SlideShare une entreprise Scribd logo
1  sur  32
HABER SÖYLEMİ ÜZERİNE EKONOMİ POLİTİK BİR ÇALIŞMA:
“TÜRK HAVA YOLLARI GREVİ ÜZERİNDEN BİR ANALİZ”




                Yiğit Kalafatoğlu




              Yeditepe University
                     2012
ÖZET


Dünyada 1980 sonrası benimsenen neo-liberal politikalar Türkiye’de de
etkili olmuş ve bu eksende yaşanan köklü değişiklikler, medyanın sahiplik
yapısını da temelinden değiştirmiştir. Türkiye’de farklı ailelerin kurup
yönettiği basın organları, farklı sektörlerde faaliyet gösteren kişi ve
kurumlar tarafından satın alınarak el değiştirmiş ve bu sayede sermaye
medya üzerinde söz sahibi olmuştur.


Tarihsel süreçte gelişen bu yeni sahiplik yapısı, bilginin üretim ve dağıtım
süreçlerinde yeni bir hakimiyet alanı oluşturmuş, medya holdingleşme
sürecine girerek kamu hizmeti yayıncılığından uzaklaşmıştır. Sermaye-
medya-iktidar ekseninde oluşan çıkar ilişkileri, 1980 sonrasında haber
üretim sürecini belirleyen ana unsur haline gelerek, sermayenin gerçeğin
yeniden inşasında söz sahibi olmasını sağlamıştır. Sürecin doğal bir
sonucu olarak ana akım medyanın misyonu da sermaye ve iktidar
arasında gelişen güç odaklı ilişkileri meşru zemine taşımak olmuştur.


Eleştirel ekonomi politiğini merkezine alan bu çalışma, Türkiye’de ulusal
basının sahiplik ve kontrol yapısının haber içeriklerinin oluşturulması ve
söylemlerin belirlenmesi üzerindeki etkisi ortaya koymak için kaleme
alınmıştır. Araştırma kapsamında Milliyet ve Birgün gazeteleri ele alınarak
öncelikle gazetelerin sahiplik yapıları incelenmiş, akabinde 30 Mayıs 2012
tarihinde başlayan ve takip eden günlerde devam eden “Türk Hava Yolları
Grevi” ile ilgili haberler taranarak söylem analizi yapılmıştır.


Yapılan analiz sonucunda; medya kurumlarının sahiplik yapısının söylemin
kurulmasında, haber içeriği oluşturulmasında ve bilgi üretiminde doğrudan
etkili olduğu ortaya çıkmıştır.




	
                                     2	
  
GİRİŞ


Medyanın sahiplik yapısında yaşanan değişimleri ve bu değişimlerin haber
üretimi ve söylemi üzerindeki etkisini anlayabilmek için tarihsel süreçte
devlet-piyasa ilişkilerinde yaşanan değişimlere değinmek gerekir.


1970’li yılların sonu ve 1980’ler boyunca dünya genelinde sosyal devlete
karşı olan tutum değişmeye başlamış ve piyasa ekonomisi kavramı ön
plana çıkmıştır. Piyasa ekonomisi ile birlikte sermayenin gelişmesi, ve
özelleştirmelerin teşvik edilmesi sağlanarak ulus devlet anlayışından
uzaklaşılmış,   devlet      yapıları   uluslararasılaşmayı           ve    özelleştirmeleri
destekleyecek     şekilde         yeniden           oluşturulup     liberal    politikaların
benimsenmesinin önü açılmıştır.


Kapitalist sistemin son yirmi yılı yaygın bir şekilde neo-liberalizm olarak
tanımlanır. Neo-liberalizm sıklıkla devlet müdahalesinin zıttı bir şekilde
piyasa ile özel kesim çıkarlarının ideolojisi olarak ifade edilir. (Bulut, 2009,
s77 alıntı Dumenil ve Levy, s26)


Liberalizmin ekonomideki uzantısı, ünlü “bırakınız yapsınlar, bırakınız
geçsinler” formülüyle özetlenebilir. Liberallere gore, devletin ekonomiye
karışması kötü birşeydi. Devletin karışması, doğal dengeleri, doğal olarak
var olan düzenleyici süreçleri bozardı. (Kışlalı, 2010, s93)


Paralel süreçte enformasyon teknolojilerinde yaşanan gelişmeler ve kitle
iletişim   araçlarının      yaygınlaşması            küreselleşmenin       önünü      açmış,
liberalizmin ekonomik, politik ve kültürel alanlarda meşrulaştırılmasına
zemin hazırlamıştır.


Küreselleşme,    iletişim    ve    insani     etkileşimin         dünya   ölçeğinde    hızla
yayılması ile birlikte, uluslar arasındaki coğrafi sınırların önemini yitirmeye
başlaması sonucunda insani gündem ve ilgilerin dünyalaşması sürecidir.
Bu süreci tahrik eden etkenlerin önemli bir kısmı yeni ortaya çıkmış
olmakla    beraber,      küreselleşme         sürecinin        ortaya     çıkmasında     ve
hızlanmasında    teknoloji     gelişmeler,          bilgi   ekonomisinin      öne   çıkması,


	
                                          3	
  
dünyada yaşanan neo-liberal politikanın yükselişi, çok uluslu sermayenin
küresel bir pazarda yayılışı etkili olmuştur. (Uluç, 2008, s173)


80’li yıllar ile birlikte emek ve sermaye ilişkisinde yaşanan bu dönüşüm,
Türkiye’de de 12 Eylül 1980 darbesi ile kurumsallaştırılmış ve sağ
ideolojinin iktidarlaşarak liberal iktisat politikalarını benimsenmesi ile
devam etmiştir. Devletin yavaş yavaş ekonomiden elini çekmesi, rekabetçi
bir piyasa düzeni oluşması için destek sağlaması, özel sektöre imkan
yaratılması ve tekelleşmenin önünün açılması bu dönemde hızlanmıştır.


1980’li yıllarda Türkiye’de yaşanan dönüşüm dünya ölçeğinde yaşanan
dönüşümlerden ayrı değildir ve bunun bir parçasını oluşturmaktadır.
Sermaye    eğemenliğinin      günlük   yaşamın        her    alanında    bir   parçasını
oluşturduğu bu süreç, daha önceki dönemlerde metalaşma haraketinin bir
ölçüde dışında kalan birçok toplumsal varlığın da metalaştığı, kapitalist
ilişkilerin en izole dokulara bile nüfus ettiği bir ortamın şekillenmesine yol
açmıştır. (Öztürk, 2011, s131)


Sadece uluslararası finans kurumlarının değil, TÜSİAD gibi büyük sermaye
örgütlerinin de desteklediği 24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte korumacı ve
içe dönük ekonomi stratejisi yerini serbest piyasa ekonomisine bıraktı.
Fiyatlar, faiz oranları, ücretler piyasa tarafından belirlenmeye başladı.
İhracat   yönelimli   ekonomi     politikası,        bozulan    ödemeler       dengesini
yenidecen düzeltecek olan ekonomik büyüme hedefinin temel aracı olarak
kurgulandı. Bu nedenle de küresel piyasalarla bütünleşmek için ulusal
ticari engeller kaldırıldı. (Sönmez, 2011, s146)


1980 sonrası Türkiye’sinde ağırlıklı olarak tartışma gündemine sokulan iki
kavram “sivil toplum” ve “liberalizm”dir. 1983-1989 yılları arasında
başbakanlık    görevinde       bulunan           Turgut     Özal,   bu    kavramların
savunucunularından     biri   olmuştur.          Hükümetteki    Anavatan       Partisi’nin
(ANAP) program ve politikaları da bu dönemde dikkatlerin devletten
topluma kaymasında önemli bir rol oynamıştır. (Atabek ve Dağtaş, 1998,
s131)




	
                                       4	
  
Küreselleşme kavramı genellikle, ulusüstü alanda yapılan kapitalizmin
açıklanmasında temel bir öneme sahiptir. Ancak bu önem, sadece ürün ve
hizmete dayalı ticaretle değil, sermaye akışı, para ve finansal kaynakların
dolaşımı ile de bağlantılıdır. (McChesney, Wood ve Foster, 2003, s7)


Küreselleşmeyi, kapitalizmin gelişmesinde bir aşama olarak gören Şaylan,
“pazarın dünya ölçeğinde büyümesini, ulusal sınırlar dışına çıkmasını ve
dünyanın tek bir pazar haline gelmesini” küreselleşme olarak tanımlar.
(Bulut, 2009, s77)


Şüphesiz,      küreselleşme    sürecinde           özel   sektörün     önünün       açılması,
sermayenin gelişmesi adına engellerin kaldırılması, çok uluslu şirketlerin
kuvvetlenmesine ile birlikte tekelleşmenin de önü açılmıştır.


Güçlü kuruluşlar, ekonomik etkinliklerini güçlendirmek için yoğunlaşmaya
ve holdingleşmeye çalışırlar. Yoğunlaşma herhangi bir verili sektördeki
mülkiyetin belli basil birkaç şirketin tekelinde olması anlamına gelir.
(Laugley, 2010, s80)


Dünya genelinde de dev medya kuruluşlarının oluşması, bu entegrasyon
sürecinin getirisi olan birleşmeler, satın almalar ve gruplaşmalar ile
oluşmuştur.


Bugün uluslararası alanda yayılan birçok medya kuruluşunun çoğu
küreselleşme öncesi belirli alanlarda iş yapmaktaydılar. Örneğin Walt
Disney karton film, Viacom kablo yayın, Time basın-yayın alanında,
Paramount       film   alanında    faaliyet        gösteriyorlardı.    Dünya    genelinde
yayıncılığın    özelleşmesi,      uydu,   kablo,          internet    gibi   yeni    iletişim
yöntemlerinin kullanılması, iletişim alanındaki endüstriler arasındaki farkı
azaltmıştır. (Akbulut, 2005, s116 alıntı Kaypakoğlu, s.125)




	
                                         5	
  
Türkiye’de de farklı sektörlerde faaliyet gösteren bir çok kurum, bu
dönemde medya sektörüne yönelerek satınalımlar gerçekleştirmiş; süreç
içerisinde kitle iletişiminde tekel konumuna gelmiştir. İnşaat, Bankacılık,
Sigorta, Enerji gibi farklı sektörlerde faaliyet gösteren bir çok sermaye
grubu kitle iletişiminin hemen her alanına yatırım yapmıştır. Bugün
Türkiye’de medyanın sahiplik yapısı incelendiğinde karşımıza çıkan yatay,
dikey, çapraz ve ultra-çapraz tekelleşme modellerinin nedeni de budur.


Türkiye’de medya sektöründeki yoğunlaşmanın ilk başlangıcı 1989 yılına
dayandırılmaktadır. Polly Peck grubunun başkanı Asil Nadir, Türkiye’de
“Güneş” Gazetesi’nin yanısıra, “Günaydın” , “Tan” , “Gelişim” gruplarını
satın alarak tekelleşme yönünde ilk adımları atan kişi olmuştur. Daha
sonra dünyaca ünlü medya gruplarının Türkiye’de görüşmeler yapmak
üzere gelmeleri de yine aynı döneme rastlamaktadır (Atabek ve Dağtaş,
1998, s135)


İktisadi açıdan bu tekelleşme süreci sermeyenin kazancını artırma çabası
olarak nitelendirilse de; sürecin doğal bir sonucu olarak kitle iletişiminde
yaşanan bu değişim sermayenin iktidar ve kamu üzerinde etkili hale
gelmesini   sağlamıştır.   Bu   bağlamda      kitle   iletişim   araçlarını   elinde
bulunduran sermaye grupları, haber ve bilgi kaynaklarını kendi çıkarları
doğrultusunda kullanarak kendilerine ayrıcalık sağlamaya başlamışlardır.


Bir diğer önemli unsur ise tekelci kapitalist sistemin tüketimi garanti altına
alma ve yeni pazar yaratma ihtiyacı karşısında, medyanın doğrudan bir
aracı olarak kullanılmasıdır. Günümüzde medya, kamu hizmetinden ziyade
kamuoyu yaratma ve neo-liberal ideolojinin yaygınlaştırılması misyonunu
üstlenmektedir.




	
                                    6	
  
KURAMSAL ÇERÇEVE


Bilgi ve bilgi üretim süreçleri üzerindeki denetimin tarihinin de mülkiyetin
paylaşım tarihi kadar eski olduğu söylenebilir. Toplumda gücü elinde
bulunduran kesimler insanlık tarihinin her döneminde bilgi üretim ve
dağıtım aşanlarını kendi etki ve yetki alanları içerisinde tutumaya önem
vermişlerdir. (Güngör, 2011, s117)


21.yüzyılda medya; egemen ideoloji için çok önemli bir unsur haline
gelerek kapitalist sistemin mihenk taşlarından birisi olmuştur. İletişim
teknolojilerinde yaşanan köklü değişimler, kitle iletişim sistemlerinin
kullanılış biçimlerini temelinden oynatarak, kapitalizm için uluslararası
düzeyde etkili bir araç haline getirmiştir. Bu bağlamda kitle iletişimini
anlamak için tek bir bakış açısı ile konuya yaklaşmak yetersizdir. Zira,
kitle iletişim kuramları irdelendiğinde medyanın içinde bulunduğu durumu
olumlayan yaklaşımlar ile karşılaşılabileceği gibi, mevcut sistemi eleştiren
yaklaşımlarla da karşılaşılmaktadır. Bu yaklaşımları ana-akım kuramlar ve
eleştirel kuramlar olarak iki başlık altında toplamak mümkündür.


Sosyal bilimler içerisinde iletişimin bir inceleme alanı olarak ele alınması
1920’lere denk gelir. Bu dönemde temel olarak kitle iletişim araçlarının
etkileri üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Öyle ki, ana akım açısından kitle
iletişim araçlarının her biri sihirli birer deynek gibi yorumlanmıştır. Tarihsel
süreç irdelendiğinde, kitle iletişim araçlarının etkileri üzerine yapılan bütün
alan   ve    labaratuar    incelemelerine      Amerikan   ideolojisinin   etkisi
görülmektedir.


Amerikalılar tarafından davranışçı okulun ve işlevselci yaklaşımın etkisinde
tasarımlanan ve gerçekleştirilen araştırmalardan çıkan sonuçlar, iletişim
alanının kuramsal temellerini oluşturur. Araştırma sonuçlarının geniş
kesimlere duyurulması, kamuoyuyla paylaşılması, raporlaştırılarak ya da
kitaplaştırılarak dağıtılması, Amerikan pragmatizminin ve amprisizminin
iletişim alanında da egemen paradigma olarak ağırlığını koyması sürecini
doğurur. (Güngör, 2011, s74)




	
                                     7	
  
Bu nedenle; ana-akım kuramlar irdelendiğinde liberal yaklaşımların kitle
iletişim üzerindeki yansımaları        görülmektedir. Ana-akım kuramlar kitle
iletişim araçlarını kamu yararına faaliyet gösteren; toplumun fikir veya söz
sahibi olmadığı konular ve alanlar üzerinde onlara bilgi götüren, bu sayede
toplumu aydınlatan, bireyleri özgürleştiren ve demokrasinin işlevselliğini
kuvvetlendiren bir unsur olarak konumlar. Elbette bu konumlama; ana-
akım kuramların kamu üzerindeki ideolojik ve kültürel etkisini göz ardı
etmekedir.


Liberal-Pluralist    yaklaşımda,     kitle       iletişim   araçları   göklere     çıkarılır.
Teknoloji büyük kurtarıcı olarak sunulur. Teknolojinin sayısız yararları ve
insanlığa hizmetini öne süren sayısız kitaplar yazılır. Özellikle McLuhan ve
Toffler, kitle iletişim araçlarına ve hatta daha genel olarak “teknoloji”ye
atfettikleri    büyük    önemi     yazdıkları         eserlerde   işlemişlerdir.     Ancak
teknolojinin herkese değil, belli sınıflara ait olduğu, belli çıkarların
sağlanmasına yardımcı olduğu, kimin için ve ne için kurtarıcı olduğu
üzerinde ise pek az durulmuştur. (Atabek ve Dağtaş, 1998, s310)


Elbette; tarihsel süreç içerisinde ana-akım kuram sunularının aslen birer
ilüzyondan ibaret olduğunu; bireyin kendi doğrularını oluşturabilmesi için
yapıldığı varsayılan yayıncılığın aslen egemen ideolojinin ekonomik, siyasal
ve kültürel alandaki etkisini arttırma amacı taşıdığını savunan eleştirel
görüşler       de   ön   plana   çıkmıştır.          Liberal-pluralizme   aykırı     olarak
konumlanan bu Marksist görüşleri “Kültürel Çalışmalar” ve “Ekonomi
Politik Yaklaşımlar” olarak iki başlık altında değerlendirmek gerekir.


Marksist bir toplum eleştirisi içinden geliştirilen bu iki yaklaşım da, liberal
çoğulcu perspektiften yapılan ve geleneksel yaklaşımlar olarak adlandırılan
medya çalışmalarından radikal bir kopuşu ifade etmek üzere, medya
çalışmalarında eleştirel yaklaşımlar olarak sınıflandırılırlar. (Çelenk, 2008,
s13 alıntı İnal, s59-73)




	
                                           8	
  
Marksist yaklaşım, medya örgütlerini “özerk” kurumlar olarak görmez. Bu
kuramda kile iletişim araçları, egemen ideolojiye, hakim sınıfa, devletle
içiçe ve onların değerlerini, ideolojisini yeniden üreten kurumlar olarak
görülür. (Atabek ve Dağtaş, 1998, s321)


Her ne kadar Marksist bir toplum eleştirisi içerisinden doğan bakış açıları
olsa da, bu iki yaklaşım arasında zaman içerisinde temel farklılıklar baş
göstermiştir.       Çalışmanın      amacına     yönelik    olarak      bu    çatışmaya     göz
atmakta fayda vardır:


Ekonomi politik; kültürün yöneten ve yönetilen ilişkisi içinde üretildiğini
savunurken, kültürel çalışmacılar kültürün ekonomik alt yapı tarafından
biçimlendirilen bir üst yapı sonucu olduğu kabul etmezler. Aksine, kültürün
toplumu         özgürleştirdiğini   ve   bireylerin      önceliklerini      yansıttığını   öne
sürerler.


Geçmişte, Kültürel Çalışmalar ve Marksizm’in mükemmel bir teorik uyumu
temsil ettiği bir an hiçbir zaman olmamıştır. Başlangıçtan itibaren (bir an
için bu tarz bir konuşmayı kullanacağım) hemen her zaman zaten teorik
ve     pratik     anlamda    müthiş      yetersizlikler,      yankılanan      susukunluklar,
Marksizm’in büyük ihmalleri gibi sorunlar vardı. – Marx’ın hiç söz etmediği
ya da anlamış görünmediği kültür, ideoloji, dil ve simgesel olan gibi bazı
meseleler bizim çalışmamızın ayrıcalıklı konularıydı. (Çelenk, 2008, s85
alıntı Hall, s277-294)


Ekonomi politik yaklaşım, kapitalist üretim yapısı içinde kültürel üretim ve
tüketimin nasıl giderek meta üretim süreçlerine benzediğini ve kültürel
pratiklerin onlara eşlik eden üretim süreçleri ve ilişkieri analiz edilmeksizin
anlaşılamayacaklarını        açıklamaya       çalışır.   Bu    bakış     açısı,   tartışmanın
kültürel çalışmalar tarafında “indirgemecilik” ve “ekonomizm” eleştirileriyle
karşılanmaktadır. (Çelenk, 2008, s14)




	
                                            9	
  
Kültürel     çalışmalar        ideoloji,     dil        ve     edebiyat       çalışmalarının
yakınlaşmasından       hatta     iç   içe    geçmesinden           doğan   bir    araştırma
geleneğidir.    Kültürel        çalışmalar           geleneğinin     biçimlendirilmesinde
yapılsacılığın ve post yapısalcılığın önemli bir etkisi var. Bu nedenle de
sembol ve simge kavramları kültürel çalışmaların da temel kavramlarıdır.
Yine    bu   nedenle      kültürel    çalışmaların           yöntembilimsel      geleneğinin
temelinde dilbilimsel çözümlemeler vardır. Bunun üzerine gelişen söylem,
alımlama ve Hall’ın okuma biçimleri çözümlemeleri yapısalcı ve post
yapısalcı anlayışlar içerisinde geliştirilmiş yöntembilimsel yönelimler olup
kültürel çalışmaların yöntembilimsel iskeletini oluşturur. (Güngör, 2011,
s247)


Öte yandan kültürel çalışmalar “hakikileştirici” bir konum olarak tecrübeyi
vurgular. Yapısalcı konumla uyuşmayan bir biçimde, yaratıcı özne üzerinde
hümanist bir vurgusu vardır. Yapısalcılık medya söylemlerinin özerkliği ve
eklemlenmesi üzerine yoğunlaşırken, kültürelci çalışmalar medya ve diğer
pratikleri karmaşık bir ifadecei bütün olarak alıgılanan toplum içine
yerleştirir. (Atabek ve Dağtaş, 1998, s336 alıntı Curran, s249)


Kültürel çalışmaların doğduğu Birmingham Üniversitesi’nde yöneticilik de
yapmış olan ve kültürel çalışmalar geleneğinin en önemli figürlerinden biri
olan Stuart Hall’e göre birey, sahip olduğu ideoloji, dil ve düşünce
imgelerine ve temsil sistemlerine göre medyanın sunduğu içeriği algılar.
Medya ise, toplumdaki tahakküm ilişkilerini sürekli olarak inşa eden,
sunan ve iktidarı meşrulaştıran bir araç olmasına rağmen bu özelliği ile
öne çıkmaz.


Yapısalcılar için dünyanın ne olduğunun değil, insanların dünyayı nasıl
anladıklarının daha önemli olduğu düşünüldüğünde, Hall’un bu görüşü
benimsemesi olağandır. Şüphesiz Hall’un bu görüşünde Althusser’in ısrarla
üzerinde durduğu “ideolokik devlet aygılatları”nın büyük bir etkisi vardır.
Althusser’e göre tıpkı aile, okul, kilise gibi medya da ideolojik devlet
aygıtlarından biridir. Antonio Gramsci ise, kitle iletişimini seçkinlerin kendi
felsefe, kültür ve etik değerlerini yaymak kullandıkları araçlar olarak
tanımlarken, “Hegemonya” kavramı üzerinde durur.


	
                                          10	
  
Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramı ve Althusser’in ekonomizm
(indirgemecilik) eleştirisi ve “ideoloji” üzerinde tezleri, öte yandan E. P.
Thompson ve Raymond Williams gibi sosyal tarihçilerin kültüre verdikleri
önem ve işçi sınıfı etnografileri geleneği ile birleşerek medya alanında
yepyeni bir ideolojik çözümleme paradigması oluşmasına yol açtı. (Atabek
ve Dağtaş, 1998, s329)


Kültürel çalışmalar, medya iletileri üzerine odaklanması bakımından
yapısal yaklaşıma benzer. Ancak yapısalcı yaklaşımın bu tür iletileri
atfettiği özerkliğin aksine kültürel yaklaşım, medya içeriğinin ve etkisinin
medya iletilerinin üretildikleri ve alımlandıkları toplumsal çevre tarafından
biçimlendirildiğini varsayar. Ayrıca kültürel yaklaşım, ekonomi politik
yaklaşımın kültürel fenomenleri açıklamada başvurduğu altyapı-üstyapı
ayrımını    da      reddeder.   Bununla         beraber         kültürün,    bu    yapının
açıklanamayacağı kadar karmaşık bir diyalektik olduğunu ileri sürer.


Ekonomi Politik yaklaşım ile Kültürel Çalışmalar arasında en temel ayrım
da tam olarak budur. Kültürel çalışmaların tarihsel süreç içerisinde
egemen      ideolojinin    etkisi   altında       kalarak          altyapı    –    üstyapı
belirlemeciliğinden uzaklaşması; sınıf bilincini arka plana iterek yeni Sağ
için zararsız olarak nitelendirilebilecek populist bir alanda salt içerik
analizine   yoğunlaşması,       onu    eleştirel          bir      yaklaşım       olmaktan
uzaklaştırmıştır.




	
                                     11	
  
EKONOMİ POLİTİK VE HABER


Demokratik olsun olmasın, bir rejimde etkili olmak isteyen siyasal güçler
açısından, kitle iletişim araçları her zaman büyük önem taşır. (Kışlalı,
2010, s21)


İletişimin yada medyanın ekonomi politiği, kitle iletişim kurumlarının
mülkiyet ve sahiplik yapısı, bundan beslenerek gelişen medya-iktidar
ilişkileri, bu ilişkilerin medya metinlerinin içeriğine nasıl yansıdığı üzerine
yoğunlaşmaktadır. (Güngör, 2011, s119)


Sermaye sahipleri, doğrudan kendileri gazete çıkarabilir, ya da özel ilanlar
yoluyla      gazeteleri   etkilemeye            çalışabilirler.   Kendileri   gazete
çıkardıklarında, bu siyasal amaçlı olabileceği gibi, ticari amaçlı da olabilir.
Bazı örnekleri Türkiye’de de görüldüğü gibi, yüksek tirajlı gazeteleri satın
alarak, onları kamu yönetimi üzerinde bir baskı aracı gibi kullanıp, kendi
ekonomik girişimlerini daha rahatlıkla yürütmeyi de deneyebilirler. (Kışlalı,
2010, s23)


Bu bağlamda eleştirel ekonomi politik bakış açısıyla haberin tarafsız olması
düşünülemez. Çünkü haberi yapan muhabir veya yayınlayan editör her
zaman işvereninin çıkarları doğrultusunda içeriği belirlemektedir.


Ayrıca haberin gerçeği yansıtması teknik olarak da mümkün değildir.
Çünkü “gerçek” kavramının kendisi de bir başka boyutta; tarafsızlığın
önünde duran en büyük engeldir. Gerçek tek başına özneldir ve bu
öznellikten arınarak herhangi bir olayı haber yapabilmek mümkün değildir.
Haberde gerçek, hiçbir art niyet olmasa dahi, muhabirin sahip olduğu
anlam     dünyası içerisinde şekillenmektedir. Yani “gerçek” aslen               var
olmayan ancak temsil edilebilen bir olgudur.


Temsili; “gerçekliğin bazı öğelerinin, yakalanabilen, kavranabilen bazı
öğelerinin bir araya getirildiği bir paratik” olarak düşünmek haber
olgusuna ve haber oluşturma sürecine bakışımızı da kökten etkileyecektir.




	
                                     12	
  
Muhabir, gazeteci olaya/olguya ilişkin yakalayabildiği bilgilerle haber adlı
başka bir metin oluşturmaktadır. (Dursun, 2001, s65)


Egemen ideolojinin haber üretim metodolojisinde haberciliğin 5N+1K
formülü, gerçeğin temsili için yeterli bir kriter olarak görülebilir. Çünkü
herhangi bir eylemin sadece 5N + 1K soruları ile açıklanması, onu tarihsel
bağlamından uzaklaştırmakta; bütünü algılamaktan uzaklaştırmaktadır.


O halde içinde yaşadığımız nesnel koşullarda, haber kavramı kapitalist
ilişkiler içinde tanımlanmakta ve biçimlenmektedir.(Özcan, 1983, s56)




	
                                  13	
  
AMAÇ VE YÖNTEM


Bu çalışmada, Türk Hava Yolları işçilerinin var olan grev haklarının AKP
hükümeti       tarafıdan   meclise     verilen       bir   yasa    teklifi   ile   ortadan
kaldırılmasına karşı Hava-İş sendikası önderliğinde grevle tepki göstermesi
üzerinden ekonomi politik bir yaklaşım benimsenerek; Türkiye’deki farklı
medya kurumlarının sahiplik yapılarının ortaya konması ile sermaye-
iktidar-güç ilişkilerinin haber üretimi ve haber içeriği üzerindeki etkisi
incelenmektedir.


Çalışmada yöntem olarak eleştirel söylem analizi kullanılarak; 29 Mayıs
2011   –   5     Haziran   2011      tarihleri      arasında    “Milliyet”   ve    “Birgün”
gazetelerinde     yayınlanan   haberler          örneklem      içerisinde    incelenmiştir.
Belirtilen tarihler arasında Milliyet Gazetesi’nde ulaşılan 22 haberden 5’i,
Birgün Gazetesi’nde de ulaşılan 18 haberden 5’i örneklem içerisine dahil
edilmiştir. Haberlerin elde edilmesinde bahsi geçen gazetelerin internet
sitelerinden faydalanılmış olup, köşe yazıları inceleme dışı bırakılmıştır.


Bu noktada, çalışmanın amacına yönelik olarak, Türk Hava Yolları’nın
(THY) sahiplik yapısına ve 21. yüzyılda Türkiye’de sendikacılığın içinde
bulunduğu koşullara değinmekte fayda vardır.




	
                                         14	
  
THY’NİN SAHİPLİK YAPISI ve SENDİKACILIK


20. yüzyılın son çeyreği içinde sendikaçılık çoğu ülkede zayıflamıştır.
Gelişmiş ülkelerde bunun en önemli nedeni, kömür madenciliği, demir,
çelik, gemi yapımı gibi yüksek sendikal örgütlenme düzeyine sahip olan
birçok endüstrinin düşüşe geçmesidir. Bu zayıflamaya neden olan diğer
öğeler 1980’li yıllar ile birlikte neoliberal politikalar vasıtasıyla sermayenin
işgücü üzerindeki tahakkümünün artması ve yasal değişikliklerle işgücü
piyasalarının düzensizleştirilmesidir. (Nichois ve Suğur, 2005, s185)


Türkiye’de de 12 Eylül darbesinden bu yana, hak ve özgürlükleri
sınırlandırma, hatta baskılama süreci neoliberal politikaların ağırlığını
hissettirdiği 2000’lerde daha da yoğunlaşmıştır.


2011 seçimleri sonrasında hak arayan tüm toplum kesimleri gibi örgütlü
ve görece güvenceli emekçiler üzerindeki baskılar da yoğunlaşmıştır. Bu
bağlamda öncelikle 12 Eylül darbe döneminin ürünü olan sendika
yasalarında çok daha geri ve baskıcı bir yasa Toplu İş İlişkileri Kanun
Taslağı adı altında gündeme getirilmiştir. Öte yandan birçok sendika ve
konfederasyonda yönetimler AKP iktidarının yandaşı haline gelmiş ve
yandaş yönetimlere sahip sendikaların birçok iş ve hizmet kolunda yetkili
duruma gelmesi için açık müdahalelerde bulunularak sendikal mücadele
engellenmeye     çalışılmıştır.   Sendikal       mücadeleyi   engellemeye    yönelik
baskıların   geldiği   son   aşama     havacılık      iş   kolunda   grev   hakkının
yasaklanmasıdır. (Evrensel, 2012)


Havacılık hizmetlerinde grev yasağı getirilmesi ile ilgili kanun teklifi, 11
Mayıs 2012 tarihinde AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk tarafından
TBMM'ye vermiştir. (Sendika.org, 2012)’a göre Grev yasağı ile ilgili
gerekçeleri şunlardır:




	
                                      15	
  
“Ayrıca,   havacılık     sektörü,    çok    uzun     süreli    ve     oldukça      üst   düzey
eğitimlerden geçmiş bir personel istihdamım gerektirmesi sebebiyle bu
alanda     kısa   süre     içerisinde   istenilen      nitelikte      yeni     bir   personel
bulunamayacak olması, sendikaların karşılanması zor taleplerine zemin
hazırlamakta      ve    toplu   iş   sözleşmesi görüşmelerinin               bir   anlaşmayla
sonuçlanmasını         zorlaştırmaktadır.       Dolayısıyla,        çalışanların     haklarını
aramasında grevler çok etkili bir yol olmasına rağmen; toplumun kendi
refahını sürdürebilme ve zaruri ihtiyaçlarım giderebilme hakkı ile grevlerin
milli ekonomi, şirketler ve vatandaşlar üzerindeki olumsuz etkileri göz
önüne alındığında, havacılık sektöründe yer alan faaliyetlerin grev ve
lokavt yapılamayacak işler kapsamına alınması önem arz etmektedir.
Ayrıca, yük ve yolcu taşımacılığı yapan havayolu şirketlerinin, yer
hizmetlerini yürüten şirketler ile teknik bakım ve onarım hizmetlerini
yürüten şirketler olmaksızın faaliyetlerini sürdürebilmeleri de mümkün
değildir. Bu nedenle, yer hizmetlerini yürüten şirketler ile teknik bakım ve
onarım hizmetlerini yürüten şirketlerden bağımsız olarak havacılık hizmeti
verilemeyeceğinden, Kanun Teklifinde de faaliyetlerin bütünlüğü esas
alınmış ve bunların tamamını kapsayacak şekilde düzenleme yapılması
benimsenmiştir.”


Öte yandan, 2007 yılında alınan grev kararı üzerine THY yönetiminin
sendika ile uzlaşmak zorunda kalması da, bugün hava taşımacılığı işkoluna
getirilen grev yasağının THY açısından taşıdığı önemi ortaya koymaktadır.


THY’nin kurumsal internet sitesinde (THY, 2012) vizyonunu şu şekilde
açıklamaktadır:


“Sivil Hava Taşımacılığı (SHT) sektöründe Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
Bayrak Taşıyıcısı kimliğiyle; uçuş emniyeti, güvenilirliği, ürün yelpazesi,
hizmet kalitesi ve rekabetçi konumu ile tercih edilen, Avrupa’nın önde
gelen ve küresel ölçekte faal bir havayolu olmak.”


Bu bağlamda 33 bin kişinin çalıştığı havacılık iş kolunda 17 bin çalışana
sahip olan THY’nin, hava taşımacılığı işkoluna grev yasağı getirilmesi ile


	
                                          16	
  
büyük oranda bir çıkar sağlayacağını ve vizyon olarak ortaya koyduğu
“rekabetçi konumu ile tercih edilen, Avrupa’nın önde gelen ve küresel
ölçelte   faal   bir   havayolu”   olması       adına   sektöründe   büyük   fırsat
yakalayacağını söyleyebiliriz.


Üzerinde durulması gereken bir diğer unsur ise, iktidar partisinin neden
havacılık işkolu ile ilgili kanun teklifi verdiğidir. Bunu açıklığa kavuşturmak
için THY’nin sahiplik yapısına bakmak yeterlidir:


Türk Hava Yolları A.O. (“Şirket” veya “THY”) 1933 yılında Türkiye’de
kurulmuştur. Şirket’in ana faaliyet konusu yurt içi ve yurt dışında yolcu ve
kargo hava taşımacılığı yapmaktır. 31 Aralık 2011, 2010 ve 2009 tarihleri
itibariyle Şirket’in hissedarları ve hisse dağılımı aşağıdaki gibidir: (THY,
2012)




31 Aralık 2011 tarihi itibariyle Türk Hava Yolları A.O. ile Bağlı Ortaklığında
(hep birlikte “Grup”) çalışan toplam personel sayısı 17.876’dır (31 Aralık
2010: 17.119). 31 Aralık 2011 ve 2010 tarihlerinde sona eren dönemler
içinde çalışan ortalama personel sayısı sırasıyla 17.718 ve 16.027’dir.


Aşağıdaki tabloda 31 Aralık 2011 tarihi itibariyle Bağlı Ortaklıklar, sahip
olunan pay ve ortaklık oranları gösterilmiştir:




	
                                     17	
  
Aşağıdaki tabloda 31 Aralık 2011 tarihi itibariyle Müşterek Yönetime Tabi
Ortaklıklar ve ortaklık oranları gösterilmiştir:




Halen   bir   kamu   şirketi   gibi   görünse   de,   hisselerinin   yüzde   51’i
yatırımcıların elinde olan THY borsaya açılmış bir şirket konumunda. Fakat
çoğunluk hisselerini elinde bulunduran yatırımcıların, yönetimde söz sahibi
olduğunu söylemek çokzor. Ana sözleşme gereği, 7 kişilik yönetim
kurulunda yatırımcıları 2 kişi temsil ediyor. Bu yatırımcılar da çoğu zaman
devlet tarafından belirleniyor. Ayrıca, yönetim kurulunda herhangi bir
karar alınabilmesi için en az 4 oy şart koşuluyor. Bu da, şirkete dair
önemli kararların özel bir şirket konumunda olmasına rağmen halen kamu
tarafından alındığını ortaya koyuyor.


Bu bağlamda, devletin THY yönetimi üzerindeki etkisi ve üstlendiği aktif
rol göz önünde bulundurulduğunda, AKP Hükümeti’nin havacılık işkoluna
grev yasağı getirmesinin neo-liberal politikaların bir uzantısı olduğunu
görülmektedir. Çünkü grev hakkı; kapitalist üretim sistemi içerisinde
işçilerin sermaye karşısında haklarını savunabilmesi ve yeni haklar talep
etmesi adına çok önemli bir araçtır ve grev hakkı olmadan, işveren istediği
koşulları tek yanlı olarak belirleyebilir hale gelmektedir.



	
                                     18	
  
GAZETE HABER VE YORUMLARINDA “THY GREVİNİN” TEMSİLİ


Havacılık iş koluna grev yasağı getirilmesi ile ilgili olarak AKP İstanbul
Milletvekili Metin Külünk tarafından TBMM'ye verilen kanun tasarısının
görüşülmeye başlaması ve kabul edilmesi ile birlikte, 30 Mayıs 2012
tarihinde THY yolları işçileri tarafından başlatılan iş bırakma eylemi ve
sonrasında yaşananlar Türkiye’de işçi hakları konusunda kaydedilen
olumsuzlukların en sonuncusu olarak tarihe geçmiştir.


Bu tarih itibariyle havacılık hizmetlerine grev yasağı getirilmesini öngören
yasa teklifini protesto eden kabin memurları, Atatürk Havalimanı'nda 20
saatlik iş bırakma eylemi yaparak tepkisini dile getirdi. Elbette bu eylem
nedeniyle, THY'nin birçok iç ve dış hat uçuşu etkilendi. Yapılması gereken
yaklaşık 200 uçuş iptal edildi, pek çok uçuş da uzun süreli rötara girdi.
Ajanslara düşen ilk haberlerde, THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi
Topçu’nun açıklamaları yer alıyordu. Açıklamaların ekseninde çalışanların
yasa dışı eyleme katılarak şirkete ve yolculara zarar vermemeleri, THY
olarak bu eyleme onay vermeyecekleri, THY’nin kurumsal ve ticari
kimliğine zarar verecek davranışlarda bulunanların cezalandırılacağı yer
alıyordu. Takip eden süreçte ise bir çok yayın organında eyleme destek
veren 150 çalışanın telefonla aranarak işten çıkartıldığı bilgisi yer aldı.


31 Mayıs 2012 ve sonrasında THY çalışanlarının gerçekleştirdiği eyleme
dair ana akım medyada yer alan haberlerin eleştirel bir çözümlemesi
yapıldığında, haberlerde yer alan bilgilerin net olmadığı, hatta yanlışlık
içerdiği, TBMM’den geçen kanunun henüz Cumhurbaşkanı tarafından
onaylanmamasına rağmen ilk gün gerçekleştirilen eylemlerin yasa-dışı
olarak gösterilmesi göze çarpmıştır. Haberlerde işçilerin grev haklarına
sahip olmalarının taşıdığı önem, grev yasağı ile hava-iş sendikasının toplu
sözleşme ve görüşmeler esnasında düşeceği dezavantajlı durum göz ardı
edilmiş, daha çok THY’nin maddi zararları ve müşterilerinin mağduriyetleri
ön plana çıkartılarak eylemin amacı tarihsel bağlamından uzaklaştırılarak
eksik bir şekilde verilmiştir.




	
                                    19	
  
MİLLİYET GAZETESİ VE SAHİPLİK YAPISI


Milliyet Gazetesi, 3 Mayıs 1950 tarihinde Ali Naci Karacan tarafından
kurulmuş ve yayın hayatına başlamıştır. 1979 yılında Aydın Doğan
tarafından satın alınan Milliyet Gazetesi; bu tarihten sonra aile gazetesi
konumundan uzaklaşarak bir holding gazetesi konumuna gelmiştir. 2011
yılında ise Doğan Holding tarafından Karacan ve Demirören gruplarının
ortaklaşa oluşturdukları konsorsiyuma, Vatan Gazetesi ile birlikte 79
milyon dolar karşılığında satılan Milliyet Gazetesi’nin künyesinde satış
henüz     onaylanmadığı     için    herhangi       bir   değişikliğe   gidilmemiştir   ve
gazetenin sahibi Milliyet Gazetecilik ve Yayıncılık A.Ş adına İsmail Eralp
olarak belirtilmektedir.


Bu bağlamda, Milliyet Gazetesinin satışının çok yeni olması ve devir
işlemlerinin henüz gerçekleşmemiş olması nedeniyle bugün temsil ettiği
yapıyı anlayabilmek için Doğan Grubu’nu incelemekte fayda vardır: Medya
sektöründeki etkinliği ile tanınan bir grup olasa da, Doğan Grubu, medya
dışında    bankacılık,   tekstil,   ticaret,       sigortacılık,   turizm   ve   otomobil
sektörlerinde de faaliyet göstermektedir. 2000 yılında İş Bankası ile
ortaklaşa aldığı Petrol Ofisi sayesinde de enerji sektörüne girmiştir.
Kurulduğu yıllardan itibaren KOÇ grubu ile kurduğu yakın ilişki de
Doğan’ın büyümesinde belirleyici bir faktördür.


Milliyet’in efsanevi yönetmeni Abdi İpekçi’nin katlinin ardından medyadan
çekilme kararı alan Karacan ailesi Milliyet’i satılığa çıkardığında, önce
piyasada alıcı olarak Koç Grubu’ndan İnan Kıraç’ın adı geçmişti. Ancak,
kamuoyunun verdiği ilk reaksiyonla, KOÇ ismi geri çekilmiş ve alıcı Aydın
Doğan olarak duyulmuştu. Bu Milliyet’in koçlar adına Aydın Doğan’ca
alınması şeklinde yorumlanmıştır. (Öztürk, 2011, s287)


Milliyet’in alınması ile Doğan Grubu, ana faaliyeti olan medya yayıncılığına
adım atmış oldu. Daha sonra turizm sektörüne de giren grup, 1980’lerde,
gazete yayıncılığını merkeze alan, bununla ‘sinerji’ oluşturacak biçimde
otomobil, konut, beyaz eşya satışı (Milpa) ve turizim-otelcilik işleri yapan
(Milpa Turizm) bir gruba dönüştü. Sanayi temeli zayıf olan Doğan Grubu,


	
                                        20	
  
gazetecilik sayesinde ticari faaliyetleri için farklı bir eksen oluşturdu.
Medya-ticaret-turizm ağırlıklı bu yapı 1990’ların başlarına kadar devam
etti. (Öztürk, 2011, s287)


Doğan grubu ayrıca dijital yayın platformu D-Smart, Kanal D, ve CNN
İnternational’la ortaklığı bulunan CNN-Türk, gibi TV kanalları, Hürriyet,
Radikal, Posta, Fanatik, Turkish Daily News gibi gazeteler, Hafta Sonu,
Tempo, Ekonomist gibi dergiler, Radyo Foreks, Hür FM gibi radyolar ve
Doğan Haber Ajansı’na sahip bir holding olarak medya sektöründe
tekelleşmiş bir gruptur.


3 Kasım 2002 Genel Seçimleri’nde AKP’nin %34,68 oy oranı ile bugün
Türkiye Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ün başkanlığına 58. Hükümeti
kurması ve sonrasında istifa ederek bu görevi 59. Hükümeti kuracak olan
Recep Tayyip Erdoğan’a devretmesi ile başlayan süreçte Doğan Grubu
zaman zaman iktidar partisi AKP ile çatışmalar yaşamıştır. Bu çatışmaların
bir çoğu kendi yayın organlarında çokça yer bulmuş ve Doğan Grubu ile
hükümet arasında şiddetli tartışmalar yaşanmıştır. Bu tartışmalardan bir
tanesi;     21   Eylül 2008   tarihili     (Milliyet      Gazetesi, 2012)’nin       Siyaset
bölümünde “Newsweek” dergisinden yayınlanan bir değerlendirme yazısı
referans verilerek şu şekilde yer almıştır:


Newsweek’deki yorumda, AKP’nin varoşlarda yaptığı çalışmalara dikkat
çekildiği    yazıda,    “askerlerin      zayıfladığı,          muhalefet   partilerinin   de
parçalandığı"     bir   ortamda   Erdoğan’ın,            “patronun"     kendisi   olduğunu
göstermek amacıyla “tek gerçek muhalefet olan eski müttefik Aydın
Doğan, laik işadamları ve medyaya karşı harekete geçtiği" savına da yer
verildi. AKP’nin Doğan’a yönelik tavrının, aynı zamanda Erdoğan’ın 2009
seçimleri öncesi kendisini “ahlaksız zenginlere" karşı “halkın savunucusu"
olarak gösterme girişimini de oluşturduğu öne sürülen yorumda, şu
görüşleri de dile getirildi: “Laik zenginleri taşlama yönündeki popülist
strateji 2009 yılında AKP için çok büyük bir zaferin zemini hazırlayabilir.
Ancak bu strateji, partinin daha önce yaptığı ittifaklara zararınadır. Sonuç
verecek     mi?    Birçok   halklar      gibi        Türkler    de,   milyarderlerden     hiç
hoşlanmıyor." Bundan sonra neler olabileceğinin de değerlendirildiği


	
                                          21	
  
yorumda,     Başbakan     Erdoğan’ın,      Doğan’ı    Deniz      Feneri     meselesini
haberleştirmekten vazgeçmeye ve hükümeti eleştirmekten kaçınmaya ikna
etmesinin olasılığının bulunduğu kaydedilerek, “Böylece Türk medyası
serbest olmaya devam eder ancak artık bağımsız olmaz" denildi.


Süregelen yıllar içerisinde Doğan Grubu ve AKP arasında çeşitli çatışmalar
yaşanmış, zaman zaman ise bu iki güç odağı uzlaşma yoluna gitmiştir. Bir
dönem Doğan Grubu’nun ödemek zorunda kaldığı vergi borçları ve AKP
iktidarının yasal düzenlemeler ile Doğan Grubuna çıkar ağlaması; iktidarın
Doğan grubu üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküm politikası olarak
nitelendirilmiştir. 23 Nisan tarihli (Baran Dergisi, 2012)’nde Sezai Kırlangıç
olayı şu şekilde yorumlamıştır:


“Aydın Doğan ile Başbakan Erdoğan arasındaki kavganın dumanları
tüterken ilginç bir gelişme yaşanıyor. İki AKP'li vekilin verdiği önergeyle
Aydın Doğan'ın uykularını kaçıran vergi yükü 975 milyon YTL'den 275
milyon YTL'ye düşürüldü… Yani 975 trilyondan 275 trilyona… Meclis Plan
Bütçe Komisyonu'nda görüşülüp Genel Kurula sevk edilen "Bazı Varlıkların
Milli Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Kanun Tasarısı Aydın Doğan'a
vergi affına dönüştü.” “Sonra aradan zaman geçti, Doğan Grubu'nun yine
vergi kaçakçılığı yaptığı ortaya çıktı. Bu kez yaklaşık 5 milyar TL'lik bir
vergi aslı, cezası ve faizi vardı. Hemen bunun "siyasi" olduğu söylendi.
Olayın belki siyasi bir yönü vardı ama siyaset, olmayan bir kaçağı ortaya
çıkarmamıştı. Sadece kaçakla ilgili raporun sümen altı edilmesine imkân
sağlamamıştı. Zaten raporu yazan Maliyecilerin AKP ile uzaktan yakından
ilgisi yoktu. Doğan Grubu mahkemeye gitti. Ancak davaların büyük
bölümünü kaybetti. 4.8 milyar liralık bir vergi aslı, cezası ve faizini ödeme
durumuyla    yüz   yüze   kaldı.     Mahkemeye       gittiği   için    uzlaşma    şansı
kalmamıştı   ama    bu    kez   de    imdatlarına      AKP’nin        çıkardığı   "yasal
düzenleme" ya da "barış" yasası yetişti. Doğan'ın 4.8 milyar TL'lik borcu,
yeni yasal düzenlemeyle bir anda 1.8 milyar TL'ye düştü. Doğan
Grubu'nun iki yıl içinde uzlaşma veya yasal düzenleme yoluyla ödemekten
kurtulduğu vergi borcu miktarı yaklaşık 4 milyar TL'yi buldu”




	
                                      22	
  
Bu     bağlamda,    AKP      ve   Doğan    Grubu      arasında     yaşananların   aslını
anlayabilmek için neo-liberal devlet ile sermaye arasındaki ilişkiye bakmak
gerekir. Bu ilişkide her iki tarafın da birbirini besleyen ana unsurlar olduğu
göz önünde bulundurulduğunda, geçmişte yaşananların bir geçiş süreci
olduğu ve bugün statükonun sağlanarak barış ortamı yaratıldığını ve çıkar
ilişkilerinin korunduğunu ortaya koymak gerekir.


MİLLİYET GAZETESİ SÖYLEMİNDE “THY GREVİ”


30 Mayıs 2012 tarihli “Grev yasağına karşı eylem hava ulaşımını felç etti”
başlıklı haberin spotunda, “Grev yasağı getirilmek istenmesine karşı
havayolu çalışanları işi yavaşlatma eylemi yapınca yüzlerce uçak seferi
iptal edildi. Eyleme katılanlar telefon mesajıyla işten çıkarıldı. İnternet
korsanı Redhack THY’nin sitesini kullanılmaz hale getirdi” metni yer
almaktadır.


Haberin       başlığından,    havayolu     çalılanlarının      grev   yasağına    karşı
gerçekleştirilen eylem nedeniyle bir çok insanın mağdur edildiği gibi bir
anlam ortaya çıkmaktadır. Grev hakkının işçi ve işveren ilişkisi açısından
taşıdığı önem üzerinde durulmadığı gibi, işçilerin demokratik hakları
üzerine de herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Haberin spotu, eyleme
katılanların işten telefon mesajıyla işten çıkartıldığını ve THY’nin internet
sitesinin kullanılamaz hale getirildiğini bildirirken; yine çalışanların iş
akdinin SMS yoluyla kaldırılmasının ahlaki ve hukuki boyutu üzerinde
durulmamaktadır. Aksine, bu durumun gerginliğe yol açtığı vurgulanarak
olağan bir tepki haberleştirilmekte herhangi bir arkaplan bağlam bilgisi
verilmemektedir. Ek olarak; Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali
Yıldırım’ın sözlerine yer verilen haberde; “önlem almak için gerekli
adımları atmaktan geri duymayız” gibi tehtid vari bir açıklamaya yer
verilirken,     eylemi    gerçekleştiren       işçilerin    veya   hava-iş   sendikası
yetkililerinin görüşlerine doğrudan yer verilmemekte ve bu bağlamda bir
ideolojik üretim gerçekleştirilmektedir. Haberin son bölümünde yer alan;
“Şehirlerarası otobüs işletmecileri bayram                 ve yaz tatili başlangıcını
aratmayan bir yoğunlukla karşılaştılar” şeklindeki bilgi ise, ideolojik
üretimi tamamlar nitelikte, hava taşımacılığının aksaması ile doğru orantılı



	
                                         23	
  
olarak artan karayolları taşımacılığının firma sahipleri için doğurduğu
fırsata değinilerek, işçilerin grev haklarının ellerinden alınmasına dair
gerçekliği tamamen hasır altı etmektedir.


Aynı tarihli; “Grev yasağına meclis onayı” başlıklı haberde de bir önceki
haberde olduğu gibi herhangi bir bağlam bilgisi verilmeden, hatta spotta
yer alan ifadeyle haber daha da esnetilerek verilmiştir. Spotta yer alan
ifade şu şekildedir: “TBMM Genel Kurulu'nda görüşülen bazı kanunlarda
değişiklik yapan yasa teklifinin, havacılık hizmetlerinde grev ve lokavt
yasağı getiren birinci maddesi kabul edildi.”


Spotta, grev ve lokavt yasağı ile ilgili kanun değişikliklerinin dışında da
değişiklikler olduğu bilgisi verilmiş, fakat bu değişikliklerin hangi kanunları
etkilediğine dair bilgi verilmemiştir. Burada açık bir manipülasyon söz
konusudur. Çünkü bu haber ile yalnızca grev ile ilgili kanun değişiklikleri
yapılmadığı, başka kanun değişiklikleri üzerinde de çalışıldığı anlamı
oluşturularak, grev ve lokavt hakkının kaldırılması olağn bir kanun
düzenlemesi ile eş değer olarak sunulmuştur. Bu haberde de art aln ve
bağlam bilgisine rastlanamadığı gibi, haberin devamında eyleme katılan
kişilerin   alkışlar   eşliğinde     işten     çıkarmaları    protesto     ettikleri    bilgisi
verilerek haber sonlandırılmıştır.


Ertesi gün (31 Mayıs)        “THY’den Açıklama” başlıklı haberde ise spot şu
şekildedir: “THY çalışanlarının iş yavaşlatma eylemi ile protesto ettiği, grev
yasağı getiren düzenleme Meclis'ten geçti. Düzenlemeyi protesto eden
çalışanlardan kaç kişinin işten çıkarıldığı netleşti.” Başlık oldukça açık bir
şekilde haberin içeriğini aktarmaktadır. Spot ise tam aksine merak
uyandırmak      ve     haberin     içeriğine      ilgi   çekmek   amaçlı    net   bir    bilgi
sunamamaktadır. Haberin kendisi ise büyük oranda THY’nin konuyla ilgili
açıklamalarından        oluşmaktadır.          Haber       incelendiğinde      açıklamanın
tamamına yer verilmediği, Hava-İş sendikasının görüşlerine ise çok kısa
yer verildiği görülmektedir. Öne çıkarılan belli satır başlarının detaylarının
sunulduğu göz önüne çıkmaktadır. Bu başlıklar ise şöylerdir: “100 binin
üzerinde yolcu mağdur oldu” , “Eyleme katılanlara dava” , “Hava-
İş:Eylemler Sürecek”




	
                                             24	
  
Haberde en önemli bilgi olarak; THY’nin eylem nedeniyle uğradığı maddi
zarar olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte THY’nin açıklamaları dahilinde
haber içeriğinde en geniş yer alan bölüm eyleme katılmayan çalışanlara
THY tarafından teşekkür edilen bölümdür. Haberin içeriğinde, eyleme
katılan çalışanların yasaları çiğnediğine dikkat çekilerek ve sendika
görevlilerinin psikolojik taciz uygulayarak bazı çalışanları çalışmama
yönünde etki altına aldıklarının altı çizilerek, eyleme katılan işçilerin
marjinal bir topluluk olarak temsil edilmesi sağlanmaktadır. Haberin
devamında; THY’nin “Eyleme katılanlara dava” açacağı bilgisi vererek
işçilerin kanunsuz eylem yaptıkları anlamı pekiştirlimektedir. Haberin
sonunda ise Hava-İş’in “Eylemler Devam Edecek” açıklamasına tek satır
yer verilerek, tarafsızlık alıgısı yaratılmak istenmiştir. Haberde görsel
olarak eyleme katılan kabin memurlarının gülümseyerek alkış tutan
fotoğrafı yayınlanmıştır. Fotoğrafta yer alan memurların hepsinin kadın
olması ve hepsinin gülümsüyor olması eylemin içeriği hakkında yanıltıcı bir
izlenim oluşturmaktadır.



3 Haziran’da “Hava iş koluna grev yasağına Gül’den onay” başlıklı haberin
spotunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün jet hızıyla kanunu onadığı bilgisi
verilse de, içeriğinde grev ve lokavt kanunu dışında “Korsan Taksicilik”,
“Askerlik” , “Uluslararası Para Fonu” ve “İran ile ortaklaşa kullanıclacak
sınırlar” hakkında kanunun onaylandığı bilgisi yer almaktadır. Haber içeriği
başlığından farklı olarak; kanunun neden bu kadar çabuk onaylandığı ile
ilgili herhangi bir bilgi içermemekte, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün
bundan önce hangi kanunları kısa sürede onadığına değinmemekte ve
doğrudan    işçileri    ilgilendiren   “grev      ve   lokavt”    kanununa       yönelik
düzenlemeyi, işçiler ile hiçbir doğrudan ilgisi olmayan diğer kanunların
onaylanması ile eş değer tutmaktadır. Bu haberde de olayın arka planına
dair hiçbir bilgi bulunmamaktadır.


5 Haziran tarihinde gazetenin Doğan Haber Ajansı’ndan geçtiği “Üzülerek
aldığım bir karardı” başlıklı haberde çalışanların işten çıkarılması ile ilgili
olarak açıklamada bulunan THY Teknik A.Ş. Genel Müdürü İsmail Demir’in
açıklamalarına    yer     verilecek,    Demir’in       "artık    geri   dönüşü     yok"




	
                                       25	
  
açıklamasına dikkat çekilmektedir. Haberin devamında Demir’in ağzından
işten çıkarılan işçilerin açıklarının kapatılması için gece vardiyasında
çalışan diğer işçilerin gündüz de çalıştırıldıkları aktarılırken, THY’nin
hizmetlerinde herhangi bir aksama yaşanmadığının üzerinde durulmuş ve
yeni işçilerin işe alındığı bilgisi paylaşılmıştır. Haberin içeriğinde, eylem
yapan işçiler olmadan da THY’nin hizmetlerine devam edebileceği mesajı
verilerek THY açısından kriz olarak nitelendirilebilecek bir süreçte kurum
imajının   kuvvetlendirilmesine    katkı       sağlanmıştır.   Ayrıca;    haberin
söyleminde işçilerin işveren karşısındaki güçsüzlüğü pekiştirilmekte ve
işçilerin işverenin ön gördüğünden daha fazlasını istemelerinin sonucunda
cezalandırılması meşrulaştırılmaktadır. Haber, Demir’in işten çıkarılan
işçilerin yaşadıkları mağduriyetin sebebinin yine işçilerin kendisi olduğu ve
bu saatten sonra işe geri alınmaları adına yapılabilecek herhangi birşey
olmadığını vurgulaması ile noktalanmaktadır.


BİRGÜN GAZETESİ VE SAHİPLİK YAPISI


2004 yılında yayın hayatına başlayan Birgün Gazetesi, Türkiye’de ve
dünyada benzerlerini görmeye alışık olduğumuz holding gazetelerinden
farklı olarak, patronsuz bir sermaye yapısına dayanmaktadır. Bu anlamda
örneklem olarak Milliyet Gazetesi ile tamamen farklılık göstermektedir.
Yapısı itibariyle kamu yayıncılığı anlayışını benimseyen Birgün, çeşitli
sendika, STK ve meslek odalarından toplanan birikimler ile kurulmuştur.


BİRGÜN örgütlenme şeması, yönetim biçimi ve çalışanlarıyla ilişkisi
bakımından   da   dünya   ölçeğinde     bir    örnek   oluşturma    iddiasındadır.
Örgütlenme felsefesinin temelinde hakim medyaya alternatif bir kanal ve
bir vatandaşlar gazetesi olma anlayışı vardır. Sermaye yapısı itibariyle bir
patrona    dayanmayan,    toplumun       değişik    kesimlerinden     çalışanların
birikimleriyle kurulmuş olan SES İletişim AŞ’nin çıkardığı bir gazetedir.
(Birgün: 2012)




	
                                    26	
  
BİRGÜN GAZETESİ SÖYLEMİNDE “THY GREVİ”


29 Mayıs tarihli “THY’de emekçiler fiili grevde” başlıklı haberde ilk olarak
THY işçilerinin neden eylem yaptığı ile ilgili bağlam bilgisi verilmiştir.
Haberde yapılan eyleme katılan işçi sayısı açık ve net bir şekilde
belirtilirken; THY’den yapılan açıklamalara ve iptal olan uçuşlara dair de
ayrıntılı bilgi verilmektedir. Haberde Hava-İş’in yapılan eylemin yasa dışı
olmadığına dair bildirdiği görüş aktarılırken; Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım’ın THY’deki iş bırakma eylemi ile ilgili "Bizim için vatandaşın
rahatlığı, hizmete erişmesi her şeyin önünde gelir" demecinin işçilere
yönelik bir tehtid olduğunun altı çizilmiştir. Bu bağlamda AKP’nin yasakçı
ve baskıcı yönetim politikasına atıf yapılmıştır. Hava-İş sendikasının
açıklamaları ve grev alanında yapılan eylemin detayları ile zenginleştirilen
haberin sonunda ise başta Twitter olmak üzere THY grevi ile ilgili sosyal
ağlarda konuşulanlardan alıntılara yer verilmiştir. Haber slogan atan iki
kadının fotoğrafı ile desteklenmiştir.


1 Haziran tarihde yayınlanan “THY Başkanı: 150 kişiden daha fazlasını
işten çıkaracağım” başlıklı haber de oldukça geniş bir perspektif ile konuyu
ele almıştır. Haberin hemen başında Grev yasağına yönelik arkaplan ve
bağlam bilgisi verilmiş; AKP İstanbul Millet Vekili Metin Külünk’ün yasa
teklifinin TBMM’de kabul edilmesi ile başlayacan süreç ve sonrasında
yaşananlar aktarılmıştır. Haberin devamında, başlığa atıfta bulunularak
THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu’nun “150 THY çalışanını işten
çıkardığınız söyleniyor doğru mu?” sorusuna verdiği “Daha da fazlasını
çıkaracağız” yanıtı sorgulanarak yapılan hukuksuzluğa dikkat çekilmiş ve
bu açıklama karşısında söz hakkı bulunan Hava-İş Sendikası Başkanı
Atilay Ayçin’in açıklamalarına geniş yer verilmiştir. Haberin devamında
“havada grev yasağına” yönelik iş yavaşlatma eylemine gidilmesinin
THY’ye toplam maliyeti ayrıntıları ile verilmiş ve BDP Mersin Milletvekili
Ertuğrul Kürkçü’nün görüşlerine de yer verilmiştir. Ayrıca haberde,
Bursa’nın Orhangazi ilçesinde işten çıkartılan Okitekss işçilerinin eylem
haberi ve açıklamaları da verilerek; yaşanan sınıfsal mücadeleye atıfta
bulunulmuştur.




	
                                       27	
  
2 Haziran tarihli    “THY’den, 29 Mayıs’taki eyleme katılanlara tazminat
tehdidi...”   haberinde   THY   yönetiminin          eyleme        katıldıkları    için    işten
çıkartılan işçilere tazminat davası açacağını açıklaması haberleştirilmiştir.
Bu haberde THY’nin kendini mağdur ilan ettiği özellikle vurgulanarak, THY
tarafından yapılmaya çalışılan manipülasyon üzerine dikkat çekilmek
istenmektedir.    Haberin    devamında            Hava-İş   sendikasının          uluslararası
mahkemelerde      hakkını    arayacağı      bilgisi    verildikten       sonra,      Sendikal
Güçbirliği Platformu üyelerinin de açıklamalarına yer verilmiştir. Platform
tarafından yapılan açıklama şu şekildedir:


"Başbakan’a ve hükümete bir kez daha sesleniyoruz; grev yasaklama
sevdasından vazgeçin. İşten çıkarılan işçileri iş başı yaptırın. Ayrıca Sayın
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e çağrıda bulunuyoruz: Anayasaya ve tarafı
olduğumuz uluslararası sözleşmelere aykırı olan bu yasayı veto edin".


Haberde ayrıca, “Hedef Bütün Emekçiler” alt başlığı ile AKP hükümetinin
başta kıdem tazminatı hakkı olmak üzere işçilerin elinden kazanılmış tüm
hakları tasfiye etmek istediği söylenmektedir. Devamında ise, Birleşik
Taşımacılık Çalışanları Sendikası, Disk ve KESK’in Hava-İş’e verdiği destek
belirtilerek haber sonlandırılmıştır. Oldukça kapsamlı hazırlanan haberde,
detaylı bir şekilde verilen arkaplan bilgileri yanı sıra, olayın bütün
taraflarının görüşlerine yer verilmesi de dikkat çekmektedir.


04 Haziran tarihli “THY 100 kişiyi yeniden işe çağırdı” başlıklı Emek
Dünyası’ndan alıntılanan haberde, THY’nin               "yanlışlıkla çıkardığı"nı ifade
ettiği 100 personeli tekrar işe çağırdı bilgisi verilmekte ve eylem
başladığıdan beri işten çıkartılan toplam işçi sayısına dair ayrıntılı bilgi yer
almakta.      Haberin devamında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yasayı
onamasına     rağmen,     Hava-İş’in   grev         hakkı   için     mücadeleye           devam
edeceğinin    üstünde     durularak;   işveren        karşısında       güçsüzleştirilmeye
çalışılan işçilerin haklarının aranacağına değinilmekte ve yaşananlar
demokrasi ayıbı olarak betimlenmektedir.




	
                                       28	
  
SONUÇ


21. yüzyılda başta Amerika olmak üzere tekelci kapitalist sistemin varlığını
sürdürdüğü bütün coğrafyalarda medyanın söylemi, medya kurumlarının
sahiplik yapısı ve bu sahiplik yapısının dahil olduğu çıkar ilişkileri
doğrultusunda şekillenmektedir. Bu çalışma; Türkiye’de de medyanın
söyleminin mülkiyet yapısı ve sermaye-iktidar ilişkileri çerçevesinde
oluştuğunu ortaya koymak için kaleme alınmıştır. Medyanın ekonomi
politiğinin haber üzerindeki belirleyici etkisine dair incelenen örneklere yer
veren    bu   çalışmadaki   haber     çözümlemeleri      göz    önüne   alındığında;
medyanın sahiplik yapısına göre verilen haberin taraflı ve/veya manipülatif
olduğu ortaya açıkça ortaya çıkmaktadır.


Milliyet Gazetesi’nin haberleri ele alındığında, THY Grevi ile ilgili olarak
benimsenen yayın politikasının ardında yatan manipülatif yaklaşım açıkça
kendini göstermektedir. Gazete, iktidar ile olan ilişkileri çerçevesinde,
iktidarın eylemleri ve konuyla ilgili açıklamalarını sıradan bir dil ile
olağanlaştırarak,    konuyu     tarihsel         bağlamından    uzak    bir    şekilde
işlemektedir. Üstelik, bu işleme biçimi sürekli olarak tekrarlanarak ve
karşıt   görüşlere   sembolik   olarak      yer     verilerek   okurlarda     olayların
tabiyatının aktarıldığı şeklinde olduğu kanısı pekiştirilmeye çalışılmaktadır.


(Schiller, 2005, s23)’in de belirttiği gibi “Manipüle edilen şahıs olayların
tabii mecrasında aktığına inanırsa manipülasyon başarılı olmuş demektir”
Milliyet Gazetesi de bu bağlamda, geçmişte AKP hükümeti ile yaşadığı
anlaşmazlıkların da etkisiyle okurlar üzerinde yansız bir medya kurumu
algısı   oluşturmaya    çalışırken;    işçilerin     kaygılarına,   grev      hakkının
demokrasi için taşıdığı öneme, THY ile İktidar arasındaki sahiplik ilişkisine
ve konuyla ilgili yapılan tartışmalara dokunmadan haber içeriklerini
oluşturmaktadır ve egemen ideolojinin haber üretim modeli olan 5N+1K
haberciliğini benimsemektedir.




	
                                      29	
  
Bu şekilde kodlanan haber sunumları kamu tarafından alımlandığında ise
THY    işçilerinin   eyleminin    ardında          yatan   haklı    nedenler   hasır    altı
edilebilmektedir. Sonuç olarak okur haberin tarafsız olduğuna ve bilgilerin
objektif olarak aktarıldığına kanaat getirirken, Milliyet gazetesi ise hem
benimsediği ideolojiye hizmet etmekte, hem de kamu nezdinde kendisini
aklayabilmektedir.


Öte yandan, Birgün gazetesinin haberleri ele alındığında ise Milliyet
Gazetesi’nin tam zıttı yönde bir söylem ile karşılaşılmaktadır. Şüphesiz bu
farkın nedeni Birgün gazetesinin herhangi bir sermaye grubu ile ilişiğinin
olmamasıdır. Aksine, sendikaların ve meslek örgütlerinin iştiraki ile
kurulmuş olan Birgün Gazetesi; bilgi ve yorum çeşitliliğinin yanı sıra
işçilerin haklarını koruyup kollayan bir çizgidedir.


AKP hükümeti tarafınan havacılık iş koluna ait kanun değişikliği teklifinin
verilmesi sürecinde sebep-sonuç ilişkisi kurulmuş, THY Grevi’nde işçilerin
taleplerine ve çözüm önerilerine yer verilmiş, THY yöneticilerinin yaptıkları
açıklamalara    tam     ve   kesintisiz   olarak       aktarılmış,     toplumun      değişik
kesimlerinden,       sendikalardan   ve     sivil     toplum       kuruluşlarından    görüş
alınarak çok seslilik sağlanmıştır. Bu anlamda Türkiye’deki ana akım
medya kuruluşlarının aksine, Birgün Gazetesi kamu yayıncılığı politikasını
benimsemiş bir medya kurumudur.




	
                                        30	
  
KAYNAKÇA

Akbulut, N. (2005). Medya Eleştirileri. İstanbul: Beta Yayınları

Atabek, N ve Dağtaş E. (1998) Kamuoyu ve İletişim. Eskişehir: Anadolu

Üniversitesi.

Baran Dergisi, Türkiye (2012). Türkiye’nin Kanını Emenler: Doğan Grubu.

http://www.barandergisi.net/turkiyenin-kanini-emenler-dogan-grubu-

makale,243.html

Bulut, S (2009). Sermayenin Medyası, Medyanın Sermayesi (derleme).

Ankara: Ütopya Yayınevi

Dursun Ç, (2001). TV Haberlerinde İdeoloji. Ankara: İmge Kitabevi

Evrensel, Türkiye. (2012) Grev Hakkı 15-16 Haziran Ruhuyla

Savunulmalıdır. http://www.evrensel.net/news.php?id=30010

(01.06.2012)

Güngör, N. (2011). İletişim Kuramlar ve Yaklaşımlar. Ankara: Siyasal

Kitabevi.

Kışlalı, A. (2012). Siyasal Sistemler. Ankara: İmge Yayınevi.

Laughey D, (2010). Medya Çalışmaları: Teoriler ve Yaklaşımlar, İstanbul:

Kalkedon Yayınları

McChesney R, Wood E ve Foster J, (2003). Kapitalizm ve Enformasyon

Çağı, Ankara:Epos Yayınları

Milliyet, Türkiye. (2018). Türkiye’nin Medya Savaşı.

http://www.turkishairlines.com/tr-tr/kurumsal/

Nichols T ve Sungur N (2005). Global İşletme, Yerel Emek. İstanbul:

İletişim Yayınları

Özcan, Z (1983). Uluslararası Haberleşme ve Azgelişmiş Ülkeler. Ankara:

Dayanışma Yayınları



	
                                   31	
  
Öztürk, Ö (2011). Türkiye’de Büyük Sermaye Grupları. İstanbul: Sosyal

Araştırmalar Vakfı İktisadi İşletmesi

Schiller, H. (2005). Zihin Yönlendirenler. İstanbul: Pınar Yayınları

Sendika.org (2012) Hava-İş’ten Grev yasağına tepki.

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=45244) (10.06.2012)

Sevilay Çelenk (2008). İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar.

(derleme) Ankara:De Ki Yayınları

Sönmez Ü, (2011). Piyasanın İradesi. İstanbul: İletişim Yayınları

Türk Hava Yolları, Türkiye. (2012) Vizyon-Değerler.

http://www.turkishairlines.com/tr-tr/kurumsal/vizyon-degerler

Türk Hava Yolları, Türkiye. (2012) Ortaklık Yapısı.

http://www.turkishairlines.com/tr-tr/kurumsal/yatirimci-iliskileri/ortaklik-

yapisi

Uluç, G. (2008) Küreselleşen Medya: İktidar ve Mücadele Alanı. İstanbul:

Anahtar Kitaplar Yayınevi.




	
                                      32	
  

Contenu connexe

Tendances

O Que é Sociologia
O Que é SociologiaO Que é Sociologia
O Que é Sociologia
Jorge Miklos
 
problematika filsafat, epistimologi, ontologi aksiologi
problematika filsafat, epistimologi, ontologi aksiologiproblematika filsafat, epistimologi, ontologi aksiologi
problematika filsafat, epistimologi, ontologi aksiologi
Ltfltf
 
Filsafat zaman yunani kuno
Filsafat zaman yunani kunoFilsafat zaman yunani kuno
Filsafat zaman yunani kuno
Dedi Yulianto
 
Mengenal ideologi besar dunia oleh saddam cahyo
Mengenal ideologi besar dunia oleh saddam cahyoMengenal ideologi besar dunia oleh saddam cahyo
Mengenal ideologi besar dunia oleh saddam cahyo
Saddam Tjahyo
 
F ilosofia contemporanea
F ilosofia contemporaneaF ilosofia contemporanea
F ilosofia contemporanea
Edirlene Fraga
 

Tendances (20)

Filosofia contemporânea -Prof.Altair Aguilar.
Filosofia contemporânea -Prof.Altair Aguilar.Filosofia contemporânea -Prof.Altair Aguilar.
Filosofia contemporânea -Prof.Altair Aguilar.
 
Kelompok 5 pan islamisme
Kelompok 5 pan islamismeKelompok 5 pan islamisme
Kelompok 5 pan islamisme
 
Kumpulan soal dan jawab
Kumpulan soal dan jawabKumpulan soal dan jawab
Kumpulan soal dan jawab
 
O trabalho na sociedade moderna capitalista
O trabalho na sociedade moderna capitalistaO trabalho na sociedade moderna capitalista
O trabalho na sociedade moderna capitalista
 
O Que é Sociologia
O Que é SociologiaO Que é Sociologia
O Que é Sociologia
 
Filosofia moderna: Contratualismo
Filosofia moderna: ContratualismoFilosofia moderna: Contratualismo
Filosofia moderna: Contratualismo
 
Peta gerakan mahasiswa
Peta gerakan mahasiswaPeta gerakan mahasiswa
Peta gerakan mahasiswa
 
problematika filsafat, epistimologi, ontologi aksiologi
problematika filsafat, epistimologi, ontologi aksiologiproblematika filsafat, epistimologi, ontologi aksiologi
problematika filsafat, epistimologi, ontologi aksiologi
 
Soal soal filsafat
Soal soal filsafatSoal soal filsafat
Soal soal filsafat
 
Adam Smith
Adam SmithAdam Smith
Adam Smith
 
Liberdade e conhecimento - Espinosa
Liberdade e conhecimento - EspinosaLiberdade e conhecimento - Espinosa
Liberdade e conhecimento - Espinosa
 
Karl mark dan teori kritis
Karl mark dan teori kritisKarl mark dan teori kritis
Karl mark dan teori kritis
 
As origens do totalitarismo
As origens do totalitarismoAs origens do totalitarismo
As origens do totalitarismo
 
Filsafat zaman yunani kuno
Filsafat zaman yunani kunoFilsafat zaman yunani kuno
Filsafat zaman yunani kuno
 
Os classicos da_sociologia_durkheim
Os classicos da_sociologia_durkheimOs classicos da_sociologia_durkheim
Os classicos da_sociologia_durkheim
 
Mengenal ideologi besar dunia oleh saddam cahyo
Mengenal ideologi besar dunia oleh saddam cahyoMengenal ideologi besar dunia oleh saddam cahyo
Mengenal ideologi besar dunia oleh saddam cahyo
 
Rasionalisme
RasionalismeRasionalisme
Rasionalisme
 
Sociologia capítulo 5
Sociologia capítulo 5Sociologia capítulo 5
Sociologia capítulo 5
 
Slide livro Sociologia ensino médio capitulo 05 do Tomazi
Slide livro Sociologia ensino médio capitulo 05 do TomaziSlide livro Sociologia ensino médio capitulo 05 do Tomazi
Slide livro Sociologia ensino médio capitulo 05 do Tomazi
 
F ilosofia contemporanea
F ilosofia contemporaneaF ilosofia contemporanea
F ilosofia contemporanea
 

Similaire à Haber ve Söylem Üzerine Ekonomi Politik Bir Çalışma.

1980 Sonrasında Türkiye’de Düşünce Fabrikalarının Yapısal Değişimi: TEPAV Örneği
1980 Sonrasında Türkiye’de Düşünce Fabrikalarının Yapısal Değişimi: TEPAV Örneği1980 Sonrasında Türkiye’de Düşünce Fabrikalarının Yapısal Değişimi: TEPAV Örneği
1980 Sonrasında Türkiye’de Düşünce Fabrikalarının Yapısal Değişimi: TEPAV Örneği
PraksisDergi
 
Küresel Süreç, Yerel Anlamlar: Yapısal Reformlara Arjantin Yerel Destekçileri...
Küresel Süreç, Yerel Anlamlar: Yapısal Reformlara Arjantin Yerel Destekçileri...Küresel Süreç, Yerel Anlamlar: Yapısal Reformlara Arjantin Yerel Destekçileri...
Küresel Süreç, Yerel Anlamlar: Yapısal Reformlara Arjantin Yerel Destekçileri...
PraksisDergi
 
O uckan ag-kapital-post-kapital - 060510
O uckan   ag-kapital-post-kapital - 060510O uckan   ag-kapital-post-kapital - 060510
O uckan ag-kapital-post-kapital - 060510
Ozgur Uckan
 
üRetim Planlamasi
üRetim PlanlamasiüRetim Planlamasi
üRetim Planlamasi
Eren YAMAN
 
üRetim Planlamasi
üRetim PlanlamasiüRetim Planlamasi
üRetim Planlamasi
Eren YAMAN
 

Similaire à Haber ve Söylem Üzerine Ekonomi Politik Bir Çalışma. (20)

Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Sosyal devlet
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Sosyal devletVahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Sosyal devlet
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Sosyal devlet
 
Latin Amerika Projesi
Latin Amerika ProjesiLatin Amerika Projesi
Latin Amerika Projesi
 
Türki̇ye ekonomi̇si̇ Devletçi Sanayileşme Döneminde Ekonomide Gelişmeler Sunu...
Türki̇ye ekonomi̇si̇ Devletçi Sanayileşme Döneminde Ekonomide Gelişmeler Sunu...Türki̇ye ekonomi̇si̇ Devletçi Sanayileşme Döneminde Ekonomide Gelişmeler Sunu...
Türki̇ye ekonomi̇si̇ Devletçi Sanayileşme Döneminde Ekonomide Gelişmeler Sunu...
 
İGV 2015 öğrenci kopyası powerpoint
İGV 2015 öğrenci kopyası powerpointİGV 2015 öğrenci kopyası powerpoint
İGV 2015 öğrenci kopyası powerpoint
 
1980 Sonrasında Türkiye’de Düşünce Fabrikalarının Yapısal Değişimi: TEPAV Örneği
1980 Sonrasında Türkiye’de Düşünce Fabrikalarının Yapısal Değişimi: TEPAV Örneği1980 Sonrasında Türkiye’de Düşünce Fabrikalarının Yapısal Değişimi: TEPAV Örneği
1980 Sonrasında Türkiye’de Düşünce Fabrikalarının Yapısal Değişimi: TEPAV Örneği
 
Improving Legal and Technical Infrastructure of NGOs in Policy Making Process...
Improving Legal and Technical Infrastructure of NGOs in Policy Making Process...Improving Legal and Technical Infrastructure of NGOs in Policy Making Process...
Improving Legal and Technical Infrastructure of NGOs in Policy Making Process...
 
Globalleşmenin işletmeler üzerine etkisi
Globalleşmenin işletmeler üzerine etkisiGloballeşmenin işletmeler üzerine etkisi
Globalleşmenin işletmeler üzerine etkisi
 
küreselleşme
küreselleşmeküreselleşme
küreselleşme
 
Sermayenin Bölgesel Kalkınma Eğilim(ler)i: Kalkınma Ajansları Yasası Üzerine ...
Sermayenin Bölgesel Kalkınma Eğilim(ler)i: Kalkınma Ajansları Yasası Üzerine ...Sermayenin Bölgesel Kalkınma Eğilim(ler)i: Kalkınma Ajansları Yasası Üzerine ...
Sermayenin Bölgesel Kalkınma Eğilim(ler)i: Kalkınma Ajansları Yasası Üzerine ...
 
Küresel Süreç, Yerel Anlamlar: Yapısal Reformlara Arjantin Yerel Destekçileri...
Küresel Süreç, Yerel Anlamlar: Yapısal Reformlara Arjantin Yerel Destekçileri...Küresel Süreç, Yerel Anlamlar: Yapısal Reformlara Arjantin Yerel Destekçileri...
Küresel Süreç, Yerel Anlamlar: Yapısal Reformlara Arjantin Yerel Destekçileri...
 
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting PrinciplesVahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles
 
İkt ve mali düş tar 2014 öğr kopy 2
İkt ve mali düş tar 2014 öğr kopy 2İkt ve mali düş tar 2014 öğr kopy 2
İkt ve mali düş tar 2014 öğr kopy 2
 
Siyasal İletişim 2.0
Siyasal İletişim 2.0Siyasal İletişim 2.0
Siyasal İletişim 2.0
 
O uckan ag-kapital-post-kapital - 060510
O uckan   ag-kapital-post-kapital - 060510O uckan   ag-kapital-post-kapital - 060510
O uckan ag-kapital-post-kapital - 060510
 
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş,Doktora yeterlilik
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş,Doktora yeterlilikVahdi Boydaş, Mensur Boydaş,Doktora yeterlilik
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş,Doktora yeterlilik
 
Birikim Sürecinde TOBB’un Tarihsel Gelişim Uğrakları
Birikim Sürecinde TOBB’un Tarihsel Gelişim UğraklarıBirikim Sürecinde TOBB’un Tarihsel Gelişim Uğrakları
Birikim Sürecinde TOBB’un Tarihsel Gelişim Uğrakları
 
üRetim Planlamasi
üRetim PlanlamasiüRetim Planlamasi
üRetim Planlamasi
 
üRetim Planlamasi
üRetim PlanlamasiüRetim Planlamasi
üRetim Planlamasi
 
entegrasyon
entegrasyonentegrasyon
entegrasyon
 
4) ULKU (2018) - Kamu Maliyesine İlişkin Yaklaşımlar
4) ULKU (2018) - Kamu Maliyesine İlişkin Yaklaşımlar4) ULKU (2018) - Kamu Maliyesine İlişkin Yaklaşımlar
4) ULKU (2018) - Kamu Maliyesine İlişkin Yaklaşımlar
 

Plus de Yiğit Kalafatoğlu

Plus de Yiğit Kalafatoğlu (12)

Rethinking Media and Cultural Studies: A Journey through Paradigms and Turns
Rethinking Media and Cultural Studies:  A Journey through Paradigms and TurnsRethinking Media and Cultural Studies:  A Journey through Paradigms and Turns
Rethinking Media and Cultural Studies: A Journey through Paradigms and Turns
 
There is a self within me, deeper than myself.
There is a self within me,  deeper than myself.There is a self within me,  deeper than myself.
There is a self within me, deeper than myself.
 
BEYOND EXTRAORDINARY: THEORIZING ARTIFICIAL INTELLIGENCE AND THE SELF IN DAIL...
BEYOND EXTRAORDINARY: THEORIZING ARTIFICIAL INTELLIGENCE AND THE SELF IN DAIL...BEYOND EXTRAORDINARY: THEORIZING ARTIFICIAL INTELLIGENCE AND THE SELF IN DAIL...
BEYOND EXTRAORDINARY: THEORIZING ARTIFICIAL INTELLIGENCE AND THE SELF IN DAIL...
 
Digital Transformation in Retail: A Comprehensive RoadMap (Pre-Covid, 2019)
Digital Transformation in Retail: A Comprehensive RoadMap (Pre-Covid, 2019)Digital Transformation in Retail: A Comprehensive RoadMap (Pre-Covid, 2019)
Digital Transformation in Retail: A Comprehensive RoadMap (Pre-Covid, 2019)
 
Reklamin Ekonomiye Katkısı - 2021
Reklamin Ekonomiye Katkısı - 2021Reklamin Ekonomiye Katkısı - 2021
Reklamin Ekonomiye Katkısı - 2021
 
Yeni Medya, Nesnelerin İnterneti ve Pazarlamanın Geleceği
Yeni Medya, Nesnelerin İnterneti ve Pazarlamanın GeleceğiYeni Medya, Nesnelerin İnterneti ve Pazarlamanın Geleceği
Yeni Medya, Nesnelerin İnterneti ve Pazarlamanın Geleceği
 
Yeni Medya Çalışmaları 3
Yeni Medya Çalışmaları 3 Yeni Medya Çalışmaları 3
Yeni Medya Çalışmaları 3
 
The prospective paradigm of Marketing Studies: Internet of Things
The prospective paradigm of Marketing Studies: Internet of ThingsThe prospective paradigm of Marketing Studies: Internet of Things
The prospective paradigm of Marketing Studies: Internet of Things
 
Buyer School of Thought "1950 - 1980" Briefly.
Buyer School of Thought "1950 - 1980" Briefly. Buyer School of Thought "1950 - 1980" Briefly.
Buyer School of Thought "1950 - 1980" Briefly.
 
Syllabus Spring 2013
Syllabus Spring 2013Syllabus Spring 2013
Syllabus Spring 2013
 
Internette geçmişinizden kurtulabilir misiniz?
Internette geçmişinizden kurtulabilir misiniz? Internette geçmişinizden kurtulabilir misiniz?
Internette geçmişinizden kurtulabilir misiniz?
 
Sosyal Medya ve E-Pazarlama ile İlişkisi
Sosyal Medya ve E-Pazarlama ile İlişkisiSosyal Medya ve E-Pazarlama ile İlişkisi
Sosyal Medya ve E-Pazarlama ile İlişkisi
 

Haber ve Söylem Üzerine Ekonomi Politik Bir Çalışma.

  • 1. HABER SÖYLEMİ ÜZERİNE EKONOMİ POLİTİK BİR ÇALIŞMA: “TÜRK HAVA YOLLARI GREVİ ÜZERİNDEN BİR ANALİZ” Yiğit Kalafatoğlu Yeditepe University 2012
  • 2. ÖZET Dünyada 1980 sonrası benimsenen neo-liberal politikalar Türkiye’de de etkili olmuş ve bu eksende yaşanan köklü değişiklikler, medyanın sahiplik yapısını da temelinden değiştirmiştir. Türkiye’de farklı ailelerin kurup yönettiği basın organları, farklı sektörlerde faaliyet gösteren kişi ve kurumlar tarafından satın alınarak el değiştirmiş ve bu sayede sermaye medya üzerinde söz sahibi olmuştur. Tarihsel süreçte gelişen bu yeni sahiplik yapısı, bilginin üretim ve dağıtım süreçlerinde yeni bir hakimiyet alanı oluşturmuş, medya holdingleşme sürecine girerek kamu hizmeti yayıncılığından uzaklaşmıştır. Sermaye- medya-iktidar ekseninde oluşan çıkar ilişkileri, 1980 sonrasında haber üretim sürecini belirleyen ana unsur haline gelerek, sermayenin gerçeğin yeniden inşasında söz sahibi olmasını sağlamıştır. Sürecin doğal bir sonucu olarak ana akım medyanın misyonu da sermaye ve iktidar arasında gelişen güç odaklı ilişkileri meşru zemine taşımak olmuştur. Eleştirel ekonomi politiğini merkezine alan bu çalışma, Türkiye’de ulusal basının sahiplik ve kontrol yapısının haber içeriklerinin oluşturulması ve söylemlerin belirlenmesi üzerindeki etkisi ortaya koymak için kaleme alınmıştır. Araştırma kapsamında Milliyet ve Birgün gazeteleri ele alınarak öncelikle gazetelerin sahiplik yapıları incelenmiş, akabinde 30 Mayıs 2012 tarihinde başlayan ve takip eden günlerde devam eden “Türk Hava Yolları Grevi” ile ilgili haberler taranarak söylem analizi yapılmıştır. Yapılan analiz sonucunda; medya kurumlarının sahiplik yapısının söylemin kurulmasında, haber içeriği oluşturulmasında ve bilgi üretiminde doğrudan etkili olduğu ortaya çıkmıştır.   2  
  • 3. GİRİŞ Medyanın sahiplik yapısında yaşanan değişimleri ve bu değişimlerin haber üretimi ve söylemi üzerindeki etkisini anlayabilmek için tarihsel süreçte devlet-piyasa ilişkilerinde yaşanan değişimlere değinmek gerekir. 1970’li yılların sonu ve 1980’ler boyunca dünya genelinde sosyal devlete karşı olan tutum değişmeye başlamış ve piyasa ekonomisi kavramı ön plana çıkmıştır. Piyasa ekonomisi ile birlikte sermayenin gelişmesi, ve özelleştirmelerin teşvik edilmesi sağlanarak ulus devlet anlayışından uzaklaşılmış, devlet yapıları uluslararasılaşmayı ve özelleştirmeleri destekleyecek şekilde yeniden oluşturulup liberal politikaların benimsenmesinin önü açılmıştır. Kapitalist sistemin son yirmi yılı yaygın bir şekilde neo-liberalizm olarak tanımlanır. Neo-liberalizm sıklıkla devlet müdahalesinin zıttı bir şekilde piyasa ile özel kesim çıkarlarının ideolojisi olarak ifade edilir. (Bulut, 2009, s77 alıntı Dumenil ve Levy, s26) Liberalizmin ekonomideki uzantısı, ünlü “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” formülüyle özetlenebilir. Liberallere gore, devletin ekonomiye karışması kötü birşeydi. Devletin karışması, doğal dengeleri, doğal olarak var olan düzenleyici süreçleri bozardı. (Kışlalı, 2010, s93) Paralel süreçte enformasyon teknolojilerinde yaşanan gelişmeler ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması küreselleşmenin önünü açmış, liberalizmin ekonomik, politik ve kültürel alanlarda meşrulaştırılmasına zemin hazırlamıştır. Küreselleşme, iletişim ve insani etkileşimin dünya ölçeğinde hızla yayılması ile birlikte, uluslar arasındaki coğrafi sınırların önemini yitirmeye başlaması sonucunda insani gündem ve ilgilerin dünyalaşması sürecidir. Bu süreci tahrik eden etkenlerin önemli bir kısmı yeni ortaya çıkmış olmakla beraber, küreselleşme sürecinin ortaya çıkmasında ve hızlanmasında teknoloji gelişmeler, bilgi ekonomisinin öne çıkması,   3  
  • 4. dünyada yaşanan neo-liberal politikanın yükselişi, çok uluslu sermayenin küresel bir pazarda yayılışı etkili olmuştur. (Uluç, 2008, s173) 80’li yıllar ile birlikte emek ve sermaye ilişkisinde yaşanan bu dönüşüm, Türkiye’de de 12 Eylül 1980 darbesi ile kurumsallaştırılmış ve sağ ideolojinin iktidarlaşarak liberal iktisat politikalarını benimsenmesi ile devam etmiştir. Devletin yavaş yavaş ekonomiden elini çekmesi, rekabetçi bir piyasa düzeni oluşması için destek sağlaması, özel sektöre imkan yaratılması ve tekelleşmenin önünün açılması bu dönemde hızlanmıştır. 1980’li yıllarda Türkiye’de yaşanan dönüşüm dünya ölçeğinde yaşanan dönüşümlerden ayrı değildir ve bunun bir parçasını oluşturmaktadır. Sermaye eğemenliğinin günlük yaşamın her alanında bir parçasını oluşturduğu bu süreç, daha önceki dönemlerde metalaşma haraketinin bir ölçüde dışında kalan birçok toplumsal varlığın da metalaştığı, kapitalist ilişkilerin en izole dokulara bile nüfus ettiği bir ortamın şekillenmesine yol açmıştır. (Öztürk, 2011, s131) Sadece uluslararası finans kurumlarının değil, TÜSİAD gibi büyük sermaye örgütlerinin de desteklediği 24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte korumacı ve içe dönük ekonomi stratejisi yerini serbest piyasa ekonomisine bıraktı. Fiyatlar, faiz oranları, ücretler piyasa tarafından belirlenmeye başladı. İhracat yönelimli ekonomi politikası, bozulan ödemeler dengesini yenidecen düzeltecek olan ekonomik büyüme hedefinin temel aracı olarak kurgulandı. Bu nedenle de küresel piyasalarla bütünleşmek için ulusal ticari engeller kaldırıldı. (Sönmez, 2011, s146) 1980 sonrası Türkiye’sinde ağırlıklı olarak tartışma gündemine sokulan iki kavram “sivil toplum” ve “liberalizm”dir. 1983-1989 yılları arasında başbakanlık görevinde bulunan Turgut Özal, bu kavramların savunucunularından biri olmuştur. Hükümetteki Anavatan Partisi’nin (ANAP) program ve politikaları da bu dönemde dikkatlerin devletten topluma kaymasında önemli bir rol oynamıştır. (Atabek ve Dağtaş, 1998, s131)   4  
  • 5. Küreselleşme kavramı genellikle, ulusüstü alanda yapılan kapitalizmin açıklanmasında temel bir öneme sahiptir. Ancak bu önem, sadece ürün ve hizmete dayalı ticaretle değil, sermaye akışı, para ve finansal kaynakların dolaşımı ile de bağlantılıdır. (McChesney, Wood ve Foster, 2003, s7) Küreselleşmeyi, kapitalizmin gelişmesinde bir aşama olarak gören Şaylan, “pazarın dünya ölçeğinde büyümesini, ulusal sınırlar dışına çıkmasını ve dünyanın tek bir pazar haline gelmesini” küreselleşme olarak tanımlar. (Bulut, 2009, s77) Şüphesiz, küreselleşme sürecinde özel sektörün önünün açılması, sermayenin gelişmesi adına engellerin kaldırılması, çok uluslu şirketlerin kuvvetlenmesine ile birlikte tekelleşmenin de önü açılmıştır. Güçlü kuruluşlar, ekonomik etkinliklerini güçlendirmek için yoğunlaşmaya ve holdingleşmeye çalışırlar. Yoğunlaşma herhangi bir verili sektördeki mülkiyetin belli basil birkaç şirketin tekelinde olması anlamına gelir. (Laugley, 2010, s80) Dünya genelinde de dev medya kuruluşlarının oluşması, bu entegrasyon sürecinin getirisi olan birleşmeler, satın almalar ve gruplaşmalar ile oluşmuştur. Bugün uluslararası alanda yayılan birçok medya kuruluşunun çoğu küreselleşme öncesi belirli alanlarda iş yapmaktaydılar. Örneğin Walt Disney karton film, Viacom kablo yayın, Time basın-yayın alanında, Paramount film alanında faaliyet gösteriyorlardı. Dünya genelinde yayıncılığın özelleşmesi, uydu, kablo, internet gibi yeni iletişim yöntemlerinin kullanılması, iletişim alanındaki endüstriler arasındaki farkı azaltmıştır. (Akbulut, 2005, s116 alıntı Kaypakoğlu, s.125)   5  
  • 6. Türkiye’de de farklı sektörlerde faaliyet gösteren bir çok kurum, bu dönemde medya sektörüne yönelerek satınalımlar gerçekleştirmiş; süreç içerisinde kitle iletişiminde tekel konumuna gelmiştir. İnşaat, Bankacılık, Sigorta, Enerji gibi farklı sektörlerde faaliyet gösteren bir çok sermaye grubu kitle iletişiminin hemen her alanına yatırım yapmıştır. Bugün Türkiye’de medyanın sahiplik yapısı incelendiğinde karşımıza çıkan yatay, dikey, çapraz ve ultra-çapraz tekelleşme modellerinin nedeni de budur. Türkiye’de medya sektöründeki yoğunlaşmanın ilk başlangıcı 1989 yılına dayandırılmaktadır. Polly Peck grubunun başkanı Asil Nadir, Türkiye’de “Güneş” Gazetesi’nin yanısıra, “Günaydın” , “Tan” , “Gelişim” gruplarını satın alarak tekelleşme yönünde ilk adımları atan kişi olmuştur. Daha sonra dünyaca ünlü medya gruplarının Türkiye’de görüşmeler yapmak üzere gelmeleri de yine aynı döneme rastlamaktadır (Atabek ve Dağtaş, 1998, s135) İktisadi açıdan bu tekelleşme süreci sermeyenin kazancını artırma çabası olarak nitelendirilse de; sürecin doğal bir sonucu olarak kitle iletişiminde yaşanan bu değişim sermayenin iktidar ve kamu üzerinde etkili hale gelmesini sağlamıştır. Bu bağlamda kitle iletişim araçlarını elinde bulunduran sermaye grupları, haber ve bilgi kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak kendilerine ayrıcalık sağlamaya başlamışlardır. Bir diğer önemli unsur ise tekelci kapitalist sistemin tüketimi garanti altına alma ve yeni pazar yaratma ihtiyacı karşısında, medyanın doğrudan bir aracı olarak kullanılmasıdır. Günümüzde medya, kamu hizmetinden ziyade kamuoyu yaratma ve neo-liberal ideolojinin yaygınlaştırılması misyonunu üstlenmektedir.   6  
  • 7. KURAMSAL ÇERÇEVE Bilgi ve bilgi üretim süreçleri üzerindeki denetimin tarihinin de mülkiyetin paylaşım tarihi kadar eski olduğu söylenebilir. Toplumda gücü elinde bulunduran kesimler insanlık tarihinin her döneminde bilgi üretim ve dağıtım aşanlarını kendi etki ve yetki alanları içerisinde tutumaya önem vermişlerdir. (Güngör, 2011, s117) 21.yüzyılda medya; egemen ideoloji için çok önemli bir unsur haline gelerek kapitalist sistemin mihenk taşlarından birisi olmuştur. İletişim teknolojilerinde yaşanan köklü değişimler, kitle iletişim sistemlerinin kullanılış biçimlerini temelinden oynatarak, kapitalizm için uluslararası düzeyde etkili bir araç haline getirmiştir. Bu bağlamda kitle iletişimini anlamak için tek bir bakış açısı ile konuya yaklaşmak yetersizdir. Zira, kitle iletişim kuramları irdelendiğinde medyanın içinde bulunduğu durumu olumlayan yaklaşımlar ile karşılaşılabileceği gibi, mevcut sistemi eleştiren yaklaşımlarla da karşılaşılmaktadır. Bu yaklaşımları ana-akım kuramlar ve eleştirel kuramlar olarak iki başlık altında toplamak mümkündür. Sosyal bilimler içerisinde iletişimin bir inceleme alanı olarak ele alınması 1920’lere denk gelir. Bu dönemde temel olarak kitle iletişim araçlarının etkileri üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Öyle ki, ana akım açısından kitle iletişim araçlarının her biri sihirli birer deynek gibi yorumlanmıştır. Tarihsel süreç irdelendiğinde, kitle iletişim araçlarının etkileri üzerine yapılan bütün alan ve labaratuar incelemelerine Amerikan ideolojisinin etkisi görülmektedir. Amerikalılar tarafından davranışçı okulun ve işlevselci yaklaşımın etkisinde tasarımlanan ve gerçekleştirilen araştırmalardan çıkan sonuçlar, iletişim alanının kuramsal temellerini oluşturur. Araştırma sonuçlarının geniş kesimlere duyurulması, kamuoyuyla paylaşılması, raporlaştırılarak ya da kitaplaştırılarak dağıtılması, Amerikan pragmatizminin ve amprisizminin iletişim alanında da egemen paradigma olarak ağırlığını koyması sürecini doğurur. (Güngör, 2011, s74)   7  
  • 8. Bu nedenle; ana-akım kuramlar irdelendiğinde liberal yaklaşımların kitle iletişim üzerindeki yansımaları görülmektedir. Ana-akım kuramlar kitle iletişim araçlarını kamu yararına faaliyet gösteren; toplumun fikir veya söz sahibi olmadığı konular ve alanlar üzerinde onlara bilgi götüren, bu sayede toplumu aydınlatan, bireyleri özgürleştiren ve demokrasinin işlevselliğini kuvvetlendiren bir unsur olarak konumlar. Elbette bu konumlama; ana- akım kuramların kamu üzerindeki ideolojik ve kültürel etkisini göz ardı etmekedir. Liberal-Pluralist yaklaşımda, kitle iletişim araçları göklere çıkarılır. Teknoloji büyük kurtarıcı olarak sunulur. Teknolojinin sayısız yararları ve insanlığa hizmetini öne süren sayısız kitaplar yazılır. Özellikle McLuhan ve Toffler, kitle iletişim araçlarına ve hatta daha genel olarak “teknoloji”ye atfettikleri büyük önemi yazdıkları eserlerde işlemişlerdir. Ancak teknolojinin herkese değil, belli sınıflara ait olduğu, belli çıkarların sağlanmasına yardımcı olduğu, kimin için ve ne için kurtarıcı olduğu üzerinde ise pek az durulmuştur. (Atabek ve Dağtaş, 1998, s310) Elbette; tarihsel süreç içerisinde ana-akım kuram sunularının aslen birer ilüzyondan ibaret olduğunu; bireyin kendi doğrularını oluşturabilmesi için yapıldığı varsayılan yayıncılığın aslen egemen ideolojinin ekonomik, siyasal ve kültürel alandaki etkisini arttırma amacı taşıdığını savunan eleştirel görüşler de ön plana çıkmıştır. Liberal-pluralizme aykırı olarak konumlanan bu Marksist görüşleri “Kültürel Çalışmalar” ve “Ekonomi Politik Yaklaşımlar” olarak iki başlık altında değerlendirmek gerekir. Marksist bir toplum eleştirisi içinden geliştirilen bu iki yaklaşım da, liberal çoğulcu perspektiften yapılan ve geleneksel yaklaşımlar olarak adlandırılan medya çalışmalarından radikal bir kopuşu ifade etmek üzere, medya çalışmalarında eleştirel yaklaşımlar olarak sınıflandırılırlar. (Çelenk, 2008, s13 alıntı İnal, s59-73)   8  
  • 9. Marksist yaklaşım, medya örgütlerini “özerk” kurumlar olarak görmez. Bu kuramda kile iletişim araçları, egemen ideolojiye, hakim sınıfa, devletle içiçe ve onların değerlerini, ideolojisini yeniden üreten kurumlar olarak görülür. (Atabek ve Dağtaş, 1998, s321) Her ne kadar Marksist bir toplum eleştirisi içerisinden doğan bakış açıları olsa da, bu iki yaklaşım arasında zaman içerisinde temel farklılıklar baş göstermiştir. Çalışmanın amacına yönelik olarak bu çatışmaya göz atmakta fayda vardır: Ekonomi politik; kültürün yöneten ve yönetilen ilişkisi içinde üretildiğini savunurken, kültürel çalışmacılar kültürün ekonomik alt yapı tarafından biçimlendirilen bir üst yapı sonucu olduğu kabul etmezler. Aksine, kültürün toplumu özgürleştirdiğini ve bireylerin önceliklerini yansıttığını öne sürerler. Geçmişte, Kültürel Çalışmalar ve Marksizm’in mükemmel bir teorik uyumu temsil ettiği bir an hiçbir zaman olmamıştır. Başlangıçtan itibaren (bir an için bu tarz bir konuşmayı kullanacağım) hemen her zaman zaten teorik ve pratik anlamda müthiş yetersizlikler, yankılanan susukunluklar, Marksizm’in büyük ihmalleri gibi sorunlar vardı. – Marx’ın hiç söz etmediği ya da anlamış görünmediği kültür, ideoloji, dil ve simgesel olan gibi bazı meseleler bizim çalışmamızın ayrıcalıklı konularıydı. (Çelenk, 2008, s85 alıntı Hall, s277-294) Ekonomi politik yaklaşım, kapitalist üretim yapısı içinde kültürel üretim ve tüketimin nasıl giderek meta üretim süreçlerine benzediğini ve kültürel pratiklerin onlara eşlik eden üretim süreçleri ve ilişkieri analiz edilmeksizin anlaşılamayacaklarını açıklamaya çalışır. Bu bakış açısı, tartışmanın kültürel çalışmalar tarafında “indirgemecilik” ve “ekonomizm” eleştirileriyle karşılanmaktadır. (Çelenk, 2008, s14)   9  
  • 10. Kültürel çalışmalar ideoloji, dil ve edebiyat çalışmalarının yakınlaşmasından hatta iç içe geçmesinden doğan bir araştırma geleneğidir. Kültürel çalışmalar geleneğinin biçimlendirilmesinde yapılsacılığın ve post yapısalcılığın önemli bir etkisi var. Bu nedenle de sembol ve simge kavramları kültürel çalışmaların da temel kavramlarıdır. Yine bu nedenle kültürel çalışmaların yöntembilimsel geleneğinin temelinde dilbilimsel çözümlemeler vardır. Bunun üzerine gelişen söylem, alımlama ve Hall’ın okuma biçimleri çözümlemeleri yapısalcı ve post yapısalcı anlayışlar içerisinde geliştirilmiş yöntembilimsel yönelimler olup kültürel çalışmaların yöntembilimsel iskeletini oluşturur. (Güngör, 2011, s247) Öte yandan kültürel çalışmalar “hakikileştirici” bir konum olarak tecrübeyi vurgular. Yapısalcı konumla uyuşmayan bir biçimde, yaratıcı özne üzerinde hümanist bir vurgusu vardır. Yapısalcılık medya söylemlerinin özerkliği ve eklemlenmesi üzerine yoğunlaşırken, kültürelci çalışmalar medya ve diğer pratikleri karmaşık bir ifadecei bütün olarak alıgılanan toplum içine yerleştirir. (Atabek ve Dağtaş, 1998, s336 alıntı Curran, s249) Kültürel çalışmaların doğduğu Birmingham Üniversitesi’nde yöneticilik de yapmış olan ve kültürel çalışmalar geleneğinin en önemli figürlerinden biri olan Stuart Hall’e göre birey, sahip olduğu ideoloji, dil ve düşünce imgelerine ve temsil sistemlerine göre medyanın sunduğu içeriği algılar. Medya ise, toplumdaki tahakküm ilişkilerini sürekli olarak inşa eden, sunan ve iktidarı meşrulaştıran bir araç olmasına rağmen bu özelliği ile öne çıkmaz. Yapısalcılar için dünyanın ne olduğunun değil, insanların dünyayı nasıl anladıklarının daha önemli olduğu düşünüldüğünde, Hall’un bu görüşü benimsemesi olağandır. Şüphesiz Hall’un bu görüşünde Althusser’in ısrarla üzerinde durduğu “ideolokik devlet aygılatları”nın büyük bir etkisi vardır. Althusser’e göre tıpkı aile, okul, kilise gibi medya da ideolojik devlet aygıtlarından biridir. Antonio Gramsci ise, kitle iletişimini seçkinlerin kendi felsefe, kültür ve etik değerlerini yaymak kullandıkları araçlar olarak tanımlarken, “Hegemonya” kavramı üzerinde durur.   10  
  • 11. Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramı ve Althusser’in ekonomizm (indirgemecilik) eleştirisi ve “ideoloji” üzerinde tezleri, öte yandan E. P. Thompson ve Raymond Williams gibi sosyal tarihçilerin kültüre verdikleri önem ve işçi sınıfı etnografileri geleneği ile birleşerek medya alanında yepyeni bir ideolojik çözümleme paradigması oluşmasına yol açtı. (Atabek ve Dağtaş, 1998, s329) Kültürel çalışmalar, medya iletileri üzerine odaklanması bakımından yapısal yaklaşıma benzer. Ancak yapısalcı yaklaşımın bu tür iletileri atfettiği özerkliğin aksine kültürel yaklaşım, medya içeriğinin ve etkisinin medya iletilerinin üretildikleri ve alımlandıkları toplumsal çevre tarafından biçimlendirildiğini varsayar. Ayrıca kültürel yaklaşım, ekonomi politik yaklaşımın kültürel fenomenleri açıklamada başvurduğu altyapı-üstyapı ayrımını da reddeder. Bununla beraber kültürün, bu yapının açıklanamayacağı kadar karmaşık bir diyalektik olduğunu ileri sürer. Ekonomi Politik yaklaşım ile Kültürel Çalışmalar arasında en temel ayrım da tam olarak budur. Kültürel çalışmaların tarihsel süreç içerisinde egemen ideolojinin etkisi altında kalarak altyapı – üstyapı belirlemeciliğinden uzaklaşması; sınıf bilincini arka plana iterek yeni Sağ için zararsız olarak nitelendirilebilecek populist bir alanda salt içerik analizine yoğunlaşması, onu eleştirel bir yaklaşım olmaktan uzaklaştırmıştır.   11  
  • 12. EKONOMİ POLİTİK VE HABER Demokratik olsun olmasın, bir rejimde etkili olmak isteyen siyasal güçler açısından, kitle iletişim araçları her zaman büyük önem taşır. (Kışlalı, 2010, s21) İletişimin yada medyanın ekonomi politiği, kitle iletişim kurumlarının mülkiyet ve sahiplik yapısı, bundan beslenerek gelişen medya-iktidar ilişkileri, bu ilişkilerin medya metinlerinin içeriğine nasıl yansıdığı üzerine yoğunlaşmaktadır. (Güngör, 2011, s119) Sermaye sahipleri, doğrudan kendileri gazete çıkarabilir, ya da özel ilanlar yoluyla gazeteleri etkilemeye çalışabilirler. Kendileri gazete çıkardıklarında, bu siyasal amaçlı olabileceği gibi, ticari amaçlı da olabilir. Bazı örnekleri Türkiye’de de görüldüğü gibi, yüksek tirajlı gazeteleri satın alarak, onları kamu yönetimi üzerinde bir baskı aracı gibi kullanıp, kendi ekonomik girişimlerini daha rahatlıkla yürütmeyi de deneyebilirler. (Kışlalı, 2010, s23) Bu bağlamda eleştirel ekonomi politik bakış açısıyla haberin tarafsız olması düşünülemez. Çünkü haberi yapan muhabir veya yayınlayan editör her zaman işvereninin çıkarları doğrultusunda içeriği belirlemektedir. Ayrıca haberin gerçeği yansıtması teknik olarak da mümkün değildir. Çünkü “gerçek” kavramının kendisi de bir başka boyutta; tarafsızlığın önünde duran en büyük engeldir. Gerçek tek başına özneldir ve bu öznellikten arınarak herhangi bir olayı haber yapabilmek mümkün değildir. Haberde gerçek, hiçbir art niyet olmasa dahi, muhabirin sahip olduğu anlam dünyası içerisinde şekillenmektedir. Yani “gerçek” aslen var olmayan ancak temsil edilebilen bir olgudur. Temsili; “gerçekliğin bazı öğelerinin, yakalanabilen, kavranabilen bazı öğelerinin bir araya getirildiği bir paratik” olarak düşünmek haber olgusuna ve haber oluşturma sürecine bakışımızı da kökten etkileyecektir.   12  
  • 13. Muhabir, gazeteci olaya/olguya ilişkin yakalayabildiği bilgilerle haber adlı başka bir metin oluşturmaktadır. (Dursun, 2001, s65) Egemen ideolojinin haber üretim metodolojisinde haberciliğin 5N+1K formülü, gerçeğin temsili için yeterli bir kriter olarak görülebilir. Çünkü herhangi bir eylemin sadece 5N + 1K soruları ile açıklanması, onu tarihsel bağlamından uzaklaştırmakta; bütünü algılamaktan uzaklaştırmaktadır. O halde içinde yaşadığımız nesnel koşullarda, haber kavramı kapitalist ilişkiler içinde tanımlanmakta ve biçimlenmektedir.(Özcan, 1983, s56)   13  
  • 14. AMAÇ VE YÖNTEM Bu çalışmada, Türk Hava Yolları işçilerinin var olan grev haklarının AKP hükümeti tarafıdan meclise verilen bir yasa teklifi ile ortadan kaldırılmasına karşı Hava-İş sendikası önderliğinde grevle tepki göstermesi üzerinden ekonomi politik bir yaklaşım benimsenerek; Türkiye’deki farklı medya kurumlarının sahiplik yapılarının ortaya konması ile sermaye- iktidar-güç ilişkilerinin haber üretimi ve haber içeriği üzerindeki etkisi incelenmektedir. Çalışmada yöntem olarak eleştirel söylem analizi kullanılarak; 29 Mayıs 2011 – 5 Haziran 2011 tarihleri arasında “Milliyet” ve “Birgün” gazetelerinde yayınlanan haberler örneklem içerisinde incelenmiştir. Belirtilen tarihler arasında Milliyet Gazetesi’nde ulaşılan 22 haberden 5’i, Birgün Gazetesi’nde de ulaşılan 18 haberden 5’i örneklem içerisine dahil edilmiştir. Haberlerin elde edilmesinde bahsi geçen gazetelerin internet sitelerinden faydalanılmış olup, köşe yazıları inceleme dışı bırakılmıştır. Bu noktada, çalışmanın amacına yönelik olarak, Türk Hava Yolları’nın (THY) sahiplik yapısına ve 21. yüzyılda Türkiye’de sendikacılığın içinde bulunduğu koşullara değinmekte fayda vardır.   14  
  • 15. THY’NİN SAHİPLİK YAPISI ve SENDİKACILIK 20. yüzyılın son çeyreği içinde sendikaçılık çoğu ülkede zayıflamıştır. Gelişmiş ülkelerde bunun en önemli nedeni, kömür madenciliği, demir, çelik, gemi yapımı gibi yüksek sendikal örgütlenme düzeyine sahip olan birçok endüstrinin düşüşe geçmesidir. Bu zayıflamaya neden olan diğer öğeler 1980’li yıllar ile birlikte neoliberal politikalar vasıtasıyla sermayenin işgücü üzerindeki tahakkümünün artması ve yasal değişikliklerle işgücü piyasalarının düzensizleştirilmesidir. (Nichois ve Suğur, 2005, s185) Türkiye’de de 12 Eylül darbesinden bu yana, hak ve özgürlükleri sınırlandırma, hatta baskılama süreci neoliberal politikaların ağırlığını hissettirdiği 2000’lerde daha da yoğunlaşmıştır. 2011 seçimleri sonrasında hak arayan tüm toplum kesimleri gibi örgütlü ve görece güvenceli emekçiler üzerindeki baskılar da yoğunlaşmıştır. Bu bağlamda öncelikle 12 Eylül darbe döneminin ürünü olan sendika yasalarında çok daha geri ve baskıcı bir yasa Toplu İş İlişkileri Kanun Taslağı adı altında gündeme getirilmiştir. Öte yandan birçok sendika ve konfederasyonda yönetimler AKP iktidarının yandaşı haline gelmiş ve yandaş yönetimlere sahip sendikaların birçok iş ve hizmet kolunda yetkili duruma gelmesi için açık müdahalelerde bulunularak sendikal mücadele engellenmeye çalışılmıştır. Sendikal mücadeleyi engellemeye yönelik baskıların geldiği son aşama havacılık iş kolunda grev hakkının yasaklanmasıdır. (Evrensel, 2012) Havacılık hizmetlerinde grev yasağı getirilmesi ile ilgili kanun teklifi, 11 Mayıs 2012 tarihinde AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk tarafından TBMM'ye vermiştir. (Sendika.org, 2012)’a göre Grev yasağı ile ilgili gerekçeleri şunlardır:   15  
  • 16. “Ayrıca, havacılık sektörü, çok uzun süreli ve oldukça üst düzey eğitimlerden geçmiş bir personel istihdamım gerektirmesi sebebiyle bu alanda kısa süre içerisinde istenilen nitelikte yeni bir personel bulunamayacak olması, sendikaların karşılanması zor taleplerine zemin hazırlamakta ve toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin bir anlaşmayla sonuçlanmasını zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla, çalışanların haklarını aramasında grevler çok etkili bir yol olmasına rağmen; toplumun kendi refahını sürdürebilme ve zaruri ihtiyaçlarım giderebilme hakkı ile grevlerin milli ekonomi, şirketler ve vatandaşlar üzerindeki olumsuz etkileri göz önüne alındığında, havacılık sektöründe yer alan faaliyetlerin grev ve lokavt yapılamayacak işler kapsamına alınması önem arz etmektedir. Ayrıca, yük ve yolcu taşımacılığı yapan havayolu şirketlerinin, yer hizmetlerini yürüten şirketler ile teknik bakım ve onarım hizmetlerini yürüten şirketler olmaksızın faaliyetlerini sürdürebilmeleri de mümkün değildir. Bu nedenle, yer hizmetlerini yürüten şirketler ile teknik bakım ve onarım hizmetlerini yürüten şirketlerden bağımsız olarak havacılık hizmeti verilemeyeceğinden, Kanun Teklifinde de faaliyetlerin bütünlüğü esas alınmış ve bunların tamamını kapsayacak şekilde düzenleme yapılması benimsenmiştir.” Öte yandan, 2007 yılında alınan grev kararı üzerine THY yönetiminin sendika ile uzlaşmak zorunda kalması da, bugün hava taşımacılığı işkoluna getirilen grev yasağının THY açısından taşıdığı önemi ortaya koymaktadır. THY’nin kurumsal internet sitesinde (THY, 2012) vizyonunu şu şekilde açıklamaktadır: “Sivil Hava Taşımacılığı (SHT) sektöründe Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Bayrak Taşıyıcısı kimliğiyle; uçuş emniyeti, güvenilirliği, ürün yelpazesi, hizmet kalitesi ve rekabetçi konumu ile tercih edilen, Avrupa’nın önde gelen ve küresel ölçekte faal bir havayolu olmak.” Bu bağlamda 33 bin kişinin çalıştığı havacılık iş kolunda 17 bin çalışana sahip olan THY’nin, hava taşımacılığı işkoluna grev yasağı getirilmesi ile   16  
  • 17. büyük oranda bir çıkar sağlayacağını ve vizyon olarak ortaya koyduğu “rekabetçi konumu ile tercih edilen, Avrupa’nın önde gelen ve küresel ölçelte faal bir havayolu” olması adına sektöründe büyük fırsat yakalayacağını söyleyebiliriz. Üzerinde durulması gereken bir diğer unsur ise, iktidar partisinin neden havacılık işkolu ile ilgili kanun teklifi verdiğidir. Bunu açıklığa kavuşturmak için THY’nin sahiplik yapısına bakmak yeterlidir: Türk Hava Yolları A.O. (“Şirket” veya “THY”) 1933 yılında Türkiye’de kurulmuştur. Şirket’in ana faaliyet konusu yurt içi ve yurt dışında yolcu ve kargo hava taşımacılığı yapmaktır. 31 Aralık 2011, 2010 ve 2009 tarihleri itibariyle Şirket’in hissedarları ve hisse dağılımı aşağıdaki gibidir: (THY, 2012) 31 Aralık 2011 tarihi itibariyle Türk Hava Yolları A.O. ile Bağlı Ortaklığında (hep birlikte “Grup”) çalışan toplam personel sayısı 17.876’dır (31 Aralık 2010: 17.119). 31 Aralık 2011 ve 2010 tarihlerinde sona eren dönemler içinde çalışan ortalama personel sayısı sırasıyla 17.718 ve 16.027’dir. Aşağıdaki tabloda 31 Aralık 2011 tarihi itibariyle Bağlı Ortaklıklar, sahip olunan pay ve ortaklık oranları gösterilmiştir:   17  
  • 18. Aşağıdaki tabloda 31 Aralık 2011 tarihi itibariyle Müşterek Yönetime Tabi Ortaklıklar ve ortaklık oranları gösterilmiştir: Halen bir kamu şirketi gibi görünse de, hisselerinin yüzde 51’i yatırımcıların elinde olan THY borsaya açılmış bir şirket konumunda. Fakat çoğunluk hisselerini elinde bulunduran yatırımcıların, yönetimde söz sahibi olduğunu söylemek çokzor. Ana sözleşme gereği, 7 kişilik yönetim kurulunda yatırımcıları 2 kişi temsil ediyor. Bu yatırımcılar da çoğu zaman devlet tarafından belirleniyor. Ayrıca, yönetim kurulunda herhangi bir karar alınabilmesi için en az 4 oy şart koşuluyor. Bu da, şirkete dair önemli kararların özel bir şirket konumunda olmasına rağmen halen kamu tarafından alındığını ortaya koyuyor. Bu bağlamda, devletin THY yönetimi üzerindeki etkisi ve üstlendiği aktif rol göz önünde bulundurulduğunda, AKP Hükümeti’nin havacılık işkoluna grev yasağı getirmesinin neo-liberal politikaların bir uzantısı olduğunu görülmektedir. Çünkü grev hakkı; kapitalist üretim sistemi içerisinde işçilerin sermaye karşısında haklarını savunabilmesi ve yeni haklar talep etmesi adına çok önemli bir araçtır ve grev hakkı olmadan, işveren istediği koşulları tek yanlı olarak belirleyebilir hale gelmektedir.   18  
  • 19. GAZETE HABER VE YORUMLARINDA “THY GREVİNİN” TEMSİLİ Havacılık iş koluna grev yasağı getirilmesi ile ilgili olarak AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk tarafından TBMM'ye verilen kanun tasarısının görüşülmeye başlaması ve kabul edilmesi ile birlikte, 30 Mayıs 2012 tarihinde THY yolları işçileri tarafından başlatılan iş bırakma eylemi ve sonrasında yaşananlar Türkiye’de işçi hakları konusunda kaydedilen olumsuzlukların en sonuncusu olarak tarihe geçmiştir. Bu tarih itibariyle havacılık hizmetlerine grev yasağı getirilmesini öngören yasa teklifini protesto eden kabin memurları, Atatürk Havalimanı'nda 20 saatlik iş bırakma eylemi yaparak tepkisini dile getirdi. Elbette bu eylem nedeniyle, THY'nin birçok iç ve dış hat uçuşu etkilendi. Yapılması gereken yaklaşık 200 uçuş iptal edildi, pek çok uçuş da uzun süreli rötara girdi. Ajanslara düşen ilk haberlerde, THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu’nun açıklamaları yer alıyordu. Açıklamaların ekseninde çalışanların yasa dışı eyleme katılarak şirkete ve yolculara zarar vermemeleri, THY olarak bu eyleme onay vermeyecekleri, THY’nin kurumsal ve ticari kimliğine zarar verecek davranışlarda bulunanların cezalandırılacağı yer alıyordu. Takip eden süreçte ise bir çok yayın organında eyleme destek veren 150 çalışanın telefonla aranarak işten çıkartıldığı bilgisi yer aldı. 31 Mayıs 2012 ve sonrasında THY çalışanlarının gerçekleştirdiği eyleme dair ana akım medyada yer alan haberlerin eleştirel bir çözümlemesi yapıldığında, haberlerde yer alan bilgilerin net olmadığı, hatta yanlışlık içerdiği, TBMM’den geçen kanunun henüz Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmamasına rağmen ilk gün gerçekleştirilen eylemlerin yasa-dışı olarak gösterilmesi göze çarpmıştır. Haberlerde işçilerin grev haklarına sahip olmalarının taşıdığı önem, grev yasağı ile hava-iş sendikasının toplu sözleşme ve görüşmeler esnasında düşeceği dezavantajlı durum göz ardı edilmiş, daha çok THY’nin maddi zararları ve müşterilerinin mağduriyetleri ön plana çıkartılarak eylemin amacı tarihsel bağlamından uzaklaştırılarak eksik bir şekilde verilmiştir.   19  
  • 20. MİLLİYET GAZETESİ VE SAHİPLİK YAPISI Milliyet Gazetesi, 3 Mayıs 1950 tarihinde Ali Naci Karacan tarafından kurulmuş ve yayın hayatına başlamıştır. 1979 yılında Aydın Doğan tarafından satın alınan Milliyet Gazetesi; bu tarihten sonra aile gazetesi konumundan uzaklaşarak bir holding gazetesi konumuna gelmiştir. 2011 yılında ise Doğan Holding tarafından Karacan ve Demirören gruplarının ortaklaşa oluşturdukları konsorsiyuma, Vatan Gazetesi ile birlikte 79 milyon dolar karşılığında satılan Milliyet Gazetesi’nin künyesinde satış henüz onaylanmadığı için herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir ve gazetenin sahibi Milliyet Gazetecilik ve Yayıncılık A.Ş adına İsmail Eralp olarak belirtilmektedir. Bu bağlamda, Milliyet Gazetesinin satışının çok yeni olması ve devir işlemlerinin henüz gerçekleşmemiş olması nedeniyle bugün temsil ettiği yapıyı anlayabilmek için Doğan Grubu’nu incelemekte fayda vardır: Medya sektöründeki etkinliği ile tanınan bir grup olasa da, Doğan Grubu, medya dışında bankacılık, tekstil, ticaret, sigortacılık, turizm ve otomobil sektörlerinde de faaliyet göstermektedir. 2000 yılında İş Bankası ile ortaklaşa aldığı Petrol Ofisi sayesinde de enerji sektörüne girmiştir. Kurulduğu yıllardan itibaren KOÇ grubu ile kurduğu yakın ilişki de Doğan’ın büyümesinde belirleyici bir faktördür. Milliyet’in efsanevi yönetmeni Abdi İpekçi’nin katlinin ardından medyadan çekilme kararı alan Karacan ailesi Milliyet’i satılığa çıkardığında, önce piyasada alıcı olarak Koç Grubu’ndan İnan Kıraç’ın adı geçmişti. Ancak, kamuoyunun verdiği ilk reaksiyonla, KOÇ ismi geri çekilmiş ve alıcı Aydın Doğan olarak duyulmuştu. Bu Milliyet’in koçlar adına Aydın Doğan’ca alınması şeklinde yorumlanmıştır. (Öztürk, 2011, s287) Milliyet’in alınması ile Doğan Grubu, ana faaliyeti olan medya yayıncılığına adım atmış oldu. Daha sonra turizm sektörüne de giren grup, 1980’lerde, gazete yayıncılığını merkeze alan, bununla ‘sinerji’ oluşturacak biçimde otomobil, konut, beyaz eşya satışı (Milpa) ve turizim-otelcilik işleri yapan (Milpa Turizm) bir gruba dönüştü. Sanayi temeli zayıf olan Doğan Grubu,   20  
  • 21. gazetecilik sayesinde ticari faaliyetleri için farklı bir eksen oluşturdu. Medya-ticaret-turizm ağırlıklı bu yapı 1990’ların başlarına kadar devam etti. (Öztürk, 2011, s287) Doğan grubu ayrıca dijital yayın platformu D-Smart, Kanal D, ve CNN İnternational’la ortaklığı bulunan CNN-Türk, gibi TV kanalları, Hürriyet, Radikal, Posta, Fanatik, Turkish Daily News gibi gazeteler, Hafta Sonu, Tempo, Ekonomist gibi dergiler, Radyo Foreks, Hür FM gibi radyolar ve Doğan Haber Ajansı’na sahip bir holding olarak medya sektöründe tekelleşmiş bir gruptur. 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri’nde AKP’nin %34,68 oy oranı ile bugün Türkiye Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ün başkanlığına 58. Hükümeti kurması ve sonrasında istifa ederek bu görevi 59. Hükümeti kuracak olan Recep Tayyip Erdoğan’a devretmesi ile başlayan süreçte Doğan Grubu zaman zaman iktidar partisi AKP ile çatışmalar yaşamıştır. Bu çatışmaların bir çoğu kendi yayın organlarında çokça yer bulmuş ve Doğan Grubu ile hükümet arasında şiddetli tartışmalar yaşanmıştır. Bu tartışmalardan bir tanesi; 21 Eylül 2008 tarihili (Milliyet Gazetesi, 2012)’nin Siyaset bölümünde “Newsweek” dergisinden yayınlanan bir değerlendirme yazısı referans verilerek şu şekilde yer almıştır: Newsweek’deki yorumda, AKP’nin varoşlarda yaptığı çalışmalara dikkat çekildiği yazıda, “askerlerin zayıfladığı, muhalefet partilerinin de parçalandığı" bir ortamda Erdoğan’ın, “patronun" kendisi olduğunu göstermek amacıyla “tek gerçek muhalefet olan eski müttefik Aydın Doğan, laik işadamları ve medyaya karşı harekete geçtiği" savına da yer verildi. AKP’nin Doğan’a yönelik tavrının, aynı zamanda Erdoğan’ın 2009 seçimleri öncesi kendisini “ahlaksız zenginlere" karşı “halkın savunucusu" olarak gösterme girişimini de oluşturduğu öne sürülen yorumda, şu görüşleri de dile getirildi: “Laik zenginleri taşlama yönündeki popülist strateji 2009 yılında AKP için çok büyük bir zaferin zemini hazırlayabilir. Ancak bu strateji, partinin daha önce yaptığı ittifaklara zararınadır. Sonuç verecek mi? Birçok halklar gibi Türkler de, milyarderlerden hiç hoşlanmıyor." Bundan sonra neler olabileceğinin de değerlendirildiği   21  
  • 22. yorumda, Başbakan Erdoğan’ın, Doğan’ı Deniz Feneri meselesini haberleştirmekten vazgeçmeye ve hükümeti eleştirmekten kaçınmaya ikna etmesinin olasılığının bulunduğu kaydedilerek, “Böylece Türk medyası serbest olmaya devam eder ancak artık bağımsız olmaz" denildi. Süregelen yıllar içerisinde Doğan Grubu ve AKP arasında çeşitli çatışmalar yaşanmış, zaman zaman ise bu iki güç odağı uzlaşma yoluna gitmiştir. Bir dönem Doğan Grubu’nun ödemek zorunda kaldığı vergi borçları ve AKP iktidarının yasal düzenlemeler ile Doğan Grubuna çıkar ağlaması; iktidarın Doğan grubu üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküm politikası olarak nitelendirilmiştir. 23 Nisan tarihli (Baran Dergisi, 2012)’nde Sezai Kırlangıç olayı şu şekilde yorumlamıştır: “Aydın Doğan ile Başbakan Erdoğan arasındaki kavganın dumanları tüterken ilginç bir gelişme yaşanıyor. İki AKP'li vekilin verdiği önergeyle Aydın Doğan'ın uykularını kaçıran vergi yükü 975 milyon YTL'den 275 milyon YTL'ye düşürüldü… Yani 975 trilyondan 275 trilyona… Meclis Plan Bütçe Komisyonu'nda görüşülüp Genel Kurula sevk edilen "Bazı Varlıkların Milli Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Kanun Tasarısı Aydın Doğan'a vergi affına dönüştü.” “Sonra aradan zaman geçti, Doğan Grubu'nun yine vergi kaçakçılığı yaptığı ortaya çıktı. Bu kez yaklaşık 5 milyar TL'lik bir vergi aslı, cezası ve faizi vardı. Hemen bunun "siyasi" olduğu söylendi. Olayın belki siyasi bir yönü vardı ama siyaset, olmayan bir kaçağı ortaya çıkarmamıştı. Sadece kaçakla ilgili raporun sümen altı edilmesine imkân sağlamamıştı. Zaten raporu yazan Maliyecilerin AKP ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. Doğan Grubu mahkemeye gitti. Ancak davaların büyük bölümünü kaybetti. 4.8 milyar liralık bir vergi aslı, cezası ve faizini ödeme durumuyla yüz yüze kaldı. Mahkemeye gittiği için uzlaşma şansı kalmamıştı ama bu kez de imdatlarına AKP’nin çıkardığı "yasal düzenleme" ya da "barış" yasası yetişti. Doğan'ın 4.8 milyar TL'lik borcu, yeni yasal düzenlemeyle bir anda 1.8 milyar TL'ye düştü. Doğan Grubu'nun iki yıl içinde uzlaşma veya yasal düzenleme yoluyla ödemekten kurtulduğu vergi borcu miktarı yaklaşık 4 milyar TL'yi buldu”   22  
  • 23. Bu bağlamda, AKP ve Doğan Grubu arasında yaşananların aslını anlayabilmek için neo-liberal devlet ile sermaye arasındaki ilişkiye bakmak gerekir. Bu ilişkide her iki tarafın da birbirini besleyen ana unsurlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda, geçmişte yaşananların bir geçiş süreci olduğu ve bugün statükonun sağlanarak barış ortamı yaratıldığını ve çıkar ilişkilerinin korunduğunu ortaya koymak gerekir. MİLLİYET GAZETESİ SÖYLEMİNDE “THY GREVİ” 30 Mayıs 2012 tarihli “Grev yasağına karşı eylem hava ulaşımını felç etti” başlıklı haberin spotunda, “Grev yasağı getirilmek istenmesine karşı havayolu çalışanları işi yavaşlatma eylemi yapınca yüzlerce uçak seferi iptal edildi. Eyleme katılanlar telefon mesajıyla işten çıkarıldı. İnternet korsanı Redhack THY’nin sitesini kullanılmaz hale getirdi” metni yer almaktadır. Haberin başlığından, havayolu çalılanlarının grev yasağına karşı gerçekleştirilen eylem nedeniyle bir çok insanın mağdur edildiği gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır. Grev hakkının işçi ve işveren ilişkisi açısından taşıdığı önem üzerinde durulmadığı gibi, işçilerin demokratik hakları üzerine de herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Haberin spotu, eyleme katılanların işten telefon mesajıyla işten çıkartıldığını ve THY’nin internet sitesinin kullanılamaz hale getirildiğini bildirirken; yine çalışanların iş akdinin SMS yoluyla kaldırılmasının ahlaki ve hukuki boyutu üzerinde durulmamaktadır. Aksine, bu durumun gerginliğe yol açtığı vurgulanarak olağan bir tepki haberleştirilmekte herhangi bir arkaplan bağlam bilgisi verilmemektedir. Ek olarak; Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım’ın sözlerine yer verilen haberde; “önlem almak için gerekli adımları atmaktan geri duymayız” gibi tehtid vari bir açıklamaya yer verilirken, eylemi gerçekleştiren işçilerin veya hava-iş sendikası yetkililerinin görüşlerine doğrudan yer verilmemekte ve bu bağlamda bir ideolojik üretim gerçekleştirilmektedir. Haberin son bölümünde yer alan; “Şehirlerarası otobüs işletmecileri bayram ve yaz tatili başlangıcını aratmayan bir yoğunlukla karşılaştılar” şeklindeki bilgi ise, ideolojik üretimi tamamlar nitelikte, hava taşımacılığının aksaması ile doğru orantılı   23  
  • 24. olarak artan karayolları taşımacılığının firma sahipleri için doğurduğu fırsata değinilerek, işçilerin grev haklarının ellerinden alınmasına dair gerçekliği tamamen hasır altı etmektedir. Aynı tarihli; “Grev yasağına meclis onayı” başlıklı haberde de bir önceki haberde olduğu gibi herhangi bir bağlam bilgisi verilmeden, hatta spotta yer alan ifadeyle haber daha da esnetilerek verilmiştir. Spotta yer alan ifade şu şekildedir: “TBMM Genel Kurulu'nda görüşülen bazı kanunlarda değişiklik yapan yasa teklifinin, havacılık hizmetlerinde grev ve lokavt yasağı getiren birinci maddesi kabul edildi.” Spotta, grev ve lokavt yasağı ile ilgili kanun değişikliklerinin dışında da değişiklikler olduğu bilgisi verilmiş, fakat bu değişikliklerin hangi kanunları etkilediğine dair bilgi verilmemiştir. Burada açık bir manipülasyon söz konusudur. Çünkü bu haber ile yalnızca grev ile ilgili kanun değişiklikleri yapılmadığı, başka kanun değişiklikleri üzerinde de çalışıldığı anlamı oluşturularak, grev ve lokavt hakkının kaldırılması olağn bir kanun düzenlemesi ile eş değer olarak sunulmuştur. Bu haberde de art aln ve bağlam bilgisine rastlanamadığı gibi, haberin devamında eyleme katılan kişilerin alkışlar eşliğinde işten çıkarmaları protesto ettikleri bilgisi verilerek haber sonlandırılmıştır. Ertesi gün (31 Mayıs) “THY’den Açıklama” başlıklı haberde ise spot şu şekildedir: “THY çalışanlarının iş yavaşlatma eylemi ile protesto ettiği, grev yasağı getiren düzenleme Meclis'ten geçti. Düzenlemeyi protesto eden çalışanlardan kaç kişinin işten çıkarıldığı netleşti.” Başlık oldukça açık bir şekilde haberin içeriğini aktarmaktadır. Spot ise tam aksine merak uyandırmak ve haberin içeriğine ilgi çekmek amaçlı net bir bilgi sunamamaktadır. Haberin kendisi ise büyük oranda THY’nin konuyla ilgili açıklamalarından oluşmaktadır. Haber incelendiğinde açıklamanın tamamına yer verilmediği, Hava-İş sendikasının görüşlerine ise çok kısa yer verildiği görülmektedir. Öne çıkarılan belli satır başlarının detaylarının sunulduğu göz önüne çıkmaktadır. Bu başlıklar ise şöylerdir: “100 binin üzerinde yolcu mağdur oldu” , “Eyleme katılanlara dava” , “Hava- İş:Eylemler Sürecek”   24  
  • 25. Haberde en önemli bilgi olarak; THY’nin eylem nedeniyle uğradığı maddi zarar olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte THY’nin açıklamaları dahilinde haber içeriğinde en geniş yer alan bölüm eyleme katılmayan çalışanlara THY tarafından teşekkür edilen bölümdür. Haberin içeriğinde, eyleme katılan çalışanların yasaları çiğnediğine dikkat çekilerek ve sendika görevlilerinin psikolojik taciz uygulayarak bazı çalışanları çalışmama yönünde etki altına aldıklarının altı çizilerek, eyleme katılan işçilerin marjinal bir topluluk olarak temsil edilmesi sağlanmaktadır. Haberin devamında; THY’nin “Eyleme katılanlara dava” açacağı bilgisi vererek işçilerin kanunsuz eylem yaptıkları anlamı pekiştirlimektedir. Haberin sonunda ise Hava-İş’in “Eylemler Devam Edecek” açıklamasına tek satır yer verilerek, tarafsızlık alıgısı yaratılmak istenmiştir. Haberde görsel olarak eyleme katılan kabin memurlarının gülümseyerek alkış tutan fotoğrafı yayınlanmıştır. Fotoğrafta yer alan memurların hepsinin kadın olması ve hepsinin gülümsüyor olması eylemin içeriği hakkında yanıltıcı bir izlenim oluşturmaktadır. 3 Haziran’da “Hava iş koluna grev yasağına Gül’den onay” başlıklı haberin spotunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün jet hızıyla kanunu onadığı bilgisi verilse de, içeriğinde grev ve lokavt kanunu dışında “Korsan Taksicilik”, “Askerlik” , “Uluslararası Para Fonu” ve “İran ile ortaklaşa kullanıclacak sınırlar” hakkında kanunun onaylandığı bilgisi yer almaktadır. Haber içeriği başlığından farklı olarak; kanunun neden bu kadar çabuk onaylandığı ile ilgili herhangi bir bilgi içermemekte, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bundan önce hangi kanunları kısa sürede onadığına değinmemekte ve doğrudan işçileri ilgilendiren “grev ve lokavt” kanununa yönelik düzenlemeyi, işçiler ile hiçbir doğrudan ilgisi olmayan diğer kanunların onaylanması ile eş değer tutmaktadır. Bu haberde de olayın arka planına dair hiçbir bilgi bulunmamaktadır. 5 Haziran tarihinde gazetenin Doğan Haber Ajansı’ndan geçtiği “Üzülerek aldığım bir karardı” başlıklı haberde çalışanların işten çıkarılması ile ilgili olarak açıklamada bulunan THY Teknik A.Ş. Genel Müdürü İsmail Demir’in açıklamalarına yer verilecek, Demir’in "artık geri dönüşü yok"   25  
  • 26. açıklamasına dikkat çekilmektedir. Haberin devamında Demir’in ağzından işten çıkarılan işçilerin açıklarının kapatılması için gece vardiyasında çalışan diğer işçilerin gündüz de çalıştırıldıkları aktarılırken, THY’nin hizmetlerinde herhangi bir aksama yaşanmadığının üzerinde durulmuş ve yeni işçilerin işe alındığı bilgisi paylaşılmıştır. Haberin içeriğinde, eylem yapan işçiler olmadan da THY’nin hizmetlerine devam edebileceği mesajı verilerek THY açısından kriz olarak nitelendirilebilecek bir süreçte kurum imajının kuvvetlendirilmesine katkı sağlanmıştır. Ayrıca; haberin söyleminde işçilerin işveren karşısındaki güçsüzlüğü pekiştirilmekte ve işçilerin işverenin ön gördüğünden daha fazlasını istemelerinin sonucunda cezalandırılması meşrulaştırılmaktadır. Haber, Demir’in işten çıkarılan işçilerin yaşadıkları mağduriyetin sebebinin yine işçilerin kendisi olduğu ve bu saatten sonra işe geri alınmaları adına yapılabilecek herhangi birşey olmadığını vurgulaması ile noktalanmaktadır. BİRGÜN GAZETESİ VE SAHİPLİK YAPISI 2004 yılında yayın hayatına başlayan Birgün Gazetesi, Türkiye’de ve dünyada benzerlerini görmeye alışık olduğumuz holding gazetelerinden farklı olarak, patronsuz bir sermaye yapısına dayanmaktadır. Bu anlamda örneklem olarak Milliyet Gazetesi ile tamamen farklılık göstermektedir. Yapısı itibariyle kamu yayıncılığı anlayışını benimseyen Birgün, çeşitli sendika, STK ve meslek odalarından toplanan birikimler ile kurulmuştur. BİRGÜN örgütlenme şeması, yönetim biçimi ve çalışanlarıyla ilişkisi bakımından da dünya ölçeğinde bir örnek oluşturma iddiasındadır. Örgütlenme felsefesinin temelinde hakim medyaya alternatif bir kanal ve bir vatandaşlar gazetesi olma anlayışı vardır. Sermaye yapısı itibariyle bir patrona dayanmayan, toplumun değişik kesimlerinden çalışanların birikimleriyle kurulmuş olan SES İletişim AŞ’nin çıkardığı bir gazetedir. (Birgün: 2012)   26  
  • 27. BİRGÜN GAZETESİ SÖYLEMİNDE “THY GREVİ” 29 Mayıs tarihli “THY’de emekçiler fiili grevde” başlıklı haberde ilk olarak THY işçilerinin neden eylem yaptığı ile ilgili bağlam bilgisi verilmiştir. Haberde yapılan eyleme katılan işçi sayısı açık ve net bir şekilde belirtilirken; THY’den yapılan açıklamalara ve iptal olan uçuşlara dair de ayrıntılı bilgi verilmektedir. Haberde Hava-İş’in yapılan eylemin yasa dışı olmadığına dair bildirdiği görüş aktarılırken; Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın THY’deki iş bırakma eylemi ile ilgili "Bizim için vatandaşın rahatlığı, hizmete erişmesi her şeyin önünde gelir" demecinin işçilere yönelik bir tehtid olduğunun altı çizilmiştir. Bu bağlamda AKP’nin yasakçı ve baskıcı yönetim politikasına atıf yapılmıştır. Hava-İş sendikasının açıklamaları ve grev alanında yapılan eylemin detayları ile zenginleştirilen haberin sonunda ise başta Twitter olmak üzere THY grevi ile ilgili sosyal ağlarda konuşulanlardan alıntılara yer verilmiştir. Haber slogan atan iki kadının fotoğrafı ile desteklenmiştir. 1 Haziran tarihde yayınlanan “THY Başkanı: 150 kişiden daha fazlasını işten çıkaracağım” başlıklı haber de oldukça geniş bir perspektif ile konuyu ele almıştır. Haberin hemen başında Grev yasağına yönelik arkaplan ve bağlam bilgisi verilmiş; AKP İstanbul Millet Vekili Metin Külünk’ün yasa teklifinin TBMM’de kabul edilmesi ile başlayacan süreç ve sonrasında yaşananlar aktarılmıştır. Haberin devamında, başlığa atıfta bulunularak THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu’nun “150 THY çalışanını işten çıkardığınız söyleniyor doğru mu?” sorusuna verdiği “Daha da fazlasını çıkaracağız” yanıtı sorgulanarak yapılan hukuksuzluğa dikkat çekilmiş ve bu açıklama karşısında söz hakkı bulunan Hava-İş Sendikası Başkanı Atilay Ayçin’in açıklamalarına geniş yer verilmiştir. Haberin devamında “havada grev yasağına” yönelik iş yavaşlatma eylemine gidilmesinin THY’ye toplam maliyeti ayrıntıları ile verilmiş ve BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün görüşlerine de yer verilmiştir. Ayrıca haberde, Bursa’nın Orhangazi ilçesinde işten çıkartılan Okitekss işçilerinin eylem haberi ve açıklamaları da verilerek; yaşanan sınıfsal mücadeleye atıfta bulunulmuştur.   27  
  • 28. 2 Haziran tarihli “THY’den, 29 Mayıs’taki eyleme katılanlara tazminat tehdidi...” haberinde THY yönetiminin eyleme katıldıkları için işten çıkartılan işçilere tazminat davası açacağını açıklaması haberleştirilmiştir. Bu haberde THY’nin kendini mağdur ilan ettiği özellikle vurgulanarak, THY tarafından yapılmaya çalışılan manipülasyon üzerine dikkat çekilmek istenmektedir. Haberin devamında Hava-İş sendikasının uluslararası mahkemelerde hakkını arayacağı bilgisi verildikten sonra, Sendikal Güçbirliği Platformu üyelerinin de açıklamalarına yer verilmiştir. Platform tarafından yapılan açıklama şu şekildedir: "Başbakan’a ve hükümete bir kez daha sesleniyoruz; grev yasaklama sevdasından vazgeçin. İşten çıkarılan işçileri iş başı yaptırın. Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e çağrıda bulunuyoruz: Anayasaya ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere aykırı olan bu yasayı veto edin". Haberde ayrıca, “Hedef Bütün Emekçiler” alt başlığı ile AKP hükümetinin başta kıdem tazminatı hakkı olmak üzere işçilerin elinden kazanılmış tüm hakları tasfiye etmek istediği söylenmektedir. Devamında ise, Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası, Disk ve KESK’in Hava-İş’e verdiği destek belirtilerek haber sonlandırılmıştır. Oldukça kapsamlı hazırlanan haberde, detaylı bir şekilde verilen arkaplan bilgileri yanı sıra, olayın bütün taraflarının görüşlerine yer verilmesi de dikkat çekmektedir. 04 Haziran tarihli “THY 100 kişiyi yeniden işe çağırdı” başlıklı Emek Dünyası’ndan alıntılanan haberde, THY’nin "yanlışlıkla çıkardığı"nı ifade ettiği 100 personeli tekrar işe çağırdı bilgisi verilmekte ve eylem başladığıdan beri işten çıkartılan toplam işçi sayısına dair ayrıntılı bilgi yer almakta. Haberin devamında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yasayı onamasına rağmen, Hava-İş’in grev hakkı için mücadeleye devam edeceğinin üstünde durularak; işveren karşısında güçsüzleştirilmeye çalışılan işçilerin haklarının aranacağına değinilmekte ve yaşananlar demokrasi ayıbı olarak betimlenmektedir.   28  
  • 29. SONUÇ 21. yüzyılda başta Amerika olmak üzere tekelci kapitalist sistemin varlığını sürdürdüğü bütün coğrafyalarda medyanın söylemi, medya kurumlarının sahiplik yapısı ve bu sahiplik yapısının dahil olduğu çıkar ilişkileri doğrultusunda şekillenmektedir. Bu çalışma; Türkiye’de de medyanın söyleminin mülkiyet yapısı ve sermaye-iktidar ilişkileri çerçevesinde oluştuğunu ortaya koymak için kaleme alınmıştır. Medyanın ekonomi politiğinin haber üzerindeki belirleyici etkisine dair incelenen örneklere yer veren bu çalışmadaki haber çözümlemeleri göz önüne alındığında; medyanın sahiplik yapısına göre verilen haberin taraflı ve/veya manipülatif olduğu ortaya açıkça ortaya çıkmaktadır. Milliyet Gazetesi’nin haberleri ele alındığında, THY Grevi ile ilgili olarak benimsenen yayın politikasının ardında yatan manipülatif yaklaşım açıkça kendini göstermektedir. Gazete, iktidar ile olan ilişkileri çerçevesinde, iktidarın eylemleri ve konuyla ilgili açıklamalarını sıradan bir dil ile olağanlaştırarak, konuyu tarihsel bağlamından uzak bir şekilde işlemektedir. Üstelik, bu işleme biçimi sürekli olarak tekrarlanarak ve karşıt görüşlere sembolik olarak yer verilerek okurlarda olayların tabiyatının aktarıldığı şeklinde olduğu kanısı pekiştirilmeye çalışılmaktadır. (Schiller, 2005, s23)’in de belirttiği gibi “Manipüle edilen şahıs olayların tabii mecrasında aktığına inanırsa manipülasyon başarılı olmuş demektir” Milliyet Gazetesi de bu bağlamda, geçmişte AKP hükümeti ile yaşadığı anlaşmazlıkların da etkisiyle okurlar üzerinde yansız bir medya kurumu algısı oluşturmaya çalışırken; işçilerin kaygılarına, grev hakkının demokrasi için taşıdığı öneme, THY ile İktidar arasındaki sahiplik ilişkisine ve konuyla ilgili yapılan tartışmalara dokunmadan haber içeriklerini oluşturmaktadır ve egemen ideolojinin haber üretim modeli olan 5N+1K haberciliğini benimsemektedir.   29  
  • 30. Bu şekilde kodlanan haber sunumları kamu tarafından alımlandığında ise THY işçilerinin eyleminin ardında yatan haklı nedenler hasır altı edilebilmektedir. Sonuç olarak okur haberin tarafsız olduğuna ve bilgilerin objektif olarak aktarıldığına kanaat getirirken, Milliyet gazetesi ise hem benimsediği ideolojiye hizmet etmekte, hem de kamu nezdinde kendisini aklayabilmektedir. Öte yandan, Birgün gazetesinin haberleri ele alındığında ise Milliyet Gazetesi’nin tam zıttı yönde bir söylem ile karşılaşılmaktadır. Şüphesiz bu farkın nedeni Birgün gazetesinin herhangi bir sermaye grubu ile ilişiğinin olmamasıdır. Aksine, sendikaların ve meslek örgütlerinin iştiraki ile kurulmuş olan Birgün Gazetesi; bilgi ve yorum çeşitliliğinin yanı sıra işçilerin haklarını koruyup kollayan bir çizgidedir. AKP hükümeti tarafınan havacılık iş koluna ait kanun değişikliği teklifinin verilmesi sürecinde sebep-sonuç ilişkisi kurulmuş, THY Grevi’nde işçilerin taleplerine ve çözüm önerilerine yer verilmiş, THY yöneticilerinin yaptıkları açıklamalara tam ve kesintisiz olarak aktarılmış, toplumun değişik kesimlerinden, sendikalardan ve sivil toplum kuruluşlarından görüş alınarak çok seslilik sağlanmıştır. Bu anlamda Türkiye’deki ana akım medya kuruluşlarının aksine, Birgün Gazetesi kamu yayıncılığı politikasını benimsemiş bir medya kurumudur.   30  
  • 31. KAYNAKÇA Akbulut, N. (2005). Medya Eleştirileri. İstanbul: Beta Yayınları Atabek, N ve Dağtaş E. (1998) Kamuoyu ve İletişim. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi. Baran Dergisi, Türkiye (2012). Türkiye’nin Kanını Emenler: Doğan Grubu. http://www.barandergisi.net/turkiyenin-kanini-emenler-dogan-grubu- makale,243.html Bulut, S (2009). Sermayenin Medyası, Medyanın Sermayesi (derleme). Ankara: Ütopya Yayınevi Dursun Ç, (2001). TV Haberlerinde İdeoloji. Ankara: İmge Kitabevi Evrensel, Türkiye. (2012) Grev Hakkı 15-16 Haziran Ruhuyla Savunulmalıdır. http://www.evrensel.net/news.php?id=30010 (01.06.2012) Güngör, N. (2011). İletişim Kuramlar ve Yaklaşımlar. Ankara: Siyasal Kitabevi. Kışlalı, A. (2012). Siyasal Sistemler. Ankara: İmge Yayınevi. Laughey D, (2010). Medya Çalışmaları: Teoriler ve Yaklaşımlar, İstanbul: Kalkedon Yayınları McChesney R, Wood E ve Foster J, (2003). Kapitalizm ve Enformasyon Çağı, Ankara:Epos Yayınları Milliyet, Türkiye. (2018). Türkiye’nin Medya Savaşı. http://www.turkishairlines.com/tr-tr/kurumsal/ Nichols T ve Sungur N (2005). Global İşletme, Yerel Emek. İstanbul: İletişim Yayınları Özcan, Z (1983). Uluslararası Haberleşme ve Azgelişmiş Ülkeler. Ankara: Dayanışma Yayınları   31  
  • 32. Öztürk, Ö (2011). Türkiye’de Büyük Sermaye Grupları. İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı İktisadi İşletmesi Schiller, H. (2005). Zihin Yönlendirenler. İstanbul: Pınar Yayınları Sendika.org (2012) Hava-İş’ten Grev yasağına tepki. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=45244) (10.06.2012) Sevilay Çelenk (2008). İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar. (derleme) Ankara:De Ki Yayınları Sönmez Ü, (2011). Piyasanın İradesi. İstanbul: İletişim Yayınları Türk Hava Yolları, Türkiye. (2012) Vizyon-Değerler. http://www.turkishairlines.com/tr-tr/kurumsal/vizyon-degerler Türk Hava Yolları, Türkiye. (2012) Ortaklık Yapısı. http://www.turkishairlines.com/tr-tr/kurumsal/yatirimci-iliskileri/ortaklik- yapisi Uluç, G. (2008) Küreselleşen Medya: İktidar ve Mücadele Alanı. İstanbul: Anahtar Kitaplar Yayınevi.   32