Haber ve Söylem Üzerine Ekonomi Politik Bir Çalışma.
1. HABER SÖYLEMİ ÜZERİNE EKONOMİ POLİTİK BİR ÇALIŞMA:
“TÜRK HAVA YOLLARI GREVİ ÜZERİNDEN BİR ANALİZ”
Yiğit Kalafatoğlu
Yeditepe University
2012
2. ÖZET
Dünyada 1980 sonrası benimsenen neo-liberal politikalar Türkiye’de de
etkili olmuş ve bu eksende yaşanan köklü değişiklikler, medyanın sahiplik
yapısını da temelinden değiştirmiştir. Türkiye’de farklı ailelerin kurup
yönettiği basın organları, farklı sektörlerde faaliyet gösteren kişi ve
kurumlar tarafından satın alınarak el değiştirmiş ve bu sayede sermaye
medya üzerinde söz sahibi olmuştur.
Tarihsel süreçte gelişen bu yeni sahiplik yapısı, bilginin üretim ve dağıtım
süreçlerinde yeni bir hakimiyet alanı oluşturmuş, medya holdingleşme
sürecine girerek kamu hizmeti yayıncılığından uzaklaşmıştır. Sermaye-
medya-iktidar ekseninde oluşan çıkar ilişkileri, 1980 sonrasında haber
üretim sürecini belirleyen ana unsur haline gelerek, sermayenin gerçeğin
yeniden inşasında söz sahibi olmasını sağlamıştır. Sürecin doğal bir
sonucu olarak ana akım medyanın misyonu da sermaye ve iktidar
arasında gelişen güç odaklı ilişkileri meşru zemine taşımak olmuştur.
Eleştirel ekonomi politiğini merkezine alan bu çalışma, Türkiye’de ulusal
basının sahiplik ve kontrol yapısının haber içeriklerinin oluşturulması ve
söylemlerin belirlenmesi üzerindeki etkisi ortaya koymak için kaleme
alınmıştır. Araştırma kapsamında Milliyet ve Birgün gazeteleri ele alınarak
öncelikle gazetelerin sahiplik yapıları incelenmiş, akabinde 30 Mayıs 2012
tarihinde başlayan ve takip eden günlerde devam eden “Türk Hava Yolları
Grevi” ile ilgili haberler taranarak söylem analizi yapılmıştır.
Yapılan analiz sonucunda; medya kurumlarının sahiplik yapısının söylemin
kurulmasında, haber içeriği oluşturulmasında ve bilgi üretiminde doğrudan
etkili olduğu ortaya çıkmıştır.
2
3. GİRİŞ
Medyanın sahiplik yapısında yaşanan değişimleri ve bu değişimlerin haber
üretimi ve söylemi üzerindeki etkisini anlayabilmek için tarihsel süreçte
devlet-piyasa ilişkilerinde yaşanan değişimlere değinmek gerekir.
1970’li yılların sonu ve 1980’ler boyunca dünya genelinde sosyal devlete
karşı olan tutum değişmeye başlamış ve piyasa ekonomisi kavramı ön
plana çıkmıştır. Piyasa ekonomisi ile birlikte sermayenin gelişmesi, ve
özelleştirmelerin teşvik edilmesi sağlanarak ulus devlet anlayışından
uzaklaşılmış, devlet yapıları uluslararasılaşmayı ve özelleştirmeleri
destekleyecek şekilde yeniden oluşturulup liberal politikaların
benimsenmesinin önü açılmıştır.
Kapitalist sistemin son yirmi yılı yaygın bir şekilde neo-liberalizm olarak
tanımlanır. Neo-liberalizm sıklıkla devlet müdahalesinin zıttı bir şekilde
piyasa ile özel kesim çıkarlarının ideolojisi olarak ifade edilir. (Bulut, 2009,
s77 alıntı Dumenil ve Levy, s26)
Liberalizmin ekonomideki uzantısı, ünlü “bırakınız yapsınlar, bırakınız
geçsinler” formülüyle özetlenebilir. Liberallere gore, devletin ekonomiye
karışması kötü birşeydi. Devletin karışması, doğal dengeleri, doğal olarak
var olan düzenleyici süreçleri bozardı. (Kışlalı, 2010, s93)
Paralel süreçte enformasyon teknolojilerinde yaşanan gelişmeler ve kitle
iletişim araçlarının yaygınlaşması küreselleşmenin önünü açmış,
liberalizmin ekonomik, politik ve kültürel alanlarda meşrulaştırılmasına
zemin hazırlamıştır.
Küreselleşme, iletişim ve insani etkileşimin dünya ölçeğinde hızla
yayılması ile birlikte, uluslar arasındaki coğrafi sınırların önemini yitirmeye
başlaması sonucunda insani gündem ve ilgilerin dünyalaşması sürecidir.
Bu süreci tahrik eden etkenlerin önemli bir kısmı yeni ortaya çıkmış
olmakla beraber, küreselleşme sürecinin ortaya çıkmasında ve
hızlanmasında teknoloji gelişmeler, bilgi ekonomisinin öne çıkması,
3
4. dünyada yaşanan neo-liberal politikanın yükselişi, çok uluslu sermayenin
küresel bir pazarda yayılışı etkili olmuştur. (Uluç, 2008, s173)
80’li yıllar ile birlikte emek ve sermaye ilişkisinde yaşanan bu dönüşüm,
Türkiye’de de 12 Eylül 1980 darbesi ile kurumsallaştırılmış ve sağ
ideolojinin iktidarlaşarak liberal iktisat politikalarını benimsenmesi ile
devam etmiştir. Devletin yavaş yavaş ekonomiden elini çekmesi, rekabetçi
bir piyasa düzeni oluşması için destek sağlaması, özel sektöre imkan
yaratılması ve tekelleşmenin önünün açılması bu dönemde hızlanmıştır.
1980’li yıllarda Türkiye’de yaşanan dönüşüm dünya ölçeğinde yaşanan
dönüşümlerden ayrı değildir ve bunun bir parçasını oluşturmaktadır.
Sermaye eğemenliğinin günlük yaşamın her alanında bir parçasını
oluşturduğu bu süreç, daha önceki dönemlerde metalaşma haraketinin bir
ölçüde dışında kalan birçok toplumsal varlığın da metalaştığı, kapitalist
ilişkilerin en izole dokulara bile nüfus ettiği bir ortamın şekillenmesine yol
açmıştır. (Öztürk, 2011, s131)
Sadece uluslararası finans kurumlarının değil, TÜSİAD gibi büyük sermaye
örgütlerinin de desteklediği 24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte korumacı ve
içe dönük ekonomi stratejisi yerini serbest piyasa ekonomisine bıraktı.
Fiyatlar, faiz oranları, ücretler piyasa tarafından belirlenmeye başladı.
İhracat yönelimli ekonomi politikası, bozulan ödemeler dengesini
yenidecen düzeltecek olan ekonomik büyüme hedefinin temel aracı olarak
kurgulandı. Bu nedenle de küresel piyasalarla bütünleşmek için ulusal
ticari engeller kaldırıldı. (Sönmez, 2011, s146)
1980 sonrası Türkiye’sinde ağırlıklı olarak tartışma gündemine sokulan iki
kavram “sivil toplum” ve “liberalizm”dir. 1983-1989 yılları arasında
başbakanlık görevinde bulunan Turgut Özal, bu kavramların
savunucunularından biri olmuştur. Hükümetteki Anavatan Partisi’nin
(ANAP) program ve politikaları da bu dönemde dikkatlerin devletten
topluma kaymasında önemli bir rol oynamıştır. (Atabek ve Dağtaş, 1998,
s131)
4
5. Küreselleşme kavramı genellikle, ulusüstü alanda yapılan kapitalizmin
açıklanmasında temel bir öneme sahiptir. Ancak bu önem, sadece ürün ve
hizmete dayalı ticaretle değil, sermaye akışı, para ve finansal kaynakların
dolaşımı ile de bağlantılıdır. (McChesney, Wood ve Foster, 2003, s7)
Küreselleşmeyi, kapitalizmin gelişmesinde bir aşama olarak gören Şaylan,
“pazarın dünya ölçeğinde büyümesini, ulusal sınırlar dışına çıkmasını ve
dünyanın tek bir pazar haline gelmesini” küreselleşme olarak tanımlar.
(Bulut, 2009, s77)
Şüphesiz, küreselleşme sürecinde özel sektörün önünün açılması,
sermayenin gelişmesi adına engellerin kaldırılması, çok uluslu şirketlerin
kuvvetlenmesine ile birlikte tekelleşmenin de önü açılmıştır.
Güçlü kuruluşlar, ekonomik etkinliklerini güçlendirmek için yoğunlaşmaya
ve holdingleşmeye çalışırlar. Yoğunlaşma herhangi bir verili sektördeki
mülkiyetin belli basil birkaç şirketin tekelinde olması anlamına gelir.
(Laugley, 2010, s80)
Dünya genelinde de dev medya kuruluşlarının oluşması, bu entegrasyon
sürecinin getirisi olan birleşmeler, satın almalar ve gruplaşmalar ile
oluşmuştur.
Bugün uluslararası alanda yayılan birçok medya kuruluşunun çoğu
küreselleşme öncesi belirli alanlarda iş yapmaktaydılar. Örneğin Walt
Disney karton film, Viacom kablo yayın, Time basın-yayın alanında,
Paramount film alanında faaliyet gösteriyorlardı. Dünya genelinde
yayıncılığın özelleşmesi, uydu, kablo, internet gibi yeni iletişim
yöntemlerinin kullanılması, iletişim alanındaki endüstriler arasındaki farkı
azaltmıştır. (Akbulut, 2005, s116 alıntı Kaypakoğlu, s.125)
5
6. Türkiye’de de farklı sektörlerde faaliyet gösteren bir çok kurum, bu
dönemde medya sektörüne yönelerek satınalımlar gerçekleştirmiş; süreç
içerisinde kitle iletişiminde tekel konumuna gelmiştir. İnşaat, Bankacılık,
Sigorta, Enerji gibi farklı sektörlerde faaliyet gösteren bir çok sermaye
grubu kitle iletişiminin hemen her alanına yatırım yapmıştır. Bugün
Türkiye’de medyanın sahiplik yapısı incelendiğinde karşımıza çıkan yatay,
dikey, çapraz ve ultra-çapraz tekelleşme modellerinin nedeni de budur.
Türkiye’de medya sektöründeki yoğunlaşmanın ilk başlangıcı 1989 yılına
dayandırılmaktadır. Polly Peck grubunun başkanı Asil Nadir, Türkiye’de
“Güneş” Gazetesi’nin yanısıra, “Günaydın” , “Tan” , “Gelişim” gruplarını
satın alarak tekelleşme yönünde ilk adımları atan kişi olmuştur. Daha
sonra dünyaca ünlü medya gruplarının Türkiye’de görüşmeler yapmak
üzere gelmeleri de yine aynı döneme rastlamaktadır (Atabek ve Dağtaş,
1998, s135)
İktisadi açıdan bu tekelleşme süreci sermeyenin kazancını artırma çabası
olarak nitelendirilse de; sürecin doğal bir sonucu olarak kitle iletişiminde
yaşanan bu değişim sermayenin iktidar ve kamu üzerinde etkili hale
gelmesini sağlamıştır. Bu bağlamda kitle iletişim araçlarını elinde
bulunduran sermaye grupları, haber ve bilgi kaynaklarını kendi çıkarları
doğrultusunda kullanarak kendilerine ayrıcalık sağlamaya başlamışlardır.
Bir diğer önemli unsur ise tekelci kapitalist sistemin tüketimi garanti altına
alma ve yeni pazar yaratma ihtiyacı karşısında, medyanın doğrudan bir
aracı olarak kullanılmasıdır. Günümüzde medya, kamu hizmetinden ziyade
kamuoyu yaratma ve neo-liberal ideolojinin yaygınlaştırılması misyonunu
üstlenmektedir.
6
7. KURAMSAL ÇERÇEVE
Bilgi ve bilgi üretim süreçleri üzerindeki denetimin tarihinin de mülkiyetin
paylaşım tarihi kadar eski olduğu söylenebilir. Toplumda gücü elinde
bulunduran kesimler insanlık tarihinin her döneminde bilgi üretim ve
dağıtım aşanlarını kendi etki ve yetki alanları içerisinde tutumaya önem
vermişlerdir. (Güngör, 2011, s117)
21.yüzyılda medya; egemen ideoloji için çok önemli bir unsur haline
gelerek kapitalist sistemin mihenk taşlarından birisi olmuştur. İletişim
teknolojilerinde yaşanan köklü değişimler, kitle iletişim sistemlerinin
kullanılış biçimlerini temelinden oynatarak, kapitalizm için uluslararası
düzeyde etkili bir araç haline getirmiştir. Bu bağlamda kitle iletişimini
anlamak için tek bir bakış açısı ile konuya yaklaşmak yetersizdir. Zira,
kitle iletişim kuramları irdelendiğinde medyanın içinde bulunduğu durumu
olumlayan yaklaşımlar ile karşılaşılabileceği gibi, mevcut sistemi eleştiren
yaklaşımlarla da karşılaşılmaktadır. Bu yaklaşımları ana-akım kuramlar ve
eleştirel kuramlar olarak iki başlık altında toplamak mümkündür.
Sosyal bilimler içerisinde iletişimin bir inceleme alanı olarak ele alınması
1920’lere denk gelir. Bu dönemde temel olarak kitle iletişim araçlarının
etkileri üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Öyle ki, ana akım açısından kitle
iletişim araçlarının her biri sihirli birer deynek gibi yorumlanmıştır. Tarihsel
süreç irdelendiğinde, kitle iletişim araçlarının etkileri üzerine yapılan bütün
alan ve labaratuar incelemelerine Amerikan ideolojisinin etkisi
görülmektedir.
Amerikalılar tarafından davranışçı okulun ve işlevselci yaklaşımın etkisinde
tasarımlanan ve gerçekleştirilen araştırmalardan çıkan sonuçlar, iletişim
alanının kuramsal temellerini oluşturur. Araştırma sonuçlarının geniş
kesimlere duyurulması, kamuoyuyla paylaşılması, raporlaştırılarak ya da
kitaplaştırılarak dağıtılması, Amerikan pragmatizminin ve amprisizminin
iletişim alanında da egemen paradigma olarak ağırlığını koyması sürecini
doğurur. (Güngör, 2011, s74)
7
8. Bu nedenle; ana-akım kuramlar irdelendiğinde liberal yaklaşımların kitle
iletişim üzerindeki yansımaları görülmektedir. Ana-akım kuramlar kitle
iletişim araçlarını kamu yararına faaliyet gösteren; toplumun fikir veya söz
sahibi olmadığı konular ve alanlar üzerinde onlara bilgi götüren, bu sayede
toplumu aydınlatan, bireyleri özgürleştiren ve demokrasinin işlevselliğini
kuvvetlendiren bir unsur olarak konumlar. Elbette bu konumlama; ana-
akım kuramların kamu üzerindeki ideolojik ve kültürel etkisini göz ardı
etmekedir.
Liberal-Pluralist yaklaşımda, kitle iletişim araçları göklere çıkarılır.
Teknoloji büyük kurtarıcı olarak sunulur. Teknolojinin sayısız yararları ve
insanlığa hizmetini öne süren sayısız kitaplar yazılır. Özellikle McLuhan ve
Toffler, kitle iletişim araçlarına ve hatta daha genel olarak “teknoloji”ye
atfettikleri büyük önemi yazdıkları eserlerde işlemişlerdir. Ancak
teknolojinin herkese değil, belli sınıflara ait olduğu, belli çıkarların
sağlanmasına yardımcı olduğu, kimin için ve ne için kurtarıcı olduğu
üzerinde ise pek az durulmuştur. (Atabek ve Dağtaş, 1998, s310)
Elbette; tarihsel süreç içerisinde ana-akım kuram sunularının aslen birer
ilüzyondan ibaret olduğunu; bireyin kendi doğrularını oluşturabilmesi için
yapıldığı varsayılan yayıncılığın aslen egemen ideolojinin ekonomik, siyasal
ve kültürel alandaki etkisini arttırma amacı taşıdığını savunan eleştirel
görüşler de ön plana çıkmıştır. Liberal-pluralizme aykırı olarak
konumlanan bu Marksist görüşleri “Kültürel Çalışmalar” ve “Ekonomi
Politik Yaklaşımlar” olarak iki başlık altında değerlendirmek gerekir.
Marksist bir toplum eleştirisi içinden geliştirilen bu iki yaklaşım da, liberal
çoğulcu perspektiften yapılan ve geleneksel yaklaşımlar olarak adlandırılan
medya çalışmalarından radikal bir kopuşu ifade etmek üzere, medya
çalışmalarında eleştirel yaklaşımlar olarak sınıflandırılırlar. (Çelenk, 2008,
s13 alıntı İnal, s59-73)
8
9. Marksist yaklaşım, medya örgütlerini “özerk” kurumlar olarak görmez. Bu
kuramda kile iletişim araçları, egemen ideolojiye, hakim sınıfa, devletle
içiçe ve onların değerlerini, ideolojisini yeniden üreten kurumlar olarak
görülür. (Atabek ve Dağtaş, 1998, s321)
Her ne kadar Marksist bir toplum eleştirisi içerisinden doğan bakış açıları
olsa da, bu iki yaklaşım arasında zaman içerisinde temel farklılıklar baş
göstermiştir. Çalışmanın amacına yönelik olarak bu çatışmaya göz
atmakta fayda vardır:
Ekonomi politik; kültürün yöneten ve yönetilen ilişkisi içinde üretildiğini
savunurken, kültürel çalışmacılar kültürün ekonomik alt yapı tarafından
biçimlendirilen bir üst yapı sonucu olduğu kabul etmezler. Aksine, kültürün
toplumu özgürleştirdiğini ve bireylerin önceliklerini yansıttığını öne
sürerler.
Geçmişte, Kültürel Çalışmalar ve Marksizm’in mükemmel bir teorik uyumu
temsil ettiği bir an hiçbir zaman olmamıştır. Başlangıçtan itibaren (bir an
için bu tarz bir konuşmayı kullanacağım) hemen her zaman zaten teorik
ve pratik anlamda müthiş yetersizlikler, yankılanan susukunluklar,
Marksizm’in büyük ihmalleri gibi sorunlar vardı. – Marx’ın hiç söz etmediği
ya da anlamış görünmediği kültür, ideoloji, dil ve simgesel olan gibi bazı
meseleler bizim çalışmamızın ayrıcalıklı konularıydı. (Çelenk, 2008, s85
alıntı Hall, s277-294)
Ekonomi politik yaklaşım, kapitalist üretim yapısı içinde kültürel üretim ve
tüketimin nasıl giderek meta üretim süreçlerine benzediğini ve kültürel
pratiklerin onlara eşlik eden üretim süreçleri ve ilişkieri analiz edilmeksizin
anlaşılamayacaklarını açıklamaya çalışır. Bu bakış açısı, tartışmanın
kültürel çalışmalar tarafında “indirgemecilik” ve “ekonomizm” eleştirileriyle
karşılanmaktadır. (Çelenk, 2008, s14)
9
10. Kültürel çalışmalar ideoloji, dil ve edebiyat çalışmalarının
yakınlaşmasından hatta iç içe geçmesinden doğan bir araştırma
geleneğidir. Kültürel çalışmalar geleneğinin biçimlendirilmesinde
yapılsacılığın ve post yapısalcılığın önemli bir etkisi var. Bu nedenle de
sembol ve simge kavramları kültürel çalışmaların da temel kavramlarıdır.
Yine bu nedenle kültürel çalışmaların yöntembilimsel geleneğinin
temelinde dilbilimsel çözümlemeler vardır. Bunun üzerine gelişen söylem,
alımlama ve Hall’ın okuma biçimleri çözümlemeleri yapısalcı ve post
yapısalcı anlayışlar içerisinde geliştirilmiş yöntembilimsel yönelimler olup
kültürel çalışmaların yöntembilimsel iskeletini oluşturur. (Güngör, 2011,
s247)
Öte yandan kültürel çalışmalar “hakikileştirici” bir konum olarak tecrübeyi
vurgular. Yapısalcı konumla uyuşmayan bir biçimde, yaratıcı özne üzerinde
hümanist bir vurgusu vardır. Yapısalcılık medya söylemlerinin özerkliği ve
eklemlenmesi üzerine yoğunlaşırken, kültürelci çalışmalar medya ve diğer
pratikleri karmaşık bir ifadecei bütün olarak alıgılanan toplum içine
yerleştirir. (Atabek ve Dağtaş, 1998, s336 alıntı Curran, s249)
Kültürel çalışmaların doğduğu Birmingham Üniversitesi’nde yöneticilik de
yapmış olan ve kültürel çalışmalar geleneğinin en önemli figürlerinden biri
olan Stuart Hall’e göre birey, sahip olduğu ideoloji, dil ve düşünce
imgelerine ve temsil sistemlerine göre medyanın sunduğu içeriği algılar.
Medya ise, toplumdaki tahakküm ilişkilerini sürekli olarak inşa eden,
sunan ve iktidarı meşrulaştıran bir araç olmasına rağmen bu özelliği ile
öne çıkmaz.
Yapısalcılar için dünyanın ne olduğunun değil, insanların dünyayı nasıl
anladıklarının daha önemli olduğu düşünüldüğünde, Hall’un bu görüşü
benimsemesi olağandır. Şüphesiz Hall’un bu görüşünde Althusser’in ısrarla
üzerinde durduğu “ideolokik devlet aygılatları”nın büyük bir etkisi vardır.
Althusser’e göre tıpkı aile, okul, kilise gibi medya da ideolojik devlet
aygıtlarından biridir. Antonio Gramsci ise, kitle iletişimini seçkinlerin kendi
felsefe, kültür ve etik değerlerini yaymak kullandıkları araçlar olarak
tanımlarken, “Hegemonya” kavramı üzerinde durur.
10
11. Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramı ve Althusser’in ekonomizm
(indirgemecilik) eleştirisi ve “ideoloji” üzerinde tezleri, öte yandan E. P.
Thompson ve Raymond Williams gibi sosyal tarihçilerin kültüre verdikleri
önem ve işçi sınıfı etnografileri geleneği ile birleşerek medya alanında
yepyeni bir ideolojik çözümleme paradigması oluşmasına yol açtı. (Atabek
ve Dağtaş, 1998, s329)
Kültürel çalışmalar, medya iletileri üzerine odaklanması bakımından
yapısal yaklaşıma benzer. Ancak yapısalcı yaklaşımın bu tür iletileri
atfettiği özerkliğin aksine kültürel yaklaşım, medya içeriğinin ve etkisinin
medya iletilerinin üretildikleri ve alımlandıkları toplumsal çevre tarafından
biçimlendirildiğini varsayar. Ayrıca kültürel yaklaşım, ekonomi politik
yaklaşımın kültürel fenomenleri açıklamada başvurduğu altyapı-üstyapı
ayrımını da reddeder. Bununla beraber kültürün, bu yapının
açıklanamayacağı kadar karmaşık bir diyalektik olduğunu ileri sürer.
Ekonomi Politik yaklaşım ile Kültürel Çalışmalar arasında en temel ayrım
da tam olarak budur. Kültürel çalışmaların tarihsel süreç içerisinde
egemen ideolojinin etkisi altında kalarak altyapı – üstyapı
belirlemeciliğinden uzaklaşması; sınıf bilincini arka plana iterek yeni Sağ
için zararsız olarak nitelendirilebilecek populist bir alanda salt içerik
analizine yoğunlaşması, onu eleştirel bir yaklaşım olmaktan
uzaklaştırmıştır.
11
12. EKONOMİ POLİTİK VE HABER
Demokratik olsun olmasın, bir rejimde etkili olmak isteyen siyasal güçler
açısından, kitle iletişim araçları her zaman büyük önem taşır. (Kışlalı,
2010, s21)
İletişimin yada medyanın ekonomi politiği, kitle iletişim kurumlarının
mülkiyet ve sahiplik yapısı, bundan beslenerek gelişen medya-iktidar
ilişkileri, bu ilişkilerin medya metinlerinin içeriğine nasıl yansıdığı üzerine
yoğunlaşmaktadır. (Güngör, 2011, s119)
Sermaye sahipleri, doğrudan kendileri gazete çıkarabilir, ya da özel ilanlar
yoluyla gazeteleri etkilemeye çalışabilirler. Kendileri gazete
çıkardıklarında, bu siyasal amaçlı olabileceği gibi, ticari amaçlı da olabilir.
Bazı örnekleri Türkiye’de de görüldüğü gibi, yüksek tirajlı gazeteleri satın
alarak, onları kamu yönetimi üzerinde bir baskı aracı gibi kullanıp, kendi
ekonomik girişimlerini daha rahatlıkla yürütmeyi de deneyebilirler. (Kışlalı,
2010, s23)
Bu bağlamda eleştirel ekonomi politik bakış açısıyla haberin tarafsız olması
düşünülemez. Çünkü haberi yapan muhabir veya yayınlayan editör her
zaman işvereninin çıkarları doğrultusunda içeriği belirlemektedir.
Ayrıca haberin gerçeği yansıtması teknik olarak da mümkün değildir.
Çünkü “gerçek” kavramının kendisi de bir başka boyutta; tarafsızlığın
önünde duran en büyük engeldir. Gerçek tek başına özneldir ve bu
öznellikten arınarak herhangi bir olayı haber yapabilmek mümkün değildir.
Haberde gerçek, hiçbir art niyet olmasa dahi, muhabirin sahip olduğu
anlam dünyası içerisinde şekillenmektedir. Yani “gerçek” aslen var
olmayan ancak temsil edilebilen bir olgudur.
Temsili; “gerçekliğin bazı öğelerinin, yakalanabilen, kavranabilen bazı
öğelerinin bir araya getirildiği bir paratik” olarak düşünmek haber
olgusuna ve haber oluşturma sürecine bakışımızı da kökten etkileyecektir.
12
13. Muhabir, gazeteci olaya/olguya ilişkin yakalayabildiği bilgilerle haber adlı
başka bir metin oluşturmaktadır. (Dursun, 2001, s65)
Egemen ideolojinin haber üretim metodolojisinde haberciliğin 5N+1K
formülü, gerçeğin temsili için yeterli bir kriter olarak görülebilir. Çünkü
herhangi bir eylemin sadece 5N + 1K soruları ile açıklanması, onu tarihsel
bağlamından uzaklaştırmakta; bütünü algılamaktan uzaklaştırmaktadır.
O halde içinde yaşadığımız nesnel koşullarda, haber kavramı kapitalist
ilişkiler içinde tanımlanmakta ve biçimlenmektedir.(Özcan, 1983, s56)
13
14. AMAÇ VE YÖNTEM
Bu çalışmada, Türk Hava Yolları işçilerinin var olan grev haklarının AKP
hükümeti tarafıdan meclise verilen bir yasa teklifi ile ortadan
kaldırılmasına karşı Hava-İş sendikası önderliğinde grevle tepki göstermesi
üzerinden ekonomi politik bir yaklaşım benimsenerek; Türkiye’deki farklı
medya kurumlarının sahiplik yapılarının ortaya konması ile sermaye-
iktidar-güç ilişkilerinin haber üretimi ve haber içeriği üzerindeki etkisi
incelenmektedir.
Çalışmada yöntem olarak eleştirel söylem analizi kullanılarak; 29 Mayıs
2011 – 5 Haziran 2011 tarihleri arasında “Milliyet” ve “Birgün”
gazetelerinde yayınlanan haberler örneklem içerisinde incelenmiştir.
Belirtilen tarihler arasında Milliyet Gazetesi’nde ulaşılan 22 haberden 5’i,
Birgün Gazetesi’nde de ulaşılan 18 haberden 5’i örneklem içerisine dahil
edilmiştir. Haberlerin elde edilmesinde bahsi geçen gazetelerin internet
sitelerinden faydalanılmış olup, köşe yazıları inceleme dışı bırakılmıştır.
Bu noktada, çalışmanın amacına yönelik olarak, Türk Hava Yolları’nın
(THY) sahiplik yapısına ve 21. yüzyılda Türkiye’de sendikacılığın içinde
bulunduğu koşullara değinmekte fayda vardır.
14
15. THY’NİN SAHİPLİK YAPISI ve SENDİKACILIK
20. yüzyılın son çeyreği içinde sendikaçılık çoğu ülkede zayıflamıştır.
Gelişmiş ülkelerde bunun en önemli nedeni, kömür madenciliği, demir,
çelik, gemi yapımı gibi yüksek sendikal örgütlenme düzeyine sahip olan
birçok endüstrinin düşüşe geçmesidir. Bu zayıflamaya neden olan diğer
öğeler 1980’li yıllar ile birlikte neoliberal politikalar vasıtasıyla sermayenin
işgücü üzerindeki tahakkümünün artması ve yasal değişikliklerle işgücü
piyasalarının düzensizleştirilmesidir. (Nichois ve Suğur, 2005, s185)
Türkiye’de de 12 Eylül darbesinden bu yana, hak ve özgürlükleri
sınırlandırma, hatta baskılama süreci neoliberal politikaların ağırlığını
hissettirdiği 2000’lerde daha da yoğunlaşmıştır.
2011 seçimleri sonrasında hak arayan tüm toplum kesimleri gibi örgütlü
ve görece güvenceli emekçiler üzerindeki baskılar da yoğunlaşmıştır. Bu
bağlamda öncelikle 12 Eylül darbe döneminin ürünü olan sendika
yasalarında çok daha geri ve baskıcı bir yasa Toplu İş İlişkileri Kanun
Taslağı adı altında gündeme getirilmiştir. Öte yandan birçok sendika ve
konfederasyonda yönetimler AKP iktidarının yandaşı haline gelmiş ve
yandaş yönetimlere sahip sendikaların birçok iş ve hizmet kolunda yetkili
duruma gelmesi için açık müdahalelerde bulunularak sendikal mücadele
engellenmeye çalışılmıştır. Sendikal mücadeleyi engellemeye yönelik
baskıların geldiği son aşama havacılık iş kolunda grev hakkının
yasaklanmasıdır. (Evrensel, 2012)
Havacılık hizmetlerinde grev yasağı getirilmesi ile ilgili kanun teklifi, 11
Mayıs 2012 tarihinde AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk tarafından
TBMM'ye vermiştir. (Sendika.org, 2012)’a göre Grev yasağı ile ilgili
gerekçeleri şunlardır:
15
16. “Ayrıca, havacılık sektörü, çok uzun süreli ve oldukça üst düzey
eğitimlerden geçmiş bir personel istihdamım gerektirmesi sebebiyle bu
alanda kısa süre içerisinde istenilen nitelikte yeni bir personel
bulunamayacak olması, sendikaların karşılanması zor taleplerine zemin
hazırlamakta ve toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin bir anlaşmayla
sonuçlanmasını zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla, çalışanların haklarını
aramasında grevler çok etkili bir yol olmasına rağmen; toplumun kendi
refahını sürdürebilme ve zaruri ihtiyaçlarım giderebilme hakkı ile grevlerin
milli ekonomi, şirketler ve vatandaşlar üzerindeki olumsuz etkileri göz
önüne alındığında, havacılık sektöründe yer alan faaliyetlerin grev ve
lokavt yapılamayacak işler kapsamına alınması önem arz etmektedir.
Ayrıca, yük ve yolcu taşımacılığı yapan havayolu şirketlerinin, yer
hizmetlerini yürüten şirketler ile teknik bakım ve onarım hizmetlerini
yürüten şirketler olmaksızın faaliyetlerini sürdürebilmeleri de mümkün
değildir. Bu nedenle, yer hizmetlerini yürüten şirketler ile teknik bakım ve
onarım hizmetlerini yürüten şirketlerden bağımsız olarak havacılık hizmeti
verilemeyeceğinden, Kanun Teklifinde de faaliyetlerin bütünlüğü esas
alınmış ve bunların tamamını kapsayacak şekilde düzenleme yapılması
benimsenmiştir.”
Öte yandan, 2007 yılında alınan grev kararı üzerine THY yönetiminin
sendika ile uzlaşmak zorunda kalması da, bugün hava taşımacılığı işkoluna
getirilen grev yasağının THY açısından taşıdığı önemi ortaya koymaktadır.
THY’nin kurumsal internet sitesinde (THY, 2012) vizyonunu şu şekilde
açıklamaktadır:
“Sivil Hava Taşımacılığı (SHT) sektöründe Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
Bayrak Taşıyıcısı kimliğiyle; uçuş emniyeti, güvenilirliği, ürün yelpazesi,
hizmet kalitesi ve rekabetçi konumu ile tercih edilen, Avrupa’nın önde
gelen ve küresel ölçekte faal bir havayolu olmak.”
Bu bağlamda 33 bin kişinin çalıştığı havacılık iş kolunda 17 bin çalışana
sahip olan THY’nin, hava taşımacılığı işkoluna grev yasağı getirilmesi ile
16
17. büyük oranda bir çıkar sağlayacağını ve vizyon olarak ortaya koyduğu
“rekabetçi konumu ile tercih edilen, Avrupa’nın önde gelen ve küresel
ölçelte faal bir havayolu” olması adına sektöründe büyük fırsat
yakalayacağını söyleyebiliriz.
Üzerinde durulması gereken bir diğer unsur ise, iktidar partisinin neden
havacılık işkolu ile ilgili kanun teklifi verdiğidir. Bunu açıklığa kavuşturmak
için THY’nin sahiplik yapısına bakmak yeterlidir:
Türk Hava Yolları A.O. (“Şirket” veya “THY”) 1933 yılında Türkiye’de
kurulmuştur. Şirket’in ana faaliyet konusu yurt içi ve yurt dışında yolcu ve
kargo hava taşımacılığı yapmaktır. 31 Aralık 2011, 2010 ve 2009 tarihleri
itibariyle Şirket’in hissedarları ve hisse dağılımı aşağıdaki gibidir: (THY,
2012)
31 Aralık 2011 tarihi itibariyle Türk Hava Yolları A.O. ile Bağlı Ortaklığında
(hep birlikte “Grup”) çalışan toplam personel sayısı 17.876’dır (31 Aralık
2010: 17.119). 31 Aralık 2011 ve 2010 tarihlerinde sona eren dönemler
içinde çalışan ortalama personel sayısı sırasıyla 17.718 ve 16.027’dir.
Aşağıdaki tabloda 31 Aralık 2011 tarihi itibariyle Bağlı Ortaklıklar, sahip
olunan pay ve ortaklık oranları gösterilmiştir:
17
18. Aşağıdaki tabloda 31 Aralık 2011 tarihi itibariyle Müşterek Yönetime Tabi
Ortaklıklar ve ortaklık oranları gösterilmiştir:
Halen bir kamu şirketi gibi görünse de, hisselerinin yüzde 51’i
yatırımcıların elinde olan THY borsaya açılmış bir şirket konumunda. Fakat
çoğunluk hisselerini elinde bulunduran yatırımcıların, yönetimde söz sahibi
olduğunu söylemek çokzor. Ana sözleşme gereği, 7 kişilik yönetim
kurulunda yatırımcıları 2 kişi temsil ediyor. Bu yatırımcılar da çoğu zaman
devlet tarafından belirleniyor. Ayrıca, yönetim kurulunda herhangi bir
karar alınabilmesi için en az 4 oy şart koşuluyor. Bu da, şirkete dair
önemli kararların özel bir şirket konumunda olmasına rağmen halen kamu
tarafından alındığını ortaya koyuyor.
Bu bağlamda, devletin THY yönetimi üzerindeki etkisi ve üstlendiği aktif
rol göz önünde bulundurulduğunda, AKP Hükümeti’nin havacılık işkoluna
grev yasağı getirmesinin neo-liberal politikaların bir uzantısı olduğunu
görülmektedir. Çünkü grev hakkı; kapitalist üretim sistemi içerisinde
işçilerin sermaye karşısında haklarını savunabilmesi ve yeni haklar talep
etmesi adına çok önemli bir araçtır ve grev hakkı olmadan, işveren istediği
koşulları tek yanlı olarak belirleyebilir hale gelmektedir.
18
19. GAZETE HABER VE YORUMLARINDA “THY GREVİNİN” TEMSİLİ
Havacılık iş koluna grev yasağı getirilmesi ile ilgili olarak AKP İstanbul
Milletvekili Metin Külünk tarafından TBMM'ye verilen kanun tasarısının
görüşülmeye başlaması ve kabul edilmesi ile birlikte, 30 Mayıs 2012
tarihinde THY yolları işçileri tarafından başlatılan iş bırakma eylemi ve
sonrasında yaşananlar Türkiye’de işçi hakları konusunda kaydedilen
olumsuzlukların en sonuncusu olarak tarihe geçmiştir.
Bu tarih itibariyle havacılık hizmetlerine grev yasağı getirilmesini öngören
yasa teklifini protesto eden kabin memurları, Atatürk Havalimanı'nda 20
saatlik iş bırakma eylemi yaparak tepkisini dile getirdi. Elbette bu eylem
nedeniyle, THY'nin birçok iç ve dış hat uçuşu etkilendi. Yapılması gereken
yaklaşık 200 uçuş iptal edildi, pek çok uçuş da uzun süreli rötara girdi.
Ajanslara düşen ilk haberlerde, THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi
Topçu’nun açıklamaları yer alıyordu. Açıklamaların ekseninde çalışanların
yasa dışı eyleme katılarak şirkete ve yolculara zarar vermemeleri, THY
olarak bu eyleme onay vermeyecekleri, THY’nin kurumsal ve ticari
kimliğine zarar verecek davranışlarda bulunanların cezalandırılacağı yer
alıyordu. Takip eden süreçte ise bir çok yayın organında eyleme destek
veren 150 çalışanın telefonla aranarak işten çıkartıldığı bilgisi yer aldı.
31 Mayıs 2012 ve sonrasında THY çalışanlarının gerçekleştirdiği eyleme
dair ana akım medyada yer alan haberlerin eleştirel bir çözümlemesi
yapıldığında, haberlerde yer alan bilgilerin net olmadığı, hatta yanlışlık
içerdiği, TBMM’den geçen kanunun henüz Cumhurbaşkanı tarafından
onaylanmamasına rağmen ilk gün gerçekleştirilen eylemlerin yasa-dışı
olarak gösterilmesi göze çarpmıştır. Haberlerde işçilerin grev haklarına
sahip olmalarının taşıdığı önem, grev yasağı ile hava-iş sendikasının toplu
sözleşme ve görüşmeler esnasında düşeceği dezavantajlı durum göz ardı
edilmiş, daha çok THY’nin maddi zararları ve müşterilerinin mağduriyetleri
ön plana çıkartılarak eylemin amacı tarihsel bağlamından uzaklaştırılarak
eksik bir şekilde verilmiştir.
19
20. MİLLİYET GAZETESİ VE SAHİPLİK YAPISI
Milliyet Gazetesi, 3 Mayıs 1950 tarihinde Ali Naci Karacan tarafından
kurulmuş ve yayın hayatına başlamıştır. 1979 yılında Aydın Doğan
tarafından satın alınan Milliyet Gazetesi; bu tarihten sonra aile gazetesi
konumundan uzaklaşarak bir holding gazetesi konumuna gelmiştir. 2011
yılında ise Doğan Holding tarafından Karacan ve Demirören gruplarının
ortaklaşa oluşturdukları konsorsiyuma, Vatan Gazetesi ile birlikte 79
milyon dolar karşılığında satılan Milliyet Gazetesi’nin künyesinde satış
henüz onaylanmadığı için herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir ve
gazetenin sahibi Milliyet Gazetecilik ve Yayıncılık A.Ş adına İsmail Eralp
olarak belirtilmektedir.
Bu bağlamda, Milliyet Gazetesinin satışının çok yeni olması ve devir
işlemlerinin henüz gerçekleşmemiş olması nedeniyle bugün temsil ettiği
yapıyı anlayabilmek için Doğan Grubu’nu incelemekte fayda vardır: Medya
sektöründeki etkinliği ile tanınan bir grup olasa da, Doğan Grubu, medya
dışında bankacılık, tekstil, ticaret, sigortacılık, turizm ve otomobil
sektörlerinde de faaliyet göstermektedir. 2000 yılında İş Bankası ile
ortaklaşa aldığı Petrol Ofisi sayesinde de enerji sektörüne girmiştir.
Kurulduğu yıllardan itibaren KOÇ grubu ile kurduğu yakın ilişki de
Doğan’ın büyümesinde belirleyici bir faktördür.
Milliyet’in efsanevi yönetmeni Abdi İpekçi’nin katlinin ardından medyadan
çekilme kararı alan Karacan ailesi Milliyet’i satılığa çıkardığında, önce
piyasada alıcı olarak Koç Grubu’ndan İnan Kıraç’ın adı geçmişti. Ancak,
kamuoyunun verdiği ilk reaksiyonla, KOÇ ismi geri çekilmiş ve alıcı Aydın
Doğan olarak duyulmuştu. Bu Milliyet’in koçlar adına Aydın Doğan’ca
alınması şeklinde yorumlanmıştır. (Öztürk, 2011, s287)
Milliyet’in alınması ile Doğan Grubu, ana faaliyeti olan medya yayıncılığına
adım atmış oldu. Daha sonra turizm sektörüne de giren grup, 1980’lerde,
gazete yayıncılığını merkeze alan, bununla ‘sinerji’ oluşturacak biçimde
otomobil, konut, beyaz eşya satışı (Milpa) ve turizim-otelcilik işleri yapan
(Milpa Turizm) bir gruba dönüştü. Sanayi temeli zayıf olan Doğan Grubu,
20
21. gazetecilik sayesinde ticari faaliyetleri için farklı bir eksen oluşturdu.
Medya-ticaret-turizm ağırlıklı bu yapı 1990’ların başlarına kadar devam
etti. (Öztürk, 2011, s287)
Doğan grubu ayrıca dijital yayın platformu D-Smart, Kanal D, ve CNN
İnternational’la ortaklığı bulunan CNN-Türk, gibi TV kanalları, Hürriyet,
Radikal, Posta, Fanatik, Turkish Daily News gibi gazeteler, Hafta Sonu,
Tempo, Ekonomist gibi dergiler, Radyo Foreks, Hür FM gibi radyolar ve
Doğan Haber Ajansı’na sahip bir holding olarak medya sektöründe
tekelleşmiş bir gruptur.
3 Kasım 2002 Genel Seçimleri’nde AKP’nin %34,68 oy oranı ile bugün
Türkiye Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ün başkanlığına 58. Hükümeti
kurması ve sonrasında istifa ederek bu görevi 59. Hükümeti kuracak olan
Recep Tayyip Erdoğan’a devretmesi ile başlayan süreçte Doğan Grubu
zaman zaman iktidar partisi AKP ile çatışmalar yaşamıştır. Bu çatışmaların
bir çoğu kendi yayın organlarında çokça yer bulmuş ve Doğan Grubu ile
hükümet arasında şiddetli tartışmalar yaşanmıştır. Bu tartışmalardan bir
tanesi; 21 Eylül 2008 tarihili (Milliyet Gazetesi, 2012)’nin Siyaset
bölümünde “Newsweek” dergisinden yayınlanan bir değerlendirme yazısı
referans verilerek şu şekilde yer almıştır:
Newsweek’deki yorumda, AKP’nin varoşlarda yaptığı çalışmalara dikkat
çekildiği yazıda, “askerlerin zayıfladığı, muhalefet partilerinin de
parçalandığı" bir ortamda Erdoğan’ın, “patronun" kendisi olduğunu
göstermek amacıyla “tek gerçek muhalefet olan eski müttefik Aydın
Doğan, laik işadamları ve medyaya karşı harekete geçtiği" savına da yer
verildi. AKP’nin Doğan’a yönelik tavrının, aynı zamanda Erdoğan’ın 2009
seçimleri öncesi kendisini “ahlaksız zenginlere" karşı “halkın savunucusu"
olarak gösterme girişimini de oluşturduğu öne sürülen yorumda, şu
görüşleri de dile getirildi: “Laik zenginleri taşlama yönündeki popülist
strateji 2009 yılında AKP için çok büyük bir zaferin zemini hazırlayabilir.
Ancak bu strateji, partinin daha önce yaptığı ittifaklara zararınadır. Sonuç
verecek mi? Birçok halklar gibi Türkler de, milyarderlerden hiç
hoşlanmıyor." Bundan sonra neler olabileceğinin de değerlendirildiği
21
22. yorumda, Başbakan Erdoğan’ın, Doğan’ı Deniz Feneri meselesini
haberleştirmekten vazgeçmeye ve hükümeti eleştirmekten kaçınmaya ikna
etmesinin olasılığının bulunduğu kaydedilerek, “Böylece Türk medyası
serbest olmaya devam eder ancak artık bağımsız olmaz" denildi.
Süregelen yıllar içerisinde Doğan Grubu ve AKP arasında çeşitli çatışmalar
yaşanmış, zaman zaman ise bu iki güç odağı uzlaşma yoluna gitmiştir. Bir
dönem Doğan Grubu’nun ödemek zorunda kaldığı vergi borçları ve AKP
iktidarının yasal düzenlemeler ile Doğan Grubuna çıkar ağlaması; iktidarın
Doğan grubu üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküm politikası olarak
nitelendirilmiştir. 23 Nisan tarihli (Baran Dergisi, 2012)’nde Sezai Kırlangıç
olayı şu şekilde yorumlamıştır:
“Aydın Doğan ile Başbakan Erdoğan arasındaki kavganın dumanları
tüterken ilginç bir gelişme yaşanıyor. İki AKP'li vekilin verdiği önergeyle
Aydın Doğan'ın uykularını kaçıran vergi yükü 975 milyon YTL'den 275
milyon YTL'ye düşürüldü… Yani 975 trilyondan 275 trilyona… Meclis Plan
Bütçe Komisyonu'nda görüşülüp Genel Kurula sevk edilen "Bazı Varlıkların
Milli Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Kanun Tasarısı Aydın Doğan'a
vergi affına dönüştü.” “Sonra aradan zaman geçti, Doğan Grubu'nun yine
vergi kaçakçılığı yaptığı ortaya çıktı. Bu kez yaklaşık 5 milyar TL'lik bir
vergi aslı, cezası ve faizi vardı. Hemen bunun "siyasi" olduğu söylendi.
Olayın belki siyasi bir yönü vardı ama siyaset, olmayan bir kaçağı ortaya
çıkarmamıştı. Sadece kaçakla ilgili raporun sümen altı edilmesine imkân
sağlamamıştı. Zaten raporu yazan Maliyecilerin AKP ile uzaktan yakından
ilgisi yoktu. Doğan Grubu mahkemeye gitti. Ancak davaların büyük
bölümünü kaybetti. 4.8 milyar liralık bir vergi aslı, cezası ve faizini ödeme
durumuyla yüz yüze kaldı. Mahkemeye gittiği için uzlaşma şansı
kalmamıştı ama bu kez de imdatlarına AKP’nin çıkardığı "yasal
düzenleme" ya da "barış" yasası yetişti. Doğan'ın 4.8 milyar TL'lik borcu,
yeni yasal düzenlemeyle bir anda 1.8 milyar TL'ye düştü. Doğan
Grubu'nun iki yıl içinde uzlaşma veya yasal düzenleme yoluyla ödemekten
kurtulduğu vergi borcu miktarı yaklaşık 4 milyar TL'yi buldu”
22
23. Bu bağlamda, AKP ve Doğan Grubu arasında yaşananların aslını
anlayabilmek için neo-liberal devlet ile sermaye arasındaki ilişkiye bakmak
gerekir. Bu ilişkide her iki tarafın da birbirini besleyen ana unsurlar olduğu
göz önünde bulundurulduğunda, geçmişte yaşananların bir geçiş süreci
olduğu ve bugün statükonun sağlanarak barış ortamı yaratıldığını ve çıkar
ilişkilerinin korunduğunu ortaya koymak gerekir.
MİLLİYET GAZETESİ SÖYLEMİNDE “THY GREVİ”
30 Mayıs 2012 tarihli “Grev yasağına karşı eylem hava ulaşımını felç etti”
başlıklı haberin spotunda, “Grev yasağı getirilmek istenmesine karşı
havayolu çalışanları işi yavaşlatma eylemi yapınca yüzlerce uçak seferi
iptal edildi. Eyleme katılanlar telefon mesajıyla işten çıkarıldı. İnternet
korsanı Redhack THY’nin sitesini kullanılmaz hale getirdi” metni yer
almaktadır.
Haberin başlığından, havayolu çalılanlarının grev yasağına karşı
gerçekleştirilen eylem nedeniyle bir çok insanın mağdur edildiği gibi bir
anlam ortaya çıkmaktadır. Grev hakkının işçi ve işveren ilişkisi açısından
taşıdığı önem üzerinde durulmadığı gibi, işçilerin demokratik hakları
üzerine de herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Haberin spotu, eyleme
katılanların işten telefon mesajıyla işten çıkartıldığını ve THY’nin internet
sitesinin kullanılamaz hale getirildiğini bildirirken; yine çalışanların iş
akdinin SMS yoluyla kaldırılmasının ahlaki ve hukuki boyutu üzerinde
durulmamaktadır. Aksine, bu durumun gerginliğe yol açtığı vurgulanarak
olağan bir tepki haberleştirilmekte herhangi bir arkaplan bağlam bilgisi
verilmemektedir. Ek olarak; Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali
Yıldırım’ın sözlerine yer verilen haberde; “önlem almak için gerekli
adımları atmaktan geri duymayız” gibi tehtid vari bir açıklamaya yer
verilirken, eylemi gerçekleştiren işçilerin veya hava-iş sendikası
yetkililerinin görüşlerine doğrudan yer verilmemekte ve bu bağlamda bir
ideolojik üretim gerçekleştirilmektedir. Haberin son bölümünde yer alan;
“Şehirlerarası otobüs işletmecileri bayram ve yaz tatili başlangıcını
aratmayan bir yoğunlukla karşılaştılar” şeklindeki bilgi ise, ideolojik
üretimi tamamlar nitelikte, hava taşımacılığının aksaması ile doğru orantılı
23
24. olarak artan karayolları taşımacılığının firma sahipleri için doğurduğu
fırsata değinilerek, işçilerin grev haklarının ellerinden alınmasına dair
gerçekliği tamamen hasır altı etmektedir.
Aynı tarihli; “Grev yasağına meclis onayı” başlıklı haberde de bir önceki
haberde olduğu gibi herhangi bir bağlam bilgisi verilmeden, hatta spotta
yer alan ifadeyle haber daha da esnetilerek verilmiştir. Spotta yer alan
ifade şu şekildedir: “TBMM Genel Kurulu'nda görüşülen bazı kanunlarda
değişiklik yapan yasa teklifinin, havacılık hizmetlerinde grev ve lokavt
yasağı getiren birinci maddesi kabul edildi.”
Spotta, grev ve lokavt yasağı ile ilgili kanun değişikliklerinin dışında da
değişiklikler olduğu bilgisi verilmiş, fakat bu değişikliklerin hangi kanunları
etkilediğine dair bilgi verilmemiştir. Burada açık bir manipülasyon söz
konusudur. Çünkü bu haber ile yalnızca grev ile ilgili kanun değişiklikleri
yapılmadığı, başka kanun değişiklikleri üzerinde de çalışıldığı anlamı
oluşturularak, grev ve lokavt hakkının kaldırılması olağn bir kanun
düzenlemesi ile eş değer olarak sunulmuştur. Bu haberde de art aln ve
bağlam bilgisine rastlanamadığı gibi, haberin devamında eyleme katılan
kişilerin alkışlar eşliğinde işten çıkarmaları protesto ettikleri bilgisi
verilerek haber sonlandırılmıştır.
Ertesi gün (31 Mayıs) “THY’den Açıklama” başlıklı haberde ise spot şu
şekildedir: “THY çalışanlarının iş yavaşlatma eylemi ile protesto ettiği, grev
yasağı getiren düzenleme Meclis'ten geçti. Düzenlemeyi protesto eden
çalışanlardan kaç kişinin işten çıkarıldığı netleşti.” Başlık oldukça açık bir
şekilde haberin içeriğini aktarmaktadır. Spot ise tam aksine merak
uyandırmak ve haberin içeriğine ilgi çekmek amaçlı net bir bilgi
sunamamaktadır. Haberin kendisi ise büyük oranda THY’nin konuyla ilgili
açıklamalarından oluşmaktadır. Haber incelendiğinde açıklamanın
tamamına yer verilmediği, Hava-İş sendikasının görüşlerine ise çok kısa
yer verildiği görülmektedir. Öne çıkarılan belli satır başlarının detaylarının
sunulduğu göz önüne çıkmaktadır. Bu başlıklar ise şöylerdir: “100 binin
üzerinde yolcu mağdur oldu” , “Eyleme katılanlara dava” , “Hava-
İş:Eylemler Sürecek”
24
25. Haberde en önemli bilgi olarak; THY’nin eylem nedeniyle uğradığı maddi
zarar olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte THY’nin açıklamaları dahilinde
haber içeriğinde en geniş yer alan bölüm eyleme katılmayan çalışanlara
THY tarafından teşekkür edilen bölümdür. Haberin içeriğinde, eyleme
katılan çalışanların yasaları çiğnediğine dikkat çekilerek ve sendika
görevlilerinin psikolojik taciz uygulayarak bazı çalışanları çalışmama
yönünde etki altına aldıklarının altı çizilerek, eyleme katılan işçilerin
marjinal bir topluluk olarak temsil edilmesi sağlanmaktadır. Haberin
devamında; THY’nin “Eyleme katılanlara dava” açacağı bilgisi vererek
işçilerin kanunsuz eylem yaptıkları anlamı pekiştirlimektedir. Haberin
sonunda ise Hava-İş’in “Eylemler Devam Edecek” açıklamasına tek satır
yer verilerek, tarafsızlık alıgısı yaratılmak istenmiştir. Haberde görsel
olarak eyleme katılan kabin memurlarının gülümseyerek alkış tutan
fotoğrafı yayınlanmıştır. Fotoğrafta yer alan memurların hepsinin kadın
olması ve hepsinin gülümsüyor olması eylemin içeriği hakkında yanıltıcı bir
izlenim oluşturmaktadır.
3 Haziran’da “Hava iş koluna grev yasağına Gül’den onay” başlıklı haberin
spotunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün jet hızıyla kanunu onadığı bilgisi
verilse de, içeriğinde grev ve lokavt kanunu dışında “Korsan Taksicilik”,
“Askerlik” , “Uluslararası Para Fonu” ve “İran ile ortaklaşa kullanıclacak
sınırlar” hakkında kanunun onaylandığı bilgisi yer almaktadır. Haber içeriği
başlığından farklı olarak; kanunun neden bu kadar çabuk onaylandığı ile
ilgili herhangi bir bilgi içermemekte, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün
bundan önce hangi kanunları kısa sürede onadığına değinmemekte ve
doğrudan işçileri ilgilendiren “grev ve lokavt” kanununa yönelik
düzenlemeyi, işçiler ile hiçbir doğrudan ilgisi olmayan diğer kanunların
onaylanması ile eş değer tutmaktadır. Bu haberde de olayın arka planına
dair hiçbir bilgi bulunmamaktadır.
5 Haziran tarihinde gazetenin Doğan Haber Ajansı’ndan geçtiği “Üzülerek
aldığım bir karardı” başlıklı haberde çalışanların işten çıkarılması ile ilgili
olarak açıklamada bulunan THY Teknik A.Ş. Genel Müdürü İsmail Demir’in
açıklamalarına yer verilecek, Demir’in "artık geri dönüşü yok"
25
26. açıklamasına dikkat çekilmektedir. Haberin devamında Demir’in ağzından
işten çıkarılan işçilerin açıklarının kapatılması için gece vardiyasında
çalışan diğer işçilerin gündüz de çalıştırıldıkları aktarılırken, THY’nin
hizmetlerinde herhangi bir aksama yaşanmadığının üzerinde durulmuş ve
yeni işçilerin işe alındığı bilgisi paylaşılmıştır. Haberin içeriğinde, eylem
yapan işçiler olmadan da THY’nin hizmetlerine devam edebileceği mesajı
verilerek THY açısından kriz olarak nitelendirilebilecek bir süreçte kurum
imajının kuvvetlendirilmesine katkı sağlanmıştır. Ayrıca; haberin
söyleminde işçilerin işveren karşısındaki güçsüzlüğü pekiştirilmekte ve
işçilerin işverenin ön gördüğünden daha fazlasını istemelerinin sonucunda
cezalandırılması meşrulaştırılmaktadır. Haber, Demir’in işten çıkarılan
işçilerin yaşadıkları mağduriyetin sebebinin yine işçilerin kendisi olduğu ve
bu saatten sonra işe geri alınmaları adına yapılabilecek herhangi birşey
olmadığını vurgulaması ile noktalanmaktadır.
BİRGÜN GAZETESİ VE SAHİPLİK YAPISI
2004 yılında yayın hayatına başlayan Birgün Gazetesi, Türkiye’de ve
dünyada benzerlerini görmeye alışık olduğumuz holding gazetelerinden
farklı olarak, patronsuz bir sermaye yapısına dayanmaktadır. Bu anlamda
örneklem olarak Milliyet Gazetesi ile tamamen farklılık göstermektedir.
Yapısı itibariyle kamu yayıncılığı anlayışını benimseyen Birgün, çeşitli
sendika, STK ve meslek odalarından toplanan birikimler ile kurulmuştur.
BİRGÜN örgütlenme şeması, yönetim biçimi ve çalışanlarıyla ilişkisi
bakımından da dünya ölçeğinde bir örnek oluşturma iddiasındadır.
Örgütlenme felsefesinin temelinde hakim medyaya alternatif bir kanal ve
bir vatandaşlar gazetesi olma anlayışı vardır. Sermaye yapısı itibariyle bir
patrona dayanmayan, toplumun değişik kesimlerinden çalışanların
birikimleriyle kurulmuş olan SES İletişim AŞ’nin çıkardığı bir gazetedir.
(Birgün: 2012)
26
27. BİRGÜN GAZETESİ SÖYLEMİNDE “THY GREVİ”
29 Mayıs tarihli “THY’de emekçiler fiili grevde” başlıklı haberde ilk olarak
THY işçilerinin neden eylem yaptığı ile ilgili bağlam bilgisi verilmiştir.
Haberde yapılan eyleme katılan işçi sayısı açık ve net bir şekilde
belirtilirken; THY’den yapılan açıklamalara ve iptal olan uçuşlara dair de
ayrıntılı bilgi verilmektedir. Haberde Hava-İş’in yapılan eylemin yasa dışı
olmadığına dair bildirdiği görüş aktarılırken; Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım’ın THY’deki iş bırakma eylemi ile ilgili "Bizim için vatandaşın
rahatlığı, hizmete erişmesi her şeyin önünde gelir" demecinin işçilere
yönelik bir tehtid olduğunun altı çizilmiştir. Bu bağlamda AKP’nin yasakçı
ve baskıcı yönetim politikasına atıf yapılmıştır. Hava-İş sendikasının
açıklamaları ve grev alanında yapılan eylemin detayları ile zenginleştirilen
haberin sonunda ise başta Twitter olmak üzere THY grevi ile ilgili sosyal
ağlarda konuşulanlardan alıntılara yer verilmiştir. Haber slogan atan iki
kadının fotoğrafı ile desteklenmiştir.
1 Haziran tarihde yayınlanan “THY Başkanı: 150 kişiden daha fazlasını
işten çıkaracağım” başlıklı haber de oldukça geniş bir perspektif ile konuyu
ele almıştır. Haberin hemen başında Grev yasağına yönelik arkaplan ve
bağlam bilgisi verilmiş; AKP İstanbul Millet Vekili Metin Külünk’ün yasa
teklifinin TBMM’de kabul edilmesi ile başlayacan süreç ve sonrasında
yaşananlar aktarılmıştır. Haberin devamında, başlığa atıfta bulunularak
THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu’nun “150 THY çalışanını işten
çıkardığınız söyleniyor doğru mu?” sorusuna verdiği “Daha da fazlasını
çıkaracağız” yanıtı sorgulanarak yapılan hukuksuzluğa dikkat çekilmiş ve
bu açıklama karşısında söz hakkı bulunan Hava-İş Sendikası Başkanı
Atilay Ayçin’in açıklamalarına geniş yer verilmiştir. Haberin devamında
“havada grev yasağına” yönelik iş yavaşlatma eylemine gidilmesinin
THY’ye toplam maliyeti ayrıntıları ile verilmiş ve BDP Mersin Milletvekili
Ertuğrul Kürkçü’nün görüşlerine de yer verilmiştir. Ayrıca haberde,
Bursa’nın Orhangazi ilçesinde işten çıkartılan Okitekss işçilerinin eylem
haberi ve açıklamaları da verilerek; yaşanan sınıfsal mücadeleye atıfta
bulunulmuştur.
27
28. 2 Haziran tarihli “THY’den, 29 Mayıs’taki eyleme katılanlara tazminat
tehdidi...” haberinde THY yönetiminin eyleme katıldıkları için işten
çıkartılan işçilere tazminat davası açacağını açıklaması haberleştirilmiştir.
Bu haberde THY’nin kendini mağdur ilan ettiği özellikle vurgulanarak, THY
tarafından yapılmaya çalışılan manipülasyon üzerine dikkat çekilmek
istenmektedir. Haberin devamında Hava-İş sendikasının uluslararası
mahkemelerde hakkını arayacağı bilgisi verildikten sonra, Sendikal
Güçbirliği Platformu üyelerinin de açıklamalarına yer verilmiştir. Platform
tarafından yapılan açıklama şu şekildedir:
"Başbakan’a ve hükümete bir kez daha sesleniyoruz; grev yasaklama
sevdasından vazgeçin. İşten çıkarılan işçileri iş başı yaptırın. Ayrıca Sayın
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e çağrıda bulunuyoruz: Anayasaya ve tarafı
olduğumuz uluslararası sözleşmelere aykırı olan bu yasayı veto edin".
Haberde ayrıca, “Hedef Bütün Emekçiler” alt başlığı ile AKP hükümetinin
başta kıdem tazminatı hakkı olmak üzere işçilerin elinden kazanılmış tüm
hakları tasfiye etmek istediği söylenmektedir. Devamında ise, Birleşik
Taşımacılık Çalışanları Sendikası, Disk ve KESK’in Hava-İş’e verdiği destek
belirtilerek haber sonlandırılmıştır. Oldukça kapsamlı hazırlanan haberde,
detaylı bir şekilde verilen arkaplan bilgileri yanı sıra, olayın bütün
taraflarının görüşlerine yer verilmesi de dikkat çekmektedir.
04 Haziran tarihli “THY 100 kişiyi yeniden işe çağırdı” başlıklı Emek
Dünyası’ndan alıntılanan haberde, THY’nin "yanlışlıkla çıkardığı"nı ifade
ettiği 100 personeli tekrar işe çağırdı bilgisi verilmekte ve eylem
başladığıdan beri işten çıkartılan toplam işçi sayısına dair ayrıntılı bilgi yer
almakta. Haberin devamında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yasayı
onamasına rağmen, Hava-İş’in grev hakkı için mücadeleye devam
edeceğinin üstünde durularak; işveren karşısında güçsüzleştirilmeye
çalışılan işçilerin haklarının aranacağına değinilmekte ve yaşananlar
demokrasi ayıbı olarak betimlenmektedir.
28
29. SONUÇ
21. yüzyılda başta Amerika olmak üzere tekelci kapitalist sistemin varlığını
sürdürdüğü bütün coğrafyalarda medyanın söylemi, medya kurumlarının
sahiplik yapısı ve bu sahiplik yapısının dahil olduğu çıkar ilişkileri
doğrultusunda şekillenmektedir. Bu çalışma; Türkiye’de de medyanın
söyleminin mülkiyet yapısı ve sermaye-iktidar ilişkileri çerçevesinde
oluştuğunu ortaya koymak için kaleme alınmıştır. Medyanın ekonomi
politiğinin haber üzerindeki belirleyici etkisine dair incelenen örneklere yer
veren bu çalışmadaki haber çözümlemeleri göz önüne alındığında;
medyanın sahiplik yapısına göre verilen haberin taraflı ve/veya manipülatif
olduğu ortaya açıkça ortaya çıkmaktadır.
Milliyet Gazetesi’nin haberleri ele alındığında, THY Grevi ile ilgili olarak
benimsenen yayın politikasının ardında yatan manipülatif yaklaşım açıkça
kendini göstermektedir. Gazete, iktidar ile olan ilişkileri çerçevesinde,
iktidarın eylemleri ve konuyla ilgili açıklamalarını sıradan bir dil ile
olağanlaştırarak, konuyu tarihsel bağlamından uzak bir şekilde
işlemektedir. Üstelik, bu işleme biçimi sürekli olarak tekrarlanarak ve
karşıt görüşlere sembolik olarak yer verilerek okurlarda olayların
tabiyatının aktarıldığı şeklinde olduğu kanısı pekiştirilmeye çalışılmaktadır.
(Schiller, 2005, s23)’in de belirttiği gibi “Manipüle edilen şahıs olayların
tabii mecrasında aktığına inanırsa manipülasyon başarılı olmuş demektir”
Milliyet Gazetesi de bu bağlamda, geçmişte AKP hükümeti ile yaşadığı
anlaşmazlıkların da etkisiyle okurlar üzerinde yansız bir medya kurumu
algısı oluşturmaya çalışırken; işçilerin kaygılarına, grev hakkının
demokrasi için taşıdığı öneme, THY ile İktidar arasındaki sahiplik ilişkisine
ve konuyla ilgili yapılan tartışmalara dokunmadan haber içeriklerini
oluşturmaktadır ve egemen ideolojinin haber üretim modeli olan 5N+1K
haberciliğini benimsemektedir.
29
30. Bu şekilde kodlanan haber sunumları kamu tarafından alımlandığında ise
THY işçilerinin eyleminin ardında yatan haklı nedenler hasır altı
edilebilmektedir. Sonuç olarak okur haberin tarafsız olduğuna ve bilgilerin
objektif olarak aktarıldığına kanaat getirirken, Milliyet gazetesi ise hem
benimsediği ideolojiye hizmet etmekte, hem de kamu nezdinde kendisini
aklayabilmektedir.
Öte yandan, Birgün gazetesinin haberleri ele alındığında ise Milliyet
Gazetesi’nin tam zıttı yönde bir söylem ile karşılaşılmaktadır. Şüphesiz bu
farkın nedeni Birgün gazetesinin herhangi bir sermaye grubu ile ilişiğinin
olmamasıdır. Aksine, sendikaların ve meslek örgütlerinin iştiraki ile
kurulmuş olan Birgün Gazetesi; bilgi ve yorum çeşitliliğinin yanı sıra
işçilerin haklarını koruyup kollayan bir çizgidedir.
AKP hükümeti tarafınan havacılık iş koluna ait kanun değişikliği teklifinin
verilmesi sürecinde sebep-sonuç ilişkisi kurulmuş, THY Grevi’nde işçilerin
taleplerine ve çözüm önerilerine yer verilmiş, THY yöneticilerinin yaptıkları
açıklamalara tam ve kesintisiz olarak aktarılmış, toplumun değişik
kesimlerinden, sendikalardan ve sivil toplum kuruluşlarından görüş
alınarak çok seslilik sağlanmıştır. Bu anlamda Türkiye’deki ana akım
medya kuruluşlarının aksine, Birgün Gazetesi kamu yayıncılığı politikasını
benimsemiş bir medya kurumudur.
30
31. KAYNAKÇA
Akbulut, N. (2005). Medya Eleştirileri. İstanbul: Beta Yayınları
Atabek, N ve Dağtaş E. (1998) Kamuoyu ve İletişim. Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi.
Baran Dergisi, Türkiye (2012). Türkiye’nin Kanını Emenler: Doğan Grubu.
http://www.barandergisi.net/turkiyenin-kanini-emenler-dogan-grubu-
makale,243.html
Bulut, S (2009). Sermayenin Medyası, Medyanın Sermayesi (derleme).
Ankara: Ütopya Yayınevi
Dursun Ç, (2001). TV Haberlerinde İdeoloji. Ankara: İmge Kitabevi
Evrensel, Türkiye. (2012) Grev Hakkı 15-16 Haziran Ruhuyla
Savunulmalıdır. http://www.evrensel.net/news.php?id=30010
(01.06.2012)
Güngör, N. (2011). İletişim Kuramlar ve Yaklaşımlar. Ankara: Siyasal
Kitabevi.
Kışlalı, A. (2012). Siyasal Sistemler. Ankara: İmge Yayınevi.
Laughey D, (2010). Medya Çalışmaları: Teoriler ve Yaklaşımlar, İstanbul:
Kalkedon Yayınları
McChesney R, Wood E ve Foster J, (2003). Kapitalizm ve Enformasyon
Çağı, Ankara:Epos Yayınları
Milliyet, Türkiye. (2018). Türkiye’nin Medya Savaşı.
http://www.turkishairlines.com/tr-tr/kurumsal/
Nichols T ve Sungur N (2005). Global İşletme, Yerel Emek. İstanbul:
İletişim Yayınları
Özcan, Z (1983). Uluslararası Haberleşme ve Azgelişmiş Ülkeler. Ankara:
Dayanışma Yayınları
31
32. Öztürk, Ö (2011). Türkiye’de Büyük Sermaye Grupları. İstanbul: Sosyal
Araştırmalar Vakfı İktisadi İşletmesi
Schiller, H. (2005). Zihin Yönlendirenler. İstanbul: Pınar Yayınları
Sendika.org (2012) Hava-İş’ten Grev yasağına tepki.
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=45244) (10.06.2012)
Sevilay Çelenk (2008). İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar.
(derleme) Ankara:De Ki Yayınları
Sönmez Ü, (2011). Piyasanın İradesi. İstanbul: İletişim Yayınları
Türk Hava Yolları, Türkiye. (2012) Vizyon-Değerler.
http://www.turkishairlines.com/tr-tr/kurumsal/vizyon-degerler
Türk Hava Yolları, Türkiye. (2012) Ortaklık Yapısı.
http://www.turkishairlines.com/tr-tr/kurumsal/yatirimci-iliskileri/ortaklik-
yapisi
Uluç, G. (2008) Küreselleşen Medya: İktidar ve Mücadele Alanı. İstanbul:
Anahtar Kitaplar Yayınevi.
32