müetehid idi. Ictihâdı Şâfit mezhebine uygun oldu. O kadar çok ki-
tab yazdı ki, ömrüne bölününce bir güne onsekiz s&hife düşmektedir. Kitapları çok
m ü t e r c i m i n ö n s ö z ü 11
kıymetlidir. Batı dillerine çevrilmektedir. Eyyühe’l - Veled kitabı, 1915'de kurulmuş
olan. Milletlerarası îlim Yayma Teşkilâtı (UNESCO) tarafından 1951'de Fransızcaya,
İngilizceye ve tspanyolcaya tercöme edilerek, hepsi basılmıştır. 1959’da dört Alman
mütefekkirinin Gazâli'nin kitablannı okuyarak İslâm dînine Aşık olduklarını ve İmâ­
mın kilâblarım Almancaya çevirmekte olduklarını gazetelerde okuduk.
İmâmı Gazâlî’ye İslâm filozofu diyenler oluyor. Bu büyük imâm, filozof değildir.
Bir İslâm âlimi, bir müctehiddir. Onun kitablannda mevzu’ hadîs var «anan kimse,
ya onu tanımayan, din imâmı ve müctehid ne demek olduğunu bilmeyen yahut ehi l
sünnete düşman olan Vchhabîlerin ve reformcu mezhebsizlerin tuzağına düşmüş bir
zavallıdır. İslâm âlimlerinin hiç biri filozof değildir. Filozof, İslâm âlimi olamaz. İslâm
filozofu diye bir şey yoktur. O Hüccetü'l - İslâm idi. Bu isimle tanınır. Hüccetü'l - İslâm
demek, üçyüz bin hadîs-i şerifi, rftvileri ile ezbere bilen kimse demektir. Bunun için
Gazâlf'ye dil uzatanların, dilleri tutulsa yeridir.
Kimyâ yı Saâdet kitabı, İhyâu ’Ulûmi’d - Din kitabının Fars! ile yazılmış hulâsa­
sıdır. İhyâ kitabım, uzlet hâlinde iken yazmıştır. Rükün ve fasıllara ayrılması, Kim-
yâ-yı Saâdet’e yakındır.
İmâmı Gazâll dokuz asır kadar Önce yaşamıştır. Din İlimlerinde derin olduğu
kadar, zamanın fen bilgilerinde de ilerde idi. Bu kitabı okurken, ilminin çokluğunu,
akbnın kuvvetini, zekâsının inceliğini, düşünce sahasının genişliğini, İslâm dinini* nasıl
bir edeble anlattığını, ihlâsını anlayacaksınız. Ancak, fen bilgilerinden bu kitabda yaz­
dıklarını, içinde bulunduğumuz atom çağındaki fen bilgileri ile karşılaştırmamalı. o
zamanın fen bilgileri ile mukayese etmeli, üstünlüklerini anlamalıdır. Yâni dokuz yüz
yıl öncesine inip öyle düşünmelidir. Çünkü fenni buluşların nasıl bir hızla ilerlediğini
hepimiz görüyoruz.
Bu kitabda tbftdât ve Muamelât kısımlarında İmâmın kendi Ictîhadlan da bulun­
maktadır. Bu yüzden muhterem okuyucularımız, bu hsuslarda Hanefi mezhebine uyma­
yan bazı mes’eleler görürse —kİ görecektir— yanlıştır hükmüne kapılmayıp içtihad ol­
duğunu, bir müetehidin âyet-i kerimelerden, hadls-i şeriflerden ve fcmft-l ümmetten
çıkardığı hükümler olduğunu düşünmelidirler. Dinimizin dört sağlam delilinden dör­
düncüsünün (kıyâs ı fukahâ) olduğunu herkes bilir. Ve yine herkes bilir ki, içtihaddâ
yanılana bir, doğruyu bulana iki veya on sevab vardır. Kitabın tamamım tercüme et­
tiğimiz için, içtihadla alâkalı kısımları da tercüme ettik. Dikkat buyurulması için, bir­
kaçına dip notu da ilâve ettik.
Tercüme csr..»smda, mümkün mertebe, ktabın metnine, Gazâli’nin üslûbuna bağlı
kaldık. Bu tercümeyi 1956 yılında Tahran’da Merkez Külöphânesinln bastırdığı nüsha­
sından yaptık. Ancak anlaşılmayan bir yer olduysa, Hindistan baskısı ikinci bir nüs­
haya müracaat ettik. İnşâallahü TeâlA, İmâmın muradına uygun tercüme olmuştur.
Cenâb-ı Hakk’tn, bu ümmet-1 Muhammedde (sallâllahü aleyhi ve sellem) cn büyük
nimetlerinden biri olan imâmı Gazâlt. Hicri beşinci asnn müceddidi. yâni beşinci asırda
İslâm dininin kuvvetlendiricisi, bilgilerini yenileyicisİ, bld’atlerin kökünü kazıyıcısıdır.
İslâm dininin bilgilerini. İslâm âlimlerinin, Allahü Teftîâ’ntn seçkin kullarının kl-
tablnrından okumak, Öğrenmek lâzımdır. Her gazete ve din perdesi altında yazılmış
kitabdan din Öğrenilmez. Din kitabı almak İçin, önce yazarının kim olduğunu, dini­
mizdeki âlimler arasındaki yerini bitmek gerekiyor. Dini hiçbir mes'uliyet duymadan,
doğru -yanlış sayısız din kitabı çıkarılıyor. Din kitabı yazmak için, korkmak, titremek
ve büyük mes’uliyet altına girdiğini düşünmek lâzımdır. Bunun İçin de ilmi çok, edebi
çok. mes'uliyet duygusu ve Allah korkusu çok Allah adamlarının kitablannı okumaktan
12 KtMYA-YI SAADET
başka çâre yoktur. Doğru sözler arasına, bir İki yanlış mânâ ilâve edip bflylece mak-
■adlanna kavuşan, din, iman hırsızları, âlim taslakları ve pervâsız reformcuların ki-
tablarını değil, bu din-i mUblni bize ulaştıran ve bunu korumak için kanlarını, canlarını
•eve seve fedâ etmiş olan büyük atalarımızın, aziz ceddimizin yazdıkları ilmihâl kitab-
lannı okumalıdır.
İslâm semâsının en parlak yıldızlarından olan Hüccetü‘1• İslâm İmâmı Gazâli
nin (rahmetullahi aleyh) çok kıymetli bir hazine ve hakikaten demir gibi sert ve paslı
kalbleri, parlak altına çeviren bir kimyâ olan bu kitabını tercüme etmeyi, bu günahı
çok, aklı ve ilmi az kuluna nasib ettiği için Allahü Teâlâ’ya sayısız hamd ö senâlar
olsun.
Allahü Teâlâ kusurlarımızı afv eylesin. İbadetlerimizi ve tevbelerimizi kabul ey­
lesin. Her iki cihanda sevdikleri ile bulundursun. Kalblerimizi Ehl-i Sünnet i’tikadı ile,
azâlanmızı şeriate uygun amel ile ziyneüendirsin. Kendi sevgisini, Habibinln (sallâllahft
aleyhi ve sellem) sevgisini, ehl i beytin ve her biri birer hidâyet yıldızı olan ashâb-ı
kirâmın sevgisini (rıdvanullahi aleyhim ecmâîn), âlim ve evliyâ kullarının sevgisini
kalblerimizde artırsın. Hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak tanıtsın. Amin!..
A. FARUK MEYAN
MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ
H akiki var ve bir olan A llahü Teâlâ’ya, yağm ur dam lalarının, gök*
teki yıldızların, ağaçlardaki yaprakların, sahralardaki kum ların, yer
ve gökteki zerrelerin (atom ların) sayısınca lıaınd ü senâlar olsun! Ce­
lâl, büyüklük, azamet, yükseklik, mecd ve değer O na m ahsustur. Celâ­
linin kem âlinden hiçbir m ahlûkun tam m âııasiyle haberi yoktur. Hiç
kim se O’nu hakkıyle bilemez, tanıyam az. O'nu tanıyam adığım söyle­
mek, sıddikların tanım asının sonudur. O’na lıamd ü sena etm ekte ku­
surlu olduğunu itiraf etmek, m eleklerin ve peygam berlerin lıamd ü se­
nasının sonudur. En akıllıların akim ın sonu. O nun Celâl nüriurım n da­
ha başlangıcında hayrette kalır. Velilik yolunda ilerleyenler ve o yola
girenler, O’nun Cemâline yaklaşm ayı arzulam akta dehşettedirler. O’nu
hakkıyle tanım aktan ümid kesmek bu İşten elini çekm ektir. O’nu hak*
klyle tanıyorum demek, hayâl yoluyla benzetmek ve tem sildir. O’nun
zâtının, Cemâlinin m ülâhazasında bütün gözler, hayran ve şaşkındır.
O’nun akıllara durgunluk veren intizam lı san’atm a bakm ak da bütün
akılların edindiği, zarûrf bir m ârifettlr. O ’nnn zâtının azam eti karşı­
sında, nasıldır ve nedir? diyecek kimse yoktur. Derin, m ânâlı sun andan
gafil olacak hiçbir kalb yoktur ki, varlığı ne ile ve kim İledir dlyebllsln.
H attâ her şeyin, O’nun kudretinin alâm eti olduğunu kendiliğinden bilir.
H er şey O’nun azam etinin nûrlarıdır. Hepsi O’nun hikm etinin acâib ve
garib İşleridir. Hepsi o hazretin Cemâlinin pırıltılarıdır. Hepsi O nunla
vardır. Belki lıer şeyin kendisi O’dur. Çünkü, O’ndan başka hiçbir şeyin
h akikatte varlığı yoktur. H er şeyin varlığı, O’nun varlığının nur ve pı­
rıltılarıdır.
Peygam berlerin efendisi, m ü’m inlerin yol göstericisi ve rehberi, ru-
bOblyet esrarının emînl, A llahü Tcâlâ’nm seçtiği, beğendiği Mııhammed
M ustafa'ya (sallâllahü aleyhi ve sellem ), her biri ümmetin rehberi ve
Ş eriatın bildirici olan ve aslıâbm ın hepsine ve Ehl i Beytine salftt ü se­
lâm olsun.
A llahü Teâlâ’ya hamd, Resulüne salât ü selâm dan sonra: Biliniz ki,
İnsanoğlu, oyun ve boş şeylerle uğraşm ak İçin yaratılm adı. Bilâkis ona
14 KİMYAYI SAADET
büyük lyler ve büyük kıym et verildi, ÇllnkU, ezeli değilse de, ebedidir.
Bedeni, topraktan olup silili İse de, rûhunun hakikati ulvi ve Iiabbânl-
dlr. B aşlangıçta cevheri; hayvan, yırtıcı hayvan ve şeytan sıfatları İle
karışm ış İse de gllnah işlememe kabında, bu karışıklıktan ve bulaşıldık­
tan arınır. Ilazret-ı rulm bıyyete lâyık olur, Esfei-i saf itinden (alçakların
en alçağından), a'lâ-yı ılliyylne (yükseklerin en yükseğine) kadar olan
bütün alçaklık ve yükseklikler onun içindir. O nun esfel-İ safHüıl, hay­
vanların, yırtıcı hayvanların ve şeytanların seviyesine inmesi olup şeh­
vet ve gazabına esir olm asıdır. A'lâ-yı ılliyyini İse, şehvet ve gazabın
(kızgınlığın) elinden kurtulup, ikisini de kendisine esir ettiği, onları
kendi em rine aldığı m elekler makamıdır. Şehvet ve gazabına hükm edin­
ce, AllahU T eâlâ’ya kulluk makamı ele geçer. Kulluğun bu m akam ı İse
m eleklere m ahsustur. B ir İnsanın en yüksek derecesi budur. İnsana,
AllahU T eâlâ’nın Cem âline Ünsiyet lezzeti hâsıl olunca, o Cemâlin tecel­
lisi 11e meşgul olm aktan bir an ayrılam az! O Cemâle bakm ak, onun Cen­
neti olur. Gözün, karnın ve diğer uzuvların arzu ettiği Cennet, bunun
yanında aşağı kalır.
^İnsanlık cevheri, yaratılışının evvelinde noksan ve aşağı olunca,
m ücâhede etm eksizin ve İlâç vermeksizin onu bu noksanlıktan kemâl
derecesine ulaştırm ak m üm kün olmaz,
'i
tş böyle olunca, bakırı ve pirinci arıtıp, tem izleyip hâlis altın ya­
pan kim yâ (form ül) zor ele geçer. Bunu herkes bilemez. Bunun gibi,
insanlık cevherini hayvanlık seviyesinden kurtarıp melek temizliğine
ve nefasetine ulaştıracak ve bununla ebedi saadete kavuşturacak kim­
yâ da zor bulunur ve bunu herkes anlayam az. Bu kitabdan m aksat, ha­
kikatte ebedi saâdet klm yâsı olan bu karışık klm yânın İzahıdır. Bu ki­
taba, bunun için KİMYÂ-YI SAÂDET ismini verdik. O madenlerle İlgil!
klm yâdan ziyade asıl buna kim yâ demek lâzım gelir, İkisinin de rengi
sarı olm akla hiç bakırla altın b ir olur m u? Hem o kim yâ dünya nl-
m etinden başka bir şey değildir. F ak at dünyanın müddeti nedir kl? H al­
buki hayvani sıfatlarla melek sıfatları arasında, esfel-1 sâfllinden a ’lâ-yı
ılliyylne kadar ne kadar dereceler vardır.
Bu klmyânın neticesi ebedî saftdettlr. M üddetinin sonu yoktur. Çe­
şit çeşit nim etlerinin nihayeti yoktur. Onun nim etleriyle nlmetlencne
hiçbir sıkıntının yolu yoktur.
MUHAMMED GAZÂLİ
FASIL
- 3
Bil ki: B ak ın altın y ap acak kim yâ (form ül) h içb ir k o c a k a n m n
san d ığ ın d a bulunm adığı, an cak p ad işah ların h âzin esin d e b u lu n d u ­
ğu gibi, ebedi sa âd et kim yâsı d a h e r yerde b u lu n m ay ıp A llahü Teâ-
lâ’nın R ubübiyet hâzinesinde b u lu n u r. A llahü T eâlâ’nın gökteki h â ­
zineleri, m elek cevherleri, yerde İse peygam berlerin kalbleridir. O
hâlde bu kim yâyı peygam berlerden b aşk asın d a a ra y a n yanılm ış
olur. İşinin sonu b ir şeye y aram az. Ö m rü n ü n serm ayesi, zan ve h a ­
yâl olur. K ıyam et g ü n ü n d e m üflis olduğu m ey d an a çık ar. K alp azan ­
lığı açığ a v u ru lu r. G u ru ru kırılır. O na derler: «Ö nünden p erd ey i
kaldırdık! O h âld e b u g ü n gözün d a h a keskin görür» (l).
A llahü T eâlâ'nm büyük rah m etlerin d en biri, bu iş için yirm i
d ö rt bin peygam beri in sa n la ra gönderm esidir. BÖylece, in sa n la ra bu
kınıyâ n üshasını ö ğ retsin ler ve o n la ra k alb cevherini m ü câh ed e k a ­
b ın a koym anın yollarını, kalbın b u lan ık lığ ın a ve çirk in liğ in e sebep
olan kötü ah lâk ın ondan n asıl tem izleneceğini, güzel a h lâk ın o n a
hangi yolla yerleştirileceğini an latsın lar. B unun içindir ki, A llahü
T eâiâ kendi hâkim iyyetini ve m ünezzehliğini övdüğü gibi pey g am ­
berleri (salâv atu llah i aleyhim ecm âin) gönderm esini de övüyor,
m innet borçlarını h a tırla tıy o r ve şöyle buyuruyor:
«G ökte ve yerde olanlar, M elik, K uddûs, A ziz ve H akim olan
A llah'ı teşbih ederler. O A llah kİ, üm m ilerden o n la ra b ir peygam ­
b er gönderdi. O n u n ây etlerin i o n la ra okur, o n la n (şirk ten , k ü fü r­
den) tem izler, o n la ra k itâ b ve İlim öğretir. Ö nceden o n la r ftşikftr b ir
d alâlette İdiler» (*). O n la n tem izler sözü, h ay v an sıfa tla n n d a n olan
kötü ah lâk ta n o n la n tem izler dem ektir. O n lara k itâ b ve İlim Ö ğretir
sözü de, m eleklerin sıfa tla n m o n la n n ö rtü sü ve elbisesi eyler d e­
m ektir^
K im yâdan m ak sat, n o k san sıfa tla r olan lüzum suz şey lerd en
a n n m a k ve soyunm ak; kem âl sıfa tla r olan lüzum lu şeylerle ö rtü n ­
m ek ve süslenm ektir. B ütün bu kim yânın esası, y ü zü n ü d ü n y ad an
çevirip A llahü T eâlâ’y a dönm ektir. N itekim P ey g am b er E fendim ize
(aleyhisselâm ) şöyle bildirdi: «Rabbİnln İsm ini zik ret ve h e r şeyden
yüz çevirip O’n a dön» (*). A yetin m etnindeki «tebtil* h e r şeyden k e­
silm ek. uzak olm ak, b ü tü n varlığiyîe kendini o n a v erm ek dem ektir.
H ulâsa, kim yâ, b u d u r. Tafsili İse u zu n d u r.
K im yâ-yı S aâd et k itab ın d ak i bilgiler, d ö rt u n v a n a (a n a -b ö lü ­
m e) ay rılm ıştır. B unların rü k ü n le ri de d ö rt m uâm eledir. H er rü k ü n ­
de on asıl (bölüm ) vardır. C em ’an k itab 40 asî’a (m evzua) ay rılm ış­
tır. K im yâ-yı S aâd et’in tertib in in a n a - h a tla n aşağ ıd ad ır:
(1) 50 - Kaf: 22. (2) 82 - Cum*«: 1-2. (3) 73 — MÜEtemmll: «.
r x n
l'lnd unvan: Nefsini (kendini) bilme­
nin hakikati beyanındadır,
2‘nd unvan: Hak Teâlâ ve Tekaddeı
hazretlerini bilmenin be-
yanandadır.
3'üncü unvan: Dünyanın hakikatini bil­
menin beyanındadır.
4’üncü unvan: Ahiret âleminin hakikatini
bilmenin beyanındadır.
Bu dört mârifet (bilgi) Müslümanlığın
temellerini teşkil eder.
Müslümanlığın dört muamele rükün­
lerine gelince: Bunların ikisi zâhire, ikisi
de bâtına taalluk eder.
Zâhire taalluk eden rükünler: Birinci
Rükün - Allah’ın emir ve fermanlarına
uymakla ilgili bilgiler. Buna i b â d e t ­
l e r diyoruz. İkinci Rükün • İnsanın ha­
reketlerinde. yaşayışında, davranışların­
da, geçmişindeki edebleri, hatt-ı hareketi
bildirir. Buna m u a m e l â t diyoruz.
Bâtına taalluk eden rükünler: Birin­
cisi - Gönlü (kalbi) kötü ahlâktan temiz­
lemek. Meselâ öfkeden, cimrilikten, ha-
sedden, kibirden, ‘ucbtan... Bu kötü huy­
lara m ü h l i k â t (helâk edici şeyler),
‘a k a b a t - ı r a h - ı d i n (din yolunun
tehlikeli geçitleri) denir. İkincisi - Kalbi,
beğenilen güzel sıfatlarla bezemektir. Sa­
bır, şükür, muhabbet, ümid (reca), te­
vekkül gibi... Bunlara m ü n c i y â t (kur­
tarıcı şeyler) adı verilir.
BİRİNCİ RÜKÜN OLAN İBADETLER
ON ASL’A (BÖLÜME) AYRILMIŞTIR:
(1) Ehl-i sünnet itikadı. (2) (Din) ilmi
tahsil etmek. (3) Temizlik. (4) Namaz.
(5) Zekât. (6) Oruç. (7) Hac. (8) Kur’ân
okumak. (9) Zikr u teşbih. (10) Her gun
belirli vakitlerde ibadet kasdıyla virdler
(Kur’ân, duâ, salâvet v.s.) okumak.
MUAMELELERİN EDEBLERİNİ AN­
LATAN İKİNCİ RÜKÜN DE ON ASL’A
AYRILMIŞTIR:
(1) Yeme - içme edebleri. (2) Nikâh,
evlenme edebleri. (3) Kazanç, ticâret
edebleri. (4) Helâlinden kazanç aramak.
(5) İnsanlarla sohbet, konuşup görüşme
edebleri. (6) Uzlet, insanlardan uzaklaş­
ma edebleri. (7) Yolculuk edebleri. (8)
Sema’ ve vecd edebleri. (9) Mârûf ile
emr ve münkerden nehy edebleri. (10)
Velâyet. dünya işlerini idare eden evli-
yâ-yı umûr ile ilgili edebler.
DİN YOLUNDA DAR GEÇİTLERİ.
’AKABELERİ AŞMAKTAN: MÜHLİKÂT
* I 9 I
DENİLEN KÖTÜ HUYLARDAN BAHS
EDEN ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DE ON ASL’A
AYRILIR..
(1) Riyâzet. Nefsi temizlemenin ve
terbiyenin yollan. Kötü huyların ilâçtan.
Kötü huylan atıp iyi huylar edinmenin
çareleri. (2) Şehveti kırmak. Midenin,
fercin âfetleri. (3) Konuşmanın zararla­
rı, dilin âfetleri. (4) öfke, kin ve haset
hastalıklarının tedavisi. (5) Dünya sev­
gisinin ve tam a’ illetinin tedavisi. (6)
Cimriliğin ve dünya malı toplama hırsı­
nın ilâcı. (7) Makam, mevki, haşmet
sevgisinin flâa. (9) Kibir ve ucbun ilâcı.
(10) Gaflet, sapıklık ve gururun ilâcı.
MÜNCİYATTAN (KURTARICI GÜZEL
HUY ve HASLETLERDEN) BAHS EDEN
DÖRDÜNCÜ RÜKÜN DE ON ASL’A
AYRILIR...
(1) Tevbe etmek ve zulümden el çek­
mek. (2) Sabır ve şükür. (3) Havf ve
reca (Cenab-ı Hakk’a karşı korku ile ümid
arası bir hâlde olmak). (4) Dervişlik ve
zâhidlik. (5) Sadakat ve ihlâs. (Doğruluk
ve katışıksızlık). (6) Muhasebe ve mu­
rakabe (kendi nefsini hesaba çekmek,
özünü kontrol etmek). (7) Tefekkür. (8)
Tevhid ve tevekkül. (9) Muhabbet ve
şevk. (10) ölümü anmak.
Bu kitapta yukarıda zikr edilen dört
unvanı, dört rüknü ve yekûnu kırka ba­
liğ olan asıllan halkın anlayacağı açık
Fars diliyle açıkladım. Halk anlasın diye
uzun ve* muğlâk ibarelerden kaçındım.
Anlaşılması zor ibarelerle yazmadım. Bu­
rada anlattığım mes'eleleri daha derin bir
şekilde öğrenmeye; tahkik ve tetkik et­
meye rağbet eden din kardeşlerime ihyâ’u
‘Ulûmi’d - Din, Cevâhirü’l - Kur’ftn adlı
Arapça kitaplarıma ve diğer müeliefatıma
müracaat etmelerini tavsiye ederim.
Kimyâ-yı Saâdet’i Farsça konuşup, okuyup
anlayan kardeşlerime bir hizmet olsun
diye meydana koydum. Onların anlayıştan
seviyesinde yazdım. Hak Subbanehu ve
Teâlâ niyetlerimizi temizlesin, bizleri üı-
lâslı kullan zümresine ilhak eylesin.
Cümlemizi riyadan, tekellüften arındırsın.
Tâ ki, dilimizle söylediklerimize muamele­
lerimizde vefa gösterelim. Mucibince
amel edilmeyen söz zâyi olmuş demektir.
Yerine getirilmeyen emirler âhiret vebali
olur. Muhakkak ki Rabbimiz Teâlâ ve
Tekaddes Hazretleri Veliyyü’l-icâbedir;
kendisine başvuran, sığınan, dileyen kul­
larına icâbet edicidir.
B İ R İ N C İ U N V A N
KENDİ NEFSİNİ BİLMEK
Bil ki, A llahü T eâlâ’yı ta n ım a n ın a n a h ta n , kişinin kendini ta ­
nıyıp bilm esidir. Bu y ü zd en d ir ki, şöyle b u y u ru lm u ştu r: «N efsini
(kendi h ak ik atin i) bilip ta n ıy an , R abbini tan ır» . Bu m evzuda Ce-
n ab -ı H ak şöyle b u y u rm u ştu r: «Pek y ak ın d a o n la ra d ışla rın d a ve
kendi nefislerinde ây etlerim izi (kudretim izin ve varlığım ızın bel­
gelerini) göstereceğiz. T â ki, (P eygam berin söylediğinin) h a k oldu­
ğ u n u anlasınlar.» (l).
H ulâsa, sa n a senden y ak ın h içb ir şey y o k tu r. K endini bilm ez­
sen, b aşk asın ı nasıl bilirsin? K endim i biliyorum , tan ıy o ru m d iyor­
sa n yanılıyorsun! Z ira böyle bilm ek. H akkı ta n ım a n ın a n a h ta n ola­
m az. H ay v an lar d a ken d ilerin d en b u k a d a r bilir. Sen k en d in d en
başm , yüzün, elin, ayağın, etin ve dferinden fa z la b ir şey bilm iyor­
sun. B âtın d an ise bildiğin, acıktığın zam an yem en, kızdığın zam an
b ir kim seye saldırm an, şehvetin galebe çaldığı zam an h an ım ın a y a k ­
la şm a n d a n fazla b ir şey değildir. Bu h u su slard a, b ü tü n h a y v a n la r
sen in le ay n ıd ır. O h âld e senin, h ak ik atin i a ra m a n lâzım dır. Sen n e­
sin, n ered en gelm işsin, nereye gideceksin, b u d ü n y a y a n e ;y ap m ak
için geldin, seni niçin y a ra ttıla r, saâd etin n ed ir, n ed ed ir, şakiliğin,
ziy an ın nedir, nededir?
S enin b âtın ın d a to p lan an sıfa tla rın b ir kısm ı um um h ay v an lar
ra , b ir kısm ı yırtıcı h a y v a n lara, b ir kısjm şe y ta n la ra ve b ir kısm ı d a
m eleklere m ah su s sıfatlard ır. Sen b u n la rd a n h an g isin d en sin ? Cev­
h e rin in h a k ik a ti han'gısidir? H angileri â riy e ttir [te k ra r alın m ak üze­
re sa n a v erilm iştir?]. B unu bilm ezsen, saâd etin i aray am azsın . Ç ün­
kü, h erb irin in gıdası a y n , sa âd etl başkadır. H ay v an ın gıdası ve
sa âd eti yem ek, u y u m ak ve çiftleşm ektir. E ğer h a y v a n isen, gece -
g ü n d ü z m ideni d o ld u rm a ve çiftleşm e y o lla n n ı a ra . Y ırtıcı h ay v a n ­
la rın gıdası ve saad eti y ırtm ak , p arçalam ak , öldürm ek ve sa ld ır­
m a k tır. Ş ey tan ların gıdası ise kötülük, ald atm ak ve hile y ap m ak tır.
E ğ er o n lard an isen, k en d i ra h a t ve iyiliğine k av u şm an için, o n la n n
y a p tık la rın ı sen de yap!.. M eleklerin gıdası ve sa ad eti A llahü Teâ-
(1) 41 — Fussilet: 53.
KJmyft-yı Saâdet — F. 2
18 KİMYAYI SAÂDET
1
lâ ’nm cem âlini m ü şâh ed ed ir. Hırs, tasallu t, h a y v a n ve y ırtıcı h ay v an
sıfatları m elekliğe çık an yol değildir. E ğer sen a slın d a m elek cevheri
İsen, A ilahü T eâlâ’yı ta n ım a y a uğraş ve k en d in i o cem âli m üşâhede
edecek hâle getir. K endini şehvet ve g az ab elin d en k u r ta r ve b u
h ay v a n ve c a n a v a r sıfa tla rın ın sende niçin y aratıld ığ ın ı anlâm syya
çalış. O nlar, seni k en d ilerin e esir etm ek, k en d i h izm etlerin d e çalış­
tırm ak , gece - g ü n d ü z b ed av a hizm et ettirm e k için m i y aratılm ış­
la rd ır? Y oksa, senin o n la n esir etm en, ilerde vâki olacak y o lcu lu k ­
ta o n ları kendi em rin e alm an , birinden bin ek hayvanı, diğerinden
silâh y ap m an için m i y aratıld ılar? Bu d ü n y a d a k ald ığ ın b irk aç g ü n
içinde o n la rd a n fay d alan . A ncak böylece kendi sa a d e t to h u m u n u
elde edebilirsin. S aad e t tohum unu elde e ttik te n sonra, o n la n ayak-
la n n ın a ltın a al ve y ü zü n ü saadetinin b u lu n d u ğ u tarafa^çev ir. O ra ­
sı h av âs [seçilm iş k u lla r] için A ilahü T eâlâ’n m zâtı, av am için ise
cen n et diye ta ’b ir o lunur.
O hâlde bu m â n â la rın hepsini bilm en lâzım d ır. Böylece k en d in ­
den az b ir şey bilm iş olursun. B unları bilm eyenin d in d en nasibi,
sû re t ve g ö rü n ü ştü r. D inin h ak ik atin d en , özünden h a b e ri yoktur.
B İ R İ N C İ F A S I L
İN SA N KAÇ ŞEYDEN YARATILMIŞTIR?
K endini tan ım ak , bilm ek istersen, iki şeyden y aratılm ış olduğu­
nu bilm elisin. B iri zâh irı kalıp. B una beden d erler. G öz ile g ö rü le­
bilir. D iğeri b âtın m ân âsm d ad ır. O n a nefs d erler, rû h d erle r ve
k alb derler. Bu an cak h a k ik a t gözü ile bilinir. B aş gözü ile g ö rü le­
m ez. Senin h ak ik atin , aslın, b u b âtın m ân âsm d ad ır. O n d an g ay risi
o n a tâbidir. O nun ask eri ve hizm etçisidir. Biz b u m â n ây a k alb is­
m ini vereceğiz. K âlb dediğim iz zam an biliniz ki, b azen rû h dedik­
leri, bazen nefs dedikleri, in san ın h ak ik atin i dem ek istiyoruz. K alb
dem ekle, göğsün sol ta ra fın a yerleştirilm iş olan et p arçası [yâni
y üreğ i] kasdetm iyoruz. O nun b ir kıym eti y o k tu r. H ay v a n lard a d a
ölülerde de vard ır. Baş gözü ile görülebilir. B aş gözü ile görülen h e r
şey, bu âlem den olup b u n la ra âlem -i şeh âd et denir.
K albin h ak ik a ti bu âlem den değildir. Bu âlem e g arîb o larak
gelm iştir. Yolcu gibi gelm iştir. G örünen et p arçası [y ü rek ] onun
taşıyıcısı ve âletidir. B edenin tü m u zuvları, o n u n ask erid ir. B ütün
b ed en in padişahı odur. H ak T eâ lâ’yı tan ım ak , O ’n u n cem âlini m ü ­
şâhede etm ek, onun sıfatıdır. T eklif on a golm ak tadır. H itab onadır.
'îtlıb ve ikab onadır. A sıl sa â d e t ve şekavet onun içindir. Beden,
b ü tü n b u n la rd a ona u y m a k tad ır. O nun h ak ik atin i bilm ek, sıfatla­
rın ı tanım ak, A ilahü T eâlâ’yı tan ım a n ın , bilm enin a n a h ta n d ır. O nu
bilm eye çok u ğ raş ki, o çok y ü k se k b ir cevherdir. M elekler cevhe-
KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 1*
Tindendir. O nun asıl m adeni, A llahü T eâlâ h az re tle rid ir. O ra d an
gelm iştir, ^tekrar o ray a dönecektir. B uraya g u rb ete gelm iştir. T ica­
re t ve z ira a t ^tohum u ekm ek için gelm iştir. O h âld e bu m â n âd ak i
tic a re t ve zira ati bilm elisin.
İ K İ N C İ F A S I L
KALBİN HAKİKATİNİ BİLMEK
V arlığı bilinm eyince, k alb in h ak ik ati an laşılam az. O h âld e h a ­
k ik a tin in ne olduğunu, so n ra askerini, so n ra bu a sk e r ile olan b a ğ ­
lılığını, so n ra sıfatların ı bilm ek lâzım dır. S ıfa tla rı bilinirse, A llahü
T eâlâ’nın bilinm esinin nasıl hâsıl olduğu, k en d i saad etin e n asıl
u laştığ ı bilinir. B unların h e r b irine ay rı ay rı işa re t edeceğiz.
K albin varlığı aşik ârd ır^ Zira, in san ın kendi v arlığ ın d a şüphesi
y o ktur. İnsanın varlığı bu k alıb ı ile değildir. Bu kİılıp, ölüde de v a r­
dır, fa k a t rû h u yoktur!
Biz k alb dem ekle, rû h u n h ak ik atin i k asd ediyoruz. Bu rû h ol­
m azsa, beden tem iz olam az. G özünü k ap ay ıp kalıbını, gökleri, y er­
leri ve gözle görülebilen h e r şey i„u n u tsa da kendi v arlığ ın ı z a ru ri
o larak bilir. H er n e k a d a r k alıbından, yerden, gökten ve göklerde
o la n lard an h ab eri olm asa da, kendinden h ab eri olur. Bu h u su sta
d ik k atli d ü şünen b ir kim se, â h ire tin h ak ik atin d en b ir şey ler a n la r
ve yine a n la r ki, bu bedeni ondan alırlar; o ise b ir y erd e kalır, yok
olm az..n
Ü Ç Ü N C Ü F A S I L
KALBİN HAKİKATİ
R ûhun h a k ik atin in m ahiyetini, ona m ah su s sıfa tla rın n e le r ol­
d u ğ u n u bildirm eye .dinim iz m ü saad e etm iyor. B unun için A llah'ın
R esulü (sallâllahü aleyhi ve sellem ) bunu açıklam adı. N itekim , A l­
la h ü T eâlâ P eygam berim ize (s.a.) buy u rd u : «Ve, sa n a rû h d a h so­
ra rla r. O n la ra de ki, rû h R abbim in em rindendir» t 1). B undan faz­
lasını söylem eye izin yoktur. R ûh, A llahü T eâlâ’y a a it şey lerd en d ir
ve âlem -i em irdendir. O âlem den gelm iştir: «Biliniz ki, h alk [y a­
ra tm a ] ve em ir O ’nundur» (2), b u y u ru ld u . Â lem -i h a lk b aşk ad ır,
âlem -i em r b aşk ad ır. Ö lçülebilen, sayılabilen ve b o y u tları o lan h e r
şeye âlem -i halk denir. H alk kelim esinin lü g a tta asıl m ân âsı ölç­
m ektir. H albuki in san ın k alb in in ölçüsü ve sayısı olm az. B unun için­
d ir ki, bölünm eyi k ab u l etm ez. E ğer bölünebilseydi, b ir ta ra fın d a
b ir şeyi bilm em ek, d iğ er t& rafm da aynı şeyi bilm ek caiz olurdu.
(1) 17 — îsrâ: 85. (2) 7 — A’râf: 54.
ao KİMYAYI s a â d e t
Böylece, b ir a n d a hem Alim, hem de cahil olm uş olurdu. Bu ise im ­
kânsızdır! B ölünm e ve ölçü kendisine y a n a şa m a d ığ ı hâlde, bu rû h ,
m a h lû k tu r, y a ra tık tır. T akdir, y aratm ak m â n â sın a geldiği gibi,
h alk kelim esi de y a ra tm a k m ânâsına gelir. O hâlde, bu m â n âd a y a ­
ra tık tır. D iğer m â n â d a ise, âlem-i em ird en d ir. Ç ünkü, â le m -i'e n e r­
deki şeyler, boyut ve ölçü kabul etm ez.
O hâlde, rû h a k ad im [ezeli] d iy en ler yanılıyor. A ’ra z (sıfatl
d iy en ler de yanılıyor. Ç ünkü, a’razm k ıy âm ı k en d i ile değil, tâb i
olm a şeklindedir. R ûh ise, insanın aslıdır. B ütün k ilıp , o n a u y m ak ­
tad ır. N asıl a ’ra z olabilir? R ûha cisim dir d iy en ler de yanılıyor. Zi­
ra cisim , bölünebilir. R ûh ise bölünem ez. A m a b aşk a b ir şey d a h a
v a rd ır ki, ona d a rû h Icanl derler. O bölünebilir. Belki o h a y v a n ­
la rın ru h u olabilir. F a k a t bizim kalb dediğim iz rû h , A ilah ü T eâlâ’yı
tan ım ak , bilm ek y erid ir. H ay v an lard a b u y o k tu r. Bu, n e cisim , n e
a ’razd ır, belki m elek cevherlerinden b ir cevherdir. O n u n h a k ik a ti­
ni bilm ek zordur. O nu şerhetm eye, u zu n a n la tm a y a d a izin yoktur.
B aşlan g ıçta b u n u -b ilm ey e hâcet de y o k tu r. B aşlangıçta, tu tu la c a k
d in yolu m ücâhededir. B ir kim se şa rtla rın a u y a ra k m ücâhede y a ­
p arsa , bu m a rife t kendiliğinden hâsıl olur. K im seden dinlem esine
lüzum kalm az. Bu m a rife t A ilahü T eâlâ’n m b u y u rd u ğ u şu h id ây et
cüm lesindendir: «Rızâm ızı isteyip, z â h lr ve b âtın d ü şm a n la rla ci-
h âd edenlere cennetlerim ize k av u şm a y o lların ı h id ây et ederiz» t1).
M ücâhedesini henüz tam am lam ay an la, 3 ru h u n h ak ik ati h ak k ın d a
konuşm ak doğru olm az. F a k a t m ücâhededen önce, K albin ask erin i
bilm ek lâzım dır. Z ira k alb ask erin i tan ım ay an , (nefsiyle) cihad
edem ez.
D Ö R D Ü N C Ü F A S I L
İN SA N IN BEDENE İHTİYACI
Beden, k alb in ülkesidir. Bu ülkede k alb in çeşit çeşit ask erleri
v ard ır. Â yet i kerîm ede, «Senin R abbinln ask erlerin i, O ’n d a n b a ş­
k ası bilmez» (2), b u y u ru ld u . K alb â h ire t için y aratılm ıştır. O nun
işi, saad eti aram ak tır. A ilahü T eâlâ’yı tan ım ak , bilm ek ise, A ilahü
T eâlâ’nm y a ra ttık la rın ı bilm ekle ele geçer. Bu d a b ü tü n âlem dir.
A lem deki acayip şeyleri tan ım ak , ona h isler fd u y g u larl yoluyla ge­
lir. Bu hisler ise, beden ile v a rlık ta d u rm ak ta d ır. O hâlde, m â rife t
(tanım ak, bilm ekl onun av ıd ır. H isler de tu zağ ıd ır. B eden, binek
h ay v an ıd ır ve onun tuzağının taşıyıcısıdır. B unun için, onun b ed e­
ne ihtiyacı v ard ır. Beden, su d an , to p rak ta n , sıcak lık tan ve ru tu b e t­
ten m ürekkebtir. Bu yüzden z a if ve m u h ta çtır. H elâk olm asından
(1) 29 — Ankobût; 69. (2) 74 — M ûddesslr: 31.
KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 21
k o rk u lu r. İçerden, acık m a ve susam a; dışardan, ateş, su, d ü şm a n lar
ile ca n a v a rla rın ve b aşk a şeylerin kendini öldürm ek istem eleri se­
bebiyle kork u d âd ır. A çlık ve su sa m a sebebiyle yem ek ve içm ek is­
ter. B unun için iki askere m u h taçtır. Biri zahirde, el, ay ak , ağız,
diş, m ide gibi. D iğer b âtın d a, yem ek ve içm ek isteği gibi. D ışarclaki
d ü şm a n lard an k o runm ası için iki askere^ihtiyacı vardır: Biri zâhir-
de, el, ayak, silâh gibi. D iğer bâtında, hışım ve g azab gibi. G örm e­
diği gıdayı istem esi ve görm ediği düşm anı defetm esi m ü m k ü n ol­
m ad ığ ın a göre, id rak etm eye, an lam a y a ihtiyacı v ard ır. B ir kısm ı
zâh ird ed ir. Beş duygu o rg an ı olan göz, b u ru n , kulak, dil^ve el gibi.
B ir kısm ı d a b âtın d ad ır. O n lar d a b eştir ve yeri dim ağdır: H ayâl
kuvveti, düşünm e kuvveti, ezberlem e kuvveti, h a tırla m a kuvveti
ve v^him kuvvetidir. Bu kuv v etlerd en h erb irin in hususî işleri v a r­
dır. Bir tan esin e z a ra r gelirse in san ın işi, d ü n y ad a d a â h ire tte de
ak sar.
Bu dıştaki ve içteki ask erler, kalbin em rindedirler. K alb ise
hepsinin âm iri ve p adişahıdır. Dile em ir verince hem en konuşur.
Ele em redince tu ta r. A y ağ a em redince, y ü rü r. G öze em redince, b a ­
k ar. D üşünce kuvvetine em ir verince, d ü şü n ü r. H epsini onun iste­
ğine ve em rine verm işlerdir. Böylece bedeni m u h a fa z a ederler. Bu,
azığını alıncaya, avını elde edinceye, â h ire t tic aretin i bitirinceye ve
kendi sa ad et to h u m u n u ekinceye k a d a r devam eder. Bu ask erlerin
kalbe ita a t etm esi, m eleklerin A llahü T eâlâ’y a ita a t etm esine b en ­
zer ki, h içb ir em rine m u h alefet edem ezler. H a ttâ y aratılış icabı ola­
ra k ve isteyerek, em ro lu n an ı y a p a rla r.
B E Ş İ N C İ F A S I L
KALB ASKERİNİN BİLİNMESİ
K albin askerlerini uzun u zu n an latm ak çok sü rer. M aksadı b ir
m isal ile sa n a bildireyim : Beden b ir şehre benzer. El, ay a k ve â z â la r
şeh rin sa n ’a t e rb ib ı gibidir. Şehvet, m aliye m ü d ü rü gibidir. G azab,
şeh rin em niyet âm iri gibidir. K alb, bu şeh rin p adişahıdır. A kıl İse
p ad işah ın veziridir. P adişahın b u n la n n hepsine ihtiyacı vardır.
M em leketin idaresi an cak b u n la rla y ü rü r.
F ak at m aliye m ü d ü rü olan şehvet, y alancıdır, sebepsiz yere
b aşk aların ın işine k a n ş ır ve saçm a sap an ko n u şu r. V ezir olan aklın
söylediklerine m u h alefet eder. Ş ehvet daim a, m em lekette^olan b ü ­
tü n m a lla n toplam ak, alm ak ister. E m niyet m ü d ü rü m esabesinde
olan gazab, şerir, şiddetli, azgın ve serttir. H erkesi öldürm ek, h e r
şeyi kırm ak, dökm ek isterf B unun gibi, şeh rin p ad işah ı d aim a ve­
ziri ile m eşveret ederse, yalancı, ve ta m a ’k â r m aliye m ü d ü rü n ü h ır­
p alarsa, onun vezire u y m ay an sözlerini dinlem ez, em niyet m üdü­
rü n ü onun peşine tak ıp sebepsiz ve lüzum suz iş görm ekten onu m e-
22 KİMYA-YI SAÂDET
n ed er, em n iy et m ü d ü rü n ü , yapm ak istediği h ak sızlık lard an dolayı
d ö v er ve incitirse, m em lek ette asayiş ve n izam olur. B unun gibi,
k alb pad işah ı, veziri olan ak im işareti ile iş y a p a rsa , şe h v et ve g a ­
zab ı z a b t u ra b t a ltın a alıp akla u y m a la n n ı em rederse, ak lı o n la ra
tâb i eylem ezse, beden m em leketinin işleri d ü zg ü n olur. S aad et yo­
lu ve A llahü T eâlâ’y a k avuşm a yolu k ap a n m am ış olur. E ğer aklı,
şe h v et ve g a z a b a e sir ed erse m em leket h a ra p olur. P adişah, bed­
b a h t olup h elak olur.
A L T I N C I F A S I L
ŞEHVETİ, GAZABI, BEDENİ, DUYGU ORGANLARINI,
AKLI VE KALBİ DOĞRU YOLDA KULLANMAK
B undan önceki an lattık larım ızd an , şeh v et ve gazabın, yem ek -
içm ek ve bedeni k o ru m ak için y aratıld ığ ı anlaşıldı. D em ek ki, h er
ikisi de bedene hizm et ediyorlar. ^Yemek ve içm ek, bedenin yem i­
d ir, gıdasıdır. B eden d u y g u la ra h am al o larak y aratılm ıştır. O h â l­
de beden, hislere [d u y g u la ra ] hizm et ediyor. D u y g u lar ise, ak im
h a b e r toplam ası için b ire r casus o larak y aratılm ıştır. Böylece^ onun
tu zağ ı olurlar. O n la n n vasıtasiyle, A llahü T eâlâ’nm su n ’u n d ak i
h ay ra n lık verici şeyleri bilir. D em ek ki d u y g u lar, ak la hizm et edi­
y o rlar. A kıl ise, k alb için yaratılm ış olup onun m u m u ve k an d ili ol­
m ak , ona ışık tu tm a k içindir. B unun n û ru ile A llahü T eâlâ’yı görür.
K albin cenneti b u d u r. Şu hâlde, akıl d a k alb in hizm etçisi oldu. K al­
bi ise, A llahü T eâ lâ’n ın cem âline b ak m ak için y aratılm ıştır. O
b u n u n la m eşgul o lu n ca köle ve hizm etçiler de o h u z u rd a b ulunm uş
olur. A llahü T eâlâ b u n u n için buyuruyor: «C inleri ve in san ları, yal­
nız. B ana ib âd et etm eleri ve Beni ta n ım a ları^ iç in yarattım * t1).
D em ek ki, kalbi y a ra ttıla r ve bu m em leket ile ask eri o n a verdi­
ler. Bu binek vasıtasiyle to p rak âlem inden, a ’lâ-yı^ılliyyine sefer
eylem esi için, bu beden bineğini o n a esir eylediler. Bu n im etin h a k ­
kını gözetm ek ve k ulluk şa rtla rın ı yerine getirm ek isterse p ad işah
gibi, m em leketinin o rtasın d a o tu rm ay a lâyık olur. A llahü T eâlâ’y a
d ö n er ve m aksadı A llah olur. A hireti, v a ta n ı ve devam lı d u raca ğ ı
yeri; dünyayı k o n ak yeri; bedeni binek vasıtası; elini, ayağını ve di­
ğ e r o rg an ların ı hizm etçi, ak lın ı vezir, şehvetini m aliye m ü d ü rü ,
gazabını em niyet m üdürü, duygu o rg an ların ı istih b a ra t m em u ru
eyler. H er birine b ir b aşk a y erd e vazife verir. O, o şeh rin haberle^,
rin i toplar. B eynin ön ta ra fın d a b u lu n an h ay a l kuvvetini, istih b ar
ra t şefi yapar. Böylece istih b a ra t m em u rların ın getirdiği b ü tü n h a ­
b e rle r onda toplanır. Beynin a rk a sın d a b u lu n an ezberlem e k u v v e­
ti) 51 — Zâriyât: 56.
KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 23
J .J
tin i em niyet âm iri yapıp, istih b a ra t vesikalarm ı, istih b a ra t şefin­
d en alır, m u h a fa za ed er ve zam an ın d a akıl vezirine arzed er. M em ­
lek etten gelen h ab erlere göre vezir, m em leketin tedbirini ve p ad i­
şah ın sefer h azırlık ların ı sağ lar. A skerlerden b iri gibi g ö rü n ü r.
Şehvet, g azab ve diğerleri p ad işah a baş k ald ırırsa, ona ita a t etm ez­
lerse ve ona giden yolu tu ta rla rsa , o n larla cih ad etm ek, yola g etir­
m ek çaresiyle m eşgul olur. O n la n öldürm ek istem ez. Ç ünkü, on­
la r olm adan m em leket işleri yürüm ez. B urada tedbir, o n la n ita a t
etm eye zorlam aktır. Böylece, ilerde vaki olacak seferde, o n a d üş­
m an değil, dost ve yardım cı olurlar, hırsız ve yol kesici değil... Böy­
le y a p a rsa k u rtu lu r, saîd olur. N im etin h ak k ın ı verm iş olur. Bu
n im etin m ü k â fa tın a v ak tin d e k av u şu r. E ğer b u n a m u h alif h arek e t
ederse, baş k ald ıra n d ü şm an larla v e 2yol kesicilerle an laşırsa, p ad i­
şah ın nim etine k ü fü r etm iş olur. Ş aki olur. İşlediği suçun cezasını
b u lu r.
Y E D İ N C İ F A S I L
İNSANDAKİ KÖTÜ VE İYİ SIFATLARIN HÂLİ
İn san kalbinin, içinde b u lu n an bu iki a sk e r ile alâk ası v ard ır.
H er b irin d en b ir sıfat ve b ir a h lâk kendisinde h âsıl olur. Bu a h lâk ­
la rd a n bazısı k ö tü olur; onu h elâk eder. Bir kısm ı iyi olur; onu saâ-
d ete k a v u ştu ru r. Bu ah lâk m tam am ı çok ise de d ö rt a n a e sa sta top­
lan m ıştır. B unlar, hayvan, ca n av a r, şeytan ve m elek ah lâk la rı sı­
fa tla n d ır. K endisine yerleştirilm iş olan,, şehvet ve h ırs sebebiyle
h a y v a n la ra ait işleri y ap ar. Y em eyi ve cim âyı çok fazla istem ek g i­
bi. H ışım sebebi ile köpek, k u rt ve a s la n la n n 6yap tığ ım y a p a ri Vuı%
m ak, öldürm ek, eliyle ve diliyle in sa n la ra m u sa lla t olm ak gibi. Hiy-
le, ald atm a, sûret-i h a k ta n g ö rü n ü p k an d ırm a, k a n ştırm a , in sa n lar
a ra sın d a fitne - fe sa t çık arm a sebebiyle, şe y ta n la n n yaptığım y a ­
p a r. K endisine ?verilm iş akıl sebebiyle de, m eleklerin yaptığını y a­
p ar. İlm i ve salâh ı sevm ek, k ö tü ve çirkin şeylerden sakınm ak, in ­
sa n la rı b arıştırm ak , 8 kendini süfli (alçak, âdi) işlerden u zak tu t­
m ak, am ellerin m a 'rifeti ile şâd olm ak, ceh alet Ve bilgisizlikten
u ta n m a k gibi.
H ak ık a tta in san ın k a b u ğ u n d a (özünde değil) d ö rt şey yardır:
K öpeklik, dom uzluk, şey tan lık ve m eleklik. M ezm ûm ve kötü olan
köpek; şekil, el, ay a k ve derisi ile m ezm ûm değil, belki, kendisinde
b u lu n a n in sa n la ra sald ırm a sıfatı sebebiyledir. D om uz, şekil itib a­
riyle m ezm ûm ve kötü olm ayıp hırs, şer, m u rd a r ve çirkin şeyleri
çok istem esi sebebiyledir. K öpeklik ve dom uzluk ru h u n u n h ak ik a­
ti bu m ân âlard ır. İn san d a d a aynıdır. B unun gibi şeytanlığın ve me*
lekliğin h ak ik ati, söyleyeceğim iz şu m ân âlard ır: İnsana, m eleklerin
24 k Im y A-y i s a Ad e t
n u rla n n m e se rle rin d e n o la n ,a k ıl n u ru ile sû ret-i h a k ta n g ö rü n m e­
yi ve şe y ta n ın ald a tm a sın ı keşif eylem esi em redildi. Böylece şey­
ta n , rezil ve rü sv a y o lu r ve hiç fitn e yapam az. P eygam ber E fendi­
m iz (sallâllah ü aley h i ve sellem ) b u y u rd u ki; «Her in san ın b ir şey-
' ta n ı v ard ır. Beııİm de v ard ır. F ak at A llahü T eâlâ onu yenm enle b a ­
n a y a rd ım eyledi. B enim y an ım d a zelil oldu. H içbir kötülük yaptı-
ram ad ı» (l). Y ine in san a, bu h ırs ve şehvet hınzırını ve gazab kö­
p eğ in i terbiye edip, eli a ltın a alm ası em redildi. Böylece onun em ri
o lm a d an k alk am a z ve o tu ram az. E ğer böyle y ap arsa, kendisinde bu
y o ld an iyi a h lâ k ve sıfa t h âsıl olur. Bu d a o n u n sa a d e t tohum u olur.
E ğer böyle y ap m ay ıp o n la ra h izm et eder, h e r a z u la n n ı yerine ge­
tirirse , kendisinde k ö tü a h lâ k m ey d an a gelir. Bu d a onun şakilik
to h u m u olur.
Böyle b ir k im sen in hâlini, kendisine ^uykuda y a h u t u y an ık k en
b ir m isâl ile gösterseler, k en d in i b ir h ın zırın v ey a köpeğin önünde
o n la ra hizm etçi gibi gö rü r. B ir M üslüm anı b ir k â fir elinde esir b ı­
ra k a n ın h âlin in n asıl olacağını herk es biliri M eleği, köpeğe, h ın zı­
r a ve şe y ta n a esir edenin h âli b u n d an d a h a feü ad ır.
İn san la rın çoğu, in saf edip g aflet perdesini k ald ırsa, gece - g ü n ­
düz n efsin in a rz u ve İsteklerinde h a z ır olduklarını g ö rü rler. G ö rü ­
n ü şte in sa n a benzeseler d e h a k ik a tta h âlleri böyledir. Y arın, kıya­
m e t g ü n ü n d e m â n â la r görü n ecek tir. S ûret, m â n â şeklini alaca k tır.
Ş eh v et ve hırsı g alib olanlar, kıyam ette, h ın z ır şeklinde g ö rü n ü r.
H ışm ı galib o lan lar, k u rt sû retin d e g ö rü n ü r.
B unun içindir^ki, b ir kim se, rü y a d a b ir k u rt görse, o kim senin^
zâlim olm asıyla tâ b ir o lunur. E ğer dom uz görürse, b u rü y a n ın tâ ­
biri, o kim senin çirkef, ıh u rd a r olm ası şeklinde olur. Ç ünkü, rü y a
ölüm e benzem ektedir. Şöyle ki; U yku sebebiyle, b u âlem den u zak ­
laşıyor. S ûret, m â n â y a tâb i oluyor. Böylece, hefkes, b âtın ı ne şekil­
de ise, o su rette g ö rü lü r. Bu b ü y ü k b ir sırdır. Bu k ita p b u n u k ald ı­
ram az.
S E K İ Z İ N C İ F A S I L
KENDİ HAREKET VE DURUM UNU KONTROL
K endi b âtın ın d a bu d ö rt pehlivan ve â m irin b u lu n d u ğ u n u öğ­
renmiş oluyorsun. O hâlde kendi h a re k e t ve d u ru şların ı m u rak ab e
eyle (kontrol et). A ncak böylece, bu d ü n y ad a, bu d ö rtten han g isin e
u y d u ğ u n anlaşılır. M u h ak k ak bilm elisin ki, h e r h arek e tin d e n k a l­
binde b ir sıfat hâsıl oluyor. O sıfat d a sa n a benzer. S eninle b e ra b e r
ö b ü r d ü n y ay a gider. Bu sıfata ah lâk derler. A hlâkın tam am ı d a
d ö rt pehlivandan m ey d an a gelir.
(1) Hm, 1, 257.
KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 25
E ğer şehvet h ın z ırın a ita a t edersen, sende çirkeflik, m u rd arlık ,
hayâsızlık, hırsızlık, fyaltakçılık, m ünâfıklık, h arislik , çekem em ez*
lik, b aşk aların ın elem ine m em n u n lu k ve b u n u n gibi sıfa tla r h âsıl ,,
olur. E ğer onu elinin a ltın a alır, terbiye eder, ak im ve şe ria tın mu* *
rak ab esin d e b u lu n d u ru rsan , sende k a n a a t, kendini tu tm ak , sab ır,
hay â, nâm us, zerâfet, zühd, k ısa em elli olm ak ve tam ahsızlık sıfbt- f
la n z â h ir olur. </
G azab (öfke) köpeğine ita a t edersen; sende kibir, pervâsızlık,
pislik, m ü n â k aşa etm ek, b ü y ü k lü k taslam ak , ald atm ak , k a v g a a r a ­
m ak, g u ru rlan m ak , zulüm etm ek, b a şk a la n n ı k ü çü k görm ek, aşağ ı
ve h o r bilm ek ve in sa n la ra sald ırm ak gibi sıfa tla r m ey d an a gelir.
E ğer bu köpeği terbiye edersen, sende sabır, soğukkanlılık, afv, se-^
bat, yiğitlik, sessizlik, cesaret, acım a ve cöm ertlik s ıfa tla n m eyda­
n a gelir. ^ £
V azifesi, bu h ın z m y erin d en kım ıldatm ak, ta h rik etm ek ve b u n ­
la ra c e saret verm ek, a ld a tm a ve k an d ırm ay ı ö ğ retm ek olan o şey­
ta n a ita a t edersen, sende, hile, hıyânet, h u z u r bozm a, k ö tü k alb li
olm a, a ld a tm a ve b aşk a sû retlere girm e s ıfa tla n z u h u r eder. E ğer
onu elinin altın a alır, onun a ld a tm a ia n n a ve sûret-i h a k ta n g ö rü n ­
m esine k an m azsan , ak ıl ask erin d en yardım a ra rsa n , sende zekilik*
m arifet, ilim , hikm et, in sa n la n n arasın ı bulm ak, efendilik ve b aş­
k an lık sıfa tla n m e y d an a gelir. S a n a benzeyen bu güzel ah lâk lar,
devam eden sâlih am ellerin ve sa â d e t to h u m u n olu rlar.
K endisinden kötü ah lâk ın m ey d an a geldiği fiillere (işlere) g ü ­
n â h denir. İyi ah lâk ın m ey d an a geldiği fiilleregde itâ a t denir, İn*
san ın h arek e tle ri ve h arek etsiz h âlleri ^u iki şıkkın d ışın d a değildir.
K alb, p a rla k b ir a y n a gibidir. F ena a h lâk ise, ay n an ın p a r­
laklığını gideren leke ve is gibidir. O nu k a ra rtır. Bu zulm et (k a ra r­
tı) sebebiyle A llahü T eâlâ’nın gösterdiği yolu görem ez. Ö nüne p er­
deler, engeller çıkar. Bu güzel a h lâk ise, k alb e u la şa n n û r (ışık) g i­
bidir. O nu m âsiyet (günâh) lekelerinden, k a ra rtıla rın d a n tem izler.
B unun için P eygam ber E fendim iz (aleyhisselâm ) «Her g ü n âh tan
so n ra, b ir sevâb işle kİ, o n u yok etsin* (*), b u y u rd u . K ıyam ette,
p a rla k k alb de, k a ra kalb d e b ir m ey d an d a toplanır. A yet-i k e rî­
m ede, «O g ü n d e kİ n e m al fâid e eder, n e de oğullar. M eğer kİ Al­
la h ’a (k ü fr ve n ifak d an ) ta m am en sâlım b ir k alb ile gelenler...* (3)
b uyu ru ld u .
İnsanın kalbi, y aratılışın ın başlangıcında, p a rla k a y n a y ap ılan
d em ir gibidir. B ütün âlem b u a y n a y a sığar. D ikkat edilirse tem iz
olur. Edilm ezse, tam am en pas tu ta r. A rtık a y n a y ap ılacak hâli k al­
m az. B âhusus A llahü T eâlâ b u y u ru r: «Hayır, hayır! Y ap tık ları se­
bebiyle kalbleri pasîanm ıştır» (3).
Cl) T. Blrr, 55; D y..Rikâk, 74.
(3) MutftffJffn: 14.
(2) 26 — ŞuarA: 88 . 80.
26 KİMYÂ-YI SAÂDET
D O K U Z U N C U F A S I L
İN SA N IN A SLIN IN MELEKLER CEVHERİNDEN OLDUĞU
İn sa n d a h ay v an , c a n a v a r, şey tan ve m elek sıfa tla rı olunca, a s­
lının, m elek cevherli, d iğ erlerin in ise, m u v a k k a t ve geçici öldüğünü
n ered e n biliriz? su âli a k la gelebilir. Ve yine, d iğ er sıfa tla r için d e­
ğil de onun, m elek s ıfa tla n için y aratılm ış olduğu n asıl an laşılab i­
lir? diye de so ru lab ilir. C evabında deriz ki: jj
Bu, şy n u n la a n la şılır ki, insan h ay v a n la rd a n ve c a n a v a rla rd a n
d a h a üstü n , d a h a o lg u n d u r. B unu h erk es bilir. H er şey yükselm enin
so n u n d a kendisine verilen kem âl için y aratılm ıştır, jB unu b ir m isâl
ile açıklayalım : At, eşek ten d a h a ü stü n d ü r. Z ira eşeği y ü k taşım ak
için, a tı ise, m u h areb ed e ve cih ad d a koşm ak için y aratm ışlard ır.
Ü stü n d ek i sü v a rin in istediği şekilde koşar. A ynı za m an d a ata, eşek
gibi y ü k taşım a k u v v eti de verilm iştir. Böylece eşeğe verilm eyen b ir
y ü k sek lik kendisine verilm iş oluyor. E ğer b u ü stü n lü k ten âciz
olursa, sırtın a p alan v u ru lu r ve eşek seviyesine iner. Bu ise, onun
için h elâk ve n o k san lık olur.
B unun gibi, bazı in sa n lar, in san ın yem ek, y atm ak , cim a' etm ek
ve zevk sü rm ek için y aratılm ış o ld uğunu zan n etm işlerd ir. 2 B ü tü n
ö m ü rlerin i böyle geçirirler. B azıları d a v a rd ır ki, insan; istilâ et­
m ek, yenm ek ve d iğ e r şeyleri hâkim iyeti a ltın a alm ak için y a ra tıl­
dı derler. A rab, K ürd ve T ü rk ler gibi. H er iki şekilde d ü şü n en ler de
yanılıyor. Zira, yem ek ve çiftleşm ek, arzu ve iştihayı giderm ek
içindir. Bu, h a y v a n la ra d a verilm iştir. D evenin yem esi, in san ın ye­
m esinden fazladır. S erçenin çiftleşm esi, in san ın k in d en d a h a çoktur.
O hâlde in san o n la rd a n nasıl d a h a ü stü n olabilir? M illetleri, y en ­
m ek, m em leketleri istilâ etm ek g azab ile oluı^ Bu ise c a n a v a rla ra ,
yırtıcı h a y v a n la ra v erilm iştir. ^
N eticede in sa n d a da, c a n a v a r ve h a y v a n la rd a o la n la r vardır.
F azla o larak b ir kem âl derecesi d a h a v erilm iştir. Bu d a ak ıld ır ki,
o n u n la A ilahü T eâlâ’yı ta n ır ve O ’n u n y a ra ttık la rım an lar. O nunla,
k en d in i şehvet ve gazabın elinden k u rta rır. Bu ise, m eleklerin sıfa­
tıd ır. Bu sıfatı ile yırtıcı ve d iğ er h a y v a n la ra galib gelir. Y ery ü zü n ­
de o lan lan n hepsi, onun em rindedir. B âhusus A ilahü T eâlâ b u y u ­
ru r: «Ailahü Teâlâ, göklerde ve yerde o lan ları sizin em rinize v er­
di» (*).
O hâlde in san ın h ak ik ati, kem âl ve ü stü n lü ğ ü n ü n olduğu şey­
d ir. Ö bür sıfatlar, m u v a k k a t ve em an et şeklinde verilm iştir. D i­
ğ erleri işçi ve hizm etçisi o larak gönderilm iştir. B unun için d ir ki,
öldüğü zam an ne şehvet kalır, ne de gazab. P arlak ve n u rlu b ir cev­
her, m elek gibi m ârifet-i ilâhı ile süslü olunca, elbette m eleklerin
(1) 45 — Câsiye: 13.
KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 27
refik i (arkadaşı) olur. M ele-i âlâd a, d aim a A llahü T eâlâ'nın h u zu ­
ru n d a olurlar. «Güzel ve tem iz b ir yerde, M elik-İ m u k ted irin y an ın ­
d a ve rızâsın d a olurlar» t 1), âyet-i kerim esinde b ild irilen ler d ere­
cesine erişir. K aranlık, zulm etli ve b aşaşağ ı o la n la ra gelince: K a ra n ­
lığı, g ü n â h la rın zulm etinden pas^ tu tm asıd ır, B aşaşağı olm ası, şeh­
v et ve gazabını haksız yere ta tm in etm esi ve b u d ü n y a d a istediği
h e r şeyi yapm asıdır. Y üzünü b u d ü n y ay a dön m ü ştü r. B unun için
şeh v et ve a rz u la n , b u d ü n y ay a aittir. Bu d ü n y a ise, ö b ü r d ü n y ad a n
aşağ ıd ır, onun altın d ad ır. O hâlde başı aşağ ıd a olur. Y âni başaşağı
olur. A yet-i kerîm ede, « R ablannm indinde, m ü n a fık ların başaşağı
o ld u ğ u n u görseydin!» (2) b u y u ru lm ası b u n a işa re ttir. Böyle olan
kim seler, Siccîn’de IC ehennem de b ir yeri şe y tan la rla b erab e r olur.*
S iccin’in ne dem ek olduğunu herk es bilem ez. B unun için A llahü
T eâlâ, «Siccîn’in ne olduğunu b ilir m isin?» (3), b u y u rd u .
O N U N C U F A S I L
KALB ÂLEM İNİN ŞAŞILACAK HÂLLERİ
K alb âlem inin şaşılacak h âllerin in sonu y o k tu r. Ü stünlüğü de
şaşılacak hâllerinin, h e r şeydekinden d a h a çok olm asındadır. Çok
in sa n la r b u n d an gafildirler. Ü stü n lü ğ ü iki sebebledir: B irincisi ilim ,
İkincisi k u d rettir. İlim sebebiyle ü stü n lü ğ ü iki tab ak ad ır: B irini h e r­
kes bilebilir. D iğeri ise, d a h a ö rtü lü d ü r, herkes anlayam az. Bu, ö n ­
cekinden ü stü n d ü r. Z ahirî olan b ü tü n ilim leri ve sa n ’a tla n bilm e­
sidir. B ütün sa n ’a tla n bilen odur. K itap lard a o la n la n o k u r ve bilir.
G eom etri, hesab, tıb, astro n o m i ve şe ria t ilim leri gibi. O, b ir şey
olup, bölüıım ediği hâlde b ü tü n bu ilim ler o n a sığıyor. Belki de, b ü ­
tü n âlem onda sa h ra d a b ir kum tanesi gibi kalır. B ir an d a, d ü şü n ­
ce ve hareketiyle, yerden göklere çıkar, d oğudan b a tıy a gider. Top­
ra k âlem ine bırakıldığı hâlde; b ü tü n gökleri ölçer, h e r yıldızın b ü ­
y ü k lü ğ ü n ü bilir ve ölçülerini söyler. Balığı u stalık la denizin d e rin ­
lik lerin d en çıkarır. K uşu h av a d an yere indirir. Fil, deve ve a t gibi
k u v v etli h a y v a n la n em rinde ku llan ır. Â lem de olan şaşılacak h âller
ve ilim ler onun sa n ’atıdır. B ütün b u ilim ler onda, beş duygu organı
vasıtasiyle hâsıl olur. B u n lar m ey d an d ad ır, h erk es b u n la n a n la y a ­
bilir.
B undan d a h a çok şaşılacak hâlleri şöyledir ki, kalbin içinden,
âlem -i cism ânî dedikleri, duygu a z a la n ile h isso lu n an âlem e ve rû -
h ân l dedikleri âlem -i m e lek û ta yâni, duygu âz a la rı ile, his oluna­
m a y a n âlem e, b ir pencere açılm ıştır. İn san ların çoğu cisim ve m ad ­
d i 54 — Kamer: 55. (2) 32 — Secde: 12.
(3) 83 — M utaffifin: 8.
28 KİMYAYI SAADET
de Alem ini bilir, b u ise zâten m u h tasard ır. K albin içinde, ikinci b ir
p en cere b u lu n d u ğ u n a delil, ilim lerinin iki çeşit olm asıdır: B iri u y k u
h âlid ir. U y k u d a ik en d u y g u âzalarının yolu b ağ lan ıp kesilince, iç er­
deki d iğ er p en cere açılır. Alem i m e lek û ttan ve Levh-i M ahfuz’d a
gaybî olan, ileride o lacak şeyleri lizin verildiği k ad a r! b ilir ve^gö-
rü r. A m a y a açık o larak ; olduğu, olacağı gibi g ö rü r, y a h u t' tâ b ire
ih tiy aç o lacak sû re tte g ö rü r. İn san lar z a n n ed e rle r ki, uyanıklık h a ­
lindeki m â rife t d a h a yü k sek tir. H albuki, h erk es bilir ki, u y an ık k en
g ay b ı g ö rm ek olm az, u y u rk en olur. D uygu â z a la rı yolu ile olm az.
U y k u n u n , rü y a n ın h a k ik a tin i bu k ita b d a an latm am ız a im k ân y o k ­
tu r.
F ak at, şu k a d a r bilm elidir ki, k alb a y n a gibidir. Levh-i M ahfuz
d a a y n a gibidir. B ü tü n v arlık ların sû reti ondadır. Bir a y n a d iğ er^
b ir a y n a n ın k a rşısın a konulunca, birinde gö rü n en ler, diğerine a k ­
seder. B unun gibi, Levh-i M ahfuz’d ak i g ö rü n tü ler, kalbde de g ö rü ­
n ü r. F a k a t b u n u n için de, kalbin saf olm ası, d u y g u la rd a n k u rtu l­
m ası ve Levh-i M ahfüz’la m ü n aseb et k u rm a sı lâzım dır. H islerle u ğ ­
raştığ ı m üddetçe, âlem -i m elekût ile m ü n aseb et yolu kapalıdır.^U y­
k u d a ise, h islerd en k u rtu lu y o r. O hâlde, âlem -i m elek û tu n m ü ta lâ a ­
sından, cevherinde olan, z â h ir olur. U yku sebebiyle h isler bağlı ise
de. h ay âl kendi y eri|idedir. B unun için g ö rd ü k lerin i, hayâli tem sil­
le r şeklinde g ö rü r, sâ rıh ve açık olm az. Ö rtü ve perdeden k u rtu la ­
m az. Ö lünce h ay â l de, his de kalm az. O zam an işler perdesiz ve ö r­
tü sü z g ö rü n ü r. O n a d e n ir ki: «Senden g aflet perdesini kaldırdık, gö­
zü n b u g ü n d a h a k eskin görür» t1). Ve d erle r ki: «Ey R abbim iz! V aad
ettiğ in azabı gördük, P eygam berin sıdkını işittik. Şim di bizi te k ra r
d ü n y ay a gönder, İyi am eller yapalım » t2).
D elillerden b iri de şu d u r ki, kalbine ilhâık yolu ile doğru firâ-
se tler ve d ü şü n celer gelm eyen hiç kim se yoktur. Bu, his yolu ile de­
ğildir; kalbde hâsıl olm uştur. N ereden geldiğini de bilm ez.
Bu k ad arın ı bilm elidir ki, ilim lerin hepsi his y o llan ile değil­
dir. Belki âlem -i ^m elekûttandır.^B u d ü n y a için y aratılm ış olan his­
ler, âlem -i m elek û tu n m ü ta lâ a sın a elbette p erd e olurlar. O n lard an
k u rtu lam ad ık ça, aslâ o âlem e yol bulam az.
O N B İ R Î N C t F A S I L
KALB PENCERESİ, UYANIKLIKTA DA ÂLEM-İ MELEKÛTA
AÇIK OLUR
Kalb penceresinin, u y u m a d a n ve ölm eden âlem -i m elekûta
açılm ayacağını san m am alıd ır. Böyle değildir! B ilâkis u y an ık iken,
(1) 50 — Kftf: 22. (2) 32 — Secde: 12.
r*'. h v'
KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 20
b ir kim se riy âzet ed er inefse istediklerini v erm ezi; k alb i gazab,
şehvet ve fen a h u y ların elinden, bu d ü n y an ın aşağ ı hâllerin d en
k u rta rır, yalnız b ir yerde o tu ru r, gözlerini y um ar, d u y g u ların ı ça­
lıştırm az, kalbini âlem -i m elekût ile m ünâsebete g eç irir —devam
ü zere dili ile değil, kalbi ile söyler, A llah, A llah... derse— , öyle o lu r
ki, k endinden haberi olm az. B ütün âlem den de h ab eri olm az. A llahü
T eâlâ’d an başk a h içb ir şey bilm ez. Böyle olunca, u y an ık d a olsa, o
p encere açılır; diğerinin rü y a d a gördüklerini, o u y an ık iken görür.
M eleklerin m ıhlan güzel sû retlerd e o n a g ö rü n ü r. P eygam berleri de
görür. O n lard an istifade eder. Y ardım gö rü r. Y erdeki ve gökteki
m elek û tu o n a gösterirler.
K endisine bu yol açılan kim se, an latm ay a, vasfetm eye sığ m a­
y an büyük işler, h âller gö rü r. B unun h ak k ın d a Ftesûlullah (sallâl­
la h ü aleyhi ve sellem ) Efendim iz, «Y eryüzü benim için to p arlan d ı,
doğ u su n u batısını gördüm » C1) b u y u rd u . A llahü T eâlâ b u y u rd u kİ:
«B unun gibi İbrâhim e (aleyhisselâm ) yakın sah ih lerin d en olm ası
için, göklerin ve y erlerin m elek û tu n u gösterdik* (2). Belki de, b ü tü n
p ey g am b erin ilmi, h is 4ve öğrenm e yoluyla değil, bu yol ile idi. H ep­
sinin başlangıcı m ücâhede idi. Şöyle ki: A llahü T eâlâ b u y u ru r:
«R abbinin ism ini zik re t ve b ü tü n b ağ lan tılard an kesil, O’n a dön»
(3). Y âni, b ü tü n şeylerden tem izlen, ayrıl, b ü tü n v arlığ ın la kendini
o n a ver, d ü n y a tedbirleri ile u ğ raşm a ki, O senin işini doğru yapsın.
Ve yine b u y u ru r: «D oğunun ve b atın ın R abbidir. O n d an b aşk a ilâh
y o k tu r. H er işine O ’nu vekil eyle» (4) . O 'nu vekil eylersen, elini çek ve
İn san la ra karışm a, o n larla uğ raşm a. «M üşriklerin tekzîb ve ezâsına
sab ret! O n lard an u zak dur, cezalarını A llahü T eâlâ’ya bırak* (5).
B ütün b unlar, riy âz et ve mücâh&deyi ö ğ retm ektedir. Böylece
kalb, in sa n ların düşm anlığından, d ü n y a arz u la rın d a n ve hislerle
m eşgul olm aktan k u rtu lu p , tem izlenir. M u tasav v ıfların yolu b u d u r
ve bu, peygam berlik yoludur. Ç alışarak ilim k azan m ak âlim lerin
yoludur. Bu d a büyük ve kıym etlidir. F ak at pey g am b erlik y o lu n a
göre m u h tasard ır. P eygam berlerin ve evliyaların ilm i, b ir kim se
öğretm eksizin, A llahü T eâlâ ta ra fın d a n kalb lerin e ak ar. Bu yolun
d o ğ ru lu ğ u tecrübe ile de an laşılm ak tad ır. B irço k lan b u n u söyle­
m ek te ve akli deliller b u n u bildirm ektedir. E ğer bu sa n a ta d arak ,
d u y a ra k hâsıl olm adıysa, öğrenm ekle elde edem ediysen, aklın delil­
leri ile de b u n a erem ediysen, b â ri b u n a in an m ay ı elden k açırm a ve
k ab u l eyle ki, üç dereceden de m ah ru m k alm ay asın ve k â fir olm a­
yasın. B u n lar kalbin şaşılacak hâllerinden işaretlerin d en d lr. İn san
k alb in in ü stü n lü ğ ü b u n u n la anlaşılm ış olur.
(1) H m . V. 278. 284, IV, 123
(3) 73 — M üzzem m il: 3.
(5) 73 — Müzzemmil: 10.
(2) 8 — E n ’am : 75.
(4) 73 — M üzzem m il: 9.
30 KİMYAYI sa Adet
O N 1 K i N(c 1 F A S I L
HER İN SA N FITRAT ÜZERE DOĞAR
Bu h â lle rin p ey g am b erlere ^m ah su s o lduğu zannedilm esin. Zi­
ra , b ü tü n in sa n la rın cevheri, fıtra tta b u n a u y g u n d u r. Şöyle ki: H iç­
b ir d em ir y o k tu r ki, kendisinden sa f h âlin d e ik en âlem in g çrü n tü -
sü n ü içine a la n b ir a y n a yapılm asın. A ncak pas, o n u n cevherine iş­
le r ve onu ziyan eder. B u n u n gibi, d ü n y a hırsı, şehvet ve g ü n a h la ­
rın galib geldiği ve yerleştiği bir^kalb, b u n a k av u şam az. K ir ve p a s
derecesine iner. Böylece bu^liyâkat ve u y g u n lu ğ u gider. H adîs-i şe­
rifte, «H er çocuk, İslâm fıtra tı üzerine doğar. S o n ra b a b a la n ve a n ­
n eleri o n ları Y ahudi, H ıristiyan ve P u tp erest y ap arlar» t1) b u y u ­
ru ld u . ^
Bu liy â k atin u m u m î olduğunu A llahü T eâlâ şöyle h a b e r v eri­
yor: «Ben sizin R abbiniz değil m iyim ? H epsi, ‘E lbette şeh âd et ede­
riz ki, S en bizim R abbim izsin!..’ dediler» (a). Şöyle ki: A klı olan b ir
kim seye birisi dese ki: «İki, birden çok değil m idir?*; C evabında,
«Şüphesiz çoktur» der. H er ne k a d a r ak lı olan kim se b u n u k u la ­
ğıyla hiç duym am ış olsa da, dili ile hiç söylem em iş olsa da, içi b u ­
nunla^ doludur, b u n u tasd ik ve k ab u l etm ek ted ir. Bu, i in san ların '
fıtra tın d a olduğu gibi, A llahü T eâlâ’yı bilm ek de aynı fıtra tta n d ır.
Şöyle ki: A llahü T eâlâ b u y u ru r: «Eğer k âfirlere, gökleri ve y erleri
kim y a ra ttı diye so rarsan , onlar, A llah^ y a ra ttı diyeceklerdir» (3).
D iğer b ir ây^t-i kerim ede, «A llah’ın fıtra t dinine yönel. A llah in ­
sa n la rı o fıtra t ü zerin e yaratm ıştır.» (4) b u y u ru lu y o r. Bu, İ k lî de­
liller ve tecrübe ile de bilinm ektedir. Sadece p ey g am b erlere m a h ­
sû s değildir. Zira, p ey g am b er de, b ir in san d ır. A yet-i kerîm ede, «De
ki: Ben an cak sizin gibi bir beşerim » (5), b u y u ru ld u .
F ak at kendisine bu yol açılan kim seye, eğ er b ü tü n in sa n la rın
k u rtu lu şu n u gösterirlerse, kendisine gösterilen y o la in sa n la rı çağı­
rır, d av et ederse, kendisine gösterilen bu yola Ş eriat denir. O kim ­
seye de peygam ber denir. O n d an hâsıl olan h âllere m ucize denir.
İn san ları davetle m eşgûl olm azsa, o n a velî denir. H âllerine de ke-
râ m e t denir. K eram et sahibi olan h e r Velînin, in sa n la rla ve dâvetlo
m eşgûl olm ası vâcip değildir. Belki, kudret-i H ak onun d âv etle m eş­
gûl olm am ası yolundadır. F ak at b u şeriatın kuvvetli ve yeni oldu­
ğu, b aşk ala n n ın dâvetine lüzum kalm adığı z a m an lar için d o ğ ru ­
d u r. Y ahut d a d âv etin b aşk a b ir şa rtı v a rd ır ki, bu,^velide yoktur.
O hâlde, evliyânm velâyetine ve k erâm etin e itik ad ın sağ lam
(1) H. Cenâiz, 80, 30. (2) 7 — A’râf: 172.
(3) 31 — Lokman: 25. (4) 30 — Rûm.- 30.
(5) 18 — Kehf: 110, 41 — Fussilet: 6.
1
olsun. Biliniz ki, ilk y ap ılacak iş m ücâhededir. iN efse, istem edikle­
rin i yap tırm ak , çok ib ad et y ap m ak gibil. irâd e, istek b u ra d a işe y a ­
ra r. F ak at h e r eken biçem ez, h e r giden ulaşam az, h e r a ra y a n b u la­
m az. Ş u k a d a r v ar ki, d a h a kıym etli olan işm , şa rtla rı da^ (elde edil­
m e yolları 1 çoktur. O nu bulm ak d ah a g ü çtü r..B u ise, m â rife t m a k a ­
m ın d a in san ın en şerefli derecesidir. M ücâhede etm eksizin -^-bu
y o llard an geçm eden ve pişm eden—, b ir m ü rşid lyol gösterici 1 ol­
m aksızın, b u n u istem ek doğru olm az. Bu ikisi olur, fa k a t b ir u y ­
g u n su zlu k v arsa y a h u t ezelde o kim seye bu saad eti n asîb etm em iş­
le r ise, m ak sad ın a k avuşam az. Z âhiri ilim lerde im am lık derecesine
k av u şm ak ve b ü tü n ih tiy ârî Ikendi isteği ilel olan işler de böyledir.
O N Ü Ç Ü N C Ü F A S I L
KUDRET SEBEBİYLE KALBİN ÜSTÜNLÜĞÜ
i
M ârifet yolundaki insanın, en kıym etli cevheri olan kalbde gö­
rü n e n le ri öğrendin. Şim di de, k u d re t sebebiyle olan ü stü n lü ğ ü n ü
izah edelim . Zira, o d a m eleklerin h u sû siy etlerin d en d ir. D iğer h a y ­
v a n la rd a yoktur. Bu d a şöyledir: M elekler, m adde âlem ini em ri a l­
tın d a b u lu n d u ru rla rsa , A ilahü T eâlâ’m n izni ile in sa n ların ih tiy aç­
la rın ı g ördükleri zam an, b a h a rd a yağm ur g etirirler, fırtın a k o p a­
rırla r, h ay v an ları a n a rahm inde, bitkileri to p ra k ta şek illen d irirler
ve süslerler. Bu işlerin h e r b ir çeşidi için m eleklerden b ir kısm ı v a ­
zifelendirilir. in san ın kalbi de, m elek cevheri cinsindendir. O na d a
b ir k u d ret, k u v v et verilm iştir. Böylece m adde âlem inin b ir kısm ı
o n a tâbidir.
H erkesin hususi âlem i, kendi bedenidir. B eden de kalbe tâbidir.
H erkes bilir ki, kalb p a rm a k ta değildir, ilim ve irad e listeki p a r­
m a k ta değildir. K alb em redince, p arm a k h a re k e t eder. K albde h ış­
m ın g ö rü n tü sü m ey d an a gelince, yedi âzad ak i d a m a rla r açılır, k a n
h ü cu m eder. Bu, y a ğ m u ra benzem ektedir. Ş ehvetin g ö rü n tü sü k alb ­
de z a h ir olunca, b ir esinti c a n la n ır ve şehvet âletin e d o ğ n i gider.
Y em ek yem eyi d ü şü n ü n ce dilinin altın d ak i k u v v et hem en yardım
için h arek e te geçer ve tü k ü rü k bezleri çalışır. Böylece yiyeceği, y u ­
tacak hâle gelinceye k a d a r ıslatır. ^
K albin ta sa rru fu n u n bedende câri olduğu ve bedenin kalbe
tâ b i olduğu gizli değildir. F akat, bilm ek lâzım dır ki, k alb lerin bazısı
bazısından ü stü n ve kuvvetlidir; m elek cevherine d a h a çok benzer.
Böylece, onun bedeninin dışındaki m addeler, ona ita a t eder. M ese­
lâ, heybeti b ir aslam üzerine düşerse, aslan o n a ita a t eder, em rine- I W *
girer, b ir h a sta y a h im m et edince, sıh h ate k av u şu r; b u n u n gibi v ü ­
cu d u sağlam olan birisine b ak arsa, h a s ta eder, b ir kim senin kendi
y a n ın a gelm esini d ü şü n d ü ğ ü zam an, o kim senin b âtın ın d a b ir ha-
----------------------------------------- KENDİNEFSİNİ BİLMEK -------------------------------- 31
32 KİMYA-y i s a a d e t
re k e t m e y d a n a gelir. ^Yağmur yağm asını istediği zam an y a ğ m u r
y a ğ a r. B ü tü n b u n la r ak li delillerle m ü m k ü n ve tecrü b e ile bilin­
m ek ted ir. G öz değm esi ve b ü y ü dedikleri şey ler de bu kabildendir.
İn sa n la rın , d^iğer cisim lere te ’sir ettiği şey ler k ısm m d an d ır. H attâ,
h a s e t edici h ab is b ir nefis olur, g ay et güzel b ir a t g ö rü r, o a ta l^a-
se t gözü ile b a k a r, o n u n h elak olm asını a k im d an geçirir, o a t o a n ­
d a h e lâ k olur. B âh u su s hadis-i şerifte bildirildi: «Göz (n azar) İnsa­
n ı m e z a ra , deveyi ten cerey e koyar» (l).
O hâlde, bu d a, k alb in şaşılacak k u d retlerin d en d ir. Böyle b ir
h u su siy etin k en d isin d e b u lu n d u ğ u b ir kim se, in sa n la rı h a k dinine
d â v e t edici ise, b u h âllerin e m ucize denir. D âvet edici değil ise ke-
râ m e t denir. H ay ırlı işte bu h âlleri zu h u r ederse, nebî y a h u t velî
d en ir. K ötü işlerd ek in e ise büyücü denir. B üyü, k e râ m e t ve m ûcize,
in sa n ın k alb in d ek i k u d retin en büy ü k lerin d en d ir. Evet, a ra la n n d a
b ü y ü k fa rk la r v a rd ır. Bu k ita b b u n u açık lam ak için k âfi değildir.
O N D Û R D Ü N C Ü F A S I L
PEYGAM BERLİĞİN VE EVLİYALIĞIN HAKİKATİ
B u ray a k a d a r a n la tıla n la rı bilm eyen, peygam berliğin h a k ik a ­
tin d e n h içb ir şey bilm iyor dem ektir. Bildiği, sadece peygam berlik
ve evliyâlığm , in san k alb in in ü stü n lü k d erecelerin d en biri olduğu­
dur. B unu d a su re t ve işitm e ile bilm ektedir. P eygam berliğin hâsıl
o lm asın d a üç h u su siy et vardır: Biri, b ü tü n in sa n ların u y k u d a iken
g ö rd ü ğ ü n ü , o n a u y an ık iken gösterirler. İkincisi, b ü tü n in sa n la rın
nefsi, kendi b ed en lerin d en gayrisine tesir etm ez. O nun nefsi ise,
k en d in d en a y n o la n la ra d a tesir eder.^Şöyle ki: İn san la rın k u rtu lu ­
şu o n d a olur. Y ah u t o n d a fesad olmaz.~ İn san la rın çalışm a ile elde
ettik le ri bilgiler, o n u n kalbine, b ir kim seden öğrenm eksizin gel­
m ek ted ir. Zeki ve kalbi tem iz olan b ir kim senin de akim a, kim se­
den öğrenm ediği ilim lerden b ir kısm ının_gelm esi do ğ ru d u r. O h â l­
de, b ir kim senin kalbi d a h a saf ve kuvvetli olursa, b ü tü n ilim ler,
y a h u t ilm in ekserisini, çoğunu, kendiliğinden bilebilir. B una, ilm -İ
led ü n n î denir. N itekim A llahü T eâlâ b u y u ru r: «... O n a tarafım ızd an
b ir ra h m e t verm iş, kendisine nezdim izden (haas) b ir Ulm ö ğ ret­
m iştik» (2) .
Bu üç hususiyetin kendisinde toplandığı kim se, b ü y ü k pey g am ­
berlerdendir. Y ahut da, büyük evliyâdandır. E ğer bu ü ç h u su siy et­
ten biri bulunsa, bu derece elde edilebilir. H er b irin in de a ra la rın d a
b üyük fa rk la r vard ır. Z ira, in san v a rd ır kİ, h e r b irin d en a z a r a z a r
pay alm ıştır. Bir b aşk asın d a ise h erb irin d en d a h a çok b u lu n u r.
(1) Suyûtl, el - C âm l'us - S agîr (ayn m addesi). (2) 18 — Kehf: 85.
KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 33
Bizim P eygam berim izin (sallâliah ü aleyhi ve sellem ) üstünlüğü,
kem âli bu üç hususiyetin k em âl üzere kendisinde b u lu n m ası sebe­
biyledir. A llahü T eâlâ, in sa n ların o n a u y m aları ve sa a d e t yolunu
o n d an öğrenm eleri için, peygam berlik m ak am ım an lay ab ilm eleri­
n i isteyince, herkese bu ü ç h u su siy etten b ir^ n ü m û n e v e rd i.'R ü y a
hâli, b ir husu siy etin n ü m û n esid irf'D o ğ ru fira se t de d iğ er b ir h u su ­
siy ettir?'ilim de, doğru ak ıl ve düşünce de d iğ e r b ir nü m û n ed ir.
İn san ın bir şeye inanm ası, o şeyin nüm ûnesi olm adan m ü m k ü n
değildir. N üm ûnesi olm ayan b ir şeyin sû retin i düşünem ez, -anlaya­
m az, B unun için hiç kim se A llahü T eâîâ’n m h ak ik atin i tam am en
bilem ez. A ncak, A llahü T eâlâ bilir. B unu a n la tm a k u zu n sürer.
M eâni-i E sm âullah i1) iA llahü T eâlâ’nın isim lerinin m â n â la n J k i­
tabım ızda bu h u sû sta açık deliller gösterm işizdir.
Ş u n u d a bildirelim ki, b u üç v asıftan başka, p eygam berlerde
ve evliyâda, bizim bilm ediğim iz d a h a b aşk a v asıflar d a olabilir.
Ç ü n k ü o v asıfların bizde n ü m û n esi yoktur. O hâlde, A llahü T eâlâ’-
yı kendinden başka, hiç kim se kem âl üzere bilem ez dediğim iz gibi,
P ey g am b er Efendim izi de (sallâliah ü aleyhi ve sellem ) kendinden
ve kendisi gibi o lan lard an b aşk ası tam am en bilem ez, deriz. B u ra­
d an anlaşıldı ki, in sa n lard an peygam berin kıym etini, değerini yine
p ey g am b er bilir. Bizim için ise, b u derece, fazla m alû m değildir. Zi­
r a bizim uykum uz olm asaydı ve b ir kim se bize u y k u y u an latıp , «Bir
kim se y atar, h a re k e t etm ez, görm ez, işitm ez, konuşm az, fa k a t y arın
n e olacağını bilir. H albuki, işitseydi ve görseydi, b u n u bilem ezdi»
dese, k a t’iyyen biz b u n a inanm azdık. İnsanoğlu görm ediğine in a n ­
m az! B unun için A llahü T eâlâ, «H attâ, ilim lerinin olm adığı şey’e
in a n m az lar. O n ların a k lın a o n u n m ân âsı ve te ’vili gelm ez» (a), b u ­
y u rd u . Ve yine b u y u rd u ki: «O na yol b ulam ayınca, bu, eski b ir İfti­
r a ve y a la n d ır derler» (3).
P eygam berlerde ve evliyâda, d iğ erlerin in hiç h ab e ri olm adığı
sıfatların b u lu n m a sın a şaşm a! O nlar, o n d an b ü y ü k lezzete ve kıy­
m etli h âllere k av u şu rlar. Bu, şu n a b en zer ki, b ir kim sede şiire k a r­
şı b ir zevk yoksa, bu sebepten, vezin dinlem e lezzetini bulam az;
eğ er b ir kim se b u n u n m ân âsın ı o n a a n la tm a k istese, an latam az.
Ç ünkü, o n u n bu b ra n şta n h ab e ri yoktur. B unun gibi, a n a d a n doğ­
m a k ö r olan, aslâ ren k lerin m ân âsın ı ve o n la n görm enin zevkini
an lay am az. O hâlde, A llahü T eâlâ’n m bazı id ra k ve a n la m la n pey­
g am b erlik m erteb esin i v erd ik ten sonra, y a ra tm a sın a şaşm a. O m a­
k am a k av u şm ay an ın b u n d a n h a b e ri olm az.
(1) Kitabin - Maksadi’l -İîsnâ fi Esmâİllahl’l - HUsnâ.
(2) 10 — Yûnus: 39. (3) 46 — Ahkâf: 11.
Kimyâ-yı Saâdet — F. 1
34 KÎMYA-YI SAADET
O N B E Ş İ N C İ F A S I L
İLİM BU YOLDA PERDEDİR
B u ra y a k a d a r a n la tıla n la rd a n k alb in ü stü n lü ğ ü anlaşıldı. M u­
ta sa v v ıfla rın y o lu n u n d a n e olduğu öğrenildi. Sofilerden, «İlim, V>u
y o ld a perdedir» gibi sözler d u y arsın ve b u n la ra inanm azsın. Bu sö­
zü in k â r eylem e ki, do ğ ru d u r. Ç ü n k ü d u y g u lar ve d u y g u â z a la n
v asıtasiy le h âsıl o lan ilim lerle m eşgûl olur, o n la ra d a la rsa n , b u n ­
d a n m a h ru m o lu rsu n .
K alb b ir h av u z gibidir, beş duygu âzası d a h a v u z a d ışa rd a n
a k a n beş d ere gibidir. E ğ er h av u zu n dibinden tem iz su çık arm ak
istersen , b u n u n çaresi, h av u zd ak i b ü tü n suyu boşaltm an, so n ra b u
s u la n n g etird iğ i siy ah ça m u ru çık arm an ve b ir d a h a pis su gelm e­
m esi için b u y o lla n k esm en ve h av u zu n dibini, içinden tem iz, b er­
r a k su çıkabilecek şekilde y ap m an d ır. H avuz, siy ah ç a m u r ile dolu
olduğu m üddetçe içinden d u ru su çıkm ası im kânsızdır. B unun g i­
bi, k alb in içinden gelen ilim , d ışa rd a n gelenlerden k u rtu lm ad ık ça,
m a k sa t h â sü olm az.
F ak at âlim , k en d in i öğrendiği ilim lerden ay ırır, k alb in i o n la rla
m eşgul eylem ezse, elde etm iş olduğu ilim ler o n a p erd e olm az v e
k alb gözünün açılm ası u m u lu r. Şöyle kİ: K alb h ay âllerd en ve h is­
lerd en k u rtu lu n ca , eski h ay âlleri o n a perde olm az.
> İlm in p erd e olm asının sebebi şu d u r ki, b ir kim se Ehl-i sü n n e t
itik ad ın ı öğrenir, m ü n â k aşa ve m ü n â zarad a k i delillerini de öğrenir,
kendini ta m am en b u n a v e rir ve b u n d an b a şk a h içb ir ilim y o k tu r
diye k ab û l eder, eğ er k alb in e b a şk a b ir şey gelse, «Bu d u y d u ğ u m u n
aksinedir. O n a u y m ay an h e r şey bozuktur, yanlıştır» derse, böyle
b ir kim sede, işlerin h a k ik a tin in bilinm esi m ü m k ü n olm az. Ç ünkü:
AVÂM A ÖĞRETİLENj.ÎTÎKAD, HAKİKATİN SÛRETİDİR, KENDİSİ
DEĞİLDİR. TAM M ARİFET OLMALI Kİ. -ÖZÜN KABUKTAN AY­
RILMASI GİBİ, HAKİKATLAR SÜRETTEN AYRILSIN.
. fx
Biliniz ki, m ücadele ve m ü n â z a ra ilm ini o itik a d a y ard ım cı
o larak öğrenene b ir h a k ik a t bildirilm ez. Ç ünkü, elindekinin tam
olduğunu san m ak tad ır. Bu zan o n a p erde olur. B ir şeyi öğrendiğine
zann-ı gâlibi olan kim se, bu dereceden m a h ru m olduğu ekseriyâ
m alûm dur, sözü m eşh u rd u r. Bu d a cedel Im ücâdele - m ü n â z a ra l
İlm ine kendini v eren lerin hâlidir. O hâlde, b u zan n ı silip a ta n a , ilim
p erd e olm az. O zam an, ondş, d a k alp açılm ası hâsıl olur. D erecesi
çok yüksek olur. O n u n yolu d a h a em niyetli, d a h a sağlam ve d a h a
doğru olur. Zira tem eli kuvvetli ilm e d ay a n m ay a n kim se, ekseriya
u zu n zam an bâtıl h ay âllere bağlı k a lır ve azıcık şüphe o n a perde
olur. A lim ise böyle ziy an lard an em indir. O hâlde, «îlim perdedir»
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet
İmam gazali   kimya-i saâdet

Contenu connexe

Similaire à İmam gazali kimya-i saâdet

01 Emirdag Lahikasi Ii Ifademin Kisacik Bir Tetimmesi 307
01 Emirdag Lahikasi Ii   Ifademin Kisacik Bir Tetimmesi  30701 Emirdag Lahikasi Ii   Ifademin Kisacik Bir Tetimmesi  307
01 Emirdag Lahikasi Ii Ifademin Kisacik Bir Tetimmesi 307Ahmet Türkan
 
Siyer-i Nebi 10. Sayı
Siyer-i Nebi 10. SayıSiyer-i Nebi 10. Sayı
Siyer-i Nebi 10. Sayısiyerinebi
 
İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...
İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...
İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...Selçuk Sarıcı
 
İmam gazali i̇lahi bilikler
İmam gazali   i̇lahi biliklerİmam gazali   i̇lahi bilikler
İmam gazali i̇lahi biliklerSelçuk Sarıcı
 
Emirdag Lahikasi I Mektub 065 144
Emirdag Lahikasi I   Mektub 065 144Emirdag Lahikasi I   Mektub 065 144
Emirdag Lahikasi I Mektub 065 144Ahmet Türkan
 
İmam gazali devlet başkanlarına nasihatler
İmam gazali   devlet başkanlarına nasihatlerİmam gazali   devlet başkanlarına nasihatler
İmam gazali devlet başkanlarına nasihatlerSelçuk Sarıcı
 
İmam gazali mişkatü-l envar
İmam gazali   mişkatü-l envarİmam gazali   mişkatü-l envar
İmam gazali mişkatü-l envarSelçuk Sarıcı
 
Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari
 Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari
Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlariColorado Theology University
 
Ahir zaman sorularına bediüzzaman cevap veriyor 1 kitapçık. turkish (türkçe)
Ahir zaman sorularına bediüzzaman cevap veriyor 1 kitapçık. turkish (türkçe)Ahir zaman sorularına bediüzzaman cevap veriyor 1 kitapçık. turkish (türkçe)
Ahir zaman sorularına bediüzzaman cevap veriyor 1 kitapçık. turkish (türkçe)HarunyahyaTurkish
 
Dini hikayeler 1
Dini hikayeler 1Dini hikayeler 1
Dini hikayeler 1gelresule
 
Peygamber Efendimiz
Peygamber EfendimizPeygamber Efendimiz
Peygamber Efendimizhaber
 
Peygamber
PeygamberPeygamber
Peygamberhaber
 
Kinali zade ali efendi
Kinali zade ali efendiKinali zade ali efendi
Kinali zade ali efendiBilal Gündüz
 
50943910 necip-fazıl-kısakurek-vatan hainidegil-buyukvatandostuvahiduddin
50943910 necip-fazıl-kısakurek-vatan hainidegil-buyukvatandostuvahiduddin50943910 necip-fazıl-kısakurek-vatan hainidegil-buyukvatandostuvahiduddin
50943910 necip-fazıl-kısakurek-vatan hainidegil-buyukvatandostuvahiduddinFdgalgjadg Fhaldfad
 
1.30.nadirogullari ile yapilan savaslar islam tarihi il üniversitesi kopie
1.30.nadirogullari ile yapilan savaslar islam tarihi il üniversitesi kopie1.30.nadirogullari ile yapilan savaslar islam tarihi il üniversitesi kopie
1.30.nadirogullari ile yapilan savaslar islam tarihi il üniversitesi kopieColorado Theology University
 
Peygamberimizi Ogreniyorum (Cocuklar Icin)
Peygamberimizi Ogreniyorum (Cocuklar Icin)Peygamberimizi Ogreniyorum (Cocuklar Icin)
Peygamberimizi Ogreniyorum (Cocuklar Icin)gelresule
 
2004 iv 15_altinayr
2004 iv 15_altinayr2004 iv 15_altinayr
2004 iv 15_altinayrBekir İnce
 
II. Abdulhamidin islam birliği siyaseti
II. Abdulhamidin islam birliği siyasetiII. Abdulhamidin islam birliği siyaseti
II. Abdulhamidin islam birliği siyasetihaber
 
Çağatay Uluçay - Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları - horozz.net
Çağatay Uluçay - Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları - horozz.netÇağatay Uluçay - Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları - horozz.net
Çağatay Uluçay - Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları - horozz.netAdnan Dan
 

Similaire à İmam gazali kimya-i saâdet (20)

01 Emirdag Lahikasi Ii Ifademin Kisacik Bir Tetimmesi 307
01 Emirdag Lahikasi Ii   Ifademin Kisacik Bir Tetimmesi  30701 Emirdag Lahikasi Ii   Ifademin Kisacik Bir Tetimmesi  307
01 Emirdag Lahikasi Ii Ifademin Kisacik Bir Tetimmesi 307
 
Siyer-i Nebi 10. Sayı
Siyer-i Nebi 10. SayıSiyer-i Nebi 10. Sayı
Siyer-i Nebi 10. Sayı
 
İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...
İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...
İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...
 
04barla
04barla04barla
04barla
 
İmam gazali i̇lahi bilikler
İmam gazali   i̇lahi biliklerİmam gazali   i̇lahi bilikler
İmam gazali i̇lahi bilikler
 
Emirdag Lahikasi I Mektub 065 144
Emirdag Lahikasi I   Mektub 065 144Emirdag Lahikasi I   Mektub 065 144
Emirdag Lahikasi I Mektub 065 144
 
İmam gazali devlet başkanlarına nasihatler
İmam gazali   devlet başkanlarına nasihatlerİmam gazali   devlet başkanlarına nasihatler
İmam gazali devlet başkanlarına nasihatler
 
İmam gazali mişkatü-l envar
İmam gazali   mişkatü-l envarİmam gazali   mişkatü-l envar
İmam gazali mişkatü-l envar
 
Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari
 Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari
Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari
 
Ahir zaman sorularına bediüzzaman cevap veriyor 1 kitapçık. turkish (türkçe)
Ahir zaman sorularına bediüzzaman cevap veriyor 1 kitapçık. turkish (türkçe)Ahir zaman sorularına bediüzzaman cevap veriyor 1 kitapçık. turkish (türkçe)
Ahir zaman sorularına bediüzzaman cevap veriyor 1 kitapçık. turkish (türkçe)
 
Dini hikayeler 1
Dini hikayeler 1Dini hikayeler 1
Dini hikayeler 1
 
Peygamber Efendimiz
Peygamber EfendimizPeygamber Efendimiz
Peygamber Efendimiz
 
Peygamber
PeygamberPeygamber
Peygamber
 
Kinali zade ali efendi
Kinali zade ali efendiKinali zade ali efendi
Kinali zade ali efendi
 
50943910 necip-fazıl-kısakurek-vatan hainidegil-buyukvatandostuvahiduddin
50943910 necip-fazıl-kısakurek-vatan hainidegil-buyukvatandostuvahiduddin50943910 necip-fazıl-kısakurek-vatan hainidegil-buyukvatandostuvahiduddin
50943910 necip-fazıl-kısakurek-vatan hainidegil-buyukvatandostuvahiduddin
 
1.30.nadirogullari ile yapilan savaslar islam tarihi il üniversitesi kopie
1.30.nadirogullari ile yapilan savaslar islam tarihi il üniversitesi kopie1.30.nadirogullari ile yapilan savaslar islam tarihi il üniversitesi kopie
1.30.nadirogullari ile yapilan savaslar islam tarihi il üniversitesi kopie
 
Peygamberimizi Ogreniyorum (Cocuklar Icin)
Peygamberimizi Ogreniyorum (Cocuklar Icin)Peygamberimizi Ogreniyorum (Cocuklar Icin)
Peygamberimizi Ogreniyorum (Cocuklar Icin)
 
2004 iv 15_altinayr
2004 iv 15_altinayr2004 iv 15_altinayr
2004 iv 15_altinayr
 
II. Abdulhamidin islam birliği siyaseti
II. Abdulhamidin islam birliği siyasetiII. Abdulhamidin islam birliği siyaseti
II. Abdulhamidin islam birliği siyaseti
 
Çağatay Uluçay - Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları - horozz.net
Çağatay Uluçay - Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları - horozz.netÇağatay Uluçay - Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları - horozz.net
Çağatay Uluçay - Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları - horozz.net
 

Plus de Selçuk Sarıcı

İşaratül İcaz Tercümesi - Said Nursi - Terc. Şadi Eren
İşaratül İcaz Tercümesi - Said Nursi - Terc. Şadi Erenİşaratül İcaz Tercümesi - Said Nursi - Terc. Şadi Eren
İşaratül İcaz Tercümesi - Said Nursi - Terc. Şadi ErenSelçuk Sarıcı
 
Hüseyin güneş tahrif i̇ddiasi baglaminda şia ve kuran
Hüseyin güneş   tahrif i̇ddiasi baglaminda şia ve kuranHüseyin güneş   tahrif i̇ddiasi baglaminda şia ve kuran
Hüseyin güneş tahrif i̇ddiasi baglaminda şia ve kuranSelçuk Sarıcı
 
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)Selçuk Sarıcı
 
Zekeriya kitapçı yeni i̇slam tarihi ve türkler 2 (hz. peygamberin yaşamı ve...
Zekeriya kitapçı   yeni i̇slam tarihi ve türkler 2 (hz. peygamberin yaşamı ve...Zekeriya kitapçı   yeni i̇slam tarihi ve türkler 2 (hz. peygamberin yaşamı ve...
Zekeriya kitapçı yeni i̇slam tarihi ve türkler 2 (hz. peygamberin yaşamı ve...Selçuk Sarıcı
 
Zekeriya kitapçı yeni i̇slam tarihi ve türkler 1 (i̇slami türk tarihine gir...
Zekeriya kitapçı   yeni i̇slam tarihi ve türkler 1 (i̇slami türk tarihine gir...Zekeriya kitapçı   yeni i̇slam tarihi ve türkler 1 (i̇slami türk tarihine gir...
Zekeriya kitapçı yeni i̇slam tarihi ve türkler 1 (i̇slami türk tarihine gir...Selçuk Sarıcı
 
Zekeriya kitapçı türkler nasıl müslüman oldu
Zekeriya kitapçı   türkler nasıl müslüman olduZekeriya kitapçı   türkler nasıl müslüman oldu
Zekeriya kitapçı türkler nasıl müslüman olduSelçuk Sarıcı
 
Zekeriya kitapçı türkistanda müslüman olan i̇lk türk hükümdarları
Zekeriya kitapçı   türkistanda müslüman olan i̇lk türk hükümdarlarıZekeriya kitapçı   türkistanda müslüman olan i̇lk türk hükümdarları
Zekeriya kitapçı türkistanda müslüman olan i̇lk türk hükümdarlarıSelçuk Sarıcı
 
Zekeriya kitapçı türk moğol boyları arasında i̇slamiyet
Zekeriya kitapçı   türk moğol boyları arasında i̇slamiyetZekeriya kitapçı   türk moğol boyları arasında i̇slamiyet
Zekeriya kitapçı türk moğol boyları arasında i̇slamiyetSelçuk Sarıcı
 
Zekeriya kitapçı türk boyları arasında i̇slam hidayet fırtınası
Zekeriya kitapçı   türk boyları arasında i̇slam hidayet fırtınasıZekeriya kitapçı   türk boyları arasında i̇slam hidayet fırtınası
Zekeriya kitapçı türk boyları arasında i̇slam hidayet fırtınasıSelçuk Sarıcı
 
Zekeriya kitapçı ortadoğu'da türk askeri varlığının i̇lk zuhuru
Zekeriya kitapçı   ortadoğu'da türk askeri varlığının i̇lk zuhuruZekeriya kitapçı   ortadoğu'da türk askeri varlığının i̇lk zuhuru
Zekeriya kitapçı ortadoğu'da türk askeri varlığının i̇lk zuhuruSelçuk Sarıcı
 
Zekeriya kitapçı orta asyada i̇slamiyet ve türkler
Zekeriya kitapçı   orta asyada i̇slamiyet ve türklerZekeriya kitapçı   orta asyada i̇slamiyet ve türkler
Zekeriya kitapçı orta asyada i̇slamiyet ve türklerSelçuk Sarıcı
 
Zekeriya kitapçı mukaddes çevreler ve eski hilafet ülkelerinde türk hatunları
Zekeriya kitapçı   mukaddes çevreler ve eski hilafet ülkelerinde türk hatunlarıZekeriya kitapçı   mukaddes çevreler ve eski hilafet ülkelerinde türk hatunları
Zekeriya kitapçı mukaddes çevreler ve eski hilafet ülkelerinde türk hatunlarıSelçuk Sarıcı
 
Zekeriya kitapçı i̇slam hidayet güneşi doğu turan yurdunda (talas nazariyes...
Zekeriya kitapçı   i̇slam hidayet güneşi doğu turan yurdunda (talas nazariyes...Zekeriya kitapçı   i̇slam hidayet güneşi doğu turan yurdunda (talas nazariyes...
Zekeriya kitapçı i̇slam hidayet güneşi doğu turan yurdunda (talas nazariyes...Selçuk Sarıcı
 
Panteizm ve Vahdeti Vücud Mukayesesi Hüsamettin Erdem
Panteizm ve Vahdeti Vücud Mukayesesi Hüsamettin ErdemPanteizm ve Vahdeti Vücud Mukayesesi Hüsamettin Erdem
Panteizm ve Vahdeti Vücud Mukayesesi Hüsamettin ErdemSelçuk Sarıcı
 
İbn arabi ve spinozada tanri anlayisi
İbn arabi ve spinozada tanri anlayisiİbn arabi ve spinozada tanri anlayisi
İbn arabi ve spinozada tanri anlayisiSelçuk Sarıcı
 
Doğu Batı 54. Sayı - Osmanlılar 4. Kısım
Doğu Batı 54. Sayı - Osmanlılar 4. KısımDoğu Batı 54. Sayı - Osmanlılar 4. Kısım
Doğu Batı 54. Sayı - Osmanlılar 4. KısımSelçuk Sarıcı
 
Doğu batı 53. sayı osmanlılar 3. kısım
Doğu batı 53. sayı   osmanlılar 3. kısımDoğu batı 53. sayı   osmanlılar 3. kısım
Doğu batı 53. sayı osmanlılar 3. kısımSelçuk Sarıcı
 
Doğu batı 52. sayı osmanlılar 2. kısım
Doğu batı 52. sayı   osmanlılar 2. kısımDoğu batı 52. sayı   osmanlılar 2. kısım
Doğu batı 52. sayı osmanlılar 2. kısımSelçuk Sarıcı
 
Doğu batı 51. sayı osmanlılar 1. kısım
Doğu batı 51. sayı   osmanlılar 1. kısımDoğu batı 51. sayı   osmanlılar 1. kısım
Doğu batı 51. sayı osmanlılar 1. kısımSelçuk Sarıcı
 
İmam gazali i̇lahi nizam
İmam gazali   i̇lahi nizamİmam gazali   i̇lahi nizam
İmam gazali i̇lahi nizamSelçuk Sarıcı
 

Plus de Selçuk Sarıcı (20)

İşaratül İcaz Tercümesi - Said Nursi - Terc. Şadi Eren
İşaratül İcaz Tercümesi - Said Nursi - Terc. Şadi Erenİşaratül İcaz Tercümesi - Said Nursi - Terc. Şadi Eren
İşaratül İcaz Tercümesi - Said Nursi - Terc. Şadi Eren
 
Hüseyin güneş tahrif i̇ddiasi baglaminda şia ve kuran
Hüseyin güneş   tahrif i̇ddiasi baglaminda şia ve kuranHüseyin güneş   tahrif i̇ddiasi baglaminda şia ve kuran
Hüseyin güneş tahrif i̇ddiasi baglaminda şia ve kuran
 
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
Abdulmecid Ünlükul -Du Mezhebi (İki Mezheb -Hanefi- Şafii)
 
Zekeriya kitapçı yeni i̇slam tarihi ve türkler 2 (hz. peygamberin yaşamı ve...
Zekeriya kitapçı   yeni i̇slam tarihi ve türkler 2 (hz. peygamberin yaşamı ve...Zekeriya kitapçı   yeni i̇slam tarihi ve türkler 2 (hz. peygamberin yaşamı ve...
Zekeriya kitapçı yeni i̇slam tarihi ve türkler 2 (hz. peygamberin yaşamı ve...
 
Zekeriya kitapçı yeni i̇slam tarihi ve türkler 1 (i̇slami türk tarihine gir...
Zekeriya kitapçı   yeni i̇slam tarihi ve türkler 1 (i̇slami türk tarihine gir...Zekeriya kitapçı   yeni i̇slam tarihi ve türkler 1 (i̇slami türk tarihine gir...
Zekeriya kitapçı yeni i̇slam tarihi ve türkler 1 (i̇slami türk tarihine gir...
 
Zekeriya kitapçı türkler nasıl müslüman oldu
Zekeriya kitapçı   türkler nasıl müslüman olduZekeriya kitapçı   türkler nasıl müslüman oldu
Zekeriya kitapçı türkler nasıl müslüman oldu
 
Zekeriya kitapçı türkistanda müslüman olan i̇lk türk hükümdarları
Zekeriya kitapçı   türkistanda müslüman olan i̇lk türk hükümdarlarıZekeriya kitapçı   türkistanda müslüman olan i̇lk türk hükümdarları
Zekeriya kitapçı türkistanda müslüman olan i̇lk türk hükümdarları
 
Zekeriya kitapçı türk moğol boyları arasında i̇slamiyet
Zekeriya kitapçı   türk moğol boyları arasında i̇slamiyetZekeriya kitapçı   türk moğol boyları arasında i̇slamiyet
Zekeriya kitapçı türk moğol boyları arasında i̇slamiyet
 
Zekeriya kitapçı türk boyları arasında i̇slam hidayet fırtınası
Zekeriya kitapçı   türk boyları arasında i̇slam hidayet fırtınasıZekeriya kitapçı   türk boyları arasında i̇slam hidayet fırtınası
Zekeriya kitapçı türk boyları arasında i̇slam hidayet fırtınası
 
Zekeriya kitapçı ortadoğu'da türk askeri varlığının i̇lk zuhuru
Zekeriya kitapçı   ortadoğu'da türk askeri varlığının i̇lk zuhuruZekeriya kitapçı   ortadoğu'da türk askeri varlığının i̇lk zuhuru
Zekeriya kitapçı ortadoğu'da türk askeri varlığının i̇lk zuhuru
 
Zekeriya kitapçı orta asyada i̇slamiyet ve türkler
Zekeriya kitapçı   orta asyada i̇slamiyet ve türklerZekeriya kitapçı   orta asyada i̇slamiyet ve türkler
Zekeriya kitapçı orta asyada i̇slamiyet ve türkler
 
Zekeriya kitapçı mukaddes çevreler ve eski hilafet ülkelerinde türk hatunları
Zekeriya kitapçı   mukaddes çevreler ve eski hilafet ülkelerinde türk hatunlarıZekeriya kitapçı   mukaddes çevreler ve eski hilafet ülkelerinde türk hatunları
Zekeriya kitapçı mukaddes çevreler ve eski hilafet ülkelerinde türk hatunları
 
Zekeriya kitapçı i̇slam hidayet güneşi doğu turan yurdunda (talas nazariyes...
Zekeriya kitapçı   i̇slam hidayet güneşi doğu turan yurdunda (talas nazariyes...Zekeriya kitapçı   i̇slam hidayet güneşi doğu turan yurdunda (talas nazariyes...
Zekeriya kitapçı i̇slam hidayet güneşi doğu turan yurdunda (talas nazariyes...
 
Panteizm ve Vahdeti Vücud Mukayesesi Hüsamettin Erdem
Panteizm ve Vahdeti Vücud Mukayesesi Hüsamettin ErdemPanteizm ve Vahdeti Vücud Mukayesesi Hüsamettin Erdem
Panteizm ve Vahdeti Vücud Mukayesesi Hüsamettin Erdem
 
İbn arabi ve spinozada tanri anlayisi
İbn arabi ve spinozada tanri anlayisiİbn arabi ve spinozada tanri anlayisi
İbn arabi ve spinozada tanri anlayisi
 
Doğu Batı 54. Sayı - Osmanlılar 4. Kısım
Doğu Batı 54. Sayı - Osmanlılar 4. KısımDoğu Batı 54. Sayı - Osmanlılar 4. Kısım
Doğu Batı 54. Sayı - Osmanlılar 4. Kısım
 
Doğu batı 53. sayı osmanlılar 3. kısım
Doğu batı 53. sayı   osmanlılar 3. kısımDoğu batı 53. sayı   osmanlılar 3. kısım
Doğu batı 53. sayı osmanlılar 3. kısım
 
Doğu batı 52. sayı osmanlılar 2. kısım
Doğu batı 52. sayı   osmanlılar 2. kısımDoğu batı 52. sayı   osmanlılar 2. kısım
Doğu batı 52. sayı osmanlılar 2. kısım
 
Doğu batı 51. sayı osmanlılar 1. kısım
Doğu batı 51. sayı   osmanlılar 1. kısımDoğu batı 51. sayı   osmanlılar 1. kısım
Doğu batı 51. sayı osmanlılar 1. kısım
 
İmam gazali i̇lahi nizam
İmam gazali   i̇lahi nizamİmam gazali   i̇lahi nizam
İmam gazali i̇lahi nizam
 

İmam gazali kimya-i saâdet

  • 1. i— H ü c c e t ü l i s l â m İMAM GAZÂLÎ K i m y â - i (Mutluluk Hâzinesi) BEDİR YAYINEVİ
  • 2. DİKKAT NAZARLARINIZA ■ Bedir Yayınevi cehl-l sünnet ve cemaat» ölçülerine uygun neşriyat yapan, ciddi t* prensip sahibi bir kültür mflesscseaidir. ■ Bedir Yayınevi, şimdiye kadar birçok teme) İslâm klâsiğini yayınlamıştır. Elinizdeki KİMYÂ YI SAÂDET, bu değerli eserler listesinin ön sıralarında yer alan bir irfan şâheseridir. ■ Bedir yayınlarını güvenle okuyabilirsiniz. Dostlarınıza, mânevi kurtuluşunu arzula* dığtnız kimselere vereceğiniz en güzel hediye Bedir’ia neşrettiği böyle eserlerdir. (Katalog İsteyiniz). ■ Yayınladığımız eserler taklid edilmektedir. Bedir ismine dikkat buyurmanızı İstir­ ham ederiz. ■ San yıllarda mrmleketim'zde. İlhamlarım tbn Sebeplerden, mason Afganrierden, râfizl önderlerinden alan mCzhepsfz ve eh!-! sünnet tahripçisi şahıs ve gruplar tara­ fından neşr edilen boznk kitaplarda yıkıcı propagandalar yapılmakta; ezcümle: Buhârii Şerifte mevzn söz bulunduğu, tasavvufun sapıklık olduğu, abdest alırken ayakların yıkanmasının gerekmediği, Allah’ın —hâşâ— gökte oturduğu gibi hezeyan­ lar ve iftiralar yer almaktadır.. Bütün Müslümanları bu İçten çökerttd ve dejenere edici bid’at ve snpıkbklarla fikri mücâdeleye dâvet etmeyi bir borç biliriz. ■ Çeyrek yüzyıllık faaliyeti boyunca Bedir Yayınevi İslâmî bir ekol, bir dârü’l-irfan hâlinde çalışmış, milletimizin hizmetine yekûnu milyonları aşan ciltli ciltsiz, büyük küçük milyonlarca faydalı kitap sunmuştur. Bedir sizindir, hizmetinizdedir.
  • 3. B İ R A Ç I K L A M A Yayınevimiz tarafından illi defa TUrkçemize kazandırılan ve MüalUman kardeşlerimizin büyük alâkasını kazanıp nice insanların hak yola girmesine vesile olan bu KİMYAYI SAÂDET tercümesinin birtakım taklid ve kopyaları yapılmıştır. Bunlardan birinde, bizim eserimiz intihâl (çalma) suretiyle çalakalem asınhrken, fâhis ve gülüne bir hataya düşülmüştür. Şöyle ki: Bizim tercümemizin bir baskı­ sında cmevkib» (» alay, kafile, topluluk) kelimesi matbaa hatâsı olarak «merkeb» Seklinde çıkmış, bilgiç aşm alar da (aynen merkeb olarak alırsak hırsızlığımız pjk âşikâr olur, biraz değiştirelim bari) düşüncesiyle bu kelimeyi est» şeklinde aktarmışlardır. Bu mevzudaki hükmü muhterem okuyucularımızın vicdanlarına havale eder, BEDİR YAYINEVl'ne gösterdikleri İlgi için bir kere daha teşekkür ederiz. ---------------- DİP NOTLARLA ALÂKALI İZAHLAR:-------------------- 1 — Kitabta' geçen âyetler, sûre isimleri, parantez içinde sûre sıra numa­ rası ve sonra da âyet numarası hâlinde gösterilmiştir. 2 — A) Hadisler için ise. sayfa 200’e kadar «el - Mu’cem el - Müfehresü li * El fâzı l - Hadisi n - Nebevi, Leyden (Hollanda) 1936-1970» eserinden istifâde edilmiştir. Bu kısımda rumûzlarm ve rakamların açık şekli şudur: H Buhârl'nin Sahih*!, sonra gelen rakam kitâb numarası, müteakib numa­ ra da hadisin bulunduğu bâb numarası. M Müslim'in Sahih'i, kitâb numarası ve hadis numarası. D Eoû Dâvûd'un eseri, kitâb numarası ve bâb numarası. T Tirmizt'nin eseri, kitâb numarası ve bâb numarası. N Ncsâl'nin eseri, kitâb numarası ve bâb numarası. C tbn Mâce'nin eseri, kitâb numarası ve bâb numarası. Dy Deyteml'nin eseri, kitâb numarası ve bâb numarası. Hn Ahmed b. Hanbel'in seri, cilt numarası ve sahife numarası. Muvatta. Mâlik’in eseri, kitâb numarası ve hadis numarası^ B) Sahife 200’den sonra ise, hadislerin yerleri için. Gazalinin Mısır 1352/ 1933 senesi tab'ı dört ciltlik İhyâu Ulûm'unun cilt ve sahife numarası verilmiştir. - - - D İ K K A T ! , - - -T ------- Doğru yol ehl i sünnet ve cemaat mezhebidir. Bu mezheb Peygamberimizin (aleyhisselflm) ve sahabelerinin (radıyallahü anhüm) yoludur. Ehi l sünnetin inançta (akaidde) iki imamı (önderi) vardır: İmam Msturidl İle İmam Eş’arl. Amcit (işlemeğe ait) hükümlerde de dört hak kol vardır; Hanefilik, Mülkilik. ŞAfiilik ve Hanbelllik. İnançta ve amelde ehl-1 sünnetten olmak şarttır. Mtlhebsis- lik bid attir. Bütün Müslüman kardeşlerimiz» ehemmiyetli hltirlllini, nesne
  • 4. H ü ccetin - İslâm Zeynü’d - Dîn E b û H â m i d M u h a m m e d GAZ ÂL Î Kimyâ-yı Saâdet (CUtt 1 - 2 ) Farsça Aslından Tercüme Eden: A , FARUK MEYAN BEDİR YAYINEVİ C ağ alo ğ lu Y okuşu No: 6-8 C a g a lo ğ lu - İST A N B U L T el: 0 .2 1 2 . 5 1 9 3 6 18
  • 5. ( & BEDİR YAYINEVİ Cağaloğlu Yokuşu No: 6-8 C a g a lo ğ lu - İ S T A N B U L Te l: 0. 212. 519 36 18 Tel-Fax: 0.212. 513 06 32 ISBN: 975-8514-24-5 BEDİR YAYINEVİ, Ehl-i Sünnet ve Cemaat esaslarına uygun olarak Islama ve müslümanlara hizmet eder. Ehl-I Sünnet Yolu nurânî ve Rahmani bir silsiledir. Ucu Rasûllerin Seyyidi’ne (s.a.v) ulaşan korkmaz bir kurtuluş ipidir; “hablullah" tır. Kitaba ve sünnete uygunluk; İslâmî devamlılık; Allah ve Resûlünün rızasına muvafakat ancak Ehl-i Sünnet ile mümkün olur, işte yayınevimizin neşrettiği eserler bu yolu gösteren klasik temel dini kitaplardır. Ofset Takip : Ömer ÖZVEREN Baskı : Matsan Matbaacılık Cilt : Derya Cilt
  • 6. imâmı Gazâli’nin Hayatı Fikirleri ve Eserleri İmâmı Gazâlt, İslâm tefekkür tari­ hinin en mümtâz simalanndandır. Ölü­ münden dokuz asır geçmiş olmasına rağ­ men eserleri ve fikirleri Müslümanların her tabakası srasında bütün tazeliği ve canlılığı ile hâlâ yaşamaktadır (t). İmâmı Gazâli’nin künyesi Ebû Hâ- mid Muhammed bin Muhammed’dir. Lâkabları ise Hüccetü’l - İslâm ve Zey- nü'd - Dİn’dir. İmâmı Gazâlf. Milâdi 1058 senesin­ de Tûs şehrinde dünyaya geldi. Babası fakir bir kimse olmakla beraber, onun ve kardeşinin iyi yetişmeleri için, ilim öğ­ renmelerine ihtimâm etmişti. Gazâlt, ev­ velâ Tûs’ta daha sonra Cürcan’da okudu. Cürcan'da okuduğu dersleri kayd ettiği defterlerin, vatanına dönüşünde içinde bulunduğu kervanı soyan haydutlar ta­ rafından gasbedilmesi hâdisesi tarihte şöhret bulmuş olduğundan naklediyoruz: İmâmı Gazâli, kervanı basan haydut­ ların reisine, defterlerini geri vermesini, zirft bunların hiçbir işlerine yaramaya­ cağını söylemişti. Haydutların^ reisi, o defterlerde ne olduğunu sorduğunda, «On­ larda yazılı bilgileri edinmek İçin, yarda­ ma terkettim ve azan müddet siren tah­ silimin semeresini onlara yazdım», dedi. Haydutların reisi güldü ve «Nasıl «lor da İlim tahsil etmiş oldnğnna ileri «ire­ bilirsin? Baksana defterlerin elinden ah­ unca hiç İlmin kalmıyor», dedi. Defter­ leri de geri verdirtti. Bu hâdise îmâmı Gazâli üzerinde büyük te’sir bıraktı. Memleketine dönüşünde ilk İşi defterler­ deki notları hafızasına nakşetmek oldu. İmâmı Gazâli’nin hayatını ve fikri mücâdelelerini iyice kavrayabilmek İçin, yaşadığı devri iyi bilmek gerekir. Bu ba­ kımdan İslâm âleminin ve dünyanın, Ga­ zâli’nin yaşadığı asırdaki vaziyetini kısa­ ca tasvir ediyoruz. ♦ O zamanda, İslâm âleminde siyasi ve fikri bakımdan büyük bir kargaşalık (t) tbn el - Subkt «Tabakalında Ga- zâll için şu satırları yazmaktadır: «Haz- ret-i Muhammed’den sonra bir peyganv ber gelecek olsaydı bu, muhakkak Gazâli olurdu». Subki’nin bu hükmü elbette mü­ balâğalıdır. Fakat İmâmı Gazâli hak- kındaki hissiyâta tercüman olmak cihe­ tinden câlib-i dikkattir.
  • 7. e KİMYA YI SAADET hUkQm »ürüyordu. Bağdad’da. Abbasi halifelerinin hakimiyetleri zayıflamaya yüz tutmuştu. Buna mukabil Büyük Sel­ çuklu Devletinin sınırları genişliyor ve nü- fûzu artıyordu. Gazâll, bu devletin büyük hükümdarları olan Tuğrul Bey'in, Alp­ arslan'ın ve Melikşâh’ın devirlerini id­ râk etmişti. Melikş&h’ın kıymetli veziri Nizâmü'l • Mülk savaş meydanlarında za­ ferler kazanıyor, hem de o zaman dün­ yada mevcud en parlak ilim ocaklan olan İslâm üniversitelerini atfyordu. Ga­ zâll 23 yaşında iken Şarkta esrârengiz bir adam belirmişti. Bu adam ismi etra­ fında hâlâ bir esrâr hâlesi bulunan Haş- haşln mezhebinin reisi Ş- yhü’l - Cebel liasan İbn Sabbah idi. Garplılarca daha ziyade nihâileriyle tanınan, İslâm âle­ minde ise bir matematikçi olarak bilinen «neşhur Ömer Hayyam dahi İmâmı Ga- zâlinin muftsırlarındandır. Mısır tahtında, inhitat hâlinde bu­ lunan Şii - Fâtımt hanedanı vardır. Av­ rupa'da ise Endülüs İslâm Devleti geri­ lemeye yüz tutmuş bir vaziyette idi. Mu­ kaddes topraklan Müslümanlardan al­ mak için ilk Haçlı Seferi, Gazâll zama­ nında yapılmıştır. 40 yaşında iken An­ takya ve bir yıl sonra da Kudüs, haçlı­ lar tarafından zaptedilmişti. Siyasi bakımdan İslâm âlemindeki bu karışıklığı fikri bir hercümerc tamam­ lıyordu. Islâmiyetin birliğini doğrudan doğruya kuvvetle yıkamayan iç ve dış düşmanlar, zehirlerini halk arasında bâ­ tıl fikirler yaymak sûretiyle akıtıyorlar­ dı. İslâm'da düşünce ve iman birliği sar­ sılmıştı. Bir taraftan eski Yunan felse­ fesi ile İslâm âkidelerini te'lif etmek is­ teyen felâsife, diğer taraftan Kur’ân-ı Kertm'in apaçık Ayetlerini karanlık ve esrârlı tefsirlere ınevzû yapan Batınller ve her iki zümreye karşı Ehl i Sünnet inanışlarının müdafaasını yüklenmiş olan Kelâm âlimleri arasındaki mücadele, bi­ tip tükeneceğe benzemiyordu. Gazâli'nln hayatında ve eserlerinde siyasi ve fikri panoramasını kısaca, ta­ nıttığımız bu devrin derin te'sirlerl var­ dır. Bu ciheti daima gözününde bulun­ durmak lâzımdır. Gazâll tahsiline devam İçin Nişâ- pur’a gitti. Zamanın en büyük âlimlerin­ den olan müetehid lmamü’l - Harameyn Ebû'i - Maaü el • Cüveynl’nin talebesi oldu ve müstesnâ zekâ ve çalışkanlığı ila temayüz etti. Az zamanda ilimde ho­ cası ile hem - fiyar oldu. Hocasının ölü­ münden sonra. Nizâmü'l - Mülk tarafın­ dan Nizâmiye Medresesine, Ebû tshak el - Şirazi’nin yerine tâyin olundu. Etra­ fına kalabalık bir talebe kitlesi toplandı. Şöhreti gittikçe arttı. Halk tarafından geniş bir muhabbet gördü. Fakat 488 H. senesinde birdenbire bu parlak hayatı terketti. Rûh âleminde büyük bir sarsın­ tı oldu. Bunu kendi tercüme-i hâli (oto­ biyografisi olan) «E! • Monkızü tnlne’d - Dal&I» (O adlı eserinde tafsilâtıyla an­ latmaktadır. İmâmı Gazâli'nin hayatında bir dö­ nüm noktası teşkil eden bu değişiklik, içinde gittikçe büyüyen ve mânevt huzû- runu kaçıran bir şüpheden ileri geliyor­ du. Dili tutulmuş, belâğat ve fcsâhatl yok olmuştu. Üstelik bedeni bakımdan da rahatsızlanmışlı. Bunun üzerine etra- fmdakilerin bütün rica ve ısrarlarına rağmen medresedeki derslerini bıraktı ve Bağdad'dan ayrıldı. Bundan sonra ömrünün !0 yılını uzlette geçirdi. Seya­ hatler yapıyor ve soflyâne bir hayat sü­ rüyordu. Evvelâ Şam’a gitti. 2 sene riyâ- zet ve nefs mücâhedesi ile vakit geçir­ di, Sonra Kudüs'e gitti. Bu esnada halk­ la temas etmekten çekiniyor ve daima bir iç murâkabesi hâlinde bulunuyordu. «Kaal» âleminden «hâl» Alemine geçme­ nin neş esi içindeydi. Nihayet Cenâb-ı Hakkın hidâyet güne­ şi kalbine doğdu. İlâhi bir lütûf eseri olarak bütün şüphelerden âri. tahkiki bir iman sahibi oldu. Bağdad'a tekrar dön- O) Türkçeve mütenddid defalar ter­ cüme olunmuştur. Bunlardan biri. Maâ­ rif Vekâleti Şark - İslâm Klâsikleri se­ risi meyârunda basılmıştır.
  • 8. HAYATI VE ESERLERİ 7 dil. En büyük eseri olan «thyâsyı okut­ maya başladı. Etrafına yine kalabalık bir dinleyici kitlesi toplanmıştı. Fakat yalnızbğa alışan rûhu bu hâlden sıkıldı. Tûs*a çekildi. Orada on sene müddetle her türlü Alâyişten uzak bir hayat geçir­ di. Bu esnada Islâm âleminde fitne art­ mıştı. Nihayet Selçuklu Veziri Fahrü'l - Mülk’ün ricâsı ve ulemâ ile yaptığı isti­ şare sonunda, tekrar irşad ve mücadele sahnesine çıktı (M. 1105). ömrünün so­ nuna doğru tekrar vatanı olan Tûs’a dün­ dü. Evinin civarına bir tekke, bir de medrese inşâ ettirdi. Günleri irşâd ve ibadetle geçiyordu. Kendisini çekemiyen- ler Sultan Scncer’e onu. Ebû Hanife hakkında kötü sözler söylediği iftirası ile jurnal ettiler. Padişah’m ısrarlı dfiveti üzerine Sencer’in huzuruna götürüldü. Padişah Gazâll'ye büyük hürmet göster­ di. tahtından kalkıp yerine onu oturttu. Hakikati bizzat o büyük âlimin ağan­ dan işittikten sonra, izzet ü İkrfim ile memleketine yolladı. Gazâli burada 19 Arabk 1111 (505) tarihinde veffit etti. Al­ lah'ın Rahmeti üzerine olsun!.. (MAMI GAZALİNİN BAŞLICA ESERLERİ 1 — thylu ‘Uliml’d-D la: GazAH’nln en meşhûr ve en büyük eseridir. Bu ki- tâbda Tıkıh ile tasavvuf mezcedilmiştir. Dört kısımdır: Rub’ el-Ibâdât, Rub’ el- Adât, Rub’ el-Mühlikât ve Rub’ el MUn- ciyât. Her kısmı da 10 kitaba bölündüğü­ ne göre eserin tamamı 40 kitâb tutmak­ tadır. Ihyâ, yazılışından bu yana İslâm âleminde en çok okunan bir kltâbdır. Muhtelif şerhleri, açıklamaları, kısaltma­ ları yapılmıştır. Seyyid Muhammed el - Murtazâ el - Zebidi nin yazdığı 10 ciltlik şerh, en tanınmış olanıdır. (Ihyâ, yayıne­ vimiz tarafından aslına uygun şekilde ve 4 cilt hâlinde neşredilmiştir). 2 - E! - Iktlsad fi’l - İ'tikad: l'tika- da dairdir. 3 - Tehâfülfl’l - Felislfe: Aristo fel­ sefesinin tenkididir. 4 - El - Munktzi mlne’d - Dalil v el - Mflsll İlâ zi’l - tezi ve’l - Celâl: lmâtm Gazftiİ, kitabında hakikate va hidâyete nasıl eriştiğini anlatmakta ve çeşitli fır* kalan inceleyerek tenkid etmektedir.t 5 — Makaasldü’l - Felâslfe: Felsefe­ yi tenkid etmeden önce onun bütün mes’e- leierini açık bir şekilde bu kltâbda yat­ mıştır. 6 — El - Mnstasfa: Usûl-i fıkha dâir bir mukaddime ile 4 fasıldan ibarettir. 7 — Klmyâ-yı Saâdet: İman, amel ve tasavvuftan (= ahlâk) bahseder. İh- yâ’nın Farsçaya yapılmış kısa bir tercü­ mesi mahiyetindedir. 8 - El • Kıstastı • Müstakim: Bât»* ntlere reddiye olarak yazılmıştır. 9 - BidâyettT • Hldâye: Din ve ah­ lâk bilgilerini Öğreten ve halka hitâb eden bir kitftbtır. Birinci kısmında zâhlrl ibadet ve ahlâktan, ikinci kısmında kal­ bin itftat ve isyânından bahseder. Sonra göz, kulak, dil, vücûd, cinsiyet uzuvlan, eller ve ayaklann güzel kullanılışından söz eder. Son faslında da kalbin haset, iki yüzlülük ve kibir gibi kötülüklerden temizlenmesini anlatır. Çok faydah ve herkesin anlayabileceği seviyede yazılmış bir din kitâbıdır. imâmı Gazâti'nin bilinen bütün eser­ lerinin sayısı takriben 75*1 bulmaktadır. Bunların listesi müsteşrik Brockelmaım’m «Geschichte der Arabischen Literatür» adlı eserinde yazılıdır. (Cilt I„ 535-46, Suppiementband, 1,744 * 56). ImAMI GAZALÎ’NiN FİKİR HAYATİ Kelâm’da Gazâtt: imâmı Gazâll’nin Kelâm sahasındaki fikirleri İslâm düşün­ ce tarihinde bir dönüm noktası teşkil eder. Kelâm'm daha ziyâde Akaaid kıs­ mına ehemmiyet vermiş olan Gazâli, ak­ lı ön plânda tutmuştur. Mantık ve mü* nâzara prensiplerini muvaffakiyetle kut­ lanmıştır. Kelâm ilmi kendini tatmin et­ memiştir. Zira bu ilim muârızlannın 'ka-
  • 9. KİMYA-YI SAADET bulüne bağlı birtakım mukaddimelere dayanmaktadır. Gazâlt böylece aklın ye­ rim mükâşefeyt koymuştur. GazlU Ehl i Sünnete muhalif fırka­ larla da mücadele etmiştir. Bilhassa mûtezile ve bfltıniye ile çatışmıştır. O devirde bâtıniler ortalığa fesat saçıyor­ lardı. Gazâli bunlara karşı beş. altı eser yarmış ve onların bütün fikirlerini çü­ rütmüştür. Kendisi bizzat halife tarafın­ dan bu mezhebi redd ve ibtâl etmeye me’mûr edilmişti. Felsefecilerle mücadelesine gelince: İmâmı Gazâli evvelâ felsefeyi iyice tet­ kik etti. Bütün esaslarını öğrendi. Sonra onu tenkid etti. Bilhassa Aristo’ya ve onun muakkibi olan İbn Sina İle Fara- bf'ye hücum etti. Bunlar 20 mes'elede Ehl-i Sünnetten ayrılıyorlardı ki, üçü küf­ rü mûdbti. Gasâll ve tasavvuf: GazâUnln mem­ leketi olan Tûs, o asırda büyük bir ta­ savvuf merkezi idi. Gazâlt küçüklüğünde ve talebeliği esnasında sofi muhitlerinde yaşadı. Tedris hayatında ise, tasavvuf ikinci plânda kaldı. Nihayet geçirdiği rûh ve iman buhranından sonra tekrar tasav­ vufa döndü. Yalnız aklın İnsanı hidâyet ve saâdete götüremiyeceğini anladı. Gszâll'ye göre hakiki bilginin kaynağı, ancak İlâhi âlemden parlayan bir nûr- dur. İMAMI GAZALİ HAKKINDA YAZILAN EN MUFASSAL TÜRKÇE ESERLER ŞUNLARDIR • MEHMET ALİ AYNÎ, Htccetü’l • İs­ lâm İmâmı Gazâli, İstanbul Matbaa yı Amire, 1327. 367 sayfa. Eserin başında Manastırlı îsmâil Hakkı’mn bir takrizi vardır. Müellif, eserin mukaddimesinde Baron Carra de Vaux*nun İmâmı Gazâlt hakkında te’lif ettiği kitâbı örnek tuttu­ ğunu ifâde etmektedir. Carra de Vaux’- nun eseri 1902’de Paris'te basılmıştır. • RIZÂEDDİN BİN PAHREbDİN, İmâ­ mı Gazâli, Orenburg (Rusya), Vakit ga­ zetesinin matbaası, 1910. 96 sayfa. (Meş­ hur trler serisinin 3’üıicü kitâbı). Tâbiİ ve nâşiri: Ahmed İshak - Şark Kİtâbhâ- nesi. • ŞÎBLÎ NUMANÎ, Mütercim: Yusûf Karaca, GazâH'nin Bütün Cepheleri ila Hayatı ve Eserleri, İstanbul - özdemir Basımevi, 1972, 250 sayfa. Nâşlr: Baytan Kitabevi - İstanbul. • BEDİR YAYINEVİ tarafından 4 cilt hâlinde çıkarılan İHYÂU ’ULÛMİ’D-DtN tercümesinin l ’inci cildinin baş tarafın­ da. UBEYDULLAH KÜÇÜK imzasiyle İmâmı Gazâli mevzuunda 96 sahifelik ge­ niş bir önsöz neşredilmiştir. MEHMED ŞEVKET EYGİ B
  • 10. MÜTERCİMİN ÖNSÖZÜ Devamlı var olan. O'ndan başkası O'nunla varlıkta duran, varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, zâtında, sıfatlarında ve işlerinde benzeri ve ortağı bulunmayan, yaratılmışlardan hiç birine benzemeyen; diri, bilici, işitid. görücü, dileyici, gücü yeti* d . soyleyici ve yaratıcı olmak sıfatlarına sahip dan Allahü Teâlâ’ya, «OI> emri ile yarattıklarının sayısı kadar hamd ü senâlar olsun! Bütün duâlar, iyilikler 0*nun Peygamberi ve en sevdiği kulu, insanların her ba­ kımdan en güzeli, en üstünü dan Muhammed Mustafa’ya (sallâllahü aleyhi ve sellem) ve ehl-i beytine ve ashAbma (ndvanullahi teâlâ aleyhim ecmâin) ve bunlan sevenlere ve izlerinde gidenlere olsun. Cenâb-ı Hak. bütün insanlara, sayılamayacak kadar çok nimet, iyilik vermiştir. Bunların en büyüğü, en kıymetlisi olarak da. Resûtler ve Nebiler (aleyhimüsselâm)% göndererek ebedî saâdet yolunu göstermiştir ve «Nimetlerimin kıymetini bilir, emret­ tiğim gibi kullanırsanız, onlan artırırım. Kıymetini bilmezseniz, elinizden ahr, şiddetli azab ederim» t1), buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir hadîs i şerifte, «Ümme­ timin âlimleri. Beni İsr&H’in peygamberleri gibidir», diğer hadîs-i şerifte de «Alimler peygamberlerin vârisleridir» (2), buyurdu. îm&m Rabbânî (kuddise sirrûh) bu ikind hadisi şerifi açıklarken buyuruyor ki: Vâris, vârisi olduğu kimsenin her şeyinde vâ­ risidir. Peygamber Efendimizin (sallâllahü aleyh ve sellem) vârisi olanlar da. her hu­ susta, onun vârisidir. İsminden, ahlâkından, nübövvet ve velâyet kemâlâtmdan hisse­ lerini alanlardır. Yalnız Fıkıh bilgisi olana. Fıkıh âlimi; yalnız Tasavvuf bilgisi olana, Tasavvuf âl mi denir. Yalnız Kelâm bilgisi olana. Kelâm âlimi denir. Hepsini kendinde toplayana, âlim denir, tşte hadîs i şerifte, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) vârisleri diye bildirilen âlimler bu âlimlerdir. Hiç şüphe yok ki. Kur’ân-ı Kerlm’i ve Peygamber Efendimizin (sallâllahü aleyhi ve sellem) hadts-i şeriflerini ezberleyen, derin mânâlarını, peygamberlik kandilinden aldıkları nûr ile anlayan; ilmin, amelin, takvâmn. keremin, cömerdliğin. velâyetin ve üılâsm sembolü olan meşhur dört^mezheb imâmı ve Hüccetü’l - İslâm İmâmı Gazâlt' (1) 14 — İbrâhim: 7. (2) Dy. Mukaddime, 32; Hn. I. 196.
  • 11. 1 0 ------------------------------------ KİMYA YI SAADET (rahmetullahl aleyhim), vâriı olan bu Alimlerin, en tada gelenleridir. Hepsi müete- hid-l mutlaktır. E ’ûzü - besmele okuyarak, tercümesine başladığım Kimyâ yı Saâdet kitabı, Hücce- tü’l - İslâm Muhammed Gazâlt'nin (rahmatullahi aleyh) en meşhur kitablanndandır. Bunu okuyan bir kimse, bir İslâm Aliminin, ilminin nasıl olduğunu anlar. Muhammed bin Muhammed Gazâli. Hicri 450 yılında İran'ın Tûs, yâni Meşhed şehrinde doğdu. 478 yılına kadar. yAni yirmisekiz yaşına gelinceye kadar, Tûs, Gürgân ve Nişapur'da zâhiri ilimleri, yâni şeriat ilimlerini tahsil etti. Nişapur’da senelerce İmamü'l JHaremeyn Ebû’l • Maalt'den ilim okudu. Hocasının sağlığında birçok kitablar yazdı. Bunların en meşhurlan: Vaslt, Basit, İhyAu Ulûmi’d - Din, Mustasfa, Tehâfütü’l - Felâsife, Mihekku'n - Nazar, Mi'yarü’l - ilim, Makaasıd Maznûn-ü Bih İA Gâyr-i Ehlih, Maksadü'l - Esnâ fl Şerhi'l - Esm&ü'l - HüsnA, Mişkâtüi Envâr, Kimyâ yı Saâdet, El - Munkızü Mine'd - DalAl ve daha pek çok eseridir. Kırk ciidlik Tefsir u Yakûti’t - Te vil ve Cevâhirü’l - Kur'An kitablan da meşhurdur. Kardeşi imâmı Ahmed Gazâli der ki: Muhavvel kitabını yazdığı zaman, hocası İmftmü’l - Harameyn’e takdim etti, lmâmü’l - Harameyn, «Senin ba kitabın, benim kitablanmı örttü», buyurdu. 478 yılında, Selçuklu Devletinin pâdişâhı Melikşfth'ın veziri Nizâmü'l - Mülk ile görüştü. Nizâmü'l ■Mülk ilim ve faziletine hayran oldu. Bu görüşme 484 yılma kadar devam etti. Bu sene içinde, Nizâmü'l - Mülk'ûn ricası üzerine, Bağdad'daki Nizâmiye Medresesi’nin (üniversitesinin) müderrisi (profesörü) oldu, 488 yılına kadar orada Alimlerin en yüksek makamında bulundu. El •Munkızü Mine'd • Dalâl kitabım orada yazdı. Bu kitabı okuyanlar, İmâmı GazAU'nin din ilmi gibi zamanın fen ilimlerinde de, ne kadar derin olduğunu anlarlar. Bundan sonra, tedristen ve bu makamda bulunmaktan çekilip başka bir hâl aldı. Zühd ve dünyadan el çekme yolunu seçti. Bağdad'dan ayrıldı. Şam'a, Kudüs’e ve ora* dan Hicâz'a gitti. Hac dönüşü bir müddet İskenderiye'de kaldı. Uzlet hayatı yaşadı. Çe­ tin riyâzetier. zor mücâhedeler yaptı. Bunların neticesinde, bir başka Gazâli olarak göründü. Kimyâ-yı Saâdet kitabı bunu güzel bildirmektedir. Dünyadan el çekip, en güzel ahlâka ve mertebelere kavuşmak İçin olan bu hâli, on sene devam etti. Yâni 498 yılına kadar böyle yaşadı. Sonra vatanı olan Tûs'a geldi. Bir sene daha uzlet hayatı yaşadı. Tasavvuf ilimlerinde mürşidi, Sitsile-i Zeheb'in en büyük halkalarından olan, Ebû Ali Fâremidi hazretleridir (kuddise slrrûh). Onun huzurunda kemâle geldi. ZAhirt ilimlerde eşsiz âlim olduğu gibi, tasavvuf ilimlerinde de mürşid oldu. Her iki ilme sa­ hip olup vâris i Resûlüllah (sallâUahü aleyhi ve seilem) oldu. Sultan Sencer'in ısrarı üzerine Nişapur'daki Nizâmiye Medresesi'nde müderris oldu. Fakat Bağdad'daki Gazâli başka, Nişapur’daki Gazâlt ise daha başka idi. Nişa­ pur'daki Gazâli. on bir sene riyâzet ve mücâhede potasında eriyen, arınan ve dünya isteklernden tamamen uzak olan Gazâli idi. Mükâşefe, müşâhede. velâyet sırlarına, ilim nârlarına dalmış Gazâli idi. Nişapur’da bir sene müderrislik yapp daha yüksek derecelere, mânevi kemâllere kavuşmak arzusu ile yine vatanı olan Tûs şehrine döndü. Bir medrese ile, bir hanekâh yaptırıp, vaktinin bir kısmını ilim öğretmekle, diğer kısmını da tasavvuf yolunda on­ lara feyz ve nûr sunmakla geçirdi. 505 yılında Cümâde'l-Ahirt ayının ondördüncü günü vefat eyledi. îmâmı GazAH müetehid idi. Ictihâdı Şâfit mezhebine uygun oldu. O kadar çok ki- tab yazdı ki, ömrüne bölününce bir güne onsekiz s&hife düşmektedir. Kitapları çok
  • 12. m ü t e r c i m i n ö n s ö z ü 11 kıymetlidir. Batı dillerine çevrilmektedir. Eyyühe’l - Veled kitabı, 1915'de kurulmuş olan. Milletlerarası îlim Yayma Teşkilâtı (UNESCO) tarafından 1951'de Fransızcaya, İngilizceye ve tspanyolcaya tercöme edilerek, hepsi basılmıştır. 1959’da dört Alman mütefekkirinin Gazâli'nin kitablannı okuyarak İslâm dînine Aşık olduklarını ve İmâ­ mın kilâblarım Almancaya çevirmekte olduklarını gazetelerde okuduk. İmâmı Gazâlî’ye İslâm filozofu diyenler oluyor. Bu büyük imâm, filozof değildir. Bir İslâm âlimi, bir müctehiddir. Onun kitablannda mevzu’ hadîs var «anan kimse, ya onu tanımayan, din imâmı ve müctehid ne demek olduğunu bilmeyen yahut ehi l sünnete düşman olan Vchhabîlerin ve reformcu mezhebsizlerin tuzağına düşmüş bir zavallıdır. İslâm âlimlerinin hiç biri filozof değildir. Filozof, İslâm âlimi olamaz. İslâm filozofu diye bir şey yoktur. O Hüccetü'l - İslâm idi. Bu isimle tanınır. Hüccetü'l - İslâm demek, üçyüz bin hadîs-i şerifi, rftvileri ile ezbere bilen kimse demektir. Bunun için Gazâlf'ye dil uzatanların, dilleri tutulsa yeridir. Kimyâ yı Saâdet kitabı, İhyâu ’Ulûmi’d - Din kitabının Fars! ile yazılmış hulâsa­ sıdır. İhyâ kitabım, uzlet hâlinde iken yazmıştır. Rükün ve fasıllara ayrılması, Kim- yâ-yı Saâdet’e yakındır. İmâmı Gazâll dokuz asır kadar Önce yaşamıştır. Din İlimlerinde derin olduğu kadar, zamanın fen bilgilerinde de ilerde idi. Bu kitabı okurken, ilminin çokluğunu, akbnın kuvvetini, zekâsının inceliğini, düşünce sahasının genişliğini, İslâm dinini* nasıl bir edeble anlattığını, ihlâsını anlayacaksınız. Ancak, fen bilgilerinden bu kitabda yaz­ dıklarını, içinde bulunduğumuz atom çağındaki fen bilgileri ile karşılaştırmamalı. o zamanın fen bilgileri ile mukayese etmeli, üstünlüklerini anlamalıdır. Yâni dokuz yüz yıl öncesine inip öyle düşünmelidir. Çünkü fenni buluşların nasıl bir hızla ilerlediğini hepimiz görüyoruz. Bu kitabda tbftdât ve Muamelât kısımlarında İmâmın kendi Ictîhadlan da bulun­ maktadır. Bu yüzden muhterem okuyucularımız, bu hsuslarda Hanefi mezhebine uyma­ yan bazı mes’eleler görürse —kİ görecektir— yanlıştır hükmüne kapılmayıp içtihad ol­ duğunu, bir müetehidin âyet-i kerimelerden, hadls-i şeriflerden ve fcmft-l ümmetten çıkardığı hükümler olduğunu düşünmelidirler. Dinimizin dört sağlam delilinden dör­ düncüsünün (kıyâs ı fukahâ) olduğunu herkes bilir. Ve yine herkes bilir ki, içtihaddâ yanılana bir, doğruyu bulana iki veya on sevab vardır. Kitabın tamamım tercüme et­ tiğimiz için, içtihadla alâkalı kısımları da tercüme ettik. Dikkat buyurulması için, bir­ kaçına dip notu da ilâve ettik. Tercüme csr..»smda, mümkün mertebe, ktabın metnine, Gazâli’nin üslûbuna bağlı kaldık. Bu tercümeyi 1956 yılında Tahran’da Merkez Külöphânesinln bastırdığı nüsha­ sından yaptık. Ancak anlaşılmayan bir yer olduysa, Hindistan baskısı ikinci bir nüs­ haya müracaat ettik. İnşâallahü TeâlA, İmâmın muradına uygun tercüme olmuştur. Cenâb-ı Hakk’tn, bu ümmet-1 Muhammedde (sallâllahü aleyhi ve sellem) cn büyük nimetlerinden biri olan imâmı Gazâlt. Hicri beşinci asnn müceddidi. yâni beşinci asırda İslâm dininin kuvvetlendiricisi, bilgilerini yenileyicisİ, bld’atlerin kökünü kazıyıcısıdır. İslâm dininin bilgilerini. İslâm âlimlerinin, Allahü Teftîâ’ntn seçkin kullarının kl- tablnrından okumak, Öğrenmek lâzımdır. Her gazete ve din perdesi altında yazılmış kitabdan din Öğrenilmez. Din kitabı almak İçin, önce yazarının kim olduğunu, dini­ mizdeki âlimler arasındaki yerini bitmek gerekiyor. Dini hiçbir mes'uliyet duymadan, doğru -yanlış sayısız din kitabı çıkarılıyor. Din kitabı yazmak için, korkmak, titremek ve büyük mes’uliyet altına girdiğini düşünmek lâzımdır. Bunun İçin de ilmi çok, edebi çok. mes'uliyet duygusu ve Allah korkusu çok Allah adamlarının kitablannı okumaktan
  • 13. 12 KtMYA-YI SAADET başka çâre yoktur. Doğru sözler arasına, bir İki yanlış mânâ ilâve edip bflylece mak- ■adlanna kavuşan, din, iman hırsızları, âlim taslakları ve pervâsız reformcuların ki- tablarını değil, bu din-i mUblni bize ulaştıran ve bunu korumak için kanlarını, canlarını •eve seve fedâ etmiş olan büyük atalarımızın, aziz ceddimizin yazdıkları ilmihâl kitab- lannı okumalıdır. İslâm semâsının en parlak yıldızlarından olan Hüccetü‘1• İslâm İmâmı Gazâli nin (rahmetullahi aleyh) çok kıymetli bir hazine ve hakikaten demir gibi sert ve paslı kalbleri, parlak altına çeviren bir kimyâ olan bu kitabını tercüme etmeyi, bu günahı çok, aklı ve ilmi az kuluna nasib ettiği için Allahü Teâlâ’ya sayısız hamd ö senâlar olsun. Allahü Teâlâ kusurlarımızı afv eylesin. İbadetlerimizi ve tevbelerimizi kabul ey­ lesin. Her iki cihanda sevdikleri ile bulundursun. Kalblerimizi Ehl-i Sünnet i’tikadı ile, azâlanmızı şeriate uygun amel ile ziyneüendirsin. Kendi sevgisini, Habibinln (sallâllahft aleyhi ve sellem) sevgisini, ehl i beytin ve her biri birer hidâyet yıldızı olan ashâb-ı kirâmın sevgisini (rıdvanullahi aleyhim ecmâîn), âlim ve evliyâ kullarının sevgisini kalblerimizde artırsın. Hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak tanıtsın. Amin!.. A. FARUK MEYAN
  • 14. MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ H akiki var ve bir olan A llahü Teâlâ’ya, yağm ur dam lalarının, gök* teki yıldızların, ağaçlardaki yaprakların, sahralardaki kum ların, yer ve gökteki zerrelerin (atom ların) sayısınca lıaınd ü senâlar olsun! Ce­ lâl, büyüklük, azamet, yükseklik, mecd ve değer O na m ahsustur. Celâ­ linin kem âlinden hiçbir m ahlûkun tam m âııasiyle haberi yoktur. Hiç kim se O’nu hakkıyle bilemez, tanıyam az. O'nu tanıyam adığım söyle­ mek, sıddikların tanım asının sonudur. O’na lıamd ü sena etm ekte ku­ surlu olduğunu itiraf etmek, m eleklerin ve peygam berlerin lıamd ü se­ nasının sonudur. En akıllıların akim ın sonu. O nun Celâl nüriurım n da­ ha başlangıcında hayrette kalır. Velilik yolunda ilerleyenler ve o yola girenler, O’nun Cemâline yaklaşm ayı arzulam akta dehşettedirler. O’nu hakkıyle tanım aktan ümid kesmek bu İşten elini çekm ektir. O’nu hak* klyle tanıyorum demek, hayâl yoluyla benzetmek ve tem sildir. O’nun zâtının, Cemâlinin m ülâhazasında bütün gözler, hayran ve şaşkındır. O’nun akıllara durgunluk veren intizam lı san’atm a bakm ak da bütün akılların edindiği, zarûrf bir m ârifettlr. O ’nnn zâtının azam eti karşı­ sında, nasıldır ve nedir? diyecek kimse yoktur. Derin, m ânâlı sun andan gafil olacak hiçbir kalb yoktur ki, varlığı ne ile ve kim İledir dlyebllsln. H attâ her şeyin, O’nun kudretinin alâm eti olduğunu kendiliğinden bilir. H er şey O’nun azam etinin nûrlarıdır. Hepsi O’nun hikm etinin acâib ve garib İşleridir. Hepsi o hazretin Cemâlinin pırıltılarıdır. Hepsi O nunla vardır. Belki lıer şeyin kendisi O’dur. Çünkü, O’ndan başka hiçbir şeyin h akikatte varlığı yoktur. H er şeyin varlığı, O’nun varlığının nur ve pı­ rıltılarıdır. Peygam berlerin efendisi, m ü’m inlerin yol göstericisi ve rehberi, ru- bOblyet esrarının emînl, A llahü Tcâlâ’nm seçtiği, beğendiği Mııhammed M ustafa'ya (sallâllahü aleyhi ve sellem ), her biri ümmetin rehberi ve Ş eriatın bildirici olan ve aslıâbm ın hepsine ve Ehl i Beytine salftt ü se­ lâm olsun. A llahü Teâlâ’ya hamd, Resulüne salât ü selâm dan sonra: Biliniz ki, İnsanoğlu, oyun ve boş şeylerle uğraşm ak İçin yaratılm adı. Bilâkis ona
  • 15. 14 KİMYAYI SAADET büyük lyler ve büyük kıym et verildi, ÇllnkU, ezeli değilse de, ebedidir. Bedeni, topraktan olup silili İse de, rûhunun hakikati ulvi ve Iiabbânl- dlr. B aşlangıçta cevheri; hayvan, yırtıcı hayvan ve şeytan sıfatları İle karışm ış İse de gllnah işlememe kabında, bu karışıklıktan ve bulaşıldık­ tan arınır. Ilazret-ı rulm bıyyete lâyık olur, Esfei-i saf itinden (alçakların en alçağından), a'lâ-yı ılliyylne (yükseklerin en yükseğine) kadar olan bütün alçaklık ve yükseklikler onun içindir. O nun esfel-İ safHüıl, hay­ vanların, yırtıcı hayvanların ve şeytanların seviyesine inmesi olup şeh­ vet ve gazabına esir olm asıdır. A'lâ-yı ılliyyini İse, şehvet ve gazabın (kızgınlığın) elinden kurtulup, ikisini de kendisine esir ettiği, onları kendi em rine aldığı m elekler makamıdır. Şehvet ve gazabına hükm edin­ ce, AllahU T eâlâ’ya kulluk makamı ele geçer. Kulluğun bu m akam ı İse m eleklere m ahsustur. B ir İnsanın en yüksek derecesi budur. İnsana, AllahU T eâlâ’nın Cem âline Ünsiyet lezzeti hâsıl olunca, o Cemâlin tecel­ lisi 11e meşgul olm aktan bir an ayrılam az! O Cemâle bakm ak, onun Cen­ neti olur. Gözün, karnın ve diğer uzuvların arzu ettiği Cennet, bunun yanında aşağı kalır. ^İnsanlık cevheri, yaratılışının evvelinde noksan ve aşağı olunca, m ücâhede etm eksizin ve İlâç vermeksizin onu bu noksanlıktan kemâl derecesine ulaştırm ak m üm kün olmaz, 'i tş böyle olunca, bakırı ve pirinci arıtıp, tem izleyip hâlis altın ya­ pan kim yâ (form ül) zor ele geçer. Bunu herkes bilemez. Bunun gibi, insanlık cevherini hayvanlık seviyesinden kurtarıp melek temizliğine ve nefasetine ulaştıracak ve bununla ebedi saadete kavuşturacak kim­ yâ da zor bulunur ve bunu herkes anlayam az. Bu kitabdan m aksat, ha­ kikatte ebedi saâdet klm yâsı olan bu karışık klm yânın İzahıdır. Bu ki­ taba, bunun için KİMYÂ-YI SAÂDET ismini verdik. O madenlerle İlgil! klm yâdan ziyade asıl buna kim yâ demek lâzım gelir, İkisinin de rengi sarı olm akla hiç bakırla altın b ir olur m u? Hem o kim yâ dünya nl- m etinden başka bir şey değildir. F ak at dünyanın müddeti nedir kl? H al­ buki hayvani sıfatlarla melek sıfatları arasında, esfel-1 sâfllinden a ’lâ-yı ılliyylne kadar ne kadar dereceler vardır. Bu klmyânın neticesi ebedî saftdettlr. M üddetinin sonu yoktur. Çe­ şit çeşit nim etlerinin nihayeti yoktur. Onun nim etleriyle nlmetlencne hiçbir sıkıntının yolu yoktur. MUHAMMED GAZÂLİ
  • 16. FASIL - 3 Bil ki: B ak ın altın y ap acak kim yâ (form ül) h içb ir k o c a k a n m n san d ığ ın d a bulunm adığı, an cak p ad işah ların h âzin esin d e b u lu n d u ­ ğu gibi, ebedi sa âd et kim yâsı d a h e r yerde b u lu n m ay ıp A llahü Teâ- lâ’nın R ubübiyet hâzinesinde b u lu n u r. A llahü T eâlâ’nın gökteki h â ­ zineleri, m elek cevherleri, yerde İse peygam berlerin kalbleridir. O hâlde bu kim yâyı peygam berlerden b aşk asın d a a ra y a n yanılm ış olur. İşinin sonu b ir şeye y aram az. Ö m rü n ü n serm ayesi, zan ve h a ­ yâl olur. K ıyam et g ü n ü n d e m üflis olduğu m ey d an a çık ar. K alp azan ­ lığı açığ a v u ru lu r. G u ru ru kırılır. O na derler: «Ö nünden p erd ey i kaldırdık! O h âld e b u g ü n gözün d a h a keskin görür» (l). A llahü T eâlâ'nm büyük rah m etlerin d en biri, bu iş için yirm i d ö rt bin peygam beri in sa n la ra gönderm esidir. BÖylece, in sa n la ra bu kınıyâ n üshasını ö ğ retsin ler ve o n la ra k alb cevherini m ü câh ed e k a ­ b ın a koym anın yollarını, kalbın b u lan ık lığ ın a ve çirk in liğ in e sebep olan kötü ah lâk ın ondan n asıl tem izleneceğini, güzel a h lâk ın o n a hangi yolla yerleştirileceğini an latsın lar. B unun içindir ki, A llahü T eâiâ kendi hâkim iyyetini ve m ünezzehliğini övdüğü gibi pey g am ­ berleri (salâv atu llah i aleyhim ecm âin) gönderm esini de övüyor, m innet borçlarını h a tırla tıy o r ve şöyle buyuruyor: «G ökte ve yerde olanlar, M elik, K uddûs, A ziz ve H akim olan A llah'ı teşbih ederler. O A llah kİ, üm m ilerden o n la ra b ir peygam ­ b er gönderdi. O n u n ây etlerin i o n la ra okur, o n la n (şirk ten , k ü fü r­ den) tem izler, o n la ra k itâ b ve İlim öğretir. Ö nceden o n la r ftşikftr b ir d alâlette İdiler» (*). O n la n tem izler sözü, h ay v an sıfa tla n n d a n olan kötü ah lâk ta n o n la n tem izler dem ektir. O n lara k itâ b ve İlim Ö ğretir sözü de, m eleklerin sıfa tla n m o n la n n ö rtü sü ve elbisesi eyler d e­ m ektir^ K im yâdan m ak sat, n o k san sıfa tla r olan lüzum suz şey lerd en a n n m a k ve soyunm ak; kem âl sıfa tla r olan lüzum lu şeylerle ö rtü n ­ m ek ve süslenm ektir. B ütün bu kim yânın esası, y ü zü n ü d ü n y ad an çevirip A llahü T eâlâ’y a dönm ektir. N itekim P ey g am b er E fendim ize (aleyhisselâm ) şöyle bildirdi: «Rabbİnln İsm ini zik ret ve h e r şeyden yüz çevirip O’n a dön» (*). A yetin m etnindeki «tebtil* h e r şeyden k e­ silm ek. uzak olm ak, b ü tü n varlığiyîe kendini o n a v erm ek dem ektir. H ulâsa, kim yâ, b u d u r. Tafsili İse u zu n d u r. K im yâ-yı S aâd et k itab ın d ak i bilgiler, d ö rt u n v a n a (a n a -b ö lü ­ m e) ay rılm ıştır. B unların rü k ü n le ri de d ö rt m uâm eledir. H er rü k ü n ­ de on asıl (bölüm ) vardır. C em ’an k itab 40 asî’a (m evzua) ay rılm ış­ tır. K im yâ-yı S aâd et’in tertib in in a n a - h a tla n aşağ ıd ad ır: (1) 50 - Kaf: 22. (2) 82 - Cum*«: 1-2. (3) 73 — MÜEtemmll: «.
  • 17. r x n l'lnd unvan: Nefsini (kendini) bilme­ nin hakikati beyanındadır, 2‘nd unvan: Hak Teâlâ ve Tekaddeı hazretlerini bilmenin be- yanandadır. 3'üncü unvan: Dünyanın hakikatini bil­ menin beyanındadır. 4’üncü unvan: Ahiret âleminin hakikatini bilmenin beyanındadır. Bu dört mârifet (bilgi) Müslümanlığın temellerini teşkil eder. Müslümanlığın dört muamele rükün­ lerine gelince: Bunların ikisi zâhire, ikisi de bâtına taalluk eder. Zâhire taalluk eden rükünler: Birinci Rükün - Allah’ın emir ve fermanlarına uymakla ilgili bilgiler. Buna i b â d e t ­ l e r diyoruz. İkinci Rükün • İnsanın ha­ reketlerinde. yaşayışında, davranışların­ da, geçmişindeki edebleri, hatt-ı hareketi bildirir. Buna m u a m e l â t diyoruz. Bâtına taalluk eden rükünler: Birin­ cisi - Gönlü (kalbi) kötü ahlâktan temiz­ lemek. Meselâ öfkeden, cimrilikten, ha- sedden, kibirden, ‘ucbtan... Bu kötü huy­ lara m ü h l i k â t (helâk edici şeyler), ‘a k a b a t - ı r a h - ı d i n (din yolunun tehlikeli geçitleri) denir. İkincisi - Kalbi, beğenilen güzel sıfatlarla bezemektir. Sa­ bır, şükür, muhabbet, ümid (reca), te­ vekkül gibi... Bunlara m ü n c i y â t (kur­ tarıcı şeyler) adı verilir. BİRİNCİ RÜKÜN OLAN İBADETLER ON ASL’A (BÖLÜME) AYRILMIŞTIR: (1) Ehl-i sünnet itikadı. (2) (Din) ilmi tahsil etmek. (3) Temizlik. (4) Namaz. (5) Zekât. (6) Oruç. (7) Hac. (8) Kur’ân okumak. (9) Zikr u teşbih. (10) Her gun belirli vakitlerde ibadet kasdıyla virdler (Kur’ân, duâ, salâvet v.s.) okumak. MUAMELELERİN EDEBLERİNİ AN­ LATAN İKİNCİ RÜKÜN DE ON ASL’A AYRILMIŞTIR: (1) Yeme - içme edebleri. (2) Nikâh, evlenme edebleri. (3) Kazanç, ticâret edebleri. (4) Helâlinden kazanç aramak. (5) İnsanlarla sohbet, konuşup görüşme edebleri. (6) Uzlet, insanlardan uzaklaş­ ma edebleri. (7) Yolculuk edebleri. (8) Sema’ ve vecd edebleri. (9) Mârûf ile emr ve münkerden nehy edebleri. (10) Velâyet. dünya işlerini idare eden evli- yâ-yı umûr ile ilgili edebler. DİN YOLUNDA DAR GEÇİTLERİ. ’AKABELERİ AŞMAKTAN: MÜHLİKÂT * I 9 I DENİLEN KÖTÜ HUYLARDAN BAHS EDEN ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DE ON ASL’A AYRILIR.. (1) Riyâzet. Nefsi temizlemenin ve terbiyenin yollan. Kötü huyların ilâçtan. Kötü huylan atıp iyi huylar edinmenin çareleri. (2) Şehveti kırmak. Midenin, fercin âfetleri. (3) Konuşmanın zararla­ rı, dilin âfetleri. (4) öfke, kin ve haset hastalıklarının tedavisi. (5) Dünya sev­ gisinin ve tam a’ illetinin tedavisi. (6) Cimriliğin ve dünya malı toplama hırsı­ nın ilâcı. (7) Makam, mevki, haşmet sevgisinin flâa. (9) Kibir ve ucbun ilâcı. (10) Gaflet, sapıklık ve gururun ilâcı. MÜNCİYATTAN (KURTARICI GÜZEL HUY ve HASLETLERDEN) BAHS EDEN DÖRDÜNCÜ RÜKÜN DE ON ASL’A AYRILIR... (1) Tevbe etmek ve zulümden el çek­ mek. (2) Sabır ve şükür. (3) Havf ve reca (Cenab-ı Hakk’a karşı korku ile ümid arası bir hâlde olmak). (4) Dervişlik ve zâhidlik. (5) Sadakat ve ihlâs. (Doğruluk ve katışıksızlık). (6) Muhasebe ve mu­ rakabe (kendi nefsini hesaba çekmek, özünü kontrol etmek). (7) Tefekkür. (8) Tevhid ve tevekkül. (9) Muhabbet ve şevk. (10) ölümü anmak. Bu kitapta yukarıda zikr edilen dört unvanı, dört rüknü ve yekûnu kırka ba­ liğ olan asıllan halkın anlayacağı açık Fars diliyle açıkladım. Halk anlasın diye uzun ve* muğlâk ibarelerden kaçındım. Anlaşılması zor ibarelerle yazmadım. Bu­ rada anlattığım mes'eleleri daha derin bir şekilde öğrenmeye; tahkik ve tetkik et­ meye rağbet eden din kardeşlerime ihyâ’u ‘Ulûmi’d - Din, Cevâhirü’l - Kur’ftn adlı Arapça kitaplarıma ve diğer müeliefatıma müracaat etmelerini tavsiye ederim. Kimyâ-yı Saâdet’i Farsça konuşup, okuyup anlayan kardeşlerime bir hizmet olsun diye meydana koydum. Onların anlayıştan seviyesinde yazdım. Hak Subbanehu ve Teâlâ niyetlerimizi temizlesin, bizleri üı- lâslı kullan zümresine ilhak eylesin. Cümlemizi riyadan, tekellüften arındırsın. Tâ ki, dilimizle söylediklerimize muamele­ lerimizde vefa gösterelim. Mucibince amel edilmeyen söz zâyi olmuş demektir. Yerine getirilmeyen emirler âhiret vebali olur. Muhakkak ki Rabbimiz Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Veliyyü’l-icâbedir; kendisine başvuran, sığınan, dileyen kul­ larına icâbet edicidir.
  • 18. B İ R İ N C İ U N V A N KENDİ NEFSİNİ BİLMEK Bil ki, A llahü T eâlâ’yı ta n ım a n ın a n a h ta n , kişinin kendini ta ­ nıyıp bilm esidir. Bu y ü zd en d ir ki, şöyle b u y u ru lm u ştu r: «N efsini (kendi h ak ik atin i) bilip ta n ıy an , R abbini tan ır» . Bu m evzuda Ce- n ab -ı H ak şöyle b u y u rm u ştu r: «Pek y ak ın d a o n la ra d ışla rın d a ve kendi nefislerinde ây etlerim izi (kudretim izin ve varlığım ızın bel­ gelerini) göstereceğiz. T â ki, (P eygam berin söylediğinin) h a k oldu­ ğ u n u anlasınlar.» (l). H ulâsa, sa n a senden y ak ın h içb ir şey y o k tu r. K endini bilm ez­ sen, b aşk asın ı nasıl bilirsin? K endim i biliyorum , tan ıy o ru m d iyor­ sa n yanılıyorsun! Z ira böyle bilm ek. H akkı ta n ım a n ın a n a h ta n ola­ m az. H ay v an lar d a ken d ilerin d en b u k a d a r bilir. Sen k en d in d en başm , yüzün, elin, ayağın, etin ve dferinden fa z la b ir şey bilm iyor­ sun. B âtın d an ise bildiğin, acıktığın zam an yem en, kızdığın zam an b ir kim seye saldırm an, şehvetin galebe çaldığı zam an h an ım ın a y a k ­ la şm a n d a n fazla b ir şey değildir. Bu h u su slard a, b ü tü n h a y v a n la r sen in le ay n ıd ır. O h âld e senin, h ak ik atin i a ra m a n lâzım dır. Sen n e­ sin, n ered en gelm işsin, nereye gideceksin, b u d ü n y a y a n e ;y ap m ak için geldin, seni niçin y a ra ttıla r, saâd etin n ed ir, n ed ed ir, şakiliğin, ziy an ın nedir, nededir? S enin b âtın ın d a to p lan an sıfa tla rın b ir kısm ı um um h ay v an lar ra , b ir kısm ı yırtıcı h a y v a n lara, b ir kısjm şe y ta n la ra ve b ir kısm ı d a m eleklere m ah su s sıfatlard ır. Sen b u n la rd a n h an g isin d en sin ? Cev­ h e rin in h a k ik a ti han'gısidir? H angileri â riy e ttir [te k ra r alın m ak üze­ re sa n a v erilm iştir?]. B unu bilm ezsen, saâd etin i aray am azsın . Ç ün­ kü, h erb irin in gıdası a y n , sa âd etl başkadır. H ay v an ın gıdası ve sa âd eti yem ek, u y u m ak ve çiftleşm ektir. E ğer h a y v a n isen, gece - g ü n d ü z m ideni d o ld u rm a ve çiftleşm e y o lla n n ı a ra . Y ırtıcı h ay v a n ­ la rın gıdası ve saad eti y ırtm ak , p arçalam ak , öldürm ek ve sa ld ır­ m a k tır. Ş ey tan ların gıdası ise kötülük, ald atm ak ve hile y ap m ak tır. E ğ er o n lard an isen, k en d i ra h a t ve iyiliğine k av u şm an için, o n la n n y a p tık la rın ı sen de yap!.. M eleklerin gıdası ve sa ad eti A llahü Teâ- (1) 41 — Fussilet: 53. KJmyft-yı Saâdet — F. 2
  • 19. 18 KİMYAYI SAÂDET 1 lâ ’nm cem âlini m ü şâh ed ed ir. Hırs, tasallu t, h a y v a n ve y ırtıcı h ay v an sıfatları m elekliğe çık an yol değildir. E ğer sen a slın d a m elek cevheri İsen, A ilahü T eâlâ’yı ta n ım a y a uğraş ve k en d in i o cem âli m üşâhede edecek hâle getir. K endini şehvet ve g az ab elin d en k u r ta r ve b u h ay v a n ve c a n a v a r sıfa tla rın ın sende niçin y aratıld ığ ın ı anlâm syya çalış. O nlar, seni k en d ilerin e esir etm ek, k en d i h izm etlerin d e çalış­ tırm ak , gece - g ü n d ü z b ed av a hizm et ettirm e k için m i y aratılm ış­ la rd ır? Y oksa, senin o n la n esir etm en, ilerde vâki olacak y o lcu lu k ­ ta o n ları kendi em rin e alm an , birinden bin ek hayvanı, diğerinden silâh y ap m an için m i y aratıld ılar? Bu d ü n y a d a k ald ığ ın b irk aç g ü n içinde o n la rd a n fay d alan . A ncak böylece kendi sa a d e t to h u m u n u elde edebilirsin. S aad e t tohum unu elde e ttik te n sonra, o n la n ayak- la n n ın a ltın a al ve y ü zü n ü saadetinin b u lu n d u ğ u tarafa^çev ir. O ra ­ sı h av âs [seçilm iş k u lla r] için A ilahü T eâlâ’n m zâtı, av am için ise cen n et diye ta ’b ir o lunur. O hâlde bu m â n â la rın hepsini bilm en lâzım d ır. Böylece k en d in ­ den az b ir şey bilm iş olursun. B unları bilm eyenin d in d en nasibi, sû re t ve g ö rü n ü ştü r. D inin h ak ik atin d en , özünden h a b e ri yoktur. B İ R İ N C İ F A S I L İN SA N KAÇ ŞEYDEN YARATILMIŞTIR? K endini tan ım ak , bilm ek istersen, iki şeyden y aratılm ış olduğu­ nu bilm elisin. B iri zâh irı kalıp. B una beden d erler. G öz ile g ö rü le­ bilir. D iğeri b âtın m ân âsm d ad ır. O n a nefs d erler, rû h d erle r ve k alb derler. Bu an cak h a k ik a t gözü ile bilinir. B aş gözü ile g ö rü le­ m ez. Senin h ak ik atin , aslın, b u b âtın m ân âsm d ad ır. O n d an g ay risi o n a tâbidir. O nun ask eri ve hizm etçisidir. Biz b u m â n ây a k alb is­ m ini vereceğiz. K âlb dediğim iz zam an biliniz ki, b azen rû h dedik­ leri, bazen nefs dedikleri, in san ın h ak ik atin i dem ek istiyoruz. K alb dem ekle, göğsün sol ta ra fın a yerleştirilm iş olan et p arçası [yâni y üreğ i] kasdetm iyoruz. O nun b ir kıym eti y o k tu r. H ay v a n lard a d a ölülerde de vard ır. Baş gözü ile görülebilir. B aş gözü ile görülen h e r şey, bu âlem den olup b u n la ra âlem -i şeh âd et denir. K albin h ak ik a ti bu âlem den değildir. Bu âlem e g arîb o larak gelm iştir. Yolcu gibi gelm iştir. G örünen et p arçası [y ü rek ] onun taşıyıcısı ve âletidir. B edenin tü m u zuvları, o n u n ask erid ir. B ütün b ed en in padişahı odur. H ak T eâ lâ’yı tan ım ak , O ’n u n cem âlini m ü ­ şâhede etm ek, onun sıfatıdır. T eklif on a golm ak tadır. H itab onadır. 'îtlıb ve ikab onadır. A sıl sa â d e t ve şekavet onun içindir. Beden, b ü tü n b u n la rd a ona u y m a k tad ır. O nun h ak ik atin i bilm ek, sıfatla­ rın ı tanım ak, A ilahü T eâlâ’yı tan ım a n ın , bilm enin a n a h ta n d ır. O nu bilm eye çok u ğ raş ki, o çok y ü k se k b ir cevherdir. M elekler cevhe-
  • 20. KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 1* Tindendir. O nun asıl m adeni, A llahü T eâlâ h az re tle rid ir. O ra d an gelm iştir, ^tekrar o ray a dönecektir. B uraya g u rb ete gelm iştir. T ica­ re t ve z ira a t ^tohum u ekm ek için gelm iştir. O h âld e bu m â n âd ak i tic a re t ve zira ati bilm elisin. İ K İ N C İ F A S I L KALBİN HAKİKATİNİ BİLMEK V arlığı bilinm eyince, k alb in h ak ik ati an laşılam az. O h âld e h a ­ k ik a tin in ne olduğunu, so n ra askerini, so n ra bu a sk e r ile olan b a ğ ­ lılığını, so n ra sıfatların ı bilm ek lâzım dır. S ıfa tla rı bilinirse, A llahü T eâlâ’nın bilinm esinin nasıl hâsıl olduğu, k en d i saad etin e n asıl u laştığ ı bilinir. B unların h e r b irine ay rı ay rı işa re t edeceğiz. K albin varlığı aşik ârd ır^ Zira, in san ın kendi v arlığ ın d a şüphesi y o ktur. İnsanın varlığı bu k alıb ı ile değildir. Bu kİılıp, ölüde de v a r­ dır, fa k a t rû h u yoktur! Biz k alb dem ekle, rû h u n h ak ik atin i k asd ediyoruz. Bu rû h ol­ m azsa, beden tem iz olam az. G özünü k ap ay ıp kalıbını, gökleri, y er­ leri ve gözle görülebilen h e r şey i„u n u tsa da kendi v arlığ ın ı z a ru ri o larak bilir. H er n e k a d a r k alıbından, yerden, gökten ve göklerde o la n lard an h ab eri olm asa da, kendinden h ab eri olur. Bu h u su sta d ik k atli d ü şünen b ir kim se, â h ire tin h ak ik atin d en b ir şey ler a n la r ve yine a n la r ki, bu bedeni ondan alırlar; o ise b ir y erd e kalır, yok olm az..n Ü Ç Ü N C Ü F A S I L KALBİN HAKİKATİ R ûhun h a k ik atin in m ahiyetini, ona m ah su s sıfa tla rın n e le r ol­ d u ğ u n u bildirm eye .dinim iz m ü saad e etm iyor. B unun için A llah'ın R esulü (sallâllahü aleyhi ve sellem ) bunu açıklam adı. N itekim , A l­ la h ü T eâlâ P eygam berim ize (s.a.) buy u rd u : «Ve, sa n a rû h d a h so­ ra rla r. O n la ra de ki, rû h R abbim in em rindendir» t 1). B undan faz­ lasını söylem eye izin yoktur. R ûh, A llahü T eâlâ’y a a it şey lerd en d ir ve âlem -i em irdendir. O âlem den gelm iştir: «Biliniz ki, h alk [y a­ ra tm a ] ve em ir O ’nundur» (2), b u y u ru ld u . Â lem -i h a lk b aşk ad ır, âlem -i em r b aşk ad ır. Ö lçülebilen, sayılabilen ve b o y u tları o lan h e r şeye âlem -i halk denir. H alk kelim esinin lü g a tta asıl m ân âsı ölç­ m ektir. H albuki in san ın k alb in in ölçüsü ve sayısı olm az. B unun için­ d ir ki, bölünm eyi k ab u l etm ez. E ğer bölünebilseydi, b ir ta ra fın d a b ir şeyi bilm em ek, d iğ er t& rafm da aynı şeyi bilm ek caiz olurdu. (1) 17 — îsrâ: 85. (2) 7 — A’râf: 54.
  • 21. ao KİMYAYI s a â d e t Böylece, b ir a n d a hem Alim, hem de cahil olm uş olurdu. Bu ise im ­ kânsızdır! B ölünm e ve ölçü kendisine y a n a şa m a d ığ ı hâlde, bu rû h , m a h lû k tu r, y a ra tık tır. T akdir, y aratm ak m â n â sın a geldiği gibi, h alk kelim esi de y a ra tm a k m ânâsına gelir. O hâlde, bu m â n âd a y a ­ ra tık tır. D iğer m â n â d a ise, âlem-i em ird en d ir. Ç ünkü, â le m -i'e n e r­ deki şeyler, boyut ve ölçü kabul etm ez. O hâlde, rû h a k ad im [ezeli] d iy en ler yanılıyor. A ’ra z (sıfatl d iy en ler de yanılıyor. Ç ünkü, a’razm k ıy âm ı k en d i ile değil, tâb i olm a şeklindedir. R ûh ise, insanın aslıdır. B ütün k ilıp , o n a u y m ak ­ tad ır. N asıl a ’ra z olabilir? R ûha cisim dir d iy en ler de yanılıyor. Zi­ ra cisim , bölünebilir. R ûh ise bölünem ez. A m a b aşk a b ir şey d a h a v a rd ır ki, ona d a rû h Icanl derler. O bölünebilir. Belki o h a y v a n ­ la rın ru h u olabilir. F a k a t bizim kalb dediğim iz rû h , A ilah ü T eâlâ’yı tan ım ak , bilm ek y erid ir. H ay v an lard a b u y o k tu r. Bu, n e cisim , n e a ’razd ır, belki m elek cevherlerinden b ir cevherdir. O n u n h a k ik a ti­ ni bilm ek zordur. O nu şerhetm eye, u zu n a n la tm a y a d a izin yoktur. B aşlan g ıçta b u n u -b ilm ey e hâcet de y o k tu r. B aşlangıçta, tu tu la c a k d in yolu m ücâhededir. B ir kim se şa rtla rın a u y a ra k m ücâhede y a ­ p arsa , bu m a rife t kendiliğinden hâsıl olur. K im seden dinlem esine lüzum kalm az. Bu m a rife t A ilahü T eâlâ’n m b u y u rd u ğ u şu h id ây et cüm lesindendir: «Rızâm ızı isteyip, z â h lr ve b âtın d ü şm a n la rla ci- h âd edenlere cennetlerim ize k av u şm a y o lların ı h id ây et ederiz» t1). M ücâhedesini henüz tam am lam ay an la, 3 ru h u n h ak ik ati h ak k ın d a konuşm ak doğru olm az. F a k a t m ücâhededen önce, K albin ask erin i bilm ek lâzım dır. Z ira k alb ask erin i tan ım ay an , (nefsiyle) cihad edem ez. D Ö R D Ü N C Ü F A S I L İN SA N IN BEDENE İHTİYACI Beden, k alb in ülkesidir. Bu ülkede k alb in çeşit çeşit ask erleri v ard ır. Â yet i kerîm ede, «Senin R abbinln ask erlerin i, O ’n d a n b a ş­ k ası bilmez» (2), b u y u ru ld u . K alb â h ire t için y aratılm ıştır. O nun işi, saad eti aram ak tır. A ilahü T eâlâ’yı tan ım ak , bilm ek ise, A ilahü T eâlâ’nm y a ra ttık la rın ı bilm ekle ele geçer. Bu d a b ü tü n âlem dir. A lem deki acayip şeyleri tan ım ak , ona h isler fd u y g u larl yoluyla ge­ lir. Bu hisler ise, beden ile v a rlık ta d u rm ak ta d ır. O hâlde, m â rife t (tanım ak, bilm ekl onun av ıd ır. H isler de tu zağ ıd ır. B eden, binek h ay v an ıd ır ve onun tuzağının taşıyıcısıdır. B unun için, onun b ed e­ ne ihtiyacı v ard ır. Beden, su d an , to p rak ta n , sıcak lık tan ve ru tu b e t­ ten m ürekkebtir. Bu yüzden z a if ve m u h ta çtır. H elâk olm asından (1) 29 — Ankobût; 69. (2) 74 — M ûddesslr: 31.
  • 22. KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 21 k o rk u lu r. İçerden, acık m a ve susam a; dışardan, ateş, su, d ü şm a n lar ile ca n a v a rla rın ve b aşk a şeylerin kendini öldürm ek istem eleri se­ bebiyle kork u d âd ır. A çlık ve su sa m a sebebiyle yem ek ve içm ek is­ ter. B unun için iki askere m u h taçtır. Biri zahirde, el, ay ak , ağız, diş, m ide gibi. D iğer b âtın d a, yem ek ve içm ek isteği gibi. D ışarclaki d ü şm a n lard an k o runm ası için iki askere^ihtiyacı vardır: Biri zâhir- de, el, ayak, silâh gibi. D iğer bâtında, hışım ve g azab gibi. G örm e­ diği gıdayı istem esi ve görm ediği düşm anı defetm esi m ü m k ü n ol­ m ad ığ ın a göre, id rak etm eye, an lam a y a ihtiyacı v ard ır. B ir kısm ı zâh ird ed ir. Beş duygu o rg an ı olan göz, b u ru n , kulak, dil^ve el gibi. B ir kısm ı d a b âtın d ad ır. O n lar d a b eştir ve yeri dim ağdır: H ayâl kuvveti, düşünm e kuvveti, ezberlem e kuvveti, h a tırla m a kuvveti ve v^him kuvvetidir. Bu kuv v etlerd en h erb irin in hususî işleri v a r­ dır. Bir tan esin e z a ra r gelirse in san ın işi, d ü n y ad a d a â h ire tte de ak sar. Bu dıştaki ve içteki ask erler, kalbin em rindedirler. K alb ise hepsinin âm iri ve p adişahıdır. Dile em ir verince hem en konuşur. Ele em redince tu ta r. A y ağ a em redince, y ü rü r. G öze em redince, b a ­ k ar. D üşünce kuvvetine em ir verince, d ü şü n ü r. H epsini onun iste­ ğine ve em rine verm işlerdir. Böylece bedeni m u h a fa z a ederler. Bu, azığını alıncaya, avını elde edinceye, â h ire t tic aretin i bitirinceye ve kendi sa ad et to h u m u n u ekinceye k a d a r devam eder. Bu ask erlerin kalbe ita a t etm esi, m eleklerin A llahü T eâlâ’y a ita a t etm esine b en ­ zer ki, h içb ir em rine m u h alefet edem ezler. H a ttâ y aratılış icabı ola­ ra k ve isteyerek, em ro lu n an ı y a p a rla r. B E Ş İ N C İ F A S I L KALB ASKERİNİN BİLİNMESİ K albin askerlerini uzun u zu n an latm ak çok sü rer. M aksadı b ir m isal ile sa n a bildireyim : Beden b ir şehre benzer. El, ay a k ve â z â la r şeh rin sa n ’a t e rb ib ı gibidir. Şehvet, m aliye m ü d ü rü gibidir. G azab, şeh rin em niyet âm iri gibidir. K alb, bu şeh rin p adişahıdır. A kıl İse p ad işah ın veziridir. P adişahın b u n la n n hepsine ihtiyacı vardır. M em leketin idaresi an cak b u n la rla y ü rü r. F ak at m aliye m ü d ü rü olan şehvet, y alancıdır, sebepsiz yere b aşk aların ın işine k a n ş ır ve saçm a sap an ko n u şu r. V ezir olan aklın söylediklerine m u h alefet eder. Ş ehvet daim a, m em lekette^olan b ü ­ tü n m a lla n toplam ak, alm ak ister. E m niyet m ü d ü rü m esabesinde olan gazab, şerir, şiddetli, azgın ve serttir. H erkesi öldürm ek, h e r şeyi kırm ak, dökm ek isterf B unun gibi, şeh rin p ad işah ı d aim a ve­ ziri ile m eşveret ederse, yalancı, ve ta m a ’k â r m aliye m ü d ü rü n ü h ır­ p alarsa, onun vezire u y m ay an sözlerini dinlem ez, em niyet m üdü­ rü n ü onun peşine tak ıp sebepsiz ve lüzum suz iş görm ekten onu m e-
  • 23. 22 KİMYA-YI SAÂDET n ed er, em n iy et m ü d ü rü n ü , yapm ak istediği h ak sızlık lard an dolayı d ö v er ve incitirse, m em lek ette asayiş ve n izam olur. B unun gibi, k alb pad işah ı, veziri olan ak im işareti ile iş y a p a rsa , şe h v et ve g a ­ zab ı z a b t u ra b t a ltın a alıp akla u y m a la n n ı em rederse, ak lı o n la ra tâb i eylem ezse, beden m em leketinin işleri d ü zg ü n olur. S aad et yo­ lu ve A llahü T eâlâ’y a k avuşm a yolu k ap a n m am ış olur. E ğer aklı, şe h v et ve g a z a b a e sir ed erse m em leket h a ra p olur. P adişah, bed­ b a h t olup h elak olur. A L T I N C I F A S I L ŞEHVETİ, GAZABI, BEDENİ, DUYGU ORGANLARINI, AKLI VE KALBİ DOĞRU YOLDA KULLANMAK B undan önceki an lattık larım ızd an , şeh v et ve gazabın, yem ek - içm ek ve bedeni k o ru m ak için y aratıld ığ ı anlaşıldı. D em ek ki, h er ikisi de bedene hizm et ediyorlar. ^Yemek ve içm ek, bedenin yem i­ d ir, gıdasıdır. B eden d u y g u la ra h am al o larak y aratılm ıştır. O h â l­ de beden, hislere [d u y g u la ra ] hizm et ediyor. D u y g u lar ise, ak im h a b e r toplam ası için b ire r casus o larak y aratılm ıştır. Böylece^ onun tu zağ ı olurlar. O n la n n vasıtasiyle, A llahü T eâlâ’nm su n ’u n d ak i h ay ra n lık verici şeyleri bilir. D em ek ki d u y g u lar, ak la hizm et edi­ y o rlar. A kıl ise, k alb için yaratılm ış olup onun m u m u ve k an d ili ol­ m ak , ona ışık tu tm a k içindir. B unun n û ru ile A llahü T eâlâ’yı görür. K albin cenneti b u d u r. Şu hâlde, akıl d a k alb in hizm etçisi oldu. K al­ bi ise, A llahü T eâ lâ’n ın cem âline b ak m ak için y aratılm ıştır. O b u n u n la m eşgul o lu n ca köle ve hizm etçiler de o h u z u rd a b ulunm uş olur. A llahü T eâlâ b u n u n için buyuruyor: «C inleri ve in san ları, yal­ nız. B ana ib âd et etm eleri ve Beni ta n ım a ları^ iç in yarattım * t1). D em ek ki, kalbi y a ra ttıla r ve bu m em leket ile ask eri o n a verdi­ ler. Bu binek vasıtasiyle to p rak âlem inden, a ’lâ-yı^ılliyyine sefer eylem esi için, bu beden bineğini o n a esir eylediler. Bu n im etin h a k ­ kını gözetm ek ve k ulluk şa rtla rın ı yerine getirm ek isterse p ad işah gibi, m em leketinin o rtasın d a o tu rm ay a lâyık olur. A llahü T eâlâ’y a d ö n er ve m aksadı A llah olur. A hireti, v a ta n ı ve devam lı d u raca ğ ı yeri; dünyayı k o n ak yeri; bedeni binek vasıtası; elini, ayağını ve di­ ğ e r o rg an ların ı hizm etçi, ak lın ı vezir, şehvetini m aliye m ü d ü rü , gazabını em niyet m üdürü, duygu o rg an ların ı istih b a ra t m em u ru eyler. H er birine b ir b aşk a y erd e vazife verir. O, o şeh rin haberle^, rin i toplar. B eynin ön ta ra fın d a b u lu n an h ay a l kuvvetini, istih b ar ra t şefi yapar. Böylece istih b a ra t m em u rların ın getirdiği b ü tü n h a ­ b e rle r onda toplanır. Beynin a rk a sın d a b u lu n an ezberlem e k u v v e­ ti) 51 — Zâriyât: 56.
  • 24. KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 23 J .J tin i em niyet âm iri yapıp, istih b a ra t vesikalarm ı, istih b a ra t şefin­ d en alır, m u h a fa za ed er ve zam an ın d a akıl vezirine arzed er. M em ­ lek etten gelen h ab erlere göre vezir, m em leketin tedbirini ve p ad i­ şah ın sefer h azırlık ların ı sağ lar. A skerlerden b iri gibi g ö rü n ü r. Şehvet, g azab ve diğerleri p ad işah a baş k ald ırırsa, ona ita a t etm ez­ lerse ve ona giden yolu tu ta rla rsa , o n larla cih ad etm ek, yola g etir­ m ek çaresiyle m eşgul olur. O n la n öldürm ek istem ez. Ç ünkü, on­ la r olm adan m em leket işleri yürüm ez. B urada tedbir, o n la n ita a t etm eye zorlam aktır. Böylece, ilerde vaki olacak seferde, o n a d üş­ m an değil, dost ve yardım cı olurlar, hırsız ve yol kesici değil... Böy­ le y a p a rsa k u rtu lu r, saîd olur. N im etin h ak k ın ı verm iş olur. Bu n im etin m ü k â fa tın a v ak tin d e k av u şu r. E ğer b u n a m u h alif h arek e t ederse, baş k ald ıra n d ü şm an larla v e 2yol kesicilerle an laşırsa, p ad i­ şah ın nim etine k ü fü r etm iş olur. Ş aki olur. İşlediği suçun cezasını b u lu r. Y E D İ N C İ F A S I L İNSANDAKİ KÖTÜ VE İYİ SIFATLARIN HÂLİ İn san kalbinin, içinde b u lu n an bu iki a sk e r ile alâk ası v ard ır. H er b irin d en b ir sıfat ve b ir a h lâk kendisinde h âsıl olur. Bu a h lâk ­ la rd a n bazısı k ö tü olur; onu h elâk eder. Bir kısm ı iyi olur; onu saâ- d ete k a v u ştu ru r. Bu ah lâk m tam am ı çok ise de d ö rt a n a e sa sta top­ lan m ıştır. B unlar, hayvan, ca n av a r, şeytan ve m elek ah lâk la rı sı­ fa tla n d ır. K endisine yerleştirilm iş olan,, şehvet ve h ırs sebebiyle h a y v a n la ra ait işleri y ap ar. Y em eyi ve cim âyı çok fazla istem ek g i­ bi. H ışım sebebi ile köpek, k u rt ve a s la n la n n 6yap tığ ım y a p a ri Vuı% m ak, öldürm ek, eliyle ve diliyle in sa n la ra m u sa lla t olm ak gibi. Hiy- le, ald atm a, sûret-i h a k ta n g ö rü n ü p k an d ırm a, k a n ştırm a , in sa n lar a ra sın d a fitne - fe sa t çık arm a sebebiyle, şe y ta n la n n yaptığım y a ­ p a r. K endisine ?verilm iş akıl sebebiyle de, m eleklerin yaptığını y a­ p ar. İlm i ve salâh ı sevm ek, k ö tü ve çirkin şeylerden sakınm ak, in ­ sa n la rı b arıştırm ak , 8 kendini süfli (alçak, âdi) işlerden u zak tu t­ m ak, am ellerin m a 'rifeti ile şâd olm ak, ceh alet Ve bilgisizlikten u ta n m a k gibi. H ak ık a tta in san ın k a b u ğ u n d a (özünde değil) d ö rt şey yardır: K öpeklik, dom uzluk, şey tan lık ve m eleklik. M ezm ûm ve kötü olan köpek; şekil, el, ay a k ve derisi ile m ezm ûm değil, belki, kendisinde b u lu n a n in sa n la ra sald ırm a sıfatı sebebiyledir. D om uz, şekil itib a­ riyle m ezm ûm ve kötü olm ayıp hırs, şer, m u rd a r ve çirkin şeyleri çok istem esi sebebiyledir. K öpeklik ve dom uzluk ru h u n u n h ak ik a­ ti bu m ân âlard ır. İn san d a d a aynıdır. B unun gibi şeytanlığın ve me* lekliğin h ak ik ati, söyleyeceğim iz şu m ân âlard ır: İnsana, m eleklerin
  • 25. 24 k Im y A-y i s a Ad e t n u rla n n m e se rle rin d e n o la n ,a k ıl n u ru ile sû ret-i h a k ta n g ö rü n m e­ yi ve şe y ta n ın ald a tm a sın ı keşif eylem esi em redildi. Böylece şey­ ta n , rezil ve rü sv a y o lu r ve hiç fitn e yapam az. P eygam ber E fendi­ m iz (sallâllah ü aley h i ve sellem ) b u y u rd u ki; «Her in san ın b ir şey- ' ta n ı v ard ır. Beııİm de v ard ır. F ak at A llahü T eâlâ onu yenm enle b a ­ n a y a rd ım eyledi. B enim y an ım d a zelil oldu. H içbir kötülük yaptı- ram ad ı» (l). Y ine in san a, bu h ırs ve şehvet hınzırını ve gazab kö­ p eğ in i terbiye edip, eli a ltın a alm ası em redildi. Böylece onun em ri o lm a d an k alk am a z ve o tu ram az. E ğer böyle y ap arsa, kendisinde bu y o ld an iyi a h lâ k ve sıfa t h âsıl olur. Bu d a o n u n sa a d e t tohum u olur. E ğer böyle y ap m ay ıp o n la ra h izm et eder, h e r a z u la n n ı yerine ge­ tirirse , kendisinde k ö tü a h lâ k m ey d an a gelir. Bu d a onun şakilik to h u m u olur. Böyle b ir k im sen in hâlini, kendisine ^uykuda y a h u t u y an ık k en b ir m isâl ile gösterseler, k en d in i b ir h ın zırın v ey a köpeğin önünde o n la ra hizm etçi gibi gö rü r. B ir M üslüm anı b ir k â fir elinde esir b ı­ ra k a n ın h âlin in n asıl olacağını herk es biliri M eleği, köpeğe, h ın zı­ r a ve şe y ta n a esir edenin h âli b u n d an d a h a feü ad ır. İn san la rın çoğu, in saf edip g aflet perdesini k ald ırsa, gece - g ü n ­ düz n efsin in a rz u ve İsteklerinde h a z ır olduklarını g ö rü rler. G ö rü ­ n ü şte in sa n a benzeseler d e h a k ik a tta h âlleri böyledir. Y arın, kıya­ m e t g ü n ü n d e m â n â la r görü n ecek tir. S ûret, m â n â şeklini alaca k tır. Ş eh v et ve hırsı g alib olanlar, kıyam ette, h ın z ır şeklinde g ö rü n ü r. H ışm ı galib o lan lar, k u rt sû retin d e g ö rü n ü r. B unun içindir^ki, b ir kim se, rü y a d a b ir k u rt görse, o kim senin^ zâlim olm asıyla tâ b ir o lunur. E ğer dom uz görürse, b u rü y a n ın tâ ­ biri, o kim senin çirkef, ıh u rd a r olm ası şeklinde olur. Ç ünkü, rü y a ölüm e benzem ektedir. Şöyle ki; U yku sebebiyle, b u âlem den u zak ­ laşıyor. S ûret, m â n â y a tâb i oluyor. Böylece, hefkes, b âtın ı ne şekil­ de ise, o su rette g ö rü lü r. Bu b ü y ü k b ir sırdır. Bu k ita p b u n u k ald ı­ ram az. S E K İ Z İ N C İ F A S I L KENDİ HAREKET VE DURUM UNU KONTROL K endi b âtın ın d a bu d ö rt pehlivan ve â m irin b u lu n d u ğ u n u öğ­ renmiş oluyorsun. O hâlde kendi h a re k e t ve d u ru şların ı m u rak ab e eyle (kontrol et). A ncak böylece, bu d ü n y ad a, bu d ö rtten han g isin e u y d u ğ u n anlaşılır. M u h ak k ak bilm elisin ki, h e r h arek e tin d e n k a l­ binde b ir sıfat hâsıl oluyor. O sıfat d a sa n a benzer. S eninle b e ra b e r ö b ü r d ü n y ay a gider. Bu sıfata ah lâk derler. A hlâkın tam am ı d a d ö rt pehlivandan m ey d an a gelir. (1) Hm, 1, 257.
  • 26. KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 25 E ğer şehvet h ın z ırın a ita a t edersen, sende çirkeflik, m u rd arlık , hayâsızlık, hırsızlık, fyaltakçılık, m ünâfıklık, h arislik , çekem em ez* lik, b aşk aların ın elem ine m em n u n lu k ve b u n u n gibi sıfa tla r h âsıl ,, olur. E ğer onu elinin a ltın a alır, terbiye eder, ak im ve şe ria tın mu* * rak ab esin d e b u lu n d u ru rsan , sende k a n a a t, kendini tu tm ak , sab ır, hay â, nâm us, zerâfet, zühd, k ısa em elli olm ak ve tam ahsızlık sıfbt- f la n z â h ir olur. </ G azab (öfke) köpeğine ita a t edersen; sende kibir, pervâsızlık, pislik, m ü n â k aşa etm ek, b ü y ü k lü k taslam ak , ald atm ak , k a v g a a r a ­ m ak, g u ru rlan m ak , zulüm etm ek, b a şk a la n n ı k ü çü k görm ek, aşağ ı ve h o r bilm ek ve in sa n la ra sald ırm ak gibi sıfa tla r m ey d an a gelir. E ğer bu köpeği terbiye edersen, sende sabır, soğukkanlılık, afv, se-^ bat, yiğitlik, sessizlik, cesaret, acım a ve cöm ertlik s ıfa tla n m eyda­ n a gelir. ^ £ V azifesi, bu h ın z m y erin d en kım ıldatm ak, ta h rik etm ek ve b u n ­ la ra c e saret verm ek, a ld a tm a ve k an d ırm ay ı ö ğ retm ek olan o şey­ ta n a ita a t edersen, sende, hile, hıyânet, h u z u r bozm a, k ö tü k alb li olm a, a ld a tm a ve b aşk a sû retlere girm e s ıfa tla n z u h u r eder. E ğer onu elinin altın a alır, onun a ld a tm a ia n n a ve sûret-i h a k ta n g ö rü n ­ m esine k an m azsan , ak ıl ask erin d en yardım a ra rsa n , sende zekilik* m arifet, ilim , hikm et, in sa n la n n arasın ı bulm ak, efendilik ve b aş­ k an lık sıfa tla n m e y d an a gelir. S a n a benzeyen bu güzel ah lâk lar, devam eden sâlih am ellerin ve sa â d e t to h u m u n olu rlar. K endisinden kötü ah lâk ın m ey d an a geldiği fiillere (işlere) g ü ­ n â h denir. İyi ah lâk ın m ey d an a geldiği fiilleregde itâ a t denir, İn* san ın h arek e tle ri ve h arek etsiz h âlleri ^u iki şıkkın d ışın d a değildir. K alb, p a rla k b ir a y n a gibidir. F ena a h lâk ise, ay n an ın p a r­ laklığını gideren leke ve is gibidir. O nu k a ra rtır. Bu zulm et (k a ra r­ tı) sebebiyle A llahü T eâlâ’nın gösterdiği yolu görem ez. Ö nüne p er­ deler, engeller çıkar. Bu güzel a h lâk ise, k alb e u la şa n n û r (ışık) g i­ bidir. O nu m âsiyet (günâh) lekelerinden, k a ra rtıla rın d a n tem izler. B unun için P eygam ber E fendim iz (aleyhisselâm ) «Her g ü n âh tan so n ra, b ir sevâb işle kİ, o n u yok etsin* (*), b u y u rd u . K ıyam ette, p a rla k k alb de, k a ra kalb d e b ir m ey d an d a toplanır. A yet-i k e rî­ m ede, «O g ü n d e kİ n e m al fâid e eder, n e de oğullar. M eğer kİ Al­ la h ’a (k ü fr ve n ifak d an ) ta m am en sâlım b ir k alb ile gelenler...* (3) b uyu ru ld u . İnsanın kalbi, y aratılışın ın başlangıcında, p a rla k a y n a y ap ılan d em ir gibidir. B ütün âlem b u a y n a y a sığar. D ikkat edilirse tem iz olur. Edilm ezse, tam am en pas tu ta r. A rtık a y n a y ap ılacak hâli k al­ m az. B âhusus A llahü T eâlâ b u y u ru r: «Hayır, hayır! Y ap tık ları se­ bebiyle kalbleri pasîanm ıştır» (3). Cl) T. Blrr, 55; D y..Rikâk, 74. (3) MutftffJffn: 14. (2) 26 — ŞuarA: 88 . 80.
  • 27. 26 KİMYÂ-YI SAÂDET D O K U Z U N C U F A S I L İN SA N IN A SLIN IN MELEKLER CEVHERİNDEN OLDUĞU İn sa n d a h ay v an , c a n a v a r, şey tan ve m elek sıfa tla rı olunca, a s­ lının, m elek cevherli, d iğ erlerin in ise, m u v a k k a t ve geçici öldüğünü n ered e n biliriz? su âli a k la gelebilir. Ve yine, d iğ er sıfa tla r için d e­ ğil de onun, m elek s ıfa tla n için y aratılm ış olduğu n asıl an laşılab i­ lir? diye de so ru lab ilir. C evabında deriz ki: jj Bu, şy n u n la a n la şılır ki, insan h ay v a n la rd a n ve c a n a v a rla rd a n d a h a üstü n , d a h a o lg u n d u r. B unu h erk es bilir. H er şey yükselm enin so n u n d a kendisine verilen kem âl için y aratılm ıştır, jB unu b ir m isâl ile açıklayalım : At, eşek ten d a h a ü stü n d ü r. Z ira eşeği y ü k taşım ak için, a tı ise, m u h areb ed e ve cih ad d a koşm ak için y aratm ışlard ır. Ü stü n d ek i sü v a rin in istediği şekilde koşar. A ynı za m an d a ata, eşek gibi y ü k taşım a k u v v eti de verilm iştir. Böylece eşeğe verilm eyen b ir y ü k sek lik kendisine verilm iş oluyor. E ğer b u ü stü n lü k ten âciz olursa, sırtın a p alan v u ru lu r ve eşek seviyesine iner. Bu ise, onun için h elâk ve n o k san lık olur. B unun gibi, bazı in sa n lar, in san ın yem ek, y atm ak , cim a' etm ek ve zevk sü rm ek için y aratılm ış o ld uğunu zan n etm işlerd ir. 2 B ü tü n ö m ü rlerin i böyle geçirirler. B azıları d a v a rd ır ki, insan; istilâ et­ m ek, yenm ek ve d iğ e r şeyleri hâkim iyeti a ltın a alm ak için y a ra tıl­ dı derler. A rab, K ürd ve T ü rk ler gibi. H er iki şekilde d ü şü n en ler de yanılıyor. Zira, yem ek ve çiftleşm ek, arzu ve iştihayı giderm ek içindir. Bu, h a y v a n la ra d a verilm iştir. D evenin yem esi, in san ın ye­ m esinden fazladır. S erçenin çiftleşm esi, in san ın k in d en d a h a çoktur. O hâlde in san o n la rd a n nasıl d a h a ü stü n olabilir? M illetleri, y en ­ m ek, m em leketleri istilâ etm ek g azab ile oluı^ Bu ise c a n a v a rla ra , yırtıcı h a y v a n la ra v erilm iştir. ^ N eticede in sa n d a da, c a n a v a r ve h a y v a n la rd a o la n la r vardır. F azla o larak b ir kem âl derecesi d a h a v erilm iştir. Bu d a ak ıld ır ki, o n u n la A ilahü T eâlâ’yı ta n ır ve O ’n u n y a ra ttık la rım an lar. O nunla, k en d in i şehvet ve gazabın elinden k u rta rır. Bu ise, m eleklerin sıfa­ tıd ır. Bu sıfatı ile yırtıcı ve d iğ er h a y v a n la ra galib gelir. Y ery ü zü n ­ de o lan lan n hepsi, onun em rindedir. B âhusus A ilahü T eâlâ b u y u ­ ru r: «Ailahü Teâlâ, göklerde ve yerde o lan ları sizin em rinize v er­ di» (*). O hâlde in san ın h ak ik ati, kem âl ve ü stü n lü ğ ü n ü n olduğu şey­ d ir. Ö bür sıfatlar, m u v a k k a t ve em an et şeklinde verilm iştir. D i­ ğ erleri işçi ve hizm etçisi o larak gönderilm iştir. B unun için d ir ki, öldüğü zam an ne şehvet kalır, ne de gazab. P arlak ve n u rlu b ir cev­ her, m elek gibi m ârifet-i ilâhı ile süslü olunca, elbette m eleklerin (1) 45 — Câsiye: 13.
  • 28. KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 27 refik i (arkadaşı) olur. M ele-i âlâd a, d aim a A llahü T eâlâ'nın h u zu ­ ru n d a olurlar. «Güzel ve tem iz b ir yerde, M elik-İ m u k ted irin y an ın ­ d a ve rızâsın d a olurlar» t 1), âyet-i kerim esinde b ild irilen ler d ere­ cesine erişir. K aranlık, zulm etli ve b aşaşağ ı o la n la ra gelince: K a ra n ­ lığı, g ü n â h la rın zulm etinden pas^ tu tm asıd ır, B aşaşağı olm ası, şeh­ v et ve gazabını haksız yere ta tm in etm esi ve b u d ü n y a d a istediği h e r şeyi yapm asıdır. Y üzünü b u d ü n y ay a dön m ü ştü r. B unun için şeh v et ve a rz u la n , b u d ü n y ay a aittir. Bu d ü n y a ise, ö b ü r d ü n y ad a n aşağ ıd ır, onun altın d ad ır. O hâlde başı aşağ ıd a olur. Y âni başaşağı olur. A yet-i kerîm ede, « R ablannm indinde, m ü n a fık ların başaşağı o ld u ğ u n u görseydin!» (2) b u y u ru lm ası b u n a işa re ttir. Böyle olan kim seler, Siccîn’de IC ehennem de b ir yeri şe y tan la rla b erab e r olur.* S iccin’in ne dem ek olduğunu herk es bilem ez. B unun için A llahü T eâlâ, «Siccîn’in ne olduğunu b ilir m isin?» (3), b u y u rd u . O N U N C U F A S I L KALB ÂLEM İNİN ŞAŞILACAK HÂLLERİ K alb âlem inin şaşılacak h âllerin in sonu y o k tu r. Ü stünlüğü de şaşılacak hâllerinin, h e r şeydekinden d a h a çok olm asındadır. Çok in sa n la r b u n d an gafildirler. Ü stü n lü ğ ü iki sebebledir: B irincisi ilim , İkincisi k u d rettir. İlim sebebiyle ü stü n lü ğ ü iki tab ak ad ır: B irini h e r­ kes bilebilir. D iğeri ise, d a h a ö rtü lü d ü r, herkes anlayam az. Bu, ö n ­ cekinden ü stü n d ü r. Z ahirî olan b ü tü n ilim leri ve sa n ’a tla n bilm e­ sidir. B ütün sa n ’a tla n bilen odur. K itap lard a o la n la n o k u r ve bilir. G eom etri, hesab, tıb, astro n o m i ve şe ria t ilim leri gibi. O, b ir şey olup, bölüıım ediği hâlde b ü tü n bu ilim ler o n a sığıyor. Belki de, b ü ­ tü n âlem onda sa h ra d a b ir kum tanesi gibi kalır. B ir an d a, d ü şü n ­ ce ve hareketiyle, yerden göklere çıkar, d oğudan b a tıy a gider. Top­ ra k âlem ine bırakıldığı hâlde; b ü tü n gökleri ölçer, h e r yıldızın b ü ­ y ü k lü ğ ü n ü bilir ve ölçülerini söyler. Balığı u stalık la denizin d e rin ­ lik lerin d en çıkarır. K uşu h av a d an yere indirir. Fil, deve ve a t gibi k u v v etli h a y v a n la n em rinde ku llan ır. Â lem de olan şaşılacak h âller ve ilim ler onun sa n ’atıdır. B ütün b u ilim ler onda, beş duygu organı vasıtasiyle hâsıl olur. B u n lar m ey d an d ad ır, h erk es b u n la n a n la y a ­ bilir. B undan d a h a çok şaşılacak hâlleri şöyledir ki, kalbin içinden, âlem -i cism ânî dedikleri, duygu a z a la n ile h isso lu n an âlem e ve rû - h ân l dedikleri âlem -i m e lek û ta yâni, duygu âz a la rı ile, his oluna­ m a y a n âlem e, b ir pencere açılm ıştır. İn san ların çoğu cisim ve m ad ­ d i 54 — Kamer: 55. (2) 32 — Secde: 12. (3) 83 — M utaffifin: 8.
  • 29. 28 KİMYAYI SAADET de Alem ini bilir, b u ise zâten m u h tasard ır. K albin içinde, ikinci b ir p en cere b u lu n d u ğ u n a delil, ilim lerinin iki çeşit olm asıdır: B iri u y k u h âlid ir. U y k u d a ik en d u y g u âzalarının yolu b ağ lan ıp kesilince, iç er­ deki d iğ er p en cere açılır. Alem i m e lek û ttan ve Levh-i M ahfuz’d a gaybî olan, ileride o lacak şeyleri lizin verildiği k ad a r! b ilir ve^gö- rü r. A m a y a açık o larak ; olduğu, olacağı gibi g ö rü r, y a h u t' tâ b ire ih tiy aç o lacak sû re tte g ö rü r. İn san lar z a n n ed e rle r ki, uyanıklık h a ­ lindeki m â rife t d a h a yü k sek tir. H albuki, h erk es bilir ki, u y an ık k en g ay b ı g ö rm ek olm az, u y u rk en olur. D uygu â z a la rı yolu ile olm az. U y k u n u n , rü y a n ın h a k ik a tin i bu k ita b d a an latm am ız a im k ân y o k ­ tu r. F ak at, şu k a d a r bilm elidir ki, k alb a y n a gibidir. Levh-i M ahfuz d a a y n a gibidir. B ü tü n v arlık ların sû reti ondadır. Bir a y n a d iğ er^ b ir a y n a n ın k a rşısın a konulunca, birinde gö rü n en ler, diğerine a k ­ seder. B unun gibi, Levh-i M ahfuz’d ak i g ö rü n tü ler, kalbde de g ö rü ­ n ü r. F a k a t b u n u n için de, kalbin saf olm ası, d u y g u la rd a n k u rtu l­ m ası ve Levh-i M ahfüz’la m ü n aseb et k u rm a sı lâzım dır. H islerle u ğ ­ raştığ ı m üddetçe, âlem -i m elekût ile m ü n aseb et yolu kapalıdır.^U y­ k u d a ise, h islerd en k u rtu lu y o r. O hâlde, âlem -i m elek û tu n m ü ta lâ a ­ sından, cevherinde olan, z â h ir olur. U yku sebebiyle h isler bağlı ise de. h ay âl kendi y eri|idedir. B unun için g ö rd ü k lerin i, hayâli tem sil­ le r şeklinde g ö rü r, sâ rıh ve açık olm az. Ö rtü ve perdeden k u rtu la ­ m az. Ö lünce h ay â l de, his de kalm az. O zam an işler perdesiz ve ö r­ tü sü z g ö rü n ü r. O n a d e n ir ki: «Senden g aflet perdesini kaldırdık, gö­ zü n b u g ü n d a h a k eskin görür» t1). Ve d erle r ki: «Ey R abbim iz! V aad ettiğ in azabı gördük, P eygam berin sıdkını işittik. Şim di bizi te k ra r d ü n y ay a gönder, İyi am eller yapalım » t2). D elillerden b iri de şu d u r ki, kalbine ilhâık yolu ile doğru firâ- se tler ve d ü şü n celer gelm eyen hiç kim se yoktur. Bu, his yolu ile de­ ğildir; kalbde hâsıl olm uştur. N ereden geldiğini de bilm ez. Bu k ad arın ı bilm elidir ki, ilim lerin hepsi his y o llan ile değil­ dir. Belki âlem -i ^m elekûttandır.^B u d ü n y a için y aratılm ış olan his­ ler, âlem -i m elek û tu n m ü ta lâ a sın a elbette p erd e olurlar. O n lard an k u rtu lam ad ık ça, aslâ o âlem e yol bulam az. O N B İ R Î N C t F A S I L KALB PENCERESİ, UYANIKLIKTA DA ÂLEM-İ MELEKÛTA AÇIK OLUR Kalb penceresinin, u y u m a d a n ve ölm eden âlem -i m elekûta açılm ayacağını san m am alıd ır. Böyle değildir! B ilâkis u y an ık iken, (1) 50 — Kftf: 22. (2) 32 — Secde: 12. r*'. h v'
  • 30. KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 20 b ir kim se riy âzet ed er inefse istediklerini v erm ezi; k alb i gazab, şehvet ve fen a h u y ların elinden, bu d ü n y an ın aşağ ı hâllerin d en k u rta rır, yalnız b ir yerde o tu ru r, gözlerini y um ar, d u y g u ların ı ça­ lıştırm az, kalbini âlem -i m elekût ile m ünâsebete g eç irir —devam ü zere dili ile değil, kalbi ile söyler, A llah, A llah... derse— , öyle o lu r ki, k endinden haberi olm az. B ütün âlem den de h ab eri olm az. A llahü T eâlâ’d an başk a h içb ir şey bilm ez. Böyle olunca, u y an ık d a olsa, o p encere açılır; diğerinin rü y a d a gördüklerini, o u y an ık iken görür. M eleklerin m ıhlan güzel sû retlerd e o n a g ö rü n ü r. P eygam berleri de görür. O n lard an istifade eder. Y ardım gö rü r. Y erdeki ve gökteki m elek û tu o n a gösterirler. K endisine bu yol açılan kim se, an latm ay a, vasfetm eye sığ m a­ y an büyük işler, h âller gö rü r. B unun h ak k ın d a Ftesûlullah (sallâl­ la h ü aleyhi ve sellem ) Efendim iz, «Y eryüzü benim için to p arlan d ı, doğ u su n u batısını gördüm » C1) b u y u rd u . A llahü T eâlâ b u y u rd u kİ: «B unun gibi İbrâhim e (aleyhisselâm ) yakın sah ih lerin d en olm ası için, göklerin ve y erlerin m elek û tu n u gösterdik* (2). Belki de, b ü tü n p ey g am b erin ilmi, h is 4ve öğrenm e yoluyla değil, bu yol ile idi. H ep­ sinin başlangıcı m ücâhede idi. Şöyle ki: A llahü T eâlâ b u y u ru r: «R abbinin ism ini zik re t ve b ü tü n b ağ lan tılard an kesil, O’n a dön» (3). Y âni, b ü tü n şeylerden tem izlen, ayrıl, b ü tü n v arlığ ın la kendini o n a ver, d ü n y a tedbirleri ile u ğ raşm a ki, O senin işini doğru yapsın. Ve yine b u y u ru r: «D oğunun ve b atın ın R abbidir. O n d an b aşk a ilâh y o k tu r. H er işine O ’nu vekil eyle» (4) . O 'nu vekil eylersen, elini çek ve İn san la ra karışm a, o n larla uğ raşm a. «M üşriklerin tekzîb ve ezâsına sab ret! O n lard an u zak dur, cezalarını A llahü T eâlâ’ya bırak* (5). B ütün b unlar, riy âz et ve mücâh&deyi ö ğ retm ektedir. Böylece kalb, in sa n ların düşm anlığından, d ü n y a arz u la rın d a n ve hislerle m eşgul olm aktan k u rtu lu p , tem izlenir. M u tasav v ıfların yolu b u d u r ve bu, peygam berlik yoludur. Ç alışarak ilim k azan m ak âlim lerin yoludur. Bu d a büyük ve kıym etlidir. F ak at pey g am b erlik y o lu n a göre m u h tasard ır. P eygam berlerin ve evliyaların ilm i, b ir kim se öğretm eksizin, A llahü T eâlâ ta ra fın d a n kalb lerin e ak ar. Bu yolun d o ğ ru lu ğ u tecrübe ile de an laşılm ak tad ır. B irço k lan b u n u söyle­ m ek te ve akli deliller b u n u bildirm ektedir. E ğer bu sa n a ta d arak , d u y a ra k hâsıl olm adıysa, öğrenm ekle elde edem ediysen, aklın delil­ leri ile de b u n a erem ediysen, b â ri b u n a in an m ay ı elden k açırm a ve k ab u l eyle ki, üç dereceden de m ah ru m k alm ay asın ve k â fir olm a­ yasın. B u n lar kalbin şaşılacak hâllerinden işaretlerin d en d lr. İn san k alb in in ü stü n lü ğ ü b u n u n la anlaşılm ış olur. (1) H m . V. 278. 284, IV, 123 (3) 73 — M üzzem m il: 3. (5) 73 — Müzzemmil: 10. (2) 8 — E n ’am : 75. (4) 73 — M üzzem m il: 9.
  • 31. 30 KİMYAYI sa Adet O N 1 K i N(c 1 F A S I L HER İN SA N FITRAT ÜZERE DOĞAR Bu h â lle rin p ey g am b erlere ^m ah su s o lduğu zannedilm esin. Zi­ ra , b ü tü n in sa n la rın cevheri, fıtra tta b u n a u y g u n d u r. Şöyle ki: H iç­ b ir d em ir y o k tu r ki, kendisinden sa f h âlin d e ik en âlem in g çrü n tü - sü n ü içine a la n b ir a y n a yapılm asın. A ncak pas, o n u n cevherine iş­ le r ve onu ziyan eder. B u n u n gibi, d ü n y a hırsı, şehvet ve g ü n a h la ­ rın galib geldiği ve yerleştiği bir^kalb, b u n a k av u şam az. K ir ve p a s derecesine iner. Böylece bu^liyâkat ve u y g u n lu ğ u gider. H adîs-i şe­ rifte, «H er çocuk, İslâm fıtra tı üzerine doğar. S o n ra b a b a la n ve a n ­ n eleri o n ları Y ahudi, H ıristiyan ve P u tp erest y ap arlar» t1) b u y u ­ ru ld u . ^ Bu liy â k atin u m u m î olduğunu A llahü T eâlâ şöyle h a b e r v eri­ yor: «Ben sizin R abbiniz değil m iyim ? H epsi, ‘E lbette şeh âd et ede­ riz ki, S en bizim R abbim izsin!..’ dediler» (a). Şöyle ki: A klı olan b ir kim seye birisi dese ki: «İki, birden çok değil m idir?*; C evabında, «Şüphesiz çoktur» der. H er ne k a d a r ak lı olan kim se b u n u k u la ­ ğıyla hiç duym am ış olsa da, dili ile hiç söylem em iş olsa da, içi b u ­ nunla^ doludur, b u n u tasd ik ve k ab u l etm ek ted ir. Bu, i in san ların ' fıtra tın d a olduğu gibi, A llahü T eâlâ’yı bilm ek de aynı fıtra tta n d ır. Şöyle ki: A llahü T eâlâ b u y u ru r: «Eğer k âfirlere, gökleri ve y erleri kim y a ra ttı diye so rarsan , onlar, A llah^ y a ra ttı diyeceklerdir» (3). D iğer b ir ây^t-i kerim ede, «A llah’ın fıtra t dinine yönel. A llah in ­ sa n la rı o fıtra t ü zerin e yaratm ıştır.» (4) b u y u ru lu y o r. Bu, İ k lî de­ liller ve tecrübe ile de bilinm ektedir. Sadece p ey g am b erlere m a h ­ sû s değildir. Zira, p ey g am b er de, b ir in san d ır. A yet-i kerîm ede, «De ki: Ben an cak sizin gibi bir beşerim » (5), b u y u ru ld u . F ak at kendisine bu yol açılan kim seye, eğ er b ü tü n in sa n la rın k u rtu lu şu n u gösterirlerse, kendisine gösterilen y o la in sa n la rı çağı­ rır, d av et ederse, kendisine gösterilen bu yola Ş eriat denir. O kim ­ seye de peygam ber denir. O n d an hâsıl olan h âllere m ucize denir. İn san ları davetle m eşgûl olm azsa, o n a velî denir. H âllerine de ke- râ m e t denir. K eram et sahibi olan h e r Velînin, in sa n la rla ve dâvetlo m eşgûl olm ası vâcip değildir. Belki, kudret-i H ak onun d âv etle m eş­ gûl olm am ası yolundadır. F ak at b u şeriatın kuvvetli ve yeni oldu­ ğu, b aşk ala n n ın dâvetine lüzum kalm adığı z a m an lar için d o ğ ru ­ d u r. Y ahut d a d âv etin b aşk a b ir şa rtı v a rd ır ki, bu,^velide yoktur. O hâlde, evliyânm velâyetine ve k erâm etin e itik ad ın sağ lam (1) H. Cenâiz, 80, 30. (2) 7 — A’râf: 172. (3) 31 — Lokman: 25. (4) 30 — Rûm.- 30. (5) 18 — Kehf: 110, 41 — Fussilet: 6.
  • 32. 1 olsun. Biliniz ki, ilk y ap ılacak iş m ücâhededir. iN efse, istem edikle­ rin i yap tırm ak , çok ib ad et y ap m ak gibil. irâd e, istek b u ra d a işe y a ­ ra r. F ak at h e r eken biçem ez, h e r giden ulaşam az, h e r a ra y a n b u la­ m az. Ş u k a d a r v ar ki, d a h a kıym etli olan işm , şa rtla rı da^ (elde edil­ m e yolları 1 çoktur. O nu bulm ak d ah a g ü çtü r..B u ise, m â rife t m a k a ­ m ın d a in san ın en şerefli derecesidir. M ücâhede etm eksizin -^-bu y o llard an geçm eden ve pişm eden—, b ir m ü rşid lyol gösterici 1 ol­ m aksızın, b u n u istem ek doğru olm az. Bu ikisi olur, fa k a t b ir u y ­ g u n su zlu k v arsa y a h u t ezelde o kim seye bu saad eti n asîb etm em iş­ le r ise, m ak sad ın a k avuşam az. Z âhiri ilim lerde im am lık derecesine k av u şm ak ve b ü tü n ih tiy ârî Ikendi isteği ilel olan işler de böyledir. O N Ü Ç Ü N C Ü F A S I L KUDRET SEBEBİYLE KALBİN ÜSTÜNLÜĞÜ i M ârifet yolundaki insanın, en kıym etli cevheri olan kalbde gö­ rü n e n le ri öğrendin. Şim di de, k u d re t sebebiyle olan ü stü n lü ğ ü n ü izah edelim . Zira, o d a m eleklerin h u sû siy etlerin d en d ir. D iğer h a y ­ v a n la rd a yoktur. Bu d a şöyledir: M elekler, m adde âlem ini em ri a l­ tın d a b u lu n d u ru rla rsa , A ilahü T eâlâ’m n izni ile in sa n ların ih tiy aç­ la rın ı g ördükleri zam an, b a h a rd a yağm ur g etirirler, fırtın a k o p a­ rırla r, h ay v an ları a n a rahm inde, bitkileri to p ra k ta şek illen d irirler ve süslerler. Bu işlerin h e r b ir çeşidi için m eleklerden b ir kısm ı v a ­ zifelendirilir. in san ın kalbi de, m elek cevheri cinsindendir. O na d a b ir k u d ret, k u v v et verilm iştir. Böylece m adde âlem inin b ir kısm ı o n a tâbidir. H erkesin hususi âlem i, kendi bedenidir. B eden de kalbe tâbidir. H erkes bilir ki, kalb p a rm a k ta değildir, ilim ve irad e listeki p a r­ m a k ta değildir. K alb em redince, p arm a k h a re k e t eder. K albde h ış­ m ın g ö rü n tü sü m ey d an a gelince, yedi âzad ak i d a m a rla r açılır, k a n h ü cu m eder. Bu, y a ğ m u ra benzem ektedir. Ş ehvetin g ö rü n tü sü k alb ­ de z a h ir olunca, b ir esinti c a n la n ır ve şehvet âletin e d o ğ n i gider. Y em ek yem eyi d ü şü n ü n ce dilinin altın d ak i k u v v et hem en yardım için h arek e te geçer ve tü k ü rü k bezleri çalışır. Böylece yiyeceği, y u ­ tacak hâle gelinceye k a d a r ıslatır. ^ K albin ta sa rru fu n u n bedende câri olduğu ve bedenin kalbe tâ b i olduğu gizli değildir. F akat, bilm ek lâzım dır ki, k alb lerin bazısı bazısından ü stü n ve kuvvetlidir; m elek cevherine d a h a çok benzer. Böylece, onun bedeninin dışındaki m addeler, ona ita a t eder. M ese­ lâ, heybeti b ir aslam üzerine düşerse, aslan o n a ita a t eder, em rine- I W * girer, b ir h a sta y a h im m et edince, sıh h ate k av u şu r; b u n u n gibi v ü ­ cu d u sağlam olan birisine b ak arsa, h a s ta eder, b ir kim senin kendi y a n ın a gelm esini d ü şü n d ü ğ ü zam an, o kim senin b âtın ın d a b ir ha- ----------------------------------------- KENDİNEFSİNİ BİLMEK -------------------------------- 31
  • 33. 32 KİMYA-y i s a a d e t re k e t m e y d a n a gelir. ^Yağmur yağm asını istediği zam an y a ğ m u r y a ğ a r. B ü tü n b u n la r ak li delillerle m ü m k ü n ve tecrü b e ile bilin­ m ek ted ir. G öz değm esi ve b ü y ü dedikleri şey ler de bu kabildendir. İn sa n la rın , d^iğer cisim lere te ’sir ettiği şey ler k ısm m d an d ır. H attâ, h a s e t edici h ab is b ir nefis olur, g ay et güzel b ir a t g ö rü r, o a ta l^a- se t gözü ile b a k a r, o n u n h elak olm asını a k im d an geçirir, o a t o a n ­ d a h e lâ k olur. B âh u su s hadis-i şerifte bildirildi: «Göz (n azar) İnsa­ n ı m e z a ra , deveyi ten cerey e koyar» (l). O hâlde, bu d a, k alb in şaşılacak k u d retlerin d en d ir. Böyle b ir h u su siy etin k en d isin d e b u lu n d u ğ u b ir kim se, in sa n la rı h a k dinine d â v e t edici ise, b u h âllerin e m ucize denir. D âvet edici değil ise ke- râ m e t denir. H ay ırlı işte bu h âlleri zu h u r ederse, nebî y a h u t velî d en ir. K ötü işlerd ek in e ise büyücü denir. B üyü, k e râ m e t ve m ûcize, in sa n ın k alb in d ek i k u d retin en büy ü k lerin d en d ir. Evet, a ra la n n d a b ü y ü k fa rk la r v a rd ır. Bu k ita b b u n u açık lam ak için k âfi değildir. O N D Û R D Ü N C Ü F A S I L PEYGAM BERLİĞİN VE EVLİYALIĞIN HAKİKATİ B u ray a k a d a r a n la tıla n la rı bilm eyen, peygam berliğin h a k ik a ­ tin d e n h içb ir şey bilm iyor dem ektir. Bildiği, sadece peygam berlik ve evliyâlığm , in san k alb in in ü stü n lü k d erecelerin d en biri olduğu­ dur. B unu d a su re t ve işitm e ile bilm ektedir. P eygam berliğin hâsıl o lm asın d a üç h u su siy et vardır: Biri, b ü tü n in sa n ların u y k u d a iken g ö rd ü ğ ü n ü , o n a u y an ık iken gösterirler. İkincisi, b ü tü n in sa n la rın nefsi, kendi b ed en lerin d en gayrisine tesir etm ez. O nun nefsi ise, k en d in d en a y n o la n la ra d a tesir eder.^Şöyle ki: İn san la rın k u rtu lu ­ şu o n d a olur. Y ah u t o n d a fesad olmaz.~ İn san la rın çalışm a ile elde ettik le ri bilgiler, o n u n kalbine, b ir kim seden öğrenm eksizin gel­ m ek ted ir. Zeki ve kalbi tem iz olan b ir kim senin de akim a, kim se­ den öğrenm ediği ilim lerden b ir kısm ının_gelm esi do ğ ru d u r. O h â l­ de, b ir kim senin kalbi d a h a saf ve kuvvetli olursa, b ü tü n ilim ler, y a h u t ilm in ekserisini, çoğunu, kendiliğinden bilebilir. B una, ilm -İ led ü n n î denir. N itekim A llahü T eâlâ b u y u ru r: «... O n a tarafım ızd an b ir ra h m e t verm iş, kendisine nezdim izden (haas) b ir Ulm ö ğ ret­ m iştik» (2) . Bu üç hususiyetin kendisinde toplandığı kim se, b ü y ü k pey g am ­ berlerdendir. Y ahut da, büyük evliyâdandır. E ğer bu ü ç h u su siy et­ ten biri bulunsa, bu derece elde edilebilir. H er b irin in de a ra la rın d a b üyük fa rk la r vard ır. Z ira, in san v a rd ır kİ, h e r b irin d en a z a r a z a r pay alm ıştır. Bir b aşk asın d a ise h erb irin d en d a h a çok b u lu n u r. (1) Suyûtl, el - C âm l'us - S agîr (ayn m addesi). (2) 18 — Kehf: 85.
  • 34. KENDİ NEFSİNİ BİLMEK 33 Bizim P eygam berim izin (sallâliah ü aleyhi ve sellem ) üstünlüğü, kem âli bu üç hususiyetin k em âl üzere kendisinde b u lu n m ası sebe­ biyledir. A llahü T eâlâ, in sa n ların o n a u y m aları ve sa a d e t yolunu o n d an öğrenm eleri için, peygam berlik m ak am ım an lay ab ilm eleri­ n i isteyince, herkese bu ü ç h u su siy etten b ir^ n ü m û n e v e rd i.'R ü y a hâli, b ir husu siy etin n ü m û n esid irf'D o ğ ru fira se t de d iğ er b ir h u su ­ siy ettir?'ilim de, doğru ak ıl ve düşünce de d iğ e r b ir nü m û n ed ir. İn san ın bir şeye inanm ası, o şeyin nüm ûnesi olm adan m ü m k ü n değildir. N üm ûnesi olm ayan b ir şeyin sû retin i düşünem ez, -anlaya­ m az, B unun için hiç kim se A llahü T eâîâ’n m h ak ik atin i tam am en bilem ez. A ncak, A llahü T eâlâ bilir. B unu a n la tm a k u zu n sürer. M eâni-i E sm âullah i1) iA llahü T eâlâ’nın isim lerinin m â n â la n J k i­ tabım ızda bu h u sû sta açık deliller gösterm işizdir. Ş u n u d a bildirelim ki, b u üç v asıftan başka, p eygam berlerde ve evliyâda, bizim bilm ediğim iz d a h a b aşk a v asıflar d a olabilir. Ç ü n k ü o v asıfların bizde n ü m û n esi yoktur. O hâlde, A llahü T eâlâ’- yı kendinden başka, hiç kim se kem âl üzere bilem ez dediğim iz gibi, P ey g am b er Efendim izi de (sallâliah ü aleyhi ve sellem ) kendinden ve kendisi gibi o lan lard an b aşk ası tam am en bilem ez, deriz. B u ra­ d an anlaşıldı ki, in sa n lard an peygam berin kıym etini, değerini yine p ey g am b er bilir. Bizim için ise, b u derece, fazla m alû m değildir. Zi­ r a bizim uykum uz olm asaydı ve b ir kim se bize u y k u y u an latıp , «Bir kim se y atar, h a re k e t etm ez, görm ez, işitm ez, konuşm az, fa k a t y arın n e olacağını bilir. H albuki, işitseydi ve görseydi, b u n u bilem ezdi» dese, k a t’iyyen biz b u n a inanm azdık. İnsanoğlu görm ediğine in a n ­ m az! B unun için A llahü T eâlâ, «H attâ, ilim lerinin olm adığı şey’e in a n m az lar. O n ların a k lın a o n u n m ân âsı ve te ’vili gelm ez» (a), b u ­ y u rd u . Ve yine b u y u rd u ki: «O na yol b ulam ayınca, bu, eski b ir İfti­ r a ve y a la n d ır derler» (3). P eygam berlerde ve evliyâda, d iğ erlerin in hiç h ab e ri olm adığı sıfatların b u lu n m a sın a şaşm a! O nlar, o n d an b ü y ü k lezzete ve kıy­ m etli h âllere k av u şu rlar. Bu, şu n a b en zer ki, b ir kim sede şiire k a r­ şı b ir zevk yoksa, bu sebepten, vezin dinlem e lezzetini bulam az; eğ er b ir kim se b u n u n m ân âsın ı o n a a n la tm a k istese, an latam az. Ç ünkü, o n u n bu b ra n şta n h ab e ri yoktur. B unun gibi, a n a d a n doğ­ m a k ö r olan, aslâ ren k lerin m ân âsın ı ve o n la n görm enin zevkini an lay am az. O hâlde, A llahü T eâlâ’n m bazı id ra k ve a n la m la n pey­ g am b erlik m erteb esin i v erd ik ten sonra, y a ra tm a sın a şaşm a. O m a­ k am a k av u şm ay an ın b u n d a n h a b e ri olm az. (1) Kitabin - Maksadi’l -İîsnâ fi Esmâİllahl’l - HUsnâ. (2) 10 — Yûnus: 39. (3) 46 — Ahkâf: 11. Kimyâ-yı Saâdet — F. 1
  • 35. 34 KÎMYA-YI SAADET O N B E Ş İ N C İ F A S I L İLİM BU YOLDA PERDEDİR B u ra y a k a d a r a n la tıla n la rd a n k alb in ü stü n lü ğ ü anlaşıldı. M u­ ta sa v v ıfla rın y o lu n u n d a n e olduğu öğrenildi. Sofilerden, «İlim, V>u y o ld a perdedir» gibi sözler d u y arsın ve b u n la ra inanm azsın. Bu sö­ zü in k â r eylem e ki, do ğ ru d u r. Ç ü n k ü d u y g u lar ve d u y g u â z a la n v asıtasiy le h âsıl o lan ilim lerle m eşgûl olur, o n la ra d a la rsa n , b u n ­ d a n m a h ru m o lu rsu n . K alb b ir h av u z gibidir, beş duygu âzası d a h a v u z a d ışa rd a n a k a n beş d ere gibidir. E ğ er h av u zu n dibinden tem iz su çık arm ak istersen , b u n u n çaresi, h av u zd ak i b ü tü n suyu boşaltm an, so n ra b u s u la n n g etird iğ i siy ah ça m u ru çık arm an ve b ir d a h a pis su gelm e­ m esi için b u y o lla n k esm en ve h av u zu n dibini, içinden tem iz, b er­ r a k su çıkabilecek şekilde y ap m an d ır. H avuz, siy ah ç a m u r ile dolu olduğu m üddetçe içinden d u ru su çıkm ası im kânsızdır. B unun g i­ bi, k alb in içinden gelen ilim , d ışa rd a n gelenlerden k u rtu lm ad ık ça, m a k sa t h â sü olm az. F ak at âlim , k en d in i öğrendiği ilim lerden ay ırır, k alb in i o n la rla m eşgul eylem ezse, elde etm iş olduğu ilim ler o n a p erd e olm az v e k alb gözünün açılm ası u m u lu r. Şöyle kİ: K alb h ay âllerd en ve h is­ lerd en k u rtu lu n ca , eski h ay âlleri o n a perde olm az. > İlm in p erd e olm asının sebebi şu d u r ki, b ir kim se Ehl-i sü n n e t itik ad ın ı öğrenir, m ü n â k aşa ve m ü n â zarad a k i delillerini de öğrenir, kendini ta m am en b u n a v e rir ve b u n d an b a şk a h içb ir ilim y o k tu r diye k ab û l eder, eğ er k alb in e b a şk a b ir şey gelse, «Bu d u y d u ğ u m u n aksinedir. O n a u y m ay an h e r şey bozuktur, yanlıştır» derse, böyle b ir kim sede, işlerin h a k ik a tin in bilinm esi m ü m k ü n olm az. Ç ünkü: AVÂM A ÖĞRETİLENj.ÎTÎKAD, HAKİKATİN SÛRETİDİR, KENDİSİ DEĞİLDİR. TAM M ARİFET OLMALI Kİ. -ÖZÜN KABUKTAN AY­ RILMASI GİBİ, HAKİKATLAR SÜRETTEN AYRILSIN. . fx Biliniz ki, m ücadele ve m ü n â z a ra ilm ini o itik a d a y ard ım cı o larak öğrenene b ir h a k ik a t bildirilm ez. Ç ünkü, elindekinin tam olduğunu san m ak tad ır. Bu zan o n a p erde olur. B ir şeyi öğrendiğine zann-ı gâlibi olan kim se, bu dereceden m a h ru m olduğu ekseriyâ m alûm dur, sözü m eşh u rd u r. Bu d a cedel Im ücâdele - m ü n â z a ra l İlm ine kendini v eren lerin hâlidir. O hâlde, b u zan n ı silip a ta n a , ilim p erd e olm az. O zam an, ondş, d a k alp açılm ası hâsıl olur. D erecesi çok yüksek olur. O n u n yolu d a h a em niyetli, d a h a sağlam ve d a h a doğru olur. Zira tem eli kuvvetli ilm e d ay a n m ay a n kim se, ekseriya u zu n zam an bâtıl h ay âllere bağlı k a lır ve azıcık şüphe o n a perde olur. A lim ise böyle ziy an lard an em indir. O hâlde, «îlim perdedir»